I tarihselciLİk düŞÜncesi ve evrenselliK ÇERÇevesinde kur’an iLİmleri



Yüklə 362,05 Kb.
səhifə3/7
tarix23.01.2018
ölçüsü362,05 Kb.
#40567
1   2   3   4   5   6   7

D- Mekkî-Medenî

Kuran’ın tek bir defada değil, 23 yıllık bir süreçte inmiş olması, ona dair oldukça önemli özelliklerin kavranmasını sağlamıştır. Bu süreç içinde farklı şekillerde inen ayetler, başta iniş mekânını esas alarak Mekkî-Medenî olmak üzere, hadari- seferi, leyli-nehari gibi tasniflere tabi tutulmuştur. Bu tasniflerden Mekkî-Medenî tasnifi daha fazla rağbet görmüştür. Ayetler arasında görülen tearuzların giderilmesine yönelik çalışmalardaki işlevselliği bu konuya ilgi gösterilmesine neden olmuştur. Mesela; mutlak-mukayyet mücmel-mübeyyen ve en önemlisi nesih konusundaki ayetlerin inişindeki öncelik ve sonralığın belirlenmesinde bu ayetlerin Mekkî ya da Medenî oluşunu bilmenin önemli bir rolü vardır.

Mevcut Kur’an ilimleri literatüründe bu işlevi nedeniyle ilgi gören Mekkî-Medenî ayrımı hakkındaki çalışmalar, Kuran’ın oluşum sürecinde vahyin-ortam ile ilişkisi ve değişim hakkında da önemli bilgiler sunmaktadır. Böyle bir ayrımın yapılması, farklı dönemlerde inen vahyin farklı özelliklere sahip olduğu fikrinin kabul edildiğini göstermektedir.

Mekkî-Medenî ayrımında mekân isimlerinin yer alması nedeniyle ilk bakışta bu ayrımda, mekânın esas alındığı zannedilse de, çoğunluk bu ayırımda hicreti esas almıştır. Hicretten önce inen ayetler Mekkî, hicretten sonra inenler Medenî olarak kabul edilmiştir. Bu durumda, Mekke’nin fethinden sonra Mekke’de inen ayetler yine Medenî olarak değerlendirilmiştir.93 Mesela; Hucurat suresi 13. ayeti, Mekke’nin fethinden sonra inmiş, yani mekân olarak Mekke’de indiği halde Medenî ayet olarak kabul edilmiştir. Bu hususa özellikle dikkat çekmek istedik. Zira söz konusu edilen bu iki grup ayet arasındaki konu ve üsluba dair farklılıklar, bu ayırıma göre coğrafi özelliklerden değil beşeri-toplumsal ortamın farklılaşmasından kaynaklanmaktadır. Toplumu oluşturan ırkî ve dinî gurupların yapısı, ekonomik ve siyasi ortam gibi pek çok tarihsel şart bu farklılıkların oluşumunda etkili olduğu gibi vahyin 23 yıllık oluşum sürecinin başlangıcının Mekke’de gelişiminin ise Medine ‘de olması da, yani nüzulün tedriciliği de bir etken olarak ayetlerin farklı özelliklerinin meydana gelmesine neden olmuştur.

Bu konuyu biraz açmak gerekirse, mesela Mekke’de müşriklerle aynı ortamı paylaşan ve azınlık olan müminler, Medine’de Yahudi ve Hıristiyanlar ile bir arada yaşamışlardır. Yine Mekke’de dini ilk defa tanıyan bir muhatap kitle varken Medine’de bu dini yaşamaya başlayan, bu nedenle artık davranışlarını din çerçevesinde düzenleyen bir toplum vardır. Kısaca Mekke ile Medine dönemi arasında bu ve benzeri birçok siyasi, sosyal, iktisadi, psikolojik şartların belirlediği bir ortam değişikliği gerçekleşmiştir. Tabi ki; bu değişikliğin çok kapsamlı ve mutlak anlamda olmadığını söylemek gerekir. Ayrıca iki dönem arasında var olduğu görülen bu farklılık aniden ve kesin hatlarla bir değişim şeklinde değil, bir süreç içinde olmuştur.

Hangi ayetin Mekkî ya da Medenî olduğuna dair en sağlam tespit, yaşayan kitlenin (sahabe) bilgisi ile elde edilebilmektedir. Sahabenin bu konuya ehemmiyet verdiği rivayetlerden anlaşılmaktadır. Mesela Abdullah İbn Mes’ud’un " Allah’ın kitabında hiçbir sure yoktur ki, nerede indiğini bilmeyeyim"94 ifadesi bunu göstermektedir.

Buna göre muhteva açısından Mekkî surelerde inançla ilgili konuların ele alınıp, müşriklerle tartışıldığı ve sahih bir Allah tasavvuru yerleştirilmeye çalışıldığı görülür. Bu bağlamda geçmiş toplumların kıssaları anlatılarak bu mücadelenin diğer boyutu olan şeytan ve şeytani güçlere dair anlatımlara yer verilir. Medenî ayetlerde ise inanca dair konular daha detaylı ve uygulama ile ilintili olarak ele alınmakla beraber, kişinin Allah ve toplumla olan ilişkilerini düzenleyen, ibadet, muamelat gibi konular ele alınmış, yaşanan olaylarla bağlantılı olarak savaş ahkamı, ehl-i kitap ile ilişkiler vs. söz konusu edilmiştir.95 Daha önce de değindiğimiz gibi bu konular, kesin bir şekilde birbirinden ayrılmamaktadır. Sözgelimi ibadete dair hiçbir konunun Mekkî ayetlerde yer almadığı ya da Medenî ayetlerde inanç konularına hiç değinilmediği söylenemez. Mesela; Mümtehine suresi tümüyle Medine’de indirilen bir sure olduğu halde, muhtevasına bakıldığında Mekkelilere hitap ettiği görülmektedir. Bu nedenle ayırımda Medenî olmakla beraber, muhatapların Mekke ehli olması surenin yapısına yansımıştır.96

Mekkî ve Medenî ayetler arasındaki konu farklılığının en genel hatlarıyla bu şekilde olduğunu belirttiğimiz iki grup ayet arasındaki bu farklılık, belagatın ve Kuran’ın icazının bir gereği olarak üsluba da yansımıştır. Kabul edilen bir prensiptir ki; hitabın üslubunu muhatabın durumu belirlediği gibi konunun da üslup üzerinde etkisi vardır. Mekkî ayetlerin muhatapları genel itibarıyla fesahat ehli olduğu için bu ayetlerde ifadelerin daha kısa ve özlü olduğu, kullanılan tabirlerin daha hararetli ve duygulu olduğu görülmektedir. yine Mekkî ayetlerde inanç bağlamında müşriklerin iddiaları, münakaşa tarzında ele alındığı için bu ayetlerde de buna uygun bir üslup kullanılmıştır. Mesela cümle içindeki kullanımına bağlı olarak (hayır öyle değil) ya da (gerçek şu ki;) gibi ifadelerle Türkçe’ye çevirebileceğimiz, içinde azarlama anlamı da barındıran "kel la" kelimesi sadece Mekkî ayetlerde kullanılmıştır. Mekkî ayetlerde muhataplar inatçı ve kaba oldukları için, onları tehdit edici ve davranışlarında ölçülü olmaya davet edici bir mana taşıyan bu kelimenin kullanılmasına gerek duyulurken müslümanların daha güçlü, muhatapların daha yumuşak bir karakterde olduğu Medenî surelerde ise böyle bir ifadeye gerek duyulmamıştır.97 Muhatabın değişmesinin vahyin üslubuna yansıdığını gösteren bir başka husus da hitaplardır. Mekke döneminde "Ey insanlar" şeklinde bir hitap tarzı tercih edilirken, Medine döneminde "Ey inananlar" ifadesi kullanılmıştır.98 Yine Mekkî surelerde yeminlerin daha fazla kullanılmış olması ve giderek yeminlerin azalmış olmasını da bu çerçevede, muhatabın zihni durumu ve beyan tarzı arasındaki ilişki ile açıklamak gerekir.99

Aynı şekilde muhatap ve konunun üsluba etkisini, Medenî ayetlerde yalın ve uzun bir anlatımın tercih edilmesi olarak görmek mümkündür. Medenî ayetlerde ahkamın fazlaca yer alması, muhatapların çoğunlukla dini kabul eden kimseler olması tabii olarak üsluba yansımış, ifadeler edebi anlatım yerine hukuk diline daha uygun olan yalın anlatıma dönüşmüş, kesik ve kısa cümleler yerine daha uzun ve detaylı anlatıma yer verilmiştir. Medenî ayetlerde, Mekke’de inen ayetlerde icmalen anlatılan dini hakikatlerin ayrıntılarına girilmiş, Mekke’de esasları belirtilen konular takviye edilmiştir.100 Muhataplar inananlar olduğu için hitap tarzı ve ikna usulü de değişmiştir. Mekke’de Müslümanları teselli eden üslup, Medine’de cesaretlendirme şeklini almıştır.

İslam davetinin teşri’ tarihini, tedrici bir şekilde olaylara hikmetle yaklaşımını tespit etmek, Mekke’de ve Medine’de yaşayanlarla nasıl bir ilişki kurduğunu kavramak, müminlere, müşriklere, ehl-i kitaba hitap tarzlarını belirlemek için önem verilen Mekkî Medenî ayetlere dair malumatlar101 tarihsel yorumun ehemmiyetini de göstermektedir. Çünkü bu yorum sayesinde geçmişte tarihin içinde oluşan ve olaylarla anlam kazanan bir metnin muhtelif pasajlarının iniş zamanları bilinecek, bu sayede tarihsel bağlamlar daha doğru kurularak, metnin anlamının geniş bir perspektifle ele alınması temin edilerek evrensel bir bakışa ulaşılacaktır.



E- Emsalü’l-Kuran

Atasözü anlamındaki meseller, genellikle bir toplumun kendi kültürü içinde yaşanmış bir olaya atfen ortaya çıkmıştır. Yaşanan olayın kendisi değil, olayı hatırlatan veciz bir sözün halk arasında yaygınlaşması ile oluşan atasözlerinin bu nedenle bir kültürel arka planı vardır. Söz konusu edilen atasözünün hangi olay üzerine söylendiğini bilmek mananın daha iyi anlaşılmasını sağlamaktadır. Mesela; Araplar arasında kullanılan "fi’s-sayfi dayyaati’l-leben yada es-sayfe dayyaati’l-leben" "sütü yazın kaybettin" sözü her şeyi elinden kaçırıp da sonra onun peşinden koşan kişi için kullanılmaktadır. Bu atasözünün arka planında yaşanan olay ise kısaca şöyledir: Bir kız, kendisinden çok yaşlı varlıklı birisiyle evlenmiş, fakat bazı nedenlerden dolayı kısa bir müddet sonra bir yaz günü kocasından ayrılmıştır. Daha sonra yakışıklı genç birisiyle evlenen bu kadın, kıtlık zamanında ayrıldığı ihtiyar kocasına giderek ondan sütlü bir koyun isteyince zengin ihtiyar: ‘’Sütü yazın kaybettin’’ cevabını vermiştir.102

Bu tarz mesellerin (atasözlerinin), kullanıldıkları kültür ortamı ile çok sıkı bir ilişkisi vardır. Bu nedenle kimi zaman bu sözler başka bir kültür ortamına tercüme yoluyla aktarıldığında aynı anlamı ifade etmemektedir. Bu özelliği nedeniyle mesellerin anlamı, oluştuğu ortam ile aralarındaki tarihsel bağlamın kurulması ile elde edilmektedir ki; bu durum mesellerin tarihsel olduğunu göstermektedir.

Meselin diğer tarzında da benzer ilişkiyi görmek mümkündür. Teşbih-i temsili ya da istiare-i temsiliyye anlamında temsil getirme, bir olayın benzetme yapılarak anlatılmasından ibarettir.103 Benzetmeye dayalı olarak yapılan bu tarz temsilde de, anlatılan olayın anlatıldığı dönemdeki muhataplar tarafından bilinen ve anlaşılabilen şeyler olması gerekmektedir. Zira temsilde maksat, soyut manaları somutlaştırarak, mevzuyu daha anlaşılabilir hale getirmek olduğu için, meseller hayatın içinde cereyan eden tekerrürü mümkün hadiselerle yapılmalıdır.104 Burada asıl olan, tıpkı teşbihteki gibi, benzetilenin benzeyenden daha açık ve bilinebilir olmasıdır.105

Toplum ve kültür ile böylesi bir ilişki ve etkileşim içinde olan mesellerin her iki çeşidi de Kuran’da kullanılmıştır. Kimi zaman kısa ve veciz sözler temsil olarak kullanılırken çoğunlukla da ya açıkça mesel kelimesi zikredilerek ‘’bunun örneği şudur’’ tarzı bir ifade ile ya da mesel kelimesi kullanılmadan, bir olay, ayetin siyak ve sibakı ile ilgili bir bağlamda benzetme yapılarak örnek olarak verilmiştir.

Birinci tarz atasözü şeklindeki mesellerde, Kuran’ın indiği dönemdeki Araplar arasında kullanılan atasözlerine atıfta bulunduğu görülmektedir. Mesela; Nahl 16/92’de ‘’Ve ipliği ile örgü ördükten sonra sökmeye çalışan kadın gibi olmayın’’ ifadesi ile yeminini bozan kimsenin durumu anlatılmak istenmiştir. Ayette geçen ve metinde bir kadın olduğu anlaşılan bu kişinin davranışı, Araplar tarafından "boşuna çalışan kimseler için" kullanılan "Harka bir yün buldu" deyimini hatırlatmaktadır. Ayetteki tarihsel bir öğe olan "ve ipliği ile örgü ördükten sonra sökmeye çalışan kadın" ifadesi, bu meselenin tarihsel arka planının anlaşılması ile daha canlı hale gelmektedir. Rivayetlere göre, bu ayette bahsedilen olay Kureyş kabilesinden Rabta binti Sa’d et-Teymi’nin sabahtan akşama kadar bulduğu yünü eğirmesi ve sonra da geri bozması ile ilgilidir. Onun yaptığı bu iş, daha sonra Araplar arasında, anlamsız iş yapmayı ifade etmek için kullanılan bir atasözü olmuştur.106

Araplar arasında kullanılan atasözlerine atıfta bulunan ayetlere nispetle Kuran’da teşbih-i temsili tarzında mesellere daha çok yer verildiği görülmektedir. Bir olayın benzetme yapılarak anlatımı olan bu tarz temsillerde kullanılan nesneler, kurguda yer alan unsurlar incelendiğinde, Kuran’ın indiği dönemin, sosyal yapısı, coğrafi şartları gibi o günkü toplumu yansıtan öğeler olduğu görülecektir.

Mesela; inanmayanların "Allah’ı bırakıp da, göklerden ve yerlerden kendilerine verecek hiçbir rızka sahip olmayan ve olma ihtimali bulunmayan şeylere tapmalarının" konu edindiği bir bağlamda, iki mesel verilmiştir. Bunlardan birincisinde "Allah şu misali getirdi: Bir yanda hiçbir şeye gücü yetmeyen başkasına bağımlı bir köle, diğer yanda tarafımızdan güzel bir rızk verdiğimiz, ondan gizli, açık olarak harcayabilen bir insan, bunlar hiç eşit olur mu?"107 ayetinde hiçbir şeye sahip olmayan kişiyi ifade için "köle"nin seçilmesi, o güne gidilerek anlaşılmaya çalışıldığında, kendi başına bir şey yapma yetkisine sahip olmamayı en iyi ifade eden kişinin köle olduğu, bu nedenle de Kuran’ın böyle bir benzetme yapmayı tercih ettiği görülür. O gün köle ile yapılan benzetme bugün farklı kültürlerde farklı kişiler tarafından daha başka şeylere benzetilerek yapılabilir. Ancak, hangi dönemde hangi kültürde olursa olsun metnin tarihsel bağlamı kurulduğunda bu temsildeki anlam canlı bir şekilde bugün ortaya çıkacaktır. Be nedenle meseller metinlerdeki en temel kültür öğeleridir.

Bölgenin sosyal ve coğrafi özelliklerine uygun temsillerin yapılmasının yanında hakkın daimliği ile batılın geçiciliğinin örneklendiği bir bağlamda ‘’Gökten bir su indirdi de vadiler kendi hacimlerine aktılar; sel ise yüzeydeki çeri çöpü yüklenip götürdü. Tıpkı süs eşyası ya da bir alet yapmak için ateşte eritilen madenlerin üstünde oluşan köpüklü tortular gibi. İşte Allah, hak ile batıla böyle bir misal veriyor. Çer çöp, köpük yok olup gider, insanlara faydalı olanlar ise yeryüzünde sapasağlam kalır…’’108 ayetindeki ‘’ süs eşyası ya da bir alet yapmak için ateşte eritilen madenlerin üstünde oluşan köpüklü tortular’’ ifadesi o günkü yaşantının ve alet yapımının mesellere yansıdığını göstermektedir. Detaylarına giremediğimiz bu misaller incelendiğinde, mesellerde, o günkü yaşantıdan alıntılar olduğu, yani ilk muhatapların bildikleri, gördükleri şeylerin daha öz bir ifade ile kendi hayatlarından kesitlerin misal olarak verildiği görülecektir.109 Kuran’da yer alan mesellerde indiği dönem muhatapları tarafından bilinen unsurların kullanılması, vahyin tarihsel ortam ile olan ilişkisini göstermektedir.

Kuran’da yer alan mesellerin çoğunlukla sade ve doğal hayattan seçilen kesitler olması, insanın fıtri yönüne hitap etmeyi sağlamış, her dönemde insanlar tarafından yorumlanabilmesini sağlamıştır. Bir insanın bağının, bahçesinin olması, rüzgar v.s.’nin onları yok etmesi, ticarette bazı kazançlar elde etmesi, uygun bir davranışla bunun sümbüller gibi çoğalıp artacağı, verimli toprak ve verimsiz toprağın farklı oluşu gibi sahneler, yeryüzünde yaşayan insanların gözleri önünde cereyan eden olaylardır. Teknolojiye dayalı örnekler eskiyebilirken bu tarz örnekler her dönemde anlaşılabilir canlılığa ve tazeliğe sahiptir. Bununla birlikte verilen örneklerin verildiği andaki toplum için nasıl bir mana ifade ettiğini tespit etmek anlamın daha da gerçekçi ve tüm yönleriyle kavranmasını sağlamaktadır. Mesela; gururlanacak kadar bir zenginliğe sahip olmanın, ‘’Onlardan birine her türlü üzümün olduğu iki bağ vermişiz, bu bağların etrafını hurmalıkla çevirmişiz. Ayrıca iki bağın arasına da bir ekinlik yerleştirmişiz. İki bağın ikisi de yemişlerini vermişler hiçbir eksiklik olmamıştır. İkisinin ortasından bir de nehir akıtmışız’110 şeklinde tasvir edilmesi, coğrafi ve ekonomik şartlar düşünüldüğünde, bugün için ülkenin en büyük şirketlerinden birine sahip olan kişinin tasviri gibidir.

Şimdiye kadar ele aldığımız bütün konularda, vahyin ilk dönem muhatapları tarafından anlaşılabilir olmasını sağlayacak bir oluşumla gönderildiğini, bu nedenle tarihsel ortamı gözettiğini, öncelikle ilk muhatapların duygu, düşünce ve hayat ortamını dikkate alarak hitap ettiğini örneklerle ele aldık. Bu çerçevedeki incelemelerimiz, bize vahyin tarihsel bir karakter taşıdığını, yani tarihin içinde oluştuğunu gösterdi. Fakat biz Allah’ın evrensel bir mesaj olarak indirdiği Kuran’ı, o zamanı anlayarak, misallerin isimleri değişik olsa da bu günün insanının karşı karşıya kaldığı misallerle aynı olduğunu düşündüğümüzü belirtmek istiyoruz. Tarihsel bağlamın ve evrensel mesajın en güzel örnekleri olan bu olaylara dair rivayetler nüzul sebepleri olarak isimlendirilmektedir. Şimdi konumuz açısından oldukça önemli olan bu konuyu ele alacağız.

F- Nüzul Sebepleri

Kur’an Hz. Peygamber’e yaklaşık 23 yılda indirilmiştir. İnişi uzun bir sürece yayılan Kur’an, indiği ortamda yaşanan olaylarla karşılıklı bir iletişim içinde olmuştur. Bir kısım ayetler, bazen toplumdan Hz.Peygamber’e gelen talebeye cevap olarak, bazen de bizzat Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ya da o dönem toplumunun başına gelen bir hadisenin ardından indirilmiştir.

Tanımlamak gerekirse nüzul sebebi: ‘’Nüzul ortamında meydana gelen bir hadise veya Hz. Peygamber (s.a.v.)’e yöneltilmiş bir soruya, vuku bulduğu günlerde, bir veya daha fazla ayetin, hadiseyi, soruyu kapsayan nitelik ve özellikleri içermek, cevap vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile teşkil eden ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hadiseye denmektedir.’’111

Kur’an ayetlerinin bir kısmının iniş ortamını resmeden bu tür nüzul sebeplerine sahip olması, Kur’an’ın soyut bir düşünce veya düşünme biçimi değil, yaşanmış, yaşanabilir ve yaşanacak bir hakikat ve hüküm kitabı olduğunu göstermektedir. Ayrıca Kur’an’ın oluşumu esnasında yaşanan olaylara dair bu bilgiler, Kur’an’a hem ilk muhataplar hem de her dönem okuyucusu tarafından anlaşılma imkânı sağlamaktadır.

Bu ilim çerçevesinde yapılan çalışmalarda birbirinden oldukça farklı değerlendirmelere rastlanmaktadır. Bir tarafta Hasan Hanefi gibi, ayetlerin inişi esnasında yaşanan olayları, o ayetin inişini gerektiren zorunlu bir sebep olarak algılayanlar varken diğer yanda buradaki sebep kelimesinin, zorunluluk anlamı taşıdığını, sadece inişi tasvir eden olaylar olduğunu ileri sürenler olmuştur. Ayrıca bazıları tarafından açıkça olmasa da, her ayetin bir nüzul sebebi olduğu ya da harici bir neden olmadan inen ayetlerin sayısının az olduğu ifade edilmiştir.112 Sağlıklı bir anlayışa ulaşmak için bu farklı görüşlerin, mevcut nüzul sebepleri malzemeleri çerçevesinde vakıa ile olan mutabakatları açısından değerlendirilmeleri gerekmektedir.

Çalışmamızın bu kısmında, tarihselcilik ve evrensellik çerçevesinde nüzul sebeplerini, Kur’an’ın oluşumu ve Kur’an’ın anlaşılması açılarından ele alacağız. Önce Kur’an’ın tarihselciliği bağlamında, nass-tarihsel ortam ilişkisi yönüyle Kur’an’ın indiği dönemdeki olayların, Kur'an'ın oluşumunu ne denli etkilediğini araştıracak, sonra da nüzul sebeplerinin evrensel yorumla olan ilişkisini inceleyeceğiz.

Önce Kur’an’ı tarihselciliği, yani oluşumu açısından ele alalım. Özelde nüzul sebeplerinin varlığı genelde Kur’an’ın muhtevası, Kur’an’ın ilk dönem muhataplarından, onların yaşantılarından kopuk tarih dışı bir kitap olmadığını göstermektedir. Kur’an ayetleri ile o günkü toplum arasında Kur’an’ın anlaşılabilmesini sağlayacak ilişkiler sürekli var olmuştur. Bu ilişki sayesinde Kur’an ilk muhataplar tarafından anlaşılmış, yaşanmış, bunun neticesinde Kur’an, indiği toplumda bir değişim meydana getirmiştir. Kur’an ile indiği ortam arasındaki bu ilişki, kimi zaman yaşanan bir olay üzerine ayetin gelmesi tarzında kurulurken (nüzul sebepleri), çoğu zaman da böyle bir sebep olmaksızın, onların gerek Allah ile gerekse toplum içindeki ilişkilerini konu edinen ayetlerin gelmesi ile kurulmuştur. Bu nedenle herhangi bir hadise ya da soru sonrasında gelmeyen ayetlerde vardır.

İlk muhatap toplum ile Kur’an arasındaki ilişkinin boyutunu bu dengede anlamayanlar, Kur’an’ın oluşumunun tamamen olgusal ve tarihsel olduğunu iddia ederek hemen her ayetin bir nüzul sebebi bulunması gerektiğini düşünmüşlerdir. Hâlbuki bu gerekli olmadığı gibi, mevcut nüzul sebepleri literatürü de ayetlerin inişini anlatan haberlerin bu denli çok olmadığını göstermektedir. Çünkü Kur’an ilk dönem muhataplarına yaşadıkları ortamda hitap ederken herhangi bir ayetin gelmesi için yaşanacak bir olayı beklememiş, Allah’ın mutlaka inecek ayete uygun bir olayı yaratması gibi bir gereklilik söz konusu olmamıştır.

Ayrıca Kur’an ile tarihsel ortam arasındaki ilişki daima bir nüzul sebebi bağlamında oluşmuş olsaydı Kur’an’ın, bir tarih kitabı gibi tümüyle o dönemi anlatması gerekirdi ki, Kur’an’ın bütününe bakıldığında bunu doğrulamanın imkânsız olduğu görülmektedir. Zira Kur’an, ibadet gibi müteal olan emirler ve ahiret ahvali gibi metafizik konulardan da bahsetmiştir. O dönem insanının, gelmeden önce hakkında bir şey bilmediği, başta ibadetler olmak üzere bu tarzdaki bir kısım konuların Kur’an’daki varlığı, olgunun vahyi değil, vahyin olguları yarattığının bir delilidir.

Görüldüğü gibi tarihsel ortam-nass ilişkisi, hassas bir denge ile ele alınması gereken bir konudur. Bize göre mevcut durumdan kopuk olmayan Kur’an, ilk dönem muhataplarına yaşadıkları ortamda hitap eden bir kitaptır. Be nedenle gerek spesifik bir olay ya da soru üzerine gelen ayetlerin, gerekse diğer ayetlerin, bu toplumla tarihsel bir bağlam ilişkisi vardır. Ancak, Kur’an bir yandan onların bu anlayış dünyasını gözetirken diğer yandan da her dönemde anlaşılabilmesini sağlayacak bir anlatım üslubu ile indirilmiştir.

Nüzul sebeplerine evrensellik açısından baktığımızda Kur’an ile o dönem olayları arasındaki ilişki, nedensellik şeklinde olmamıştır. Yani olgu ya da olay, yönlendiren ya da etkileyen, vahiy ya da etkilenen bir diğer ifade ile tabi olan konumda değildir. Şayet böyle olmuş olsaydı, Kur’an’ın bütün isteklere istendiği şekilde cevap

vermiş olması gerekirdi. Hâlbuki vakıa böyle değildir. Mesela; muhtelif zamanlarda meydana gelen bazı olaylardan dolayı Peygamberimizden isteklerde bulunulmuş, ancak vahiy onların beklediği anda onların isteklerine, istedikleri şekilde cevap vermemiştir. Netice olarak Kur’an, indiği ortamda meydana gelen hadiseleri sürekli gözetmiş, dikkate almış, ancak mutlak anlamda her zaman o dönemdeki herhangi bir istek ve olay Kur’an’ın iniş zamanını ve şeklini tayin etme durumunda olmamıştır. Yani nüzul sebepleri, belirleyici ve zorlayıcı anlamda bir sebep olmayıp, ancak vahyin planına uygun olaylar ile vahyin inişinin birbiri ile eş zamanlı olmasından ibarettir.

Ayetlerde sebep sonuç ilişkisini savunanların yaptıkları diğer bir hata da nüzul sebeplerinin miktarıdır. Onlara göre neredeyse Kur’an’ın her bir ayetinin bir nüzul sebebi vardır. Hâlbuki hakikat böyle değildir. Elimizdeki nüzul sebeplerine dair rivayetler bir olay ya da bir soru üzerine inen ayetlerin genele, yani böyle bir olaya bağlı olmaksızın inen ayetlere nispetle daha az olduğunu göstermektedir. Yani ayetlerin büyük bir kısmı, herhangi bir olay olmadan nazil olmuştur.113 Bu da ayetlerin her zaman olaylar tarafından tayin edilmediği anlamına gelmektedir ki bu durum, vahyin mevcut durum karşısındaki evrensel konumunu ifade etmesi açısından oldukça önemlidir.114

Tarihsel ortam-evrensellik ilişkisini ifade eden nüzul sebeplerine dair rivayetlerin kaynağı, ilk dönem muhatapları (sahabe)’dır.115 Gerek vahyin öncelikle onların anlayışına sunulması gerekse vahiy ortamını bizzat yaşamaları sebebiyle Kur’an yorumunda, rivayetlerine önem verilen ashap116 bu konuda bazen doğrudan ‘’şöyle bir olay oldu, ardından da falan ayet indi’’ demelerinin yanında, bazen bir ayetin doğrudan nüzulu ile ilgili olmayan geçmişte yaşanmış bir olay ile ayet arasında zihinlerinde bir ilişki kurarak bu olayı nüzul sebebi gibi anlatmışlardır.

Sonuç olarak diyebiliriz ki; Kur’an’ın bir defada değil, bir süreç içinde peyderpey inmesi, onun, indiği dönemin olguları ile ilişki içinde oluşmasını temin etmiştir. Bu durum, Kur’an’ın her zaman bu ilişkileri kurabilecek bir yöntem sayesinde anlaşılabilme imkânını sağlamış, tarihsel verilerin içindeki prensiplerin, evrensel olarak uygulanabilmesini temin etmiştir. Nüzul sebeplerinin ilk dönemlerden itibaren usulde kullanılması ve bu arada ortaya konan ‘’sebebin hususiliğine değil, mananın umumiyetine itibar olunur’’ prensibi, evrensel yoruma oldukça yakın bir anlama yeteneğinin İslam dünyasında varlığını göstermesi açısından önem arz etmektedir.

Nüzul sebepleri konusunu ele alırken vakıadan uzak bazı düşüncelerle Kur’an’ın tarihsel ortam ile bağımlı olduğunu ileri sürmek de yanlıştır. Fakat vahiy her zaman indiği ortamı gözetmiş, ancak hiçbir zaman bu ortamın ya da bir olgunun etkisi altında yönlendirilmemiştir. Ancak usul literatüründeki uygulamada, ‘’hususilik’’ ile ayetin herhangi bir kişi hakkında inmesi, Mesela: Mülâane olayı ile ilgili ‘’Kendi hanımlarına zina suçu atıp da kendilerinden başka şahitleri bulunmayan kimselerden her biri kendilerinin doğru söylediklerine dair dört defa Allah’a yemin ederek şahitlik etmelidir. Beşinci defa eğer yalan söyleyenlerden iseler Allah’ın lanetinin kendi üzerlerinde olmasını ifade etsinler’’117 ayetinin Hilal b. Ümeyye hakkında indiği ancak hükmün sadece ona ait olmadığı bu davranışta bulunan herkesi kapsadığı söylenmiştir.118

Bu açıdan baktığımızda Kur’an ayetlerinin iniş sebepleri, oldukça önemli bir malzemedir. Ayetin oluştuğu bireyselliğe dair bilgi veren bu nüzul sebepleri ancak bunun o toplumda ne anlama geldiğini tespitle anlaşılabilmektedir. Bu amaçla, nüzul sebeplerinden tikel olaylardan tümel sonuçlar çıkarmak mümkün olmaktadır. Mesela; ‘’Onlar sana hilalleri soruyorlar. De ki: Onlar, insanlar için ve hac için vakit ölçüleridir. İyilik evlere arkalarından girmeniz değil gerçek iyilik Allah’tan hakkıyla sakınmaktır. O halde evlere kapılarından girin….’’119 Ayetinin ikinci kısmında yer alan ‘’eve arkadan girme’’ ifadesi o gün yaşananlara müracaat ettiğimizde, ayetin bir kısmının, rivayetlerde bazı farklılıklar olsa da, Arapların ihramlı iken ya da seferden dönerken evlerine kapılarından girmeme âdetiyle ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim bir gün bu âdete uyması gereken bir kişinin kapıyı kullanması üzerine toplum tarafından kınanması üzerine bu ayet inmiştir. Nüzul sebebinden o günkü toplumun bu âdeti, bir iyilik yani kendisinden hayır beklenen güzel bir davranış olarak benimsediği anlaşılmaktadır. Bu bilgilerle ayete döndüğümüzde Kuranın bu davranışı onaylamadığı ve bu davranışın bir iyilik olmadığını belirttiğini görmekteyiz.

Bu bilgilerden sonra ayeti nasıl anlamamız gerektiği sorusu ile karşı karşıya geliriz. Zira bu olayı, tarihi bir bakış açısıyla düşündüğümüzde o dönemde yaşanmış ve bitmiştir. Artık bugün gerek kültür farklılığı gerekse zamanın değişmesi gibi nedenlerden dolayı bu olayın aynen bir daha tekrar etmesi mümkün değildir. O halde bu ayet bugün yaşayan muhatabına ne demektedir. Yapmamız gereken şey önce elde ettiğimiz bilgilerle o ortamı anlamaya çalışmaktır. İlk, tespitimiz, o ortamda Arapların kendilerine eziyet vererek yaptıkları bu davranışın herhangi bir dini temele dayanmadığı için Ku’an’ın da bu tarz bir iyilik anlayışını geçersiz saydığıdır. Bu tespitimizin doğruluğunu Araplar arasında bu tür davranışların olduğunu gösteren benzer ayetlerle de teyit edebiliriz.120 Elde ettiğimiz bu anlamı, bugüne taşıyarak, din adına uydurulmuş benzer hurafelerin Kur’an tarafından onaylanmadığını söyleyebiliriz.. Görüldüğü gibi ayetin nüzul sebebinin olması, kısmi de olsa bize bu ayeti, tarihsel yorum ile ele alıp evrenselliğe taşıma imkânı sağlamaktadır.

Kur’an ilimleri ile ilgili bu kısmı genel olarak değerlendirmek gerekirse, vahyin o zamanki ortamı göz ardı etmeyip önemsediğini, bu nedenle kimi ayetlerin durum ile eş zamanlı olarak gönderildiğini, yaşayan kitle ile vahiy arasında bir diyalogun bulunduğunu, sorulan sorularına cevap alabildiklerini, ancak her soruya istendiği şekilde mutlak cevap verilmediğini, bu konuda ilk muhataplara nasıl diyaloga geçmeleri gerektiğinin öğretildiğini tespit ettik. Ortamdaki değişmelerin vahyi etkilediğini, bu nedenle tıpkı daha önceki şeriatların gönderilmesinde uygulanan tedriciliğin Kur’an vahyinin inişinde de uygulandığını gördük. Bu değişimin bir yansıması olarak Mekkî ve Medenî ayetler arasında gerek konu gerekse üslup açısından farklılıklar oluştuğunu örnekleriyle ele aldık.

Buna göre Kur’an, indiği ortamı gözeten, ilk muhatapları tarafından anlaşılan bir üslup ile onlara hitap etmiştir. Ortam ile vahyin arasında açıkça görülen bu birliktelikte ortam dikkate alınmış, ancak mutlak ilim sahibi olan Allah’tan gelen vahiy bu ortamın bir mahkûmu olmamıştır. Kuran’ın kendine has üslubu ve oluşum tarzı, bu üslubun ve oluşumun farkında olan sonraki muhataplarınca, evrensel bağlamların kurulması ve üslubun incelenmesi ile her dönemde anlaşılabilir bir özellik kazanmıştır.



Yüklə 362,05 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin