I. GİRİŞ 2 II. Genç İsyani: Karşı – Devrimci “İrticai” Ayaklanma 3



Yüklə 363,91 Kb.
səhifə7/14
tarix02.11.2017
ölçüsü363,91 Kb.
#26658
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   14

GENEL YÖNETİM YAPISI ve KURULUŞ


1925 yılında genel yönetimin yapısı itibariyle 4 ana başlık ön plana çıkmaktadır: Merkez ve taşra yönetimi, yerel yönetimler, devlet İşletmeciliği ve diplomatik ilişkilerde komisyon tipi yapılanma.
  1. MERKEZ VE TAŞRA YÖNETİMİ

  1. Merkezde Şura Tipi Örgütlenme


Merkezde, taşra teşkilatı olmayan ve genel yönetimden görece uzaklaştırılmış ve bağımsızlaştırılmış iki Şura tipi örgüt kurulmaktadır. Birisi, halk ile idare arasındaki uzlaşmazlıkları ve memurların yargılanması ile görevli Danıştay; diğeri ise halk ile asker arasındaki ilişkiyi düzenlemek ve askeri üst düzey memurların atama, terfisinde görüş organı olarak Yüksek Askeri Şura’dır (YAŞ).
  1. Adli Şura: Şurayı Devlet


Şurayı Devlet (Danıştay), kökeni 1867 yılına kadar uzanan, “idare aleyhindeki şikayetleri değerlendirme işlevi”ni (Karahanoğulları, 2005) yürütmek üzere kurulmuştur. Osmanlı’nın yıkılmasına kadar Şurayı Devlet birçok kez değiştirilmiştir.6

Danıştay, idare ile halk arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi, kurumsallaşması bakımından Cumhuriyet’in kuruluşu için önemlidir. Cumhuriyetin ilk yıllarında, memurların birçoğu hakkında görevden alınma, azil davaları devam ettiğinden “memurin muhakematı”na ilişkin Danıştay görevlerinin yerine getirilmesinin önemi ve aciliyeti daha somut hale gelmiştir (Karahanoğulları, 2005, s. 208). Bu doğrultuda, memurların yargılanmasına ilişkin görevler, 4 Temmuz 1337 (1921) tarihli 131 sayılı Kanun ile 31 Kanunuevvel 1338 (31 Aralık 1922) tarihli 187 sayılı Kanun ile Danıştay’ın Mülkiye Dairesi’ne ait görevler 9 kişiden oluşan Memurin Muhakemat Encümeni’ne, Danıştay Genel Kurulu’na ait görevler ise 15 kişiden oluşan Memurin Muhakemat Heyeti’ne verilmiştir (Genel Gerekçesi). Encümen ve Heyet, Meclis üyelerinden oluşmaktadır.

Danıştay ile ilgili ilk önemli düzenleme 1924 yılında Anayasa’da yapılmıştır. Teşkilatı Esasiye’nin 51. Maddesinde görevleri ve üyelerinin seçimi düzenlenmiştir (ZC C.19 İ.6 s.80-91, 130-136,179-184, 200-204):

“İdarî dava ve ihtilafları rü’yet ve Hükûmetçe ihzar ve tevdi olunacak kanûn layihâları ve imtiyaz mukavele ve şartnameleri üzerine beyanı mütalaa, gerek kendi kanûnu mahsûsu ve gerek kavânin-i sâire ile muayyen vezâifi ifâ etmek üzere bir Şûrâ-yı Devlet teşkil edilecektir. Şûrâ-yı Devletin rüesa ve âzâsı vezâif-i mühimmede bulunmuş, ilim, ihtisas tecrübeleri ile mütemeyyiz zevat meyanından Büyük Millet Meclisince intihap olunur.”

Danıştay’ın teşkilatı, görevleri, üyelerinin seçimi ve yargılama usülü ise 23 Kasım’da kabul edilen 669 sayılı “Şûrayı Devlet Kanunu” ile düzenlenmiştir. Ankara’da Meclis’in açılmasının ardından birçok kez Danıştay’ın kurulmasına yönelik kanun tasarıları Genel Kurul’a gelmiş, fakat Kanun’un kabul edilmesi 1925 yılını bulmuştur. Danıştay Kanunu 1925 yılında kabul edilmesine rağmen, üye seçimi 23 Haziran 1927 tarihinde yapılmış, 6 Temmuz 1927 tarihinde göreve başlamıştır.

Danıştay, Başbakanlığa bağlıdır (md. 1). Bu doğrultuda tüm evraklar Başbakanlık üzerinden Danıştay’a gönderilmekte, Danıştay’ın her raporu Başbakanlık’a sunulmaktadır (md. 18). İdari davalara bakan bir kurumun Başbakanlık’a bağlanması, Kanun Gerekçesinde “siyasetten bağımsızlık” için gerekli görülmüştür (Karahanoğulları, 2005, s. 240). Danıştay, bir başkan ile dört daire başkanı ile onaltı üyeden oluşmaktadır (md. 1): Tanzimat Dairesi, Mülkiye Dairesi, Maliye ve Nafia Dairesi ve Deavi [dava] Dairesi. Her dairede 4 üye bulunmaktadır.

Danıştay üyeleri, Dahiliye ve Adliye Encümeni’nin müştereken belirledikleri 3 misli aday arasından Büyük Millet Meclisi tarafından seçilir (md. 3). Aynı doğrultuda, üyeler TBMM tarafından onaylanmadıkça azlolunamazlar (md. 4). Üye olmak için gereken şartlar 5. maddede düzenlenmiştir: 40 yaşını doldurmuş olmak, yüksekokul mezunu olmak, vb.

Danıştay, Hükümet tarafından gönderilecek kanun tasarıları ile nizamname tasarıları hakkında görüş bildirmek, Kanun’da belirtilen konulara bakmak, Hükümetçe gönderilecek herhangi konuda görüş bildirmek ve idari davalara bakmak ve sonuçlandırmak ile görevlidir (md. 15). Her daire, kendi alanı ile ilgili davalara bakar (md. 16), bazı konular ise Genel Kurul tarafından görüşülür (md. 17): kanun ve nizamname tasarıları, maden imtiyazına ait sözleşme ve şartname tasarıları, imar işlerine ait imtiyazlar ile ihalelere ilişkin sözleşme ve şartname tasarıları, Anayasa’nın 52. Maddesinde belirtilen nizamnamelerin tefsiri, kamu yararına ilişkin kararlar, Genel Kurul’da görüşülecek kanun ve nizamnamelere ilişkin konular ile Başkan ile Bakanlık ve daire başkanlarının sevk ettikleri konular.

Danıştay, ilk derece mahkemesi olarak, diğer adli makamların görevi dışında kalan idari iş ve işlemlerden zarar görenlerin açtığı davalar, kamu hizmetini ifa etmek üzere imzalanan sözleşmelerde sözleşme makamları arasındaki ihtilaflar, idari kararların anlamlarının tayin edilmesi, idari iş ve işlemlerin yetki, şekil, esas ve amaç bakımından kanuna aykırılığından dolayı iptali ile idari makamlar arasında görev ve yetkiden doğan ihtilaflara bakar (md.19). Ayrıca, ilk derece mahkemesi vilayet idare meclisleri olan idari kararlara karşı davalarda, temyiz mahkemesidir (md. 20) ve bu kararlar kesindir.7

İdari dava usülü de aynı Kanun ile düzenlenmektedir. Danıştay dilekçe üzerinden davalara bakmakta (md. 24), gerektiğinde sözlü açıklama talep edebilmektedir (md.33). Dava açma süresi olarak 60 gün (md. 25), itiraz süresi olarak ise 30 gün belirlenmiştir (md. 40). Ayrıca, 669 sayılı Kanun’da ilk kez iptal davası kavramı kullanılmakta (md. 22); tam yargı davası da kavram olarak verilmeden 19. maddenin (a) bendinde düzenlenmektedir (Karahanoğulları, 2005, s. 240).

Kanun görüşmelerinde, Danıştay üzerinden “adli” ve “idari”nin ayrımına gidilme çabası dikkat çekicidir: Danıştay idari bir kurum mudur, bir yargı kurumu mudur? Şurayı Devlet’in tarihsel gelişimi ve geleneği de kurumun adli ile idari karakteri arasında ayrımı yapmayı güçleştirmektedir. Meclis tartışmalarında, konu açıklığa kavuşamadan kapanacaktır (ZC C.19 İ.12 s. 80-91, 130-136,179-184, 200-204).

Danıştay’ın kuruluşu, genel mahkeme yönteminden kopuş, istisnai mahkeme yöntemine geçiştir. Diğer bir deyişle, işlevsel olarak ayrı olan idari yargı ile adli yargı kurumsal olarak da ayrılmaktadır. Ayrıca, Danıştay’ın kuruluşu ile geçici olarak yasama tarafından kullanılan idari yargı yetkisi yasama alanının dışına Başbakanlığa bağlı bir kurum olarak yürütmeye kaymaktadır. Ancak, Danıştay üyelerinin Meclis tarafından seçilmesi dolayısıyla kuvvet yasamada kalmaktadır.

  1. Askeri Şura: Âli Şûrayı Askerî


Askeriyenin siyasetten arındırılması için 1924 yılında Erkanı Harbiye Vekaleti kaldırılarak, Erkanı Harbiye Umumiye Riyaseti (Genelkurmay Başkanlığı) ile Müdafai Milliye Vekaleti (Milli Savunma Bakanlığı) kurulmuştur. 22 Nisan’da kabul edilen 636 sayılı “Şûrayı Askerî Kanunu” ile Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı Âli Şurayı Askerî (Yüksek Askeri Şura) kurulmaktadır. (Yazmıyor nereye bağlı olduğu, Salnamede’de yok)

Toplam dokuz maddeden oluşan Kanun kısa bir metne sahip olmasına karşın, Meclis’de uzun süren müzakereler sonucunda kabul edilmiştir.

İlk tartışma, Kanun’un genel gerekçesi üzerinde yoğunlaşır. Muhalefet esas olarak, iki ayrı yönetim birimine özgü görevlerin iç içe geçirilmesiyle, karmaşıklık yaratıldığını savunmaktadır: siyasi, idari, iktisadi ve mali görevleri olan Âli Şura ile sırf askeri konuları ele almakla görevli Askerî Şura’nın karıştırıldığını belirtilmektedir (vurgular bana ait, Eskişehir mebusu Arif Bey, ZC C.13 İ.52).

Kazım Karabekir Paşa da harp planı ile harekatı harbiye planlarının farklı şeyler (ZC C.12 İ.41 s.337) olduğunu, harp planının “milletin her uzvu ile savaşa hazırlanmasını”, harekatı harbiyenin ise savaş başladığında hangi kuvvetin nerede, hangi silahlarla donatılacağını gösterdiğini belirtmiştir. İngiltere’de birincisi Başbakanın başkanı olduğu “Lö Komite Dö Defans”a (müdafaa komitesi) denk gelmekte, ikincisi ise Harbiye Nazırı’nın başkanı olduğu “Konsey Dö Larme” (Ordu Şûrası) denk gelmektedir (ZC C.12 İ.41 s.339). Birincisi, barış zamanlarında milleti idari, iktisadi açıdan savaşa hazırlamakla görevlidir. Örneğin, diğer milletlerin desteğini almak, milletin azmini korumak gibi propaganda faaliyetlerini de kapsamaktadır. İkincisi ise bizzat savaş anı geldiğinde askeri planın yürütülmesinden sorumludur. “O halde birinci meclis siyasî, idarî bir ihtisası haizdir. İkinci meclis ise, ilmî ve tecrübevî bir ihtisas meclisidir” (ZC C.12 İ.41 s. 341).8

Kazım Karabekir’in açıklamalarına karşı çıkan dönemin Başbakanı Ali Fethi Bey, Kazım Paşa’nın bahsettiği milleti tüm olarak savaşa hazırlamak ve propaganda yapmak, vb. gibi görevlerin bizzat Hükümet’in görevi olduğunu, Avrupa’da kurulan Şuraların savaş sırasında parti siyaseti bitecek ve tek gündem yurt savunması olacaktır (ZC C.12 İ.42 s.363).

Yüksek Askeri Şura’nın (YAŞ) yalnızca barış zamanlarında görev yapacaktır ve görev alanı salt askeri konularla sınırlı değildir; idari, iktisadi, siyasi ve mali konuları da kapsamaktadır.

YAŞ kararlarının niteliği ikinci tartışma başlığını oluşturmuştur. Kanun’un 1. Maddesinde belirtildiği gibi, Şura bir karar organı değildir, danışma organıdır.

Şura’nın görüş bildirdiği ve tetkik edip görüş bildirdiği görev alanları ayrılmıştır. Şura, öncelikle Kara, Hava, Deniz kuvvetlerinde terfi ve taltif ile fırka ve kolordu kumandanları ile muadillerinin tayin, tebdil ve emeklilik işlemleri gibi mensuplarının işlemleri ile ilgili görüş bildirecektir. Milli Savunma ile Bahriye Bakanlıklarının bütçeleri, barış ve savaş zamanlarında ordu teşkilatı, barış zamanı asker durumu, ordunun ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik fabrika inşaatı ve silahlanma, alınacak ile terk edilecek askeri gemilerin nitelikleri, eğitim öğretim, askeri kanunlar, milli savunma açısından deniz, hava ve kara esasatı, orduda kıyafet ve teçhizatın tespit edilmesi, askeri yolların nerede yapılması gerektiği, orduya dahil olmayan vatan hizmetini bitirmiş vatandaşların milli savunma açısından yeteneklerinin geliştirilmesi konularında Şura’dan görüş alınacaktır (md. 1/A). Ayrıca, Milli Savunma ve Bahriye Bakanlıkları ile Genelkurmay Başkanı’nın gerekli görmesi üzerine seferberlik esasları ile hazırlığına ve Genelkurmay Başkanı’nın gerekli gördüğü derecede savaş (tahaşşüd) planları hakkında Şura inceleme yaparak görüş bildirebilecektir (md. 1/B, ZC C.18 İ.109).

Encümen’den gelen Kanun tasarısında, 1. Madde 3 fıkradan oluşmaktadır. A fıkrasında, Şura’nın Kara, Hava, Deniz kuvvetlerinde terfi ve taltif ile fırka ve kolordu kumandanları ile muadillerinin tayin, tebdil ve emeklilik işlemleri gibi mensuplarının işlemleri ile ilgili karar vereceği (karar ittihaz eder) ve bu kararların ilgili makamlarca icra olunacağı (makamı aidiyesince icra olunur) belirtilmektedir. Ne var ki, Şura’nın kararlarının istişari nitelik taşıdığı başta Başbakan Ali Fethi Bey olmak üzere herkes tarafından kabul edilmektedir. Bu nedenle, maddede ilgili hükümler kaldırılarak, istişari niteliği vurgulamak üzere “mütelea” vermek olarak değiştirilmesi kabul edilmiştir (ZC C.15 İ.72 s.259). Şura kararları istişari olmalıdır, çünkü sorumluluk taşımayan bir Şura’nın kararlarının bağlayıcı olması milletvekillerinin sorumluluğunu kısıtlamak anlamına gelmektedir (Ali Fethi Bey, ZC C.13 İ.72 s.291, 293).

Kanun’da bir tartışma yaratan nokta Şura üyeliği ile ilgilidir.



Şura tipi örgütlenen yapı siyasi ve askeri temsilcilerden oluşmaktadır: “Müdafaai Milliye Vekili, Bahriye Vekili, Erkânı Harbiye Umumiye Reisi, bilfiil ordu müfettişleri ile bilfiil donanma kumandanı, hazar [barış] ve seferde bilfiil ordu ve donanma kumandanlığını muvaffakiyetle ifa etmiş muvazzaf erkânı askeriye [görev başında bulunan] meyanından veyahut tevsafı mezkureyi iktisap eylemiş muvazzaf ve bir derece madun [aşağıda] kumandada bilfiil bulunan zevat meyanından daha dört aza intihap olunmak üzere ceman on bir zattan ibarettir” (md. 3, ZC C.18 İ.109).

Şura üyeliği konusunda birçok itiraz gelmiştir. Eskişehir mebusu Arif Bey, Şura’da 6 kişinin Hükümet üyesi ya da bizzat Hükümet tarafından seçilerek geldiğine (Hükümetçe seçilen Genelkurmay Başkanı ve O’nun seçtiği ordu müfettişleri ile Milli Savunma ve Bahriye Bakanları) dikkat çekerek Şura’da Hükümetin 6 üye ile ağırlığının yani siyasetin ağırlığının hissedildiğini belirterek, ordu müfettişlerinin de Şura tarafından seçilmesi gerektiğini savunmuştur (ZC C.13 İ.52 s.286). Ali Fethi Bey, Şura’da ordu müfettişlerinin de olması nedeniyle bunun olası olmadığı söyleyerek kabul etmez (C.15 İ.72 s.257). Ali Fethi Bey ayrıca Hükümetin Meclis’e karşı sorumlu olduğunu, bu nedenle Hükümetin ağırlığının bir sorun yaratmayacağını belirtmiştir (ZC C.13 İ.52 s.291).

Bir itiraz da Şura başkanlığı konusunda gelir. Kazım Karabekir Şura’nın başkanının Cumhurbaşkanı olmaması gerektiğini, sorumluluğu taşıması gerekenin Milli Savunma Bakanı olması gerektiğini iddia etmiştir. Söz konusu Şura başkanlığı değişikliği için verdiği takriri kabul edilmemiştir (ZC C.15 İ.72 s.268). Buna karşılık Recep Bey, YAŞ kararlarının bağlayıcı olmadığı, görüş niteliğinde olduğunu ve kararları yürüten kurumun Milli Savunma Bakanlığı olması dolayısıyla sorumluluğun yine Bakanlıkta olduğunu savunmuştur (ZC C.15 İ.72 s.265).

1925 yılında üst kademe memur atamalarının Bakanlıklara bağlı Şura ya da Encümen eliyle yapıldığı görülmektedir. Adli memurların ataması Adalet Bakanlığı’na bağlı İntihabı Adliye Encümeni’ne, askeri memurların ataması ise Milli Savunma Bakanlığı’na bağlı YAŞ’a bırakılmıştır. Bakanlığa bağlı YAŞ’ın Cumhurbaşkanı’nın başkanlığında toplanması ve diğer bakanları bir araya getirmesi ve bu üyelerin siyasi temsilci olup sayıca baskın olması dikkat çekicidir.


  1. Merkezin Kuruluşu: Başkent Ankara’nın İmarı


Cumhuriyetin ilan edilmesinden hemen önce, 13 Ekim’de 1923’de Ankara başkent ilan edilmiştir. Meclis üyeleri ile diğer kamu kuruluşlarında gün geçtikçe artan memur istihdamı taşımak için Ankara hazırlıksızdır. İçişleri Bakanı Cemil Bey, Ankara’nın 25-30 bin kişilik bir şehir olduğunu fakat Hükümet merkezi olunca nüfusun 5 katına çıktığını belirtmektedir (İçişleri Bakanı Cemil Bey, ZC C.12 İ.41 s.335).

Bu nüfus artışı, arsa fiyatlarının gün be gün yükselmesine neden olmaktadır. Falih Rıfkı, Hacı Bayram Caddesi’nde 2 sene önce 3-4 bin liraya alınan bir mülkün 1925’de 2 seneliğine peşin 5 bin liraya tutulabildiğini, Çankaya’da arsa fiyatlarının 6 ayda 2 katına çıktığını belirtmektedir (Falih Rıfkı, “Bir Red-i Mazbata Münasebetiyle”, HM, 23 Kanunisani 1925).

Bu doğrultuda, 26 Şubat’ta kabul edilen 563 sayılı Kanun ile Ankara Belediyesine 1,5 milyon liralık kredi alma yetkisi tanınmaktadır (ZC C.14 İ.65). Söz konusu kredi ile “mesken sıkıntısının giderilmesi, su tesisinin tamamlanması, lağım, elektrik tesisatının vücuda getirilmesi ile bataklıkların kurutulması” planlanmaktadır. Kanunun amacı, başkent olarak Ankara’nın “asri bir devletin merkezi idaresine layik tesisat ile techiz ve imar ve şeraiti sıhhıyesi islah ve şehri sıhhi ve fenni meskenleri ve kaffei levazım ve vesaiti medeniyesi ile mütemeddin bir belde” haline getirilmesidir (Genel Gerekçe).

Kanun çıkarılırken, imar konusunda iki yaklaşım çatışmaya girmiştir. Bir taraf, Ulus civarındaki eski Ankara’nın su tesisatı ile kanalizasyonunun iyileştirilmesini, diğer bir taraf ise eski şehrin sıkışıklığı nedeniyle yeni bir yerde yeni bir mahalle kurulmasını savunmaktadır. Galip gelen taraf ikinci grup olur ve 15 Mart’ta 583 sayılı “Ankara'da İnşası Mukarrer Yenimahalle için Muktazi Yerler ile Bataklık ve Mezrağı Arazinin Şehremanetince İstimlaki Hakkında Kanun” kabul edilir (ZC C.15 İ.78). 583 sayılı Kanun ile Ankara'da kurulacak yeni yerleşim yerleri belirlenmekte ve kurutularak ağaçlandırılacak bataklıkların Belediye tarafından istimlak edilmesi hükme bağlanmaktadır (ZC C.15 İ.78).

Ne var ki, nüfus artışı ve bu doğrultuda artan arsa fiyatları istimlak konusunu zorlaştırmaktadır. Bütçeden ayrılacak ödeneklerle Yenişehir’in rayiç bedel üzerinden istimlak edilmesi güçtür. Bu nedenle, istimlağın Kanun ile belirlenen miktar üzerinden ödenmesi kabul edilir (ZC C.15 İ.78).

Genel Kurul görüşmelerinde, muhalafetin düşüncelerini dile getiren Trabzon mebusu Muhtar Bey, devletin özel ev yapmasına karşı çıkmaktadır. Ayrıca, eski şehrin su, lağım ve elektrik tesisatının yenilenmeden yenişehrin yapılmasını da mantıklı bulmamaktadır (ZC C.12 İ.41 s. 332). Dile getirilen birkaç soru da geçen sene Ankara’nın imarı için ayrılan 500 bin lira’nın nereye harcandığı ve inceleme için gelen yabancı uzmanların yaptıklarıdır.


  1. Harita ve Kadastro Teşkilatı: Mülkiyetin Kuruluşu


Kadastro, toprak üzerinde mülkiyet ilişkilerinin hukuki olarak kurulabilmesi için gerekli altyapıyı sağlamaktadır. Bir tarım ülkesi olan Türkiye’de, üretim aracı olarak toprak üzerinden vergi alınabilmesi ve kapitalist ilişkilerin yaygınlaştırılması bir üretim faktörü olarak toprak üzerinde mülkiyetin tanımlanmasını gerektirmektedir. Özellikle, Aşar Vergisi’nin kaldırılmasının ardından getirilen araziye vergisinin mülkiyet üzerinden alınacağı da göz önüne alındığında, kadastro çalışmalarının gerekliliği ve aciliyeti ortaya çıkar. Ayrıca, bir rant aracı olarak da arsaların üzerinde mülkiyet haklarının kurulabilmesi sağlanmaktadır. Savaş sonrasında yoksul halkın topraklarını ekip biçmek üzere makine ve aletlerden yoksun olması nedeniyle toprakların el değiştirmesi gündeme gelmektedir. Toprak üzerinde kadastro çalışması ile mülkiyetin el değiştirmesine de olanak sağlanmaktadır (Küçük, Ekim 1975, s. 240).

1925 yılında teşkilat ve iş olarak kadastro çalışmasına başlanmıştır.

658 sayılı Kadastro Kanunu ile Maliye Bakanlığı altında örgütlenen Tapu Genel Müdürlüğü (Tapu Müdiriyeti Umumiyesi) bağlı Kadastro Teşkilatı kurulmaktadır. Teşkilatın görevi, taşınmazlara ait hukukun işletilmesi ve muamelenin yapılabilmesi için taşınmazlara ait bilgilerin yazılı hale getirilmesini sağlamaktır (ZC C.18 İ.109). 642 sayılı Ebniye Kanunu’nun (İnşaat) 20, 21, 22, 23, 24, 25nci Maddelerini Muaddil Kanun ile savaşta yanan arsaların 1 yıl içerisinde kadastro planlarının hazırlanması ve kıymetlerinin belirlenmesi için belediyeye görevler verilmektedir (ZC C.18 İ.109).

657 Sayılı Harita Müdüriyeti Umumiyesi Teşkili Hakkında Kanun (RG:2.5.1341/99) ile Milli Savunma Bakanlığına bağlı olarak ve özel bütçe ile idare edilmek üzere Harita Genel Müdürlüğü (Harita Müdüriyeti Umumiyesi) kurulmaktadır. Genel Müdür, Milli Savunma Bakanının önerisi üzerine Başbakan onayı ve Cumhurbaşkanının tasvibi ile atanmaktadır (md. 3). Genel Müdürlüğün görevi, askeri plan ve haritaların, kadastro planlarının, zirai ya da imari planların yapılmasıdır (md. 4). Genel Müdürlüğe, harita mektebi açma yetkisi de verilmektedir (md. 9).

Genel Müdürlükten komutanlığa geçiş ne demek?

  1. “Tefrik-i Vezaif” İlkesi ve Yerel Yönetimler


1924 yılında kabul edilen Teşkilatı Esasiye’ye göre, “Türkiye, coğrafya durumu ve ekonomi ilişkileri bakımından illere, iller ilçelere, ilçeler bucaklara bölünmüştür ve bucaklar da kasaba ve köylerden meydana gelir” (md. 89). “İllerle şehir, kasaba ve köyler tüzelkişilik sahibidirler.” (md. 90). Bu doğrultuda, yerel yönetimlerin il, şehir, kasaba ve köy düzeyinde örgütleneceği görülebilir. Yine Anayasa’da il düzeyinde mülki yönetim ile yerel yönetimler arasında “ yetki genişliği ve görev ayrımı esaslarına” idare olunacağı belirtilmektedir (md.91).

1925 yılı başında, 12 Ocak’da Gazete’de yer alan bir habere göre, İçişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan İl Yerel Yönetimi (İdare-i Hususiye-i Vilayat) kanun tasarısı Bakanlar Kurulu'na iletilmiştir. Bakanlıkça hazırlanmakta olan İl Genel Yönetimi (İdare-i Umumiye-i Vilayat) ile ilgili kanun tasarısı ise incelemeden geçirildikten sonra Bakanlar Kurulu'na sunulacağı bildirilmektedir (HM, 12 Ocak 1925). Aynı içerikli bir haber 16 Haziran’da da Gazete’de yer almış (HM, 16 Haziran 1925); fakat 1925 yılı içerisinde söz konusu Kanun’ların hiçbiri Genel Kurul’a gelmemiştir.

1925 yılının yerel yönetimler açısından hem hukuki düzenlemelerinin hem de işleyişlerinin açıklık kazanmadığı bir yıl olduğu söylenebilir. Gerçekten, yıl boyunca yerel yönetimlerle ilgili birçok tefsir istenmiş, bir yandan da kabul edilen Kanunların işleyişe geçirilmesine çalışılmıştır.

Yıl içerisinde, kabul edilmemesine karşılık en önemli tartışma başlığı, kanımızca il genel meclisi ile il idare meclisinin yapılarının değiştirilmesine ilişkin kanun tasarısıdır. Söz konusu tasarı aşağıda ayrıntılı olarak incelenecektir. İncelemeye geçmeden evvel, yerel birimler hakkında kısa birkaç bilginin iletilmesinde fayda var.

1925 yılında, il özel idarelerinin yol yapımları (19 Ocak), su tesisatı ve elektrik bağlanması işleriyle meşgul olduğu görülmektedir. İl özel idarelerine, yıl içerisinde taş ocaklarının işletilmesi de bırakılmıştır (12 Nisan).

Belediyelerle ilgili en önemli konu ise belediye seçimlerinde fesih yetkisine dair alınan Genel Kurul Kararı’dır. Sorun, belediye seçimlerinin hangi makam ya da sebeplerle feshedilebileceği hakkında 1293 (1878) tarihli Vilayatı Belediye Kanunu ve Dersaadet Belediye Kanunu’nda herhangi bir hükmün bulunmamasıdır. 116 numaralı Genel Kurul Kararı ile belediye seçimlerine dair bir inceleme ya da kanuna uygunsuzluk durumunda karar verme yetkisinin, gücünü Anayasadan alan ve seçimlere ilişkin yolsuzluklara bakma yetkisi olan Danıştay’a, Danıştay kuruluncaya kadar “Memurin Muhakemat Heyeti”ne bırakılması kabul edilmiştir (ZC C.15 İ.69). Bu karar, yerel yönetimler ile merkez teşkilatı arasında vesayet ilişkisinin Danıştay aracılığı ile kurulduğunu göstermektedir.

Ki, seçimlerle ilgili yıl içerisinde şikayetler vardır. Bir taraftan, belediye seçimlerinde açıklık ve serbestlik olmadığına dair şikayetler (Bkz. 29 Ocak), bir taraftan seçilen Belediye başkanlarının niteliksiz olduğuna dair iddialar (Bkz. 15 Şubat) dile getirilmektedir.

Yıl içerisinde bazı elektrik ve su tesisatı gibi işlerin belediyeler tarafından gerçekleştirildiği görülmektedir, ne var ki belediyenin masrafları kendi gelirlerinden karşılaması mümkün olmadığından Belediyelerin borçlanması gündeme gelmiştir. Maliye Bakanı belediyelere kefil olarak büyük miktarlarda borç alınmaktadır (Bkz. 26 Şubat Ankara, Bkz. 19 Kasım Samsun). Ayrıca, kadastro işlerinin de belediyeler tarafından yapılacağı anlaşılmaktadır (642 sayılı Kanun).

En küçük yerel yönetim birimi olan köylerde ise Köy Kanunu’nun uygulamaya girmesi çalışması vardır. İçişleri Bakanı Cemil Bey, Köy Kanunu’nun Şubat ayında ihtiyar heyetlerinin seçilmesi ve göreve başlaması ile yürürlüğe gireceğini belirtmiştir (ZC C.12 İ.37). Türkiye’nin yaklaşık % 80’ini köylünün teşkil ettiği ve 41 binden fazla köy olduğu9 göz önüne alındığında millet egemenliğinin Köy Kanunu’nun uygulanması ile başlayacağından söz edilebilir.

  1. İl Genel Meclisi ve İl İdare Meclisinde Görev Ayrılığı


İl Genel Meclisi ile İl İdare Meclisi arasındaki görev ayrımı üzerine hazırlanan Kanun Tasarısı, 20 Eylül 1925’de Meclis’e sunulmuş ve 19 Aralık 1925’de Genel Kurul’da görüşülerek, Encümen’e geri gönderilmesine karar verilmiştir.

Kanun tasarısı ile İdare Meclislerinden (il ve ilçe) seçilmiş üyeler çıkarılmakta ve sadece memurlardan oluşacak şekilde yeniden düzenlenmektedir. “İdarei Umumiyei Vilâyat Kanunu”nun 3. faslının “mecalisi idare teşkilâtına dair” olan 62. ve 64. maddelerinin şu şekilde değiştirilmesi teklif edilmektedir (ZC C.20 İ.27’ye ekli mazbata):

Madde 62. (Muaddel) — Her vilâyet merkezinde valinin veya muavinin riyaseti altında azası defterdar ve muhasebeci, tahrirat müdürü, maarif müdürü, nafia mühendisi ile sıhhiye ve ziraat ve ticaret müdürlerinden mürekkeb olmak üzere bir Meclisi İdare bulunur.

Madde 64. (Muaddel) — Her kazada kaymakamın riyaseti altında azası mal müdürü, tahrirat katibi, sıhhiye ve ziraat memurlarından mürekkeb olmak üzere meclisi idare bulunur.

İl idare meclisleri, 1921 Anayasası döneminde henüz Meclis kurulmadan önce yerel halkın yönetiminin somutlaştığı Şura’lar görevini yapmaktaydı. Ne var ki, 1925 yılına gelindiğinde hem artık halkın egemenliğinin kurumsal hali olarak TBMM kurulmuş hem de yerel işlerle ilgilenmek üzere il genel meclisleri kurulmuştur. Hatta, 1924 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurulması ile din işleri bu kuruma devredilmiştir. Söz konusu gelişmeler nedeniyle il idare meclislerindeki müftü, din alimi ve halktan seçilen temsilcilerin olmasına gerek kalmamış, il idare meclisleri devlet daireleri haline gelmiştir. Bu nedenle, il idare meclislerindeki seçilmiş üyeler Meclis’den çıkarılmalı ve sadece memurlardan oluşacak şekilde Meclis yeniden yapılandırılmalıdır (ZC C.20 İ.27’ye ek Genel Gerekçe).10

İçişleri Encümeni de Kanun Tasarısını hiç değiştirmeden kabul eder (ZC C.20 İ.27’ye ek Genel Gerekçe):

“Mecalisi Umumiye teşkil ve ahali işleri mecalisi idare vezaifinden tefrik olunarak (ayrılarak) bu meclislere tefviz edilmesine (bırakma) ve mecalisi idare sırf devlet işleriyle meşgul olmalarına ve ahaliye ait hakkı murakabe Büyük Millet Meclisi marifetiyle istimal edilmekte bulunmasına binaen mecalisi idarenin sırf memurinden teşekküllü muktezi olduğu gibi Diyanet İşleri Teşkilâtı da Devlet teşkilâtından tefrik edilmiş olduğu için artık müftülerin de mecalisi idareye devam etmelerine mahal kalmadığından” seçilmiş üyelerin idare meclisinden çekilmesi gereklidir.

Ne var ki, Genel Kurul’da idare meclislerinin seçimlerin teftiş edilmesi, vergi belirlenmesinde yaşanan çatışma ve şikayetlerin çözüme kavuşturulması gibi görevlerinin olması nedeniyle idare meclislerinin yalnızca memurlardan oluşan Encümenlere dönüştürülmesi kabul edilmemiş ve Encümen’e geri gönderilmiştir.

Seçimlerde teftiş görevi, Muhtar Bey (Trabzon mebusu) tarafından dile getirilir: “intihab zamanında heyeti teftişiyeye” görevi yaptığından sadece memurlardan bir meclisin seçimlerde teftiş yapması doğru değildir (19.12.1925, ZC C.20 İ.27 s.187). Vergi belirlenmesi ve uyuşmazlıklarda karar yetkisi ise Mustafa Feyzi Bey (Konya mebusu) tarafından dile getirilir:

Muhterem arkadaşlar, mecalisi idarede müntehap azaların bulunması birtakım esbaba müstenittir. Malumu âliniz şimdi mecalisi idareden müntehab azaları kaldırınca bir kısım memurine inhisar edecek. Halbuki vilâyet dahilinde, kaza dahilinde ashabı masalihin bir çok hususatta meclisi idare ile temasları vardır. Meselâ tetrisatı ibtidaiye vergisi tarh edilecek, itiraz olursa orada rüyet edilecek. Temettü fazla tarh edilirse itiraz edilecek yer, meclisi idaredir. Ağnam tatat edilse, fazla yazılsa itiraz edilecek mahal meclisi idaredir. Birtakım şeyler olacak, meclisi idareye gidecek, belediye mukarreratına itiraz olursa meclisi idareye gidecek, sonra mebusan intihabında belediye intihabında, meclisi umumi indihabında meclisi idare azaları bulunacak ahaliyi yakından görecek, tanıyacak, mahallî ahali bir mecliste bulunmayacak olursa hariçten gelen memurinin bu mecliste yalnız kalması doğru değildir. Binaenaleyh evvelemirde mecalisi idarenin vazifelerini tahdit ettikten sonra şu şekli kabul edelim. Binaenaleyh bu madde muvafık değildir. Reddini talep ediyorum. (19.12.1925, C.20 İ. 27 s. 186)

Buna karşın, Ata Bey (Niğde mebusu), il idare meclislerinde gerçekten seçilmiş üyelerin hiçbir görevi kalmadığına dikkat çekmektedir: “Meclisi idarenin en mühim vazaifinden başlıcaları aşar, ağnam ve müzayedad ve ihalât idi. Aşar muamelesi, malumu âliniz aşar kanunu lağv edildikten sonra kalmamıştır. Sonra ağnam muamelâtının dahi tarzı cibayeti tebdil olunmuştur. Esasen meclisi idare azayı müntahibesi bildiğimiz şekilde millî bir intihab neticesi olmadığı malumu âlileridir. Malum olan azayı tefrik edecek ve intihaba arz edecek, halbuki esas vazifeleri olan müzayedad ve ihalat vazaifi kalmadığından bu azayı müntahibenin hiç vazifesi kalmıyor” (19.12.1925, C.20 İ.27 s.186)

Diğer taraftan, Reşit Bey (Malatya Mebusu) de, idare meclislerine gelen seçilmişlerin, halk adına değil kendi adına çalıştığını belirtmekte ve "oranın ileri geleni kim ise onun dediği oluyor" diyerek mevcut durumu eleştirmektedir (19.12.1925, C.20 İ.27 s.186). Hatta seçilmiş üyelerin, bir daha seçilmek üzere vali ve kaymakamı eleştirmekten kaçındığı belirterek idare meclisinde seçilmişlerin olmamasına taraf olmaktadır” (19.12.1925, C.20 İ.27 s.187).



  1. Yüklə 363,91 Kb.

    Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   14




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin