I tarihselciLİk düŞÜncesi ve evrenselliK ÇERÇevesinde kur’an iLİmleri


E- Kuran Ayetlerinin Tarihsel Yorumla Değerlendirilmesi



Yüklə 362,05 Kb.
səhifə5/7
tarix23.01.2018
ölçüsü362,05 Kb.
#40567
1   2   3   4   5   6   7

E- Kuran Ayetlerinin Tarihsel Yorumla Değerlendirilmesi

Kuran’ın tarihsel yorumu:

Kur’an bağlamında bir tarihsel yorumdan bahsedildiğinde, Kur’an’ın tarihsel olup olmadığı, tarihsel ise nasıl bir tarihselliğe sahip olduğu, anlamın farklı bir tarihselliğe taşınmasını gerektiren bir öğenin varlığı ve buna bağlı olarak değişmenin hangi prensiplerle belirleneceği gibi sorunlarla karşılaşılmaktadır. Kur’an’ı ilk muhatapların anladığı gibi anlama, tarihsel yorumu tam anlamıyla ifade etmemektedir. Çünkü metni sadece ilk muhataplar gibi anlamak hedeflenmiş olsaydı sahabe tefsirini tespit etmek yeterli olurdu. Hâlbuki bu tespit tek başına yeterli değildir. Bu nedenle tarihsel yorumun birinci adımını, Kur’an’ın ‘’ilk muhataplarına hangi ortamda nasıl bir bağlam ile ne demek istediğini kavramak’’ şeklinde tanımlamak daha doğru olacaktır.

Metni indiği dönemde anlamak, nihai gaye değil, amaca götüren ilk adımdır. Bu şekilde bakıldığında tarihsel yorumun metni kendi tarihselliğine hapsetmediği bilakis metnin anlamını başka dönemlere taşıyarak ona canlılık kazandıracağı anlaşılacaktır. Kur’an’ın inişi oluşumu, üslubu ve konuları onun indiği dönem muhataplarının anlayış ve bilgi birikimlerini gözettiğini ortaya koymaktadır. Ancak vahiy kesildikten sonra, yani Allah, ‘’size bugün dininizi tamamladım’’162 buyurduktan sonra yeni bir vahiy gelmeyeceği için değişen hayat karşısında değişmeyen vahyin nasıl yeterli olacağı ve anlaşılacağı önemli bir sorun olmuştur. Değişen şartlar karşısında Müslümanların ihtiyaçlarını nasıl karşılayacakları sorunu, geçmişte problemlerin vahye arz edilmesi şeklinde çözülmüş, her dönemin ihtiyaçlarına uygun olarak yeni yorum yöntemleri geliştirilmiştir. Kıyas, maslahat, istihsan gibi fıkıh usulünün yöntemleri geliştirilerek, değişim sebebiyle karşılaşılan sorunları gidermek için Kur’an’dan ve diğer naslardan hüküm istinbatına çalışılmıştır.163 Bu süreçte çoğunlukla kıyas yöntemine başvurulmuştur. Bütün bu yöntemlere rağmen, Batı kültürünün hakim olduğu bir coğrafyada yaşayan Şatibi’nin karşılaştığı problemleri mevcut fıkıh metotları ile çözemeyince ‘’makasıd’’ anlayışına başvurması, değişmenin yeni yöntem arayışlarını doğurduğunu göstermektedir.164 Kısaca her dönemde, o dönemin tarihselliğine uygun yorum yöntemleri ihdas edilerek, ihtiyaçlara vahye dayalı çözümler üretilmeye çalışılmıştır. Yani her yöntem kendi tarihselliğinin bir yansımasıdır. Değişimin daha hızlı olduğu yaşadığımız çağda ihtiyaçlar daha fazla artmış ve buna yönelik olarak değişimi esas alan, beşeri alandaki her şeyin kendi tarihselliğinde anlaşılması gerektiğini ön gören tarihsel yorum gündeme gelmiştir. Hatta Kuran’ın indiği ilk dönemlerde bu yönteme başvurulmuş, fakat bu dönemdeki tarihsel mesafe, zaman farklılığından ziyade kültür farklılığından kaynaklanmıştır. Bu nedenle mesela farklı lehçelere sahip olan ilk muhataplara Kur’an’ı yedi harfle okuma fırsatı verilmiştir.165

Tarihsel yorum fıkıh perspektifiyle ele alındığın da, fıkıh usulü içinde yer alan hükümle illet, sebep ve hikmet arasındaki bağlar ile ilişkilendirilmektedir. Doğduğu ortamda tanımlanmamış, uygulanmak istenen ortama uygunluğu sorgulanmamış olan tarihsel yorum muamması çerçevesinde yapılan tartışmalarda, genellikle ‘’Kur’an evrenseldir, bu yorum metodu Batı’dan alınmıştır, Batılıların muharref kutsal kitaplarını anlamak için ihdas ettikleri bir yöntem Kur’an’a uygulanamaz, bu yöntem İslam dünyasında modernizmin dayatmaları sonucu ortaya çıkmıştır, bu yöntem aracılığıyla Kur’an’ı anlama faaliyetine pozitivist düşünce hakim olacaktır’’ gibi söylemler dile getirilmiş,166 yine bugün dile getirilen ‘’fıkıh yöntemleri bize yeter, maslahat-istihsan gibi yöntemler varken tarihsel yoruma ihtiyaç yoktur’’ söylemleri mevcut olmuştur.

İslam âlimleri her dönemde tarihsel yorumu kullanmışlardır. Bu başvurulacak çarelerden biridir. Örnek olarak çok evlilik sorununu ele alalım. Kur’an’ın, kadının statüsü ve haklarını genel hatlarıyla geliştirdiği doğrudur. Yine Kur’an’ın; erkekler, eğer eşler arasında adaleti sağlayabilmekten korkarlarsa, birden fazla eşle evlenemezler, ayrıca kategorik olarak ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar erkekler, muhtelif eşleri arasında adaleti sağlamaya muktedir olamayacaklar, dediği de doğrudur. Bununla birlikte, Kur’an’ın dört eşe kadar evlenebilme iznini verme hususu aynı derecede doğrudur. Bir bütün olarak Kur’ani ifadelerin anlaşılmasının tek yolu şunu söylemekten geçer: Aile hayatında maksimum mutluluğu amaçlayan Kur’an bu ideal için tek eşli evliliklerin normal olduğunu açıklamıştır. Ne var ki, bu hedef yedinci yüzyıl Arap toplumunda oldukça derin köklere sahip olan çok eşli evliliklere karşı bir taviz ve uzlaşmadan öte gitmemiştir. Çok eşliliği hukuken kökünden kazıyıp atamamıştır; ama bizatihi ahlaki hedefi tamamen devre dışı bırakmanın cezasını da belirtmiştir. Bundan dolayı Kur'an, hukuki bazda çok eşliliği kabul etmiş ve sınırlamıştır.167

F- Kuran Ayetlerinin Evrensel Yorumla Değerlendirilmesi

İslam hukuku belli bir zamana ait olmayıp bütün zamanların hukukudur. Pek çok ayete168 göre İslam hukuku eski şeriatların bir uzantısı ve tekâmülüdür. Bu itibarla değişmez esasları olması gerekir. Zira değişken yapıya sahip olan bir sistemin zaman süreci içersinde tamamen değişmesi mukadderdir. Oysaki İslam’ in ilahi oluşu buna engeldir. İslam hukuku sosyal bir hukuk değildir. İlahi bir hukuktur. Öbür taraftan her asrın ihtiyaçları farklıdır bu da ideal bir hukukun bu arada da İslam hukukunun değişken olmasını gerektirir. Mesela: Kur’an şura prensibini koymuş,169 fakat bunun şeklini, tatbik keyfiyetini belirlememek suretiyle bir esneklik getirmiştir. Böylece her asrın ihtiyaç ve gereğine göre Müslümanlar bu prensibi işletebileceklerdir. Kırtas olayında170 da olduğu gibi, Hz. Ömer’in Kitabullah’ı yeterli görmesi de muhtemelen genel prensipler açısından olmalıdır.

Allah, adaletle hükmetmeyi emretmiştir.171 Ama bunu gerçekleştirmek için belli bir mahkeme sistemi veya muhakeme usulü belirtmemiştir. Dolayısıyla ilk önceki uygulamalardan farklı olarak dereceli mahkemelerin ihdası, ceza ve hukuk mahkemelerinin ayrılması gibi pek çok yenilik mümkün olmaktadır. Nitekim muhakeme usulünde de pek çok gelişmeler meydana gelmiştir.172 Yine satış akdiyle ilgili Kur’an da be’y akdi sadece dört ayetle düzenlenmiştir.

1)Be’yin helal ribanın haram kılındığı173 belirtilmiş.

2)Karşılıklı rıza şartı ileri sürülmüş.174

3)Alış-veriş muamelelerinde şahit tutulması istenmiş.175

4) Cuma vakti alış-veriş yapılmaması176 istenmiştir. Kur’an ahkamının ta’lili konusunda tek düze bir üslup kullanılmamış, pek çok yollarla hükmün illeti ve gözetilen maslahat belirtilmiştir.177 Kur’an’ın genelde hükümleri talil etmesi ve mümkün mertebe taabbudi sınırını dar tutması178 neticesinde hükümlerden maksadın mücerred kulluk ve inkiyad olmadığı; aksine, kulların maslahatlarının temini olduğu dolayısıyla da hükmün uygulanırken gözetilen maslahatı ortaya koyup koymadığına bakmanın gereği doğmuştur.

Kur’an kendisinin son ve evrensel mesaj olduğunu ifade etmektedir.179 Hz. Muhammed (s.a.v.)’in son peygamber oluşu180 da, mantıken Kur’an’ın son mesaj olup bu mesajın evrensel olmasını gerektirmektedir. Vahyin sona ermesi ile bütün Kur’an lafızları muhkem özelliği kazanmış ilga edilmesi ve değiştirilmesi ihtimali ortadan kaldırılmıştır. İslamın bir millet ve bölge dini olmadığı gerçeği hesaba katılarak, İslam’ın ilahi kaynakları olan hukuksal nitelikli emir ve yasaklarının her ortamda hiçbir değişikliğe uğramadan geçerliliğini koruması gerektiği düşüncesi, İslam âlimlerinin çoğu tarafından benimsenmiştir.181 İnsan ve toplumların maslahatı, her zaman ve zeminde, bu hükümlerin uygulanmasını ve bunları değişim rüzgarlarına karşı korunmasını gerektirir. Aksi takdirde hükümlerin değişime feda edilmesi toplumdaki düzenin bozulmasını zorunlu kılacaktır.

Kur’an çağımız için yeterli değildir diyenler bu iddialarını Müslümanların geri kalmış olmalarının ötesinde ne bilimsel ne de tarihi bir delil ile temellendirmiş değillerdir. Müslümanların hali hazırdaki durumlarının sebebi de Kur’an’ı gerçek anlamda yorumlayamamalarının sonucudur. Nitekim aynı Kur’an’a sahip olan Müslümanların görkemli bir tarihe sahip olmaları da bunun tarihi bir kanıtıdır. Vahyin bizzat kendisi de bir değer olmakla birlikte gereği gibi okunup, anlaşılmadığında ilerlemeye engel olmaktadır. Bu engellik, vahyin özünde değil onu okuyanların gözündedir. Nasların içerdiği zaman ve mekan unsurlarını bizatihi kendilerinin değil, onların arkasında bulunan ilke ve manalarının iyi anlaşılması gerekmektedir. Bu bağlamda tarihi gibi görünen nasların dahi bir metot vermeleri, ilkelere ışık tutmaları bakımından korunmaları ve değerlendirilmeleri gerekmektedir.182

Şeriatte tekamül vardır. Kur’an’ın getirdiği son şeriat, dinin en mükemmel şeklidir. Mükemmelliğinin sebebi; ilke, esas ve amaç bakımından çerçeve boşluğuna meydan vermemesi, bu çerçevede akla geniş bir yer ve rol vermesi, aklı ve vahyi günümüze taşıyıcı araç görmesidir. Muamelat alanında asl olan maslahattır. Ancak neyin maslahat olduğunun ölçülerini bizzat vahiy koyar. Akıl adil bir terazidir. Fakat kime ne kadar tartacağını, yani hakkın ölçülerini kendisi koyamaz. Akıl ve tecrübeye dayalı bilim ise özünde değer hükümleri taşımaz. Kur’an’ın her zamanda ve mekanda evrenselliği, değiştirilmesi asla istenmeyen kimlik göstergeleri, kıble ve bazı haramlar gibi ibadetler, Kur’an’da yer alan cezai hükümler ve benzeri olmazsa olmaz rüknü kabilinden olan şeylerin korunmasıyla olur. Bunların uygulaması sırasında kavmi ve coğrafi renk tonlarına sahip olması tabidir. Vahiy kaynaklı bu hukuki yapı Medeniyet yolunda ilerlerken ayağımızı sağlamca basabileceğimiz sabit bir zemine sahip olmamız gerekir.183

Elbette bugüne kadar yapılan bütün beşeri yorumlarda olduğu gibi bu dönemde yapılacak yorumlarda da hata bulunacaktır. Fakat bu hataları belli esaslara riayet ederek en aza indirmek mümkün ve hatta gerekli olmalıdır. Kuran hakkında yorumlar yapılırken uyulması gereken prensiplerden biri de aşırı bir müdafaa ve güzel gösterme isteği içerisine girmemektir. Günümüzde özellikle İslam ceza hukukundaki bazı uygulamalar konusunda iyi niyetle yapılan yorumları buna örnek gösterebiliriz. Zannediliyor ki, İslam hukukundaki bir takım cezalar İslam’ı anlatma konusunda bazı problemler doğuracaktır. Bunu önleme düşüncesi ile Hz. Peygamber (s.a.v.) dönemindeki bazı uygulamalar görmezlikten geliniyor veya Kur’an’daki bazı hükümler zorlama yorumlara tabi tutuluyor.

Kur'an'ın cezalandırma sisteminin bu günkünden farklı olduğu aşikârdır. Ancak hangi sistemin suçları önlemede daha etkili olduğu üzerinde önemle durulmalıdır. Eğer İslam cezalandırma sistemi suçları önlemede daha etkili ise, oradaki bazı uygulamaların ilk bakışta sert görünmesi, bizi farklı yorumlara itmemelidir. Unutmamak gerekir ki, bu cezalar suçsuz insanlara verilmemektedir. Eğer biz Kur’an’ı doğru anlatabilirsek İslam kendisini en iyi şekilde müdafaa eder ve sahip olduğu tabii güzellikler, insanları kendisine çekmek için yeterlidir.

İslam toplumunun tarihi tecrübesi içinde, Kur’an’ı her anladığımız çağ ve durumda araya tarih, toplum ve kültür giriyorsa, şimdiden sonra yaşayanlar onu bizim anladığımızdan farklı anlayacaklar demektir. İşte bu anlamanın sınırlarının iyice belirlenmesi gerekmektedir. Eğer nesh olayını Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanına hasretmeyip günümüze bunu taşıyacak olursak, o zaman kafalara şöyle bir soru takılıyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında bir hükmün kalkması gerektiği zaman, Yüce Allah bunu Peygamberi vasıtasıyla yapıyordu. Yani o zaman kalkan hükmün yerine gelecek yeni hükmün şari’ i Allah idi. Ama bugün aynı işlemi tekrar ettiğimiz zaman şarii kim olacak.

G- Anlamın Değişmesi Nedeniyle Kuran Ayetlerinin Değerlendirilmesi

Hadislerde daha belirgin gözükmekle birlikte Kur’an’da da izlenen dini bir siyasetin olduğunu görüyoruz. İslam kendisine inananlar ile inanmayanları kesin olarak ayırmak için dini merkez Mekke olmakla birlikte, geçici bir süre için inananlarını Kudüs’e doğru kıbleye yöneltmişti.184 ‘’Senin yöneldiğin yönü, peygambere uyanları cayacaklardan ayırmak için kıble yaptık’’185 ayeti bunu açıkça ifade etmektedir.

Kur’an’ın bize bildirdiği bir ilke de Allah, insan hayatını kolaylaştırmayı ve zorluklardan kurtarmayı hedefler. Bu teminat, yüce yaratıcı tarafından açık bir şeklide bildirilmiştir. O, bize, insanlık için zorluklar yaratmak istemediğini, her şeyi kolaylaştırmak istediğini açıkça bildirmektedir. Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: ‘’Allah sizler için kolaylık diler, zorluk dilemez’’186

Peygamberimizin ise şöyle dediği rivayet edilmektedir: ‘’ed-Dinü yusrun’’ yani din kolaylıktır.

Hanefi fıkıhçılarından son dönem âlimleri bu konuyla ilgili ayet ve hadisleri kendi dönemlerindeki tarihi süreç çerçevesinde değerlendirerek; örf değiştiği ve zaruretler gerektirdiği takdirde bazı konularda ‘’zahiru rivaye’ye’’ aykırı fetva verilebileceğini onaylamışlardır.187 Şimdi bu fetvalardan bazı misaller vermek istiyorum. İslam’ın ilk dönemlerinde öğreticiler için yeterli ödenek vardı. Bundan dolayı Ebu Hanife ve iki öğrencisi Kur'an vb. şeylerin öğretiminden dolayı ücret almayı yasaklamışlardı. Ancak öğreticilerin ödeneği kesilince örfün değişmesinden dolayı mezhebin sonraki devir ileri gelenleri bu işten ücret alınabileceğine fetva verdiler.

Yine sonraki devir hukukçuları, Hanefi ekolündeki "yararların tazmin edilmeyeceği" kaidesine aykırı olarak, bir yetime ya da bir vakfa ait akarı gasp edenin bu kardan edindiği yararı tazmin etmesi gerektiğine fetva verdiler. Bir başka örnek ise: Önceleri evler tek bir tarzda yapılıyordu. Müşteri evin odalarından birini gördüğünde Hanefi mezhebinde, kendisine tanınan görme muhayyerliğini düşürecek şekilde alım satımın konusu hakkında yeterli bilgi sahibi addedilirdi. Ancak sonraki devir ileri gelenlerinin zamanında binaların eski durumu değişti ve binalar yeknesak olma özelliğini yitirdi. Bu alimler de, tek bir tarzda yapılmayan evlerde, satımdan önce evin her odasını görmek gerektiğine fetva verdiler. Mecelle de bu hükmü benimsedi. 188

Kur’an’ın 7. asırda inmiş olduğu ve o devrin cahilliye Arap toplumunu muhatap aldığı bir gerçektir. Kuran nasıl ki Arapların dillerini kullanıyordu ise, aynı şekilde mesela; cennet, huri tasvirlerinde Arapların güzellik anlayışına itimat etmiş, cehennemlikleri tasvir ederken de düşman imajlarına dayanarak, onları gök gözlü olarak tavsif etmiştir.189Zira Araplarda gök gözlülük düşman imajının en belirgin bir vasfıdır ve onu büyük bir uğursuzluk sayarlardı.190

Yine içerdiği çeşitli tarihi olaylara atıflarda bulunması, sorulan sorulara cevap vermesi, keza onun zaman ve mekan unsuru içeren bazı öğeleri içinde bulunduruyor olması birer hakikattir. Tarihsel şartlardan doğan ve tamamen tarihin 14 asır öncesinin toplumsal şartları gözetilerek vaz edilmiş hükümleri vardır. Ancak bu hükümlerin bulunması o ayetlerden bugün bizler için rehberlik edebilecek ilkeler çıkarmamıza engel olmamalıdır.

Buradan hareketle nassa dayalı hükümler nassın dışında bir faktörle değiştirilebilir mi? bu sorunun cevabı kritik bir açıklamaya muhtaçtır. Şayet nas din ve ibadet konularına aitse ‘’yer yer olarak, gök de gök olarak kaldığı müddetçe’’ hükümleri sabittir. Zira dinin ana esasları, tevhit ve iman kuralları ezeli ve ebedi tek bir hakikattir. Bu hususta boyun eğme ve nassa bağlanma gerekir. Sabit olan ebediyen her zamanda, her mekanda ve her durumda sabittir.191 Ancak nas dünyevi işlemlerle ilgili ise burada asl olan, hikmetlere yönelmek ve hükümlere temel oluşturan illetleri anlamaktır. Bu nokta tüm hukukçuların ittifak noktasıdır.

Hz. Ömer’in, İslamın şevket dönemine girildiğini gerekçe göstererek müellefe-i kuluba zekattan pay vermemesi, şartlardaki değişiklikten İslami hükümlerin nasıl etkilendiğini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. İslam’ın her dönem insanının ihtiyaçlarına cevap verebilmesi, o dönemin şartları ışığında yeniden yorumlanması ile mümkündür.

Ayrıca, hükümlerin değişmesi kaidesini uygulamaya koymanın nasları değiştirmek anlamına gelmediğini vurgulamak gerekmektedir. Naslar kutsaldır. Herhangi bir şekilde onlara dokunulması mümkün değildir. Değişimden kastedilen zaruretin, nassa temel teşkil eden adetlerin ve illetlerin değişiminin veya nassın uygulanması için gerekli şartların bulunmayışının ışığında bu naslara dayalı içtihat ve yorumun değişmesidir.

Ahkâmın değişmesine karşı çıkanlar, her ortaya çıkan maslahat ve farklı ortam gereği hükümler değiştirilecek olursa, bir zaman sonra ‘’şeriat’’ diye bir şey kalmayacağı ve bu tutumun şer’i hükümleri rey yolu ile nesh etmek olduğunu söylemişlerdir. Hiçbir zaman ‘’değişme’’ şeriatın ortadan kaldırılmasına sebep olabilecek mahiyet arz etmediği gibi aksine onu ebedi yürürlükte kılmak için zaruri bir görünüm de arz eder.192 Hukukta değişiklik gerek aklen ve gerekse şer’an zaruri gözükmektedir. Zaruri olan bu değişikliği, genel hukuki çerçeveyi bozmadan kabullenmemek, tıkanmalara ve hukukun tümden yaşanılan hayattan uzaklaştırılmasına neden olacaktır. Oysaki İslam hukukunun amacı donmak ya da hayatı dondurmak değil, hayata hem ayak uydurmak hem de yön vermektir. Hiçbir zaman özden, genel çerçeveden uzaklaştırılmamak kaydıyla İslam hukukunun hayatiyetini temin edecek değişikliğe şer’an da zaruret vardır. Bir vacibin varlığı için zaruri olan şeyler de vaciptir193 prensibi de bunu gerektirir.

Geçen zaman süreci içerisinde her şey değişmektedir. Değişmeden olduğu gibi kalan hemen hemen hiçbir şey yok gibidir. Bunun bir istisnası varsa, belki o da değişme kanunudur.194 Dünyada, tarihte hiçbir hukuki hükmün değişmeden kaldığı görülmemiştir. Geçmişte mevcut bütün kanunlar değişmiş, yerlerine başkaları konulmuştur. Kanun ihtiyacı tanzim için tedvin edilir. Yoksa ihtiyaçlar eski kanunlara uydurulmaz.195

İslam hukuku da şüphesiz teşri ve tedvin dönemlerindeki ihtiyaçları düzenlemek için konulmuştur. Zamanla hukukun tedvinini gerektiren alt yapı değişmişse -ki değişmiştir- ilgili hükümlerin de değişmesi zaruridir. Öyle ise, zaman faktörü mevcut konumu değiştirdiği gibi ilgili hükümleri de değiştirir.196Mesela; Kur’an’ın indiği dönemdeki ilk muhatapları onların anlayış ve birikim sınırlarını aşarak bugünün birikimleri ile bilinebilecek nükleer teknoloji gibi konulardan bahsetmiş olsaydı, Kur’an onlar için anlaşılmaz olacaktı. Nitekim bir başka perspektiften bakıldığında huruf-u mukattaa böyle bir yapı arz etmektedir. Hz. Ali’nin ve Hz. Ebu Bekir’in anlayışları ile her kitabın bir sırrı ve özü vardır. Kur'an'ın sırrı da huruf-u mukattaa’dır.197

Dil198 başkenti (Ümmü’l-Kura)199 harem bölgesi seçimi Allah’tan başkası adına kesilen hayvanların yenilmemesi200 gibi değişmez hükümlerin yanında, sadece Arap müşriklere has olmak üzere ‘’ya ölüm, ya da İslam!’’ parolasının kabul edilmesi 201 muhtemelen iktisadi güvenliğin temini için haram aylar202 telakkisine belli bir süre katılınması, Müslüman kadınların azlığı ve cihat zarureti yüzünden Müslümanların kendi yurtlarından ayrı kalmaları; ayrıca diğer din salikleri arasında da dine davet ve neşri zaruretinden dolayı ehl-i kitap hanımları ile evlenmeye izin verilmesi203 müellefe-i kuluba zekattan bir fon tahsis edilmesi,204 özellikle de hukuki olmaktan çok siyasi amaçlı olan Bedir esirleri hakkındaki ayetler205 kılıç zoruyla fethedilmekle beraber Mekke’nin taksimine gidilmemesi206 muhtemelen Kur’an’ın geçici siyaseti ile ilgili olmalıdır. Nitekim uygulamaların da bu doğrultuda tezahür ettiğini görüyoruz.

Artık islamın güçlü olduğu gerekçesi ile müellefe-i kuluba hisse vermeyen Hz. Ömer207 yine siyaset icabı Huzeyfe’nin Yahudi bir kadınla evlenmesine müdahale etmiştir.208 Tabiin fukahasından Ata’nın (115/733) konuya yaklaşımı ise daha açıktır. Şöyle diyor: ‘’Yahudi, Hıristiyan hanımlarla evlenmeyi Allah Teala o zamanlar müsaade etmişti. Çünkü Müslüman hanımları azdı. Şimdi ise, sayılarına bereket gelmiştir. Ötekilere ihtiyaç kalmamıştır. Dolayısıyla da ruhsat zail olmuştur.’’209 Kılıç ayetinin210 hükmünü sadece Arap müşriklerine hasretmek de yine dini siyasetin bir gereği idi. Bedir esirleri hakkındaki istişarede hepsinin boynunun vurulmasını isteyen aynı Hz. Ömer yarımadadaki dini siyasi bütünlüğün temininden sonra aynı tavrı fethedilen ülkelerin ahalisine göstermemiş; onları köleleştirmemiş, boyunlarını vurmamış, haklarında tamamen yeni bir statü belirlemiştir.



SONUÇ

Bugün insanımızın Kuranla barışması için Kuran hakkında söz söyleyen ilim adamlarına önemli görevler düşmektedir. Bu görevlerden birisi de Kur’an’a dayanan İslam’ı öğretiyi bugünkü insanın ihtiyacını karşılayacak şekilde yeniden yorumlamaktır. Bu Kuran’ın değişmez esaslarının olmadığı, her döneme göre şekil değiştirdiği anlamına gelmez. Tam tersine Kuran’ın temel esaslarının değişmediği bir gerçektir. Ancak onun şartlar değiştiğinde değişikliğe uğrayan ve özü değişmemek ve koruduğu maslahat aynı kalmakla birlikte, şekli ve uygulanış biçimi değişen bir kısmının bulunduğu da bir vakıadır. ’Ezmanın teğayyuru ile ahkamın teğayyuru inkar olunamaz’’ derken bu gerçek ifade edilmektedir.

İdeal bir ümmet yaratmak için var olan Kur’an’ın nüzule başladığı zaman karşısında yaşayan bir toplum vardı. Bu toplumun töresi, kültür birikimi, estetik ve sanat anlayışı, kendisine has bir hayal dünyası, imajları… vb. bulunuyordu. Hiç şüphesiz Kur’an’ın ulaşmak istediği bir netice vardı. Ancak hâlihazırda bulunan muhatapların durumu buna müsait değildi. Bu yüzden içtimai, siyasi, idari vb. münasebetleri düzenlemeye başladığı Medine döneminde İslam bir taraftan "tedric" metoduna başvururken diğer taraftan da "nesh" usulünü uygulamıştı.

Kur’an’ın tarihsel yorumla değerlendirilmesi düşüncesi, onun evrensel olmadığını değil, tarih üstü bir karakterde olmadığını ifade etmektedir. Tarihsel yorumda elde edilen anlamın, yorumcunun kendi tarihselliği içinde oluştuğu kabul edilmektedir. Buna göre belirli bir tarihsellikte yaşayan bir yorumcunun elde ettiği bu anlam başka bir tarihsellikte değişebilir, farklılaşabilir. İmam Şafii’nin Mısır’daki görüşlerinin farklılaşması bu konuda bir örnektir Bu belirlemeye göre Kur’an merkezli çalışmalarda Kur’an’ın tarihselliği sözü ile onun evresel olmadığı değil, Kur’an’ın oluşumunda indiği toplumun ve değerlerin gözetildiği kastedilmektedir. Nitekim Kur’an’ı tarihsel olarak yorumlamanın amacı da Kur’an’ın kendi tarihselliğindeki anlamını başka tarihselliklere taşımaktır. Bu nedenle Kur’an ayetleri tarihsel ayetler ya da evrensel ayetler şeklinde değil, tarihsel mesafe nedeniyle tarihsel öğe taşıyan ve

taşımayan ayetler şeklinde sınıflandırılabilir.

Kur’an vahyinin iniş ortamının zaman ve mekan değişmesine bağlı olarak değiştiğini gösteren ve geçmiş ulema tarafından da kabul edilen en önemli delil ayetlerin Mekkî- Medenî olarak ayrılmasıdır. Buna göre ayetlerin Mekke ya da Medine’de inmesi muhteva ve üslup bakımından toplumun ve muhatapların durumuna bağlı olarak değişmiş, Mekkî ayetler Medenî ayetlerden farklı bir üslupla indirilmiştir.



Burada şu hususa da işaret etmemiz gerekiyor. Sabit olan naslarda asıl olan, devamlılıktır. Yani bu naslar geçici bir meseleyi halletmek muvakkat ve mahalli durumları nazarı itibara almak üzere gelmemiş, bilakis bunlar kıyamete kadar bütün ümmet için değişmez hükümler ve daimi yasalar koymak üzere gelmişlerdir. Bunun içindir ki, "naslar, geçici meseleleri halletmek, mevzii ve muvakkat durumları ele almak üzere gelmiştir, şartlar ve durumlar değişince buna bağlı olarak hükümler değişir" gibi bir iddia ile, sabit nasları bir kenara itme tehlikesine karşı uyanık olmanın gerekliliğini vurgulamak istiyorum. Esasen bu konu birçoklarının ayaklarının kaydığı, anlayışlarının saptığı bir konudur.

Yüklə 362,05 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin