I. GİRİŞ 2 II. Genç İsyani: Karşı – Devrimci “İrticai” Ayaklanma 3


Hükümet Değişikliği: Liberallere değil, devrimcilere ihtiyaç var



Yüklə 363,91 Kb.
səhifə5/14
tarix02.11.2017
ölçüsü363,91 Kb.
#26658
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   14

Hükümet Değişikliği: Liberallere değil, devrimcilere ihtiyaç var


Genç İsyanı’nın irticai bir hareket olduğu tespiti yapılmıştır, fakat gerekli tedbirler konusunda tartışma vardır. Kimi mebuslar, hareketin hızla sönüp gideceğini düşünmekte, bu nedenle bölgede alınacak küçük tedbirlerle isyanın bastırılabileceğine inanmaktadır. Kimi mebuslar ise, isyanın karşı – devrimci büyük bir kitlenin isyan ateşinin kıvılcımı olduğunu düşünmekte ve buna paralel olarak hızlı ve kesin tedbirler alınarak bölgede asayişin sağlanması gerektiğini savunmaktadır.

İsyan döneminde Başbakanlık görevinde bulunan Ali Fethi Bey, birinci grubun içerisindedir. İsyanın, kısa sürede küçük tedbirlerle bastırılabileceğine inanmaktadır. Ali Fethi Bey’in liberal tavrının Fırka içerisinde azınlıkta kaldığı Mart ayında ortaya çıkar. Ali Fethi Bey, 3 Mart 1925'de Meclis'de yaptığı konuşmada bir gün öncesinde CHF toplantısında Bakanlar Kurulu’nun iç siyaseti hakkında yaşanan tartışmada Hükümetin azınlıkta kaldığını, azınlıkta kalmış Hükümetin çalışamayacağını gerekçe göstererek Başbakan olarak Bakanlar Kurulu’nun istifasını verdiğini belirtmiştir (ZC C.15 İ.68).

1924 Anayasası’na göre Meclis kendi üyeleri içerisinden Reisicumhuru (Cumhurbaşkanı) seçmekte, Cumhurbaşkanı Başvekili (Başbakan) ve Başbakan da İcra Vekilleri’ni (Bakanlar Kurulu) atamaktadır (md. 44). Bu doğrultuda Mustafa Kemal, Malatya Mebusu İsmet Paşa’yı 4 Mart’ta Başbakanlığa seçmiştir. Başbakan sıfatıyla İsmet Paşa da Bakanlar Kurulu’nu kurmuştur.3

  1. Takrir-i Sükun: Sessizliğin Sağlanması


İsmet Paşa kabinesi güvenoyu alır almaz, Takrir-i Sükun Kanunu tasarısını Meclis’e getirmiştir. Kanun ile sıkıyönetimin ilan edildiği bölge dışında da iç güvenlik, huzur, emniyet ve asayişin korunması için Hükümete geniş yetki verilmektedir.

Kanunun gerekçesi “[a]hval ve hadisatı fevkalâdei ahirenin gösterdiği lüzum ve memleket dahilinde emniyet ve asayişi huzur ve sükûnu ve nizamı içtimaiyi ihlâl edecek irticakarâne ve ihtilâlkarâne harekât ve teşebbüsata ve ifsadata karşı icap eden tedabiri ittihaz ile Türkiye Cumhuriyetinin nüfuz kudretini takviye ve inkılâbın esasatını tarsin ve masum halkı ızrar ve idlâl eden mütecasirlerin süratle takip ve tenkili”dir (ZC C.15 İ.69).

4 Mart’ta kabul edilen 578 sayılı “Takrir-i Sükun Kanunu”nun 1. maddesi ile icra organına huzur ve güvenliği sağlamak üzere belli konularda tedbir almak için önemli yetkiler verilmektedir:

“Madde 1: İrtica ve isyana ve memleketin nizamı içtimaisini ve huzur ve sükununu ve emniyet ve asayişini ihlâle bais bilumum teşkilât ve tahrikat ve teşvikat ve teşebbüsat ve neşriyatı Hükümet, Reisicumhurun tasdiki ile resen ve idareten men’e mezundur.”

Kanun tasarısının görüşmeleri sırasında, TCF ile CHF üyeleri arasında sert tartışmalar geçmiştir.

İsyanın bastırılmasında bölgede sıkıyönetim ilanında Hükümete destek veren Kâzım Karabekir, tüm yurtta sıkıyönetim demek olan Takrir-i Sükun’a, insanların temel haklarının sınırlanmasına karşı çıktıklarını belirtmiştir (ZC C.15 İ.69 s.134). Gümüşhane vekili Zeki Bey de Anayasaya aykırılık iddiasının altını çizmiştir: “Bu Kanunun mahiyeti asliyesiyle elimizde bulunan Teşkilâtı Esasiye Kanunun mahiyeti asliyesi arasında büyük bir tezat vardır” (ZC C.15 İ.69 s.132). Dersim mebusu Feridun Fikri Bey de Kanun tasarısının Anayasa’ya aykırı olduğunu ve kanun tasarısı ile Anayasanın 70. maddesinde belirtilen temel kişilik haklarının4 Hükümetin yetkisine verilmesi nedeniyle kısıtlanacağını belirtmektedir: “…bütün hürriyetlere taallûk eden, her nevî siyasi faaliyetleri, lâalettayin siyasî fırkaların faaliyetlerini, matbuatın neşriyatını… [v]atandaşların hürriyeti içtimaiyelerini ve bütün hususatı bu kanunun tahtı murakabesinde …ithal edebilir” (ZC C.15 İ.69, s.133). Topluca bakılırsa muhalefet, Hükümetin güvenlik ve asayiş adı altında keyfi icraatlarda bulunmak ve muhalefeti susturmak üzere bu düzenlemelere gittiğini iddia etmektedir: “Açın bütün dünyadaki hükümet tarihini, açın tarihi siyasiyi, dünyada bütün hükümatı keyfiye olanca icraatını, olanca yanlış harekâtını huzur ve sükûn kapısından, kaidesinden içeriye sokmuşlardır” (Feridun Fikri Bey, ZC C.15 İ.69 s.134).

Hükümet ise, muhalefetin iddia ettiğinin aksine insanların temel haklarının bu kanun ile emniyete alındığına vurgu yapmaktadır. Milli Savunma Bakanı Recep Bey, gerçek hayatın gereklilikleri karşısında hürriyet özgürlük gibi kavramların bizzat kendilerine karşı silah olarak kullanmaması ve “hakikatin bir takım nazariyeler içinde boğ[ulmaması]” gerektiğini belirtmiştir (ZC C.15 İ.69 s.141-142). Adalet Bakanı Mahmut Esat Bey de, Feridun Fikri Bey’e doğu illeri irtica ateşi ile yanarken “asilerin karşılarına anarşizm hürriyeti ile mi” çıkılması gerektiğini sormaktadır (ZC C.15 İ.69 s.143). Başbakan İsmet Paşa da, bu Kanun ile gerekli ve yerinde müdahale yapılacağını ve bu sayede Cumhuriyet’in korunacağını belirtmiştir (ZC C.15 İ.69 s.145).

  1. Yargı Kuvvetinin Yürütmeye Aktarılması: İstiklal Mahkemeleri


Sıkıyönetimin ilan edilmesinden sonra isyan bölgesinde isyana karışanların yargılanması için kurulan Divan-ı Harb-i Örfi’lerin yanında Takrir-i Sükun Kanunu’nun yürütme organı olarak İstiklal Mahkemeleri kurulmuştur. Sıkıyönetim süresince İstiklal Mahkemeleri gibi Divan-ı Harb-i Örfi'lerin de faaliyetlerine devam etmelerinin gerekli olduğu Bakanlar Kurulu tarafından Adalet Bakanlığı’na tebliğ edilmiştir (BCA: 30.18.1.1/13.14.2/53.33).

Takrir-i Sükun Kanunu’nun kabul edilmesinin hemen ardından 4 Mart’ta Başbakanlık’tan gönderilen “Harekâtı Askeriye Mıntıkasında ve Ankara'da Birer İstiklal Mahkemesi Teşkili” hakkındaki tezkere kabul edilmiş ve Ankara İstiklâl Mahkemesi'nin idam kararlarının Meclis'te onaylanarak, Harekâtı Askeriye bölgesindeki mahkemenin idam kararlarının ise Meclis'e sunulmadan infaz edilebilmesi onaylanmıştır (Karar no: 117) (ZC C.15 İ.69). Altı aylığına kurulan mahkemelerin görev süreleri 20 Nisan’da altı ay daha uzatılmıştır (Karar no: 135, ZC C.18 İ.107).

İstiklal Mahkemeleri 31 Temmuz 1338 (1922) tarihli “İstiklâl Mahakimi Kanunu”nun birinci maddesinin verdiği yetkiye dayanarak kurulabilmektedir. Kanun’a göre, Bakanlar Kurulu’nda gösterilecek lüzum ve Büyük Millet Meclisi’nin mutlak çoğunluğu ile gereken yerlerde İstiklal Mahkemesi kurulabilmektedir (md. 1). Mahkeme, Bir başkan, iki üye ve bir savcıdan (müdde-i umumiyeden) oluşmaktadır, bir de yedek üye seçilmektedir. Mahkeme üyeleri TBMM tarafından seçilmektedir (md. 2).

Mahkemenin görevleri, asker kaçaklarının, vatan hainliği suçlarının, Devletin iç ve dış güvenliğini ihlal edenler hakkında Ceza Kanununun birinci babının birinci ve ikinci fasıllarında gösterilen suçların, askeri siyasi casusluk ve siyasi ve asker ailelerine suikast girişimi ve tecavüzü suçları, hırsızlık yapan ve rüşvet alan memurların, memuriyet nüfuzundan yararlanarak halka zulüm ve işkencede bulunan mülki ve askeri memurların davalarıdır (md. 3) (Aybars, Ocak 2009, s. 132).

12 Mart’ta göreve başlayan Ankara İstiklâl Mahkemesi’nin halka verdiği beyanatta görevleri şu şekilde açıklanmaktadır (HM, 13 Mart 1925):

"Dini, kişisel ve siyasi çıkarlarına alet edenler kamuoyunu zehirleyerek Hükümete karşı nefret ve isyan duygularını aşılamak isteyenler, memleketin asayiş ve emniyetini ve halkın huzur ve istirahatini bozmak isteyenler, askerlikten firar eden ve firara teşebbüs edenler ve isyan ve irticaayı koruyanlar Cumhuriyet halkının Takriri Sükun'u temsil eden Mahkememizi derhal karşılarında bulacaklardır. Mahkememiz bütün vatandaşlarımıza ilan eder ki görevini kanun doğrultusunda yerine getirirken rehberi vicdan sesi, amacı vatanın selâmeti olacaktır."

İstiklâl Mehakimi Kanunu’nun 5. Maddesi doğrultusunda Şark İstiklâl Mahkemesi tarafından verilecek idam kararlarının Meclis’de onaylanmadan infaz edilebilmesi kabul edilmiştir (ZC C.15 s.149-154). 5. Maddede idam dışındaki kararların kesin olduğu ve bu kararın devlet memurları tarafından yürütülebileceği, idam hükümlerinin ise Büyük Millet Meclisi’nce “bilumum mesaile tercihan tetkik ve tasdik olunduktan sonra infaz olun[cağı ve]… müstecel ve müstesna hal ve zaman idam hükümlerinin dahi Meclis’ce tasdik edilmeksizin infazına Meclis kararıyla katiyen hallolun[acağı]” kabul edilmiştir. Diğer taraftan, 20 Nisan’da alınan karar ile Meclis’in tatile girmesi sebebiyle, “müstecel ve müstesna hal” arz etmemesine rağmen Ankara İstiklâl Mahkemesi’ne de idam hükümlerinde Meclis onayına sunulmadan infaz edebilme yetkisi verilmektedir (Karar no: 136, ZC C.18 İ.107). Meclis’in yeniden toplanması ile tekrar konu ele alınır ve 25 Kasım’da Ankara İstiklal Mahkemesi’nin kararlarının da Meclis tarafından onaylanmadan infaz edilmesi kabul edilmiştir (ZC C.19 İ.14).

Tüm bu tedbirlere karşı Meclis’de TCF mücadele etmiştir. Muhalefet adına konuşan Kâzım Karabekir, İstiklâl Mahkemelerinin savaş zamanına ait bir mahkeme olduğunu, bu mahkemelerin “ıslâhat aleti” sanmanın büyük bir yanılgı olduğunu savunmaktadır (ZC C.15 İ.69, s.134-5). Muhalefet, 7 Mart’ta yapılan İstiklâl Mahkemesine başkan ve üye seçiminde oy kullanmayarak muhalif tavırlarını göstermiştir (ZC C.15 İ.71).

İstiklal Mahkemeleri, Meclis’in kendi içinden seçtiği üye ve başkanlar ile yargı yetkisini kullanmaktadır. “İstiklal mahkemeleri, olağanüstü tehlike karşısında yasama organının kendi içinden seçtiği üyelerden kurulu olağanüstü mahkemelere, olağanüstü yetkiler vermesi sonucu kurulan ihtilal mahkemeleri” (Aybars, Ocak 2009, s. 15) olarak tanımlanmaktadır. Bu açıdan, yargı yetkisinin yasamaya aktarıldığı açıksa da, İstiklal Mahkemeleri’ne sevk yetkisinin Takrir-i Sükun ile Bakanlar Kurulu’na verilmesi dolayısıyla yargı yetkisinin dolaylı olarak Hükümet eli ile kullanıldığı söylenebilir. Sivil ve askeri memurlardan siyasi temsilcilere, adi vakalardan siyasi suçlara kadar tüm durumlarda Hükümet tehlike olarak gördüğü kişi ve kurumları İstiklal Mahkemesi’ne sevk etme yetkisine sahiptir.

İstiklal Mahkemeleri’nde kararların vicdana göre verilmesi ve delile gerek olmaması nedeniyle “bir kimsenin hakkında suçluluğuna dair vicdani kanaat uyanırsa, hapisten idama kadar her türlü cezaya çarptırılabil..”mesi (Aybars, Ocak 2009, s. 16) nedeniyle muhalefetin tasfiyesi hızla yapılabilecektir. Gerçekten, kısa bir süre içerisinde İstiklal Mahkemeleri aracılığıyla muhalif siyasal ve toplumsal kesimler, kurumlar tasfiye edilmiştir. Bu süreçte, başta anamuhalefet partisi TCF olmak üzere diğer karşı devrimci siyasi partiler ile TCF’nin yayın organı olarak görülen İstanbul basını ve halkın dini duygularını kullanarak siyasi nüfuz kazanmasına araç olan tekke ve zaviyelerin kapatılması gerekli görülmüştür.


  1. Basın Yasakları: Meclis Çatısı Dışında Siyasi Mücadele


1925 yılında Meclis’de muhalefet az sayıda temsilcisi ile varlık gösterirken, asıl muhalefet basın aracılığı ile toplumsal alanda gücünü ve etkinliğini göstermektedir. Bu doğrultuda, isyana karşı alınan ilk ve büyük siyasi tedbir basın yasakları olmuştur.

1925 yılı basın yasakları yılıdır, Takrir’i Sükun Kanunu’na dayandırılarak Bakanlar Kurulu kararı ile muhalif basın kapatılmış ve mensupları İstiklal Mahkemeleri’ne sevk edilmiştir. Takrir-i Sükun Kanunu çıkmadan önce de basın yasakları gündemdedir. Takrir-i Sükun Kanunu ile basın yasakları genişlemiş ve basın mensuplarının İstiklal Mahkemeleri’ne sevk edilmesi ile önemli bir caydırıcı karakter kazanmıştır.5

Basın yasaklarının hedefinde özellikle İstanbul basını vardır çünkü İstanbul basınının muhalefet partisinin bir uzantısı olduğuna dair kanı yaygındır. Recep Bey (Peker), “Kâzım Karabekir ve bazı rüfekası[nın], öteden beri İstanbul matbuatı ile beraber düşünmekte ve bir zamandan beri, aynı fikirleri aynı tarzda mütalâa etmekte ve müştereken aynı fikirlere varmakta” oldukları tespitini yapmaktadır (ZC C.15 İ.69 s.146). Falih Rıfkı, İstanbul'da on gazeteden sekizi, İzmir'de sekiz gazeteden altısının muhalif olduğu, muhalif gazetelerin seçim dönemlerinde TCF’yi savunduklarını belirtmektedir (HM, 1 Ocak 1925). Bu kapsamda, TCF’nin bir organı gibi çalışan Tanin (Aybars, Ocak 2009, s. 288), feodal dinci gericiliği temsil eden Sebiülreşat ve daha birçok yayın kapatılmıştır.

TCF yanlısı yayın dışında sosyalist basın da yasaklara maruz kalmıştır. Kapatılan Aydınlık Dergisi, Komintern ile birlikte hareket eden Türkiye İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkası’nın yayın organıdır. Dergi’de daha sonra Kadro dergisini çıkaracak Cevat Nedim (Şakir), Şevket Süreyya (Aydemir) ve Hasan Ali (Yücel) de yer almaktadır. Orak – Çekiç ve Yoldaş dergileri de komünist ideolojinin savunucusu oldukları suçlaması ile kapatılmıştır.

Muhalefet, basın yasakları ile halkın özgürlüğünün kısıtlandığını belirtmektedir: “Halk hakimiyeti hürriyeti matbuatla tevemdir… hürriyeti matbuat hürriyeti münakaşa ve hürriyeti tenkit ve hürriyeti mütalââ demektir.” (ZC C.11 İ.31 s.354).

Hükümetin hedefinde ise, Cumhuriyetin kendi devrimci çocuklarını yetiştirmesi vardır. Bu hedef, 1 Kasım 1925’de Meclis açış konuşmasında Mustafa Kemal tarafından dile getirilir (1 Kasım 1925, ZC C.19 İ.1 s. 8-11):

“İnsanların vicdaniyatı, matbuatın hürriyeti ve hürriyeti siyasinin tecelliyatı gibi nefsülemirde aziz olan avamilin heyeti içtimaiyeyi ıstırap ve tereddiye sevk edecek galat surette istimal olunmasına bizzat vücuda içtimainin hikmeti hayatı manidir…

Muhakkaktır ki Cumhuriyet devrinin kendi zihniyet ve ahlakıyatiyle mütehalli matbuatını yine ancak Cumhuriyetin kendisi yetiştirir.”

Bu doğrultuda, Anadolu Ajansı, 6 Nisan 1920’de kurulmuştur. Atatürk'ün yakın çevresinden Falih Rıfkı (Atay), Ruşen Eşref (Ünaydın), Yakup Kadri (Karaosmanoğlu) gibi isimler yönetim kurulunda görev almıştır (ATA, AAK). 1925 Mart itibari ile şirket statüsü kazanmıştır ve Ahmet Ağaoğlu ilk yönetim kurulu başkanı, Alâeddin Bey ise ilk genel müdürü olmuştur. Anadolu Ajansı’nın 1925 yılında kendi kanallarıyla çalışmaya başlamasıyla birlikte yabancı ajansların yurtiçindeki çalışmalarına son verilmiştir.

  1. Siyasi Parti Yasakları: Siyasi Temsiliyetin Kısıtlanması


1925 yılında Meclis’de temsil edilen tek muhalefet partisi TCF’dir. TCF, 3 Haziran’da alınan Bakanlar Kurulu kararı ile dini siyasete alet ettiği gerekçesiyle kapatılmıştır (BCA: 30.18.1.1/14.32.19/79-12).

TCF, 17 Kasım 1924’de Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele ve Adnan Adıvar öncülüğünde kurulmuştur. 1925 yılında TCF, CHF’nin sıkıyönetimine karşı liberal kanadı oluşturmaktadır. Ne var ki, çok kısa bir süre içerisinde, özellikle hilafetin kaldırılmasına izleyen dönemde, Fırka, karşı devrimci toplumsal tabakanın merkezi haline gelmiştir. Fırka’nın kapatılmasının temelinde de bu yatmaktadır.

Bkz. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatılma nedenleri?

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, 1926 yılında Mustafa Kemal’e suikast girişiminde Fırka mebusunun suçüstü yakalanması ve diğer Fırka üyelerinin de suikast girişiminde rolü olduğunun ortaya çıkarılması ile asıl tasfiyeyi yaşamıştır. Birçok üyesi tutuklanmış ya da sürgüne gönderilmiştir.

Takriri Sükun Kanunu, sosyalist – komünist siyasal parti ve yayın organlarının kapatılmalarının gerekçesi olmuştur. Tüm yıl boyunca, Komünist faaliyetler mercek altındadır. Öncelikle, 1925 yılı 13 Mayıs’da yeniden kurulması istenen Sosyal Demokrat partinin kurulması yasaklanmıştır (BCA: 30.18.1.1/14.37.16/79-13). Ayrıca, Türkiye İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkası ve yayın organı Aydınlık Mayıs 1925’e kadar varlığını sürdürebilmiştir. 1925 yılında, Hükümet TİÇSF mensuplarından bir kısmını tutuklatmış ve bu parti de yer altına inmiştir (Mustafa Türkeş, Kadro Hareketi, s. 85).

  1. Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması: Toplumdaki Karşı-Devrimci Odakların Tasfiyesi


Karşı-devrimci irticai faaliyetlerin odaklarından biri de tekke, zaviye ve türbelerdir.

28 Haziran’da Şark İstiklal Mahkemesi Şeyh Sait davası kararında tekke ve zaviyelerin kapatılmasına karar vermiştir. Cemiyetler Kanunu'na atıf yapılarak tekke ve zaviyelerin ruhsatsız açılmış cemiyetler olarak kapatılmasına dair karar almıştır. Bu doğrultuda, Şark İstiklal Mahkemesi, yargı bölgesi içerisindeki tekke ve zaviyelerin kapatılmasına karar vermiştir. Bu kararın yaygınlaştırılması, 24 Ağustos’ta alınan Bakanlar Kurulu Kararı ile hem tekke ve türbeler ve zaviyelerin kapatılması hem de din görevlilerin kıyafetlerinin sadece din görevlileri tarafından kullanılabilmesi kararı ile gerçekleşmiştir (BCA: 30.18.1/15.54.7). Söz konusu kararın ardından, Sivas’ta ayaklanma başlamıştır. Ayaklanma kısa sürede bastırılmış, isyancılar İstiklal Mahkemesi’ne sevk edilmiştir.

30 Kasım’da kabul edilen 677 sayılı “Tekke, Zaviye ve Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Birtakım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun” gereğince, “Türkiye Cumhuriyeti dahilinde gerek vakıf gerek mülk olarak şeyhinin tahtı tasarrufunda gerek suveri aharla tesis edilmiş bulunan bilumum tekkeler ve zaviyeler, sahiplerinin diğer şekilde hakkı temellük ve tasarrufları baki kalmak üzere, kâmilen seddedilmiştir. Bunları usulü mevzuası dairesinde filhal cami veya mescit olarak istimal edilenler ibka edilir.” (ZC C.19 İ.17 s.281).

Tekke ve zaviyelerin, din görevlisi adı altında halkın dini duygularını istismar ederek irticai ayaklanmaları kışkırtan bir takım insanların yuvaları haline gelmeleri gerekçe gösterilerek kapatılmaktadır. Kanun görüşmelerinde Meclis'de genel olarak Kanun'a itiraz gelmez. Aksine, Bursa milletvekili Nurettin Paşa'nın Şapka Kanunu görüşmelerindeki muhalif tavrı sert bir şekilde eleştirilmiştir. Devrim Kanunlarına muhaliflik Devrim Meclisi'ne yakışmamaktadır (Ekrem Bey, 30.11.1925, C.19 İ.17). Nurettin Paşa, şapka karşıtı muhalif hareketin sebebi olmakla suçlanmaktadır. Görüşmede, tekke ve zaviyeler kapatılırken "sahiplerinin diğer şekilde hakkı temellük ve tasarrufları"nın saklı kalıp kalmayacağı tartışılmıştır. Son celsede, maddenin değiştirilmeden -sahiplerinin mülkiyet hakları saklı kalmak üzere tekke ve zaviyelerin kapatılması- kabul edilmesine karar verilmiştir.



  1. Yüklə 363,91 Kb.

    Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   14




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin