Bibi. Aslanoğlu-Evyapan, Eski Türk Bahçeleri; H. Göktürk, "Emirgân Korusu", ISTA, DC, 5096; Ç. Gülersoy, Boğaziçi Koruları, ist., 1972.
FAİK YA1TIRIK
EMİRGÂN VAPURU
Şehir Hatları İşletmesi vapuru. 1951'de Hollanda, Kinderdijk'te L. Smith & Zoon' da inşa edildi. 283 grostonluktu. 34,70 m boyunda, 7,64 m genişliğinde, 2,70 m de-rinliğindeydi. İki dizel motorlu, çift uskur-luydu. 12 mil kadar hız yapabiliyordu. Beşiktaş adlı bir eşi daha vardı. 300 kadar yolcu alabiliyordu.
Giriş yerinin basamaklı, üstelik de dik olması, ayrıca az sayıda yolcu alması bakımından bu iki vapur da rahat ve kullanışlı çıkmadı. Buna rağmen Boğaz hattında, Adalar-Bostancı arasında uzunca bir süre çalıştırıldı. Kadro dışı bırakıldıktan sonra satıldı. Yeni sahipleri tarafından tadil edilerek biçimsiz bir lokanta gemisi haline sokulduysa da yine kullanışlı olamadı.
ESER TUTEL
Emirgân Vapuru
Şükrü Yaman koleksiyonu
ENCÜMEN-İ DANİŞ
Avrupa bilim akademileri örnek alınarak 18 Temmuz 1851'de İstanbul'da oluşturulan bilim ve kültür kurulu. Cevdet Paşa, bu kurulu, Paris'teki Academie França-ise'e benzetmiştir.
Tanzimat döneminin (1839-1876) ö-nemli bir yeniliği sayılan Encümen-i Dâ-niş'le ilgili çalışmalar, Mustafa Reşid Paşa'nın ikinci sadrazamlığında (1848-1852) gündeme geldi. Reşid Paşa, eğitimde köklü değişiklikler yapılması için Abdülme-cid'i ikna etti. Padişah, 1850'de Babıâli' deki bir söylevinde bilgisizliğin yok edilmesi, bu yönde her türlü çabanın gösterilmesi gerektiği konularına değindi. Durum, Meclis-i Vâlâ'da, Meclis-i Maarif-i Umumiye'de birçok kez görüşüldü, hazırlanan raporlar tartışıldı. Takvitn-i Veka-yi'de yayımlanan, Cevdet Paşa'nın hazırladığı beyannamede de bilim ve kültür dilinin herkesin anlayacağı düzeyde Türk-
çeleştirilmesi, halkın bilgilendirilmesi, bilim ve fennin yaygınlaştırılması, özendirilmesi, teknolojik yeniliklerin tanıtılması, tüm bunlar için de yeni kitapların yazılması vurgulandı. Gerçi, Meclis-i Maarif-i Umumiye'ye sunulan raporlarda bir darülfünun (üniversite) kurulması istenmekteydi. Ancak, altyapı ve gerekli hazırlık olmadığından öncelikle Encümen-i Dâ-niş'in oluşturulması kararlaştırıldı. Bu kurulun, Maarif Meclisi'nin bir komisyonu gibi çalışması benimsendi. Mecliste, Encümen-i Dâniş için seçimler yapıldı. Başkanlığa Ataullahefendizade Şerif Efendi, ikinci başkanlığa da tarihçi Hayrullah Efendi getirildi. Encümenin "dahili" (asıl) 40, "harici" (onursal ve dışarıdan katkıda bulunacak) belirsiz sayıda üyesi olması uygun görüldü. Dahili üyeler arasında Mustafa Reşid Paşa başta olmak üzere dönemin aydın devlet adamlarından Ahmed Vefik(->), Cevdet(->), mütercim Rüşdî, Meclis-i Vâ-lâ Reisi Rıfat, Âli, Ticaret Nazın İsmail, Rumeli müfettişi Sami, Edhem, Yusuf Kâmil, nazırlardan Derviş, Suphi paşalar, Keçeci-zade Fuad (Paşa), vakanüvis Recaî, ulemadan Ömer Hüsameddin, reisü'l-ulema Tahsin, Tıbbiye Nazırı Ziver, Letâif-i Enderun yazan Hızır İlyas, müneccimbaşı Osman, tarihçi Aziz efendiler de yer aldılar. Bu seçilenler bir veya birkaç alanda uzman, dil bilen, bilgin kişilerdi. Harici üyeler arasında ise Avusturyalı ünlü tarihçi Hammer, İstanbul'un tanınmış müderrisleri, Arap-İslam bilginleri, İstanbullu gayrimüslim aydınlardan İstefanaki, Vensan, Agop, Aleko, Vasilaki, Hoca Sahak, Bo-ğos, David, Beşiktaşlıoğlu Aleksandri efendiler, Fransız Doğubilimci Bianchi ve İngiliz dilci Redhouse da bulunuyordu. Bunların Türkçe bilmeleri gerekmemekte, encümene kendi uzmanlık alanlarında yardım sağlamaları yeterli görülmekteydi. Bütün üyelere, Abdülmecid tarafından birer "rüus-ı hümayun" (kadro) verildi.
Encümen-i Dâniş Nizamnamesi Ocak 1851'de hazırlandı. Üye listeleriyle birlikte 15 Nisan 1851'de onaylandı. Açılış töreni 18 Temmuz 1851'de Valide Mek-tebi'nde (günümüzde Cağaloğlu Anadolu Lisesi olan bina) yapıldı. Abdülmecid'in katıldığı törende önce Mustafa Reşid Paşa irticalen söylevde bulundu. Ardından dua edildi. Cevdet Paşa'nın hazırladığı, sözün, yazının, kitabın, kültürün değerim vurgulayan "makale-i hitabiye"yi ikinci başkan Hayrullah Efendi okudu. Tören sonunda, Cevdet Paşa'nın yazdığı Kovaid-i Osmaniye, Encümen-i Dâniş'in ilk eseri olarak padişaha sunuldu.
Bu coşkulu açılıştan sonra Encümen-i Dâniş'in çalışmaları başladı. Ancak açılması tasarlanan darülfünun için ders kitapları yazımı istenen verimlilikte olmadı. Düzensiz aralıklarla yapılan genel toplantılarda da bağlayıcı kararlar alınamadı. Bununla birlikte encümen çalışmaları 1860' lı yıllara, encümenin varlığı da resmen 1881'e değin sürdü. 24 Mayıs 1861'de faaliyetine izin verilen Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye(-»), Encümen-i Dâniş'in devamı kabul edilir.
ENCÜMEN-İ ŞUARA
172
173
ENDERUN
Bu bilim kurulunun 1851-1861 arasındaki 10 yıllık çalışması, Batılılaşma sürecinin başında bilim ve kültür merkezi istanbul için yeni bir adımdır. Encümen-i Dâniş'le başlayan gelenek, Cemiyet-i îl-rniye-i Osmaniye, Cemiyet-i Tıbbiye-i Os-maniye(-»), Tarih-i Osmani Encümeni, Türk Bilgi Derneği vb sonraki bilim ve kültür kuruluşlarıyla sürmüştür.
Bibi. Cevdet, Tezâkir, IV, 46 vd; K. Akyüz, Encümen-i Dâniş, Ankara, 1975; C. Bilim, "İlk Türk Bilim Akademisi: Encümen-i Dâniş", Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, III, S. 2 (1985); E. B. Şapolyo, "Encümen-i Dâniş'in Tarihçesi", Türk Kültürü, S. 67 (Mayıs 1968); E. insanoğlu, "Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye'nin Kuruluşu ve Faaliyetleri" Osmanlı İlmî ve Meslekî Cemiyetleri, ist., 1987; Karal, Os-manh Tarihi, VI, 176-178.
NECDET SAKAOĞLU
ENCÜMEN-İ ŞUARA
Tanzimat döneminde Divan şiirini sürdüren ve savunan şairler topluluğu.
Encümen-i Şuara, şairlerin (edebiyatçıların) bir araya gelerek yeni ürünlerinden söz etme, şiir okuma, tartışma, düşünce alışverişinde bulunma geleneğinin içinde yer alır. Osmanlı döneminde edebiyatçılar, edebiyatsever ya da edebiyatla uğraşan devlet adamlarının konaklarında, tekkelerde (tarikata bağlı olanlar), kahvelerde, belirli dükkânlarda, meyhanelerde toplanırlardı. Kahveler ve meyhanelerde toplanma geleneği günümüze kadar sürmüştür.
Encümen-i Şuara Divan şiiri geleneğini sürdürerek şiir alanında aynı görüşü paylaşan şairlerin bir araya gelmesiyle o-luşmuştu. Çoğunlukla Hersekli Arif Hik-met'in evinde, Mayıs 1861'den başlayarak düzenli bir biçimde haftada bir gün (salı günleri) toplanan bu şairlerin başlıcaları şunlardı: Mehmed Lebib (Ruznâmçeciza-de) (1785-1867), Osman Şems (Nakşibendî şeyhi) (1813-1893), Osman Nevres (Nevres-i Cedid) (1820P-1876), Kâzım Paşa (Koniçeli) (1821-1889), Hakkı (Üskü-darh/Kör/Yekçeşm) (1822-1895), Nailî (Nâilî-i Cedid) (1823-1876), Abdülhamid Ziyaeddin (Ziya Paşa) (1825-1880), Faik (Manastırlı) (1825-1899), Avni (Yenişehirli) (1827-1883), Galib (Leskofçalı) (1820-1867), ibrahim Halet (1837-1870), Celâl (Recâizade) (1838-1882), Mehmed Mem-duh (Faik/Mazlumpaşazade) (1839-1925), Arif Hikmet (Hersekli) (1840-1903), Mehmed Kemal (Namık Kemal) (1840-1888), Mustafa Refik (Mir'atçı) (1843P-1865), Hikmet (Deli) (P-1889/1890). Bu toplantılara zaman zaman Mustafa Eşref (Paşa), Sadullah Rami, irfan (Paşa), Mustafa izzet (Seyyid), Yusuf Kenan, Mustafa ismet, Kâzım (Paşa), Mustafa İzzet (Pepe) gibi şairler de katılıyordu. Toplantılar yalnızca Hersekli Arif Hikmet'in Laleli'de Çukur-çeşme'deki evinde yapılmıyor dönemin ünlü devlet adamlarının konaklarında ve alışıldığı üzere meyhane ve kahvehanelerde de yapılıyordu.
Encümen-i Şuara şairleri eski şiiri sürdürmeyi amaçlamakla birlikte dönemin edebi yeniliklerini de göz ardı etmemişlerdir. Dilde sadeleşme, şiirlere başlık koy-
ma, toplumsal konuları şiire sokma gibi çabaları da vardır. "Mistik âlem"e yeniden girmek isteği, "eskinin tematik yapısı"na duyulan özlem, kendilerinden önceki kuşağın hatalarını tekrarlamamak, bu topluluk şairlerinin özellikleridir. Bunun dışında bu şairleri bir araya getiren nedenler arasında siyasal bakımdan görüş birliği içinde oluşları vardır. Çeşitli nedenlerden Tanzimat'a karşıdırlar ve eleştirirler.
Önceleri bu topluluğun içinde yer a-lan Ziya Paşa ve Namık Kemal daha sonra edebiyatta yenilikçilik kavgasına girişmişlerdir.
Encümen-i Şuara bir yıl kadar sürdü. Nâilî'nin topluluktan uzaklaşması, üyelerinden bazılarının resmi görevleri gereği istanbul'dan ayrılmaları, kimilerinin de toplantılara katılmamaya başlaması sonucu topluluk dağıldı. Encümen-i Şua^ ra bir kurum gibi adlandırılmakla birlikte gerçekte edebiyatımızda belli bir anlayış ve görüş çevresinde oluşturulan bir topluluktur.
ERAY CANBERK
ENCÜMEN-İ ÜLFET
25 Kasım 1870'te istanbul'da açılan ilk Avrupai kulüp. Açılıştaki adı "Encümen-i Ülfet ve Mecmâ-i Fezâü-i Ünsiyef'tir. "Kulüp" de denmiştir. O dönemde Avrupa'da yaygın olan kumar türü oyunlar da istanbul'da ilk kez burada ve gizlilik kaygısı olmaksızın oynanmıştır. Kurucusu Maliye Nazırı Mısırlı Mustafa Fazıl Paşa (1829-1875), koruyucusu Sadrazam Âli Paşa (1815-1871) idiler.
Tanzimat'ın (1839-1876) son yıllarına gelindiğinde istanbul'da "rical" denen varlıklı yönetici kesim arasında lüks ve sefahat ileri düzeydeydi. Buna koşut olarak Avrupa hayranlığı yaygınlaşmıştı. Pek çok Batı geleneği ve alışkanlığı benimsenmiş ya da taklit ediliyordu. Daha önceleri Osmanlı devlet adamlarının hiç bilmedikleri kumarın, yönetici konaklarına kadar girmesi de bu yıllardadır.
Mısır Hıdivi ismail Paşa'nın kardeşi o-lan ve Osmanlı Maliye Nazırlığı görevinde bulunan Mustafa Fazıl Paşa, siyasal ihtirasları yanında lükse ve eğlenceye düşkünlüğüyle istanbul'da ün kazanmış bir şahsiyetti. Çamlıca'daki köşkünde sabahlara kadar bakara oynanmakta, yatılı konuklarına akla gelmedik sunularda bulunulmaktaydı. Fazıl Paşa, Avrupai bir kulüp açılmasını bir ziyafet sırasında nazırlara açtı ve onaylarını aldı. Tarihçi Lutfî Efendi'nin verdiği bilgilere göre bu amaçla Çemberlitaş'ta Sedefçiler'deki Âsim Paşa Konağı kiralandı. Bu gösterişli yapının bir kulüp atmosferine kavuşması için Fazıl Paşa çok para harcadı. Konakta, okuma, söyleşi, oyun, yemek, dinlenme salonları düzenlendi. Kulübün açılışı l Ramazan 1287/25 Kasım 1870'te, Mehmed Rüşdî, Kâmil, Mustafa Fazıl paşalarla diğer bazı kabine üyelerinin katılımıyla yapıldı. Kurucu üyeler, buraya resmen "kulüp" denmesini doğru bulmadılar. Çünkü Babıâli'nin, Bâb-ı Meşihat'ın, selatin camilerin bulunduğu Müslüman çoğunluğun ya-
şadığı bir çevrede yer alıyordu. Bu nedenle o yıllarda "encümen" ve "cemiyet" adlarıyla açılan, bilimsel ve kültürel amaçlı dernekleri çağrıştıran "Encümen-i Ülfet" (dostluk derneği) adı uygun görüldü, ilk gecenin konukları geç vakitlere değin sohbetle vakit geçirdiler. Fakat sonraki gün ve gecelerde Encümen-i Ülfet, ancak üyelerinin girebildiği lüks bir kumar kulübü olarak çalıştırıldı. Üye almanlar, vükela ve rical (bakanlar ve bürokratlar) ile istanbul'un seçkin ve aydın sınıfından sayılı kimselerdi.
Encümen-i Ülfet, Âli Paşa'nın ölümünden (7 Eylül 1871) sonra istanbul cami hocalarının baş hedefi oldu. Sadrazam Mahmud Nedim Paşa (7 Eylül 1871-31 Temmuz 1872) bu baskıdan çekinerek kulübü kapattırdı. Fakat izleyen aylarda ve yıllarda yabancı elçilikler ve ticaret kurumları Beyoğlu'nda yeni kumarhaneler açılmasına önayak oldular. Buraları, Türkleri de çekti. Alt sınıftan kumarbazlar ise zabıtanın baskısı altındaki gizli kumar yuvalarında toplanıyorlardı. Beyoğlu, kumarın ve gece yaşamının merkezi olma özelliğini bu yıllardan başlayarak kazandı.
Bibi. Târih-i Lütft, XII, 101; Sevengil, Eğlence, İst., 1927, 204-207; Semih Mümtaz S., Tarihimizde Hayal Olmuş Hakikatler, ist., ty, s. 82; Pakalın, Tarih Deyimleri, I, 532-533-
NECDET SAKAOĞLU
ENDERUN
"Enderun-ı Hümayun", "Saray Enderunu", "Yenisaray Enderunu", "Harem-i Has" da denmiştir. 19. yy'daki modernleşmeye değin, Osmanlı sarayında padişahın günlük yaşamını geçirdiği ve dinlenmesi, eğlenmesi, çalışması ile ilgili tüm hizmetlerin verildiği bölüm ve örgüt. Sarayın üçüncü ve dördüncü bölümlerini kapsayan Enderun, oda denen koğuşları, eğitim birimlerini, köşkleri, kütüphane, hazine, hamam, cami ve bahçeleri kapsamaktaydı. Enderun halkı denen saray kadrosu ise saray içoğlanlarından, oda erkânından ve aka-ğalardan oluşuyordu.
Eğitim işlevini 20. yy'ın başına kadar sürdüren Enderun, istanbul'un kültür ve sanat hayatını, Osmanlı Devleti'nin iç ve dış siyasetini birinci sırada etkileyen kurumlardandı.
Topkapı Sarayı Enderunu, II. Mehmed (Fatih) döneminde (1451-1481) "Harem-i Has" adıyla kuruldu. Sonraki yüzyıllarda Enderun için "Harem-i Hümayun" adı yerleşirken saray kadınlarına ayrılan bölüme de "Harem Dairesi" denildi.
Enderun, Topkapı Sarayı'mn Bâbüs-saade denen üçüncü kapısından başlar. Geniş bir avlunun çevresinde koğuşlar, meşkhane, hazine, Hasoda, Fatih Köşkü, cami ile ortada kütüphane ve girişte Arzo-dası(->) yer almaktadır. Koğuşlar, işlevlerine ve eğitim-hizmet derecelerine göre "Büyük Oda", "Küçük Oda", "Doğancı Koğuşu", "Seferli Odası", "Kiler Odası", "Hazine Odası" ve "Hasoda" adlarını taşımaktaydı. Bu bölümlerden bazıları eski mimari özelliklerini yitirmiştir. Fatih Köşkü ile altındaki hazine, Enderun'un en
eski yapılarındandır. Sonradan Hırka-i Saadet Dairesi olarak düzenlenen Hasoda da Fatih döneminde padişaha mahsus özel daire olarak yapılmıştır. Buranın iki yanında ve altında Hasoda koğuşları ile Emanet Hazinesi vardır. Enderun avlusunun ortasında yer alan Havuzlu Köşk yıkılmıştır. Enderun halkının ibadetine mahsus Ağalar Camii(->) günümüzde Topkapı Sarayı Kütüphanesi'dir. Arzodası'nın arkasında kalan Enderun Kütüphanesi'ni, III. Ahmed 1719'da, içoğlanlarmın eğitimlerine katkıda bulunmak üzere yaptırmıştır (bak. III. Ahmed Kütüphanesi). II. Se-lim'in (hd 1566-1574) yaptırdığı Hünkâr Hamamı da günümüzde Topkapı Sarayı Müzesi'nin bir seksiyonu durumundadır.
Enderun avlusuna bitişik Kuşhane avlusunda, Harem Dairesi'ne girişi sağlayan Kuşhane Kapısı vardır. Fatih Köşkü ö-nündeki bir dehlizden de Enderun'un devamı sayılan Soffa-i Hümayun'a geçilir. Burada her biri özgün birer yapı olan Revan Köşkü, Bağdat KöşküG-»), Sünnet Odası, Mehtabiye ve Havuzlu Sofa, aşağıda ise Lale Bahçesi ile Sofa Köşkü, Baş-lala Kulesi, Mecidiye Köşkü(->) Esvap Odası ve Sofa Mescidi gibi yapılar yer alır.
Genel çizgileriyle Enderun mekânları, klasik Osmanlı mimarisinin özgün bir terkibidir. Bir iç avluyu üç yönden kuşatan revaklı Daire-i Harim, dış dünyadan yüksek duvarlar ile soyutlanmıştır. Buradaki düzenlenme, bir bakıma bir külliye gibi, ibadet, eğitim, barınma ve beslenme gereksinimleri dikkate alınarak yapılmıştır.
Enderun'un bir eğitim kurumu olduğunu avlu kapısındaki Fatih dönemi kitabesinde geçen "dârü'1-ilm" deyimi kanıtlar. 17. yy'ın sonlarına değin buraya, devşirme sistemiyle sağlanan acemioğlanla-rından seçilen, yakışıklı ve yetenekli çocuklar ve gençler alınmaktaydılar (bak. Acemi Ocağı).
Galata Sarayı ve ibrahim Paşa Sarayı Ocağı mekteplerinde temel eğitimlerini alan adaylar için saraydaki ilk basamak, Büyük ve Küçük odalardı. "Hane-i Kebir", "Hane-i Sagir" de denen bu koğuşlarda, kendilerine "dolamalı" denen aday içoğ-lanları sıkı bir saray eğitimi görmekteydiler. Bu eğitim, dışarıdan gelen hocaların verdiği din, dil (Türkçe, Arapça, Farsça), müzik, spor derslerini kapsıyordu. Ayrıca saray görgüsü ve hizmete dönük uygulamaları da Enderun'un yetişkin elemanlarınca gösteriliyordu. Burada başarılı olanlar "kaftanlı" sınıfına geçerek Seferli Koğuşu'na yükselmekte, diğerleri ise "çıkma" yöntemiyle Kapıkulu Ocağı'na katılmak üzere saraydan ayrılmaktaydılar. Çok sıkı bir disiplinin egemen olduğu bu iki odada ortalama 250-300 dolayında aday bulunurdu. Oda kethüdaları ve zabitleri, gençleri her türlü güçlüğe ve hizmete alıştırırlar, ayrıca her birine dindarlık, padişaha bağlılık, sır saklama, temizlik, dürüstlük vb duygular ve erdemler kazandırılmaya çalışılırdı. 1675'ten sonra Büyük ve Küçük odalar kaldırılmıştır. "Hane-i Bâz-yân" denen Doğancı Koğuşu' nün da aynı yıllarda kaldırıldığı bilinmektedir. Bu
ilk odalardaki eğitim süresi en az 4 yıldı.
l635'te Enderun odaları arasında yer alan Seferli Koğuşu (Hane-i Seferli) içoğ-lanlannın bir görevi önceleri Enderun halkının çamaşırlarını yıkamak ve temizlik işleri iken giderek bu birim türlü sanatların, müzik, minyatür, nakış, tezhip, hat vb ile sportif becerilerin geliştirildiği bir saray okulu durumuna gelmiştir. Kiler Koğuşu içoğlanlan, kilercibaşının buyruğunda ve Fatih Kanunnamesi'ne göre padişahın yemek hizmetine bakmaktaydılar. Daha üst bir sınıf ve oda olan Hazine Koğuşu'ndaki-ler, Enderun hazinesini beklerler, padişahın günlük yaşamında pek çok hizmete bakarlardı. Enderun'un en üst sınıfı olan Hasoda 30-40 kişilik çok özel bir kadro barındırmaktaydı. Bunlar, padişahın yatıp kalkması, giyinmesi, yıkanması, eğlenmesi, gezmesi ile ilgili hizmetleri yerine getirmekte, onun danışmanlığını, yakın koruma görevini de yapmaktaydılar.
Enderun odalarında kıdem esastı. Her koğuşun ayrı ayrı amirleri vardı. Hasoda-başı, silahdar, çuhadar, rikabdar, tülbent, miftah ağaları, hazinedarbaşı, ser-kilârî, saray kethüdası en büyük amirlerdi. Üst koğuşlara terfi edemeyen içoğlanlan, sipahi ocaklarına çıkarlardı. Başarılı olanlar ve saraydaki yasal süresini dolduranlar ise müteferrikalıktan beylerbeyliğine değin dış görevlere atanırlardı.
Osmanlı askeri ve idari aristokrasisinin temelini oluşturan Enderun, gerçi bir hizmet örgütüydü. Bununla birlikte istanbul tarihini de yakından ilgilendiren çok sayıda sanatkâr, devlet adamı bu kurumdan yetişti. Ayrıca burada, İstanbul mederese-lerinin program dışı bıraktığı konu ve alanlarda hizmete ve uygulamaya dayalı seçkin elemanlar yetişmekteydi. Buradan 60 sadrazam, 3 şeyhülislam, 23 kaptan-ı derya, 100'den fazla vezir, birçok mimar, hattat, bestekâr, nakkaş, sedef ustası, yazar, tarihçi, şair ve sporcu çıkmıştır. Yaşlan 14-30 arasında olan yakışıklı, yetenekli, becerikli, disiplinli ve dinamik türlü ulustan gençler, saray ortamında incelik ve kültür edinerek, siyaset öğrenerek İstanbul yüksek zümresinin ilk safını oluşturmaktaydılar. Sokollu Mehmed Paşa, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, Levnî, Evliya Çelebi birer Enderunludurlar.
Enderun kültürü, ciddi bir din eğitimiyle destekleniyordu. Kuran, ilmihal, tevcid, tefsir, hadis, fıkıh, feraiz, meanî, usul, be-dî, beyan, hikmet, şiir, inşa, musiki, hey'et, hendese, coğrafya, tarih, kelam konulan, İstanbullu hocaların yamsıra Şiraz'dan, He-medan'dan, Horasan'dan gelen uzmanlar tarafından Enderun'da işleniyordu. Ali Ufkî Bey(-»), Enderunluların istekle okuduklarını, bilim kitaplarına ilgi duyduklarını, şiir ve edebiyat kitaplarını, ellerinden bırakmadıklarını anlatır.
İçoğlanlarmın yaşama düzenleri ilginçti. Koğuşları mermer ve çinilerle kaplıydı. Bu mekânların üst katları ahşaptı. Sekiler yatak serip yatmaya mahsustu. Came-kânlar, çeşmeler vardı. Her içoğlanı, kendi sandığını koğuş kerevetinde muhafa-
za ederdi. Gün kararmadan akşam yemeği yenir, ezan vakti herkes koğuşuna çekilirdi. Akşamla yatsı arası yataklar serilir, mum ışığında Kuran ve kitap okunurdu. Sabah namazından iki saat önce kalkılır, ilkin "divan" denen içtimaya katılı-nırdı. Sabah namazı koğuş sofalarında kılınırdı. Kuşluk yemeğinden sonra günlük çalışmalar başlardı. Acemiler, lala ve halifelerin yönetiminde hizmet verirlerdi. Ders için dışarıdan gelen hocalar, Bâ-büssaade'de törenle karşılanır, ders sonunda uğurlanrrlardı. Öğleden sonraki saatlerde uygulamalı dersler ve spor çalışmaları yapılıyordu. Cirit, çomak, tomak oyunları, yay, kılıç, matrak talimleri, na-kışhane ve meşkhane denen atölyelerdeki sanat ve müzik çalışmaları bunlardandı. İlkbaharda bir kısım içoğlanı hocaları ile saray bahçelerinde şifalı bitkiler toplar, bunlardan Enderun eczanesinde ilaçlar şuruplar ve şerbetler hazırlanırdı. Dışarıdan gelen Türk ya da Yahudi hekimler, tedavi yöntemleri öğretirlerdi. Çok özel alanlara ilgi duyanlar, kendi harçlıkları ile hoca tutup kuyumculuk, saatçilik, sedefçilik, mimarlık, hattâ mekanik öğrenirlerdi.
Padişahın günlük yaşamı, sarayda veya saray dışında içoğlanlan ile bir arada geçiyordu. Sabahleyin haremden Enderun'a geçen padişahı Hasoda'nın zülüflü ağaları karşılayarak Hasoda'ya ya da bir köşke götürürlerdi. Padişahın dinlenmesi, eğlenmesi, çalışması için Enderunlular titizlikle hizmet vermekteydiler. Örneğin o yemek yerken meddah, mudhik içoğlanlan, cüceler oyunlar sergilerler, kilercibaşı, hekimbaşı, silahdar, çeşnicibaşı hazır bulunurdu. Öğleden sonra saray bahçelerinde polo, cirit, ok müsabakaları, kapalı havalarda köşklerde hokkabazlık, köçeklik, tavşanoğlanı oyunları sergilemek de içoğlanlarmın görevlerindendi. Bamyacı-lahanacı müsabakaları(->) Enderunluların geleneksel spor ve savaş oyunlarıydı.
Saraydan izinle çıkmaları, zafer ve cülus^) şenlikleri gibi çok özel durumlarda söz konusu olan Enderunluların, saray ortamında, Harem Dairesi dışında her bölüme girip çıkmaları olağandı. İçoğlanla-rı bazen maskeler takarak ayı postlarına bürünerek karnavallar düzenlerler, sıkça satranç, körebe, minkale oynayarak vakit geçirirlerdi. İçki ve tütün kullanmaları yasaktı. Suç işleyenler falakaya yatırılır, suçlu bulunamazsa tüm koğuş halkı cezalandırılırdı. Hastalanan içoğlanı, iki arkadaşının çektiği kırmızı araba ile Bâbüsse-lam yanındaki tımarhane denen hastaneye götürülürdü.
Enderunluların asıl şenlikli grubunu seferliler oluşturmaktaydı. Buradaki gençler arasında maskaralar, köçekler, rakkaslar, müzisyenler, hanendeler çoktu. Davul ve zurna, tüm Doğu sazları, bu koğuşta öğrenilip çalınır, besteler burada yapılırdı. Valide Sultan, haremde, padişah sofa köşklerinde müzik yapmalarını istediklerinde saz ve ses grupları olarak bu mekânlara geçerlerdi.
Enderun'da bulundukları sürece sakal bırakamayan, evlenemeyen içoğlanları,
ENDÜSTRİ MESLEK LİSELERİ 174
175
ENERJİ
ortalamasının üzerinde enerji tüketen bir kenttir. Bunda gelir düzeyinin, sanayinin ve nispeten gelişmiş düzeydeki hizmetlerin yamsıra, mekânda yaygın bir kent olarak uzun bir ulaştırma ağına sahip olmasının da rolü vardır. 1994'te kentte trafiğe kayıtlı araç sayısı l milyonun üzerine çıkmıştır. Halbuki bundan sadece 80 yıl önce, 1913'te kentteki tüm kitle ulaşım araçlarının bir yılda taşıdığı insan sayısı toplam 84 milyondan ibaretti. O dönemde, sanayinin gelişkin olmaması, kent nüfusunun azlığı ve banliyölerde çok az sayıda kişinin oturması trafik hacmim sınırlı tutuyor; kentin bahçeler ve bostanlarla iç içe olması, en azından sebze, meyve nakliyatını asgariye indiriyordu. Sonuçta, kentin düşük yoğunluklu bir enerji tüketim modeline sahip olması, enerji yokluğundan fazla etkilenmemesini sağlıyordu, istanbul, tarihi boyunca tükettiğinden daha az enerji kaynağına sahip olmuş, dolayısıyla dışarıdan enerji getirmiş bir kenttir. Kentin yakacak gereksinimi yüzyıl-
Ambarlı Termik
Santralı'nda
enerji üretim
ünitelerinden
bazıları.
Cumhuriyet
Gazetesi Arşivi
nefislerine hâkim olmak zorundaydılar. Ancak, her yıl Arzodası önünde bir törenle yinelenen çıkmalarla dış göreve atananlar için özgürlük başlar, bunlar evlenip yuva kurabilirlerdi. Enderunlular sarayda aldıkları yüksek kültürü, yaşama disiplinini istanbul'a ve imparatorluğun büyük kentlerine taşımışlardır.
Enderun koğuşlarının içoğlanı mevcutları dönem dönem farklı olmakla birlikte 30-150 arasında değişmekteydi. Genel mevcut 250-400 kadardı. Başlangıçta, Bâbüssaade'yi bekleyen ve Enderun'un amirleri olan hadım akağalar da 80 dolayında mevcutlarıyla Enderun kadroları içindeyken, 18. yy'm başında akağalarla Enderunluların bağlantısı giderek azaldı.
II. Mahmud, 1831'de Enderun örgütünü dağıttı. İlkin Enderun-ı Hümayun Nezareti kuruldu. 1832'de ise Mabeyn-i Hümayun Müşirliği oluşturuldu. 1850'lerde Topkapı Sarayı tamamen terk edilince, burada hazine kethüdasının yönetiminde Hazine-i Hümayun ile Hırka-i Saadet'i bekleyen ve buraların bakımını, temizliğini yapan az sayıda bir Enderun müstahdemleri kadrosu bırakıldı. Buraya alınan gençler için de rüştiye düzeyinde (3 yılı iptidai, 4 yılı rüş-ti olmak üzere 7 yıllık) bir eğitim öngörüldü. Ayrıca bir de "sınıf-ı mahsus" (özel sınıf) vardı. Burada dini ilimler, kelam, edebiyat, mantık, tarih, riyaziye okutulmaktaydı. Bu okul 1909:da kapatıldı. Haso-
da, Hazine ve Seferli sınıflarından Enderun hademelerinin, özel bir muallimden Kuran okumaları ve akaid dersleri almaları yeterli görüldü. 1923'te Enderun tümüyle kaldırılarak, Topkapı Sarayı'nın müze yapılması kararlaştırıldı ve sarayın korunması yeni esaslara bağlandı. Galata Sarayı Ocağı(-») ile ibrahim Paşa Sarayı Mekte-bi(->) de Enderun'a aday hazırlama işlevlerim 18. yy'a değin koruyabilmişlerdir.
Dostları ilə paylaş: |