AZAPKAPI CAMÜ
bak. SOKOLLU MEHMED PAŞA CAMİİ
AZAPKAPI SEBİLİ
bak. SALİHA SULTAN SEBİLİ VE MEYDAN ÇEŞMESİ
AZARYAN APARTMANI
bak. GÜMÜŞSÜ PALAS
AZARYAN, BEDROS
(12 Aralık 1842, İstanbul - 3 Eylül 1906, Frenzenbad/Avusturya) Ermeni asıllı Osmanlı işadamı.
Aristakes Azaryan'ın oğludur. Yüksek tahsil gören Bedros Azaryan, önce babasının ticari işlerini yönetmiştir. 1892'de, mütemayiz rütbesini haiz tacir olarak zikredilmektedir. 1899'da, İstanbul Ticaret Odası başkan vekili olarak adı geçmektedir. 1901'de ise, ula sanisi rütbesini haiz olup, İstanbul Ticaret Odası başkanı idi. Ömrünün sonuna kadar bu görevde kalmıştır. 1906'da, üçüncü sınıf mecidî nişanını haizdi. Şir-ket-i Hayriye'nin idare meclisi azalığın-da ve Aliyans Sigorta Şirketi'nin müdürlüğünde de bulunmuştur. Ermeni Katolik Cemaati'nin idari işlerinde dahi görevler deruhte etmiştir ve hayratı ile de tanınmıştır.
19 Nisan 1874'te Takuhi Maruş'la evlenmiştir. Evlatları şunlardır: Anna-Marta (1876-1878), Ohannes Aristakes (1880-1902), Nektarine (1892-1908), Mariamik adındaki kızı ise, 1901'de ünlü mimar ve araştırmacı Prof. Levon GüreğyanTa (1869-1950) evlenmiştir. Mezarı Şişli Ermeni Katolik Mezarlığı'ndadır. Bibi. Yedikule Ermeni Hastabanesi Salnamesi, 1892, 1899, 1901 ve 1908; Dzağik (Çiçek),
AZARYAN KÖŞKÜ
502
503
AZINLIK OKULLARI
Beyoğlu'nda, Meşelik Sokağı'ndaki Zapyon Rum Kız Lisesi (solda) ve Esayan Ermeni Kız Lisesi binaları (sağda). Hazmı Okurer, 1993
Azaryan Köşkü, Büyükada
Erkin Emiroğlu, 1985
S. 4 (631), 8 Eylül 1906; Hanrakidak (Ansiklopedi), 9 Eylül 1906; s. 3; Kerezmanadun Katoğike Hayotz Gosdantnubolso (İstanbul Katolik Ermenileri Mezarlığı), s. 83; Pamukci-yan, "Ermeniler Hakkında Biyografik Notlar" (Ermenice, yayımlanmamış çalışma).
KEVORK PAMUKCİYAN
AZARYAN KÖŞKÜ
Büyükada'da, eski adı "Nizam Caddesi" olan Çankaya Caddesi'nde yer almaktadır.
Son devir Osmanlı hariciyecilerinden Manuk Azaryan Efendi (1850-1922) tarafından 1885-1890 arasında inşa ettirilmiştir. Mimar Fotiadis'in tasarladığı köşkün inşaatını Yorgo Simota Kalfa üstlenmiştir. Azaryan Efendi'den, Tophane Müşiri Zeki Paşa'ya (1849-1914) intikal eden köşk birçok sahip değiştirdikten sonra 1972'den itibaren Büyükada Tenis ve Su Sporları Kulübü'nün yönetim binası olmuştur. Yaz aylarında faal olan kulübün konaklama tesisleri, tenis kortları, yüzme havuzları, çeşitli eğlence ve spor birimleri, köşkün, denize kadar inen geniş bahçesi içinde dağılmış bulunmakta, kıyıda da plaj yer almaktadır.
Kagir bir bodrum katının üzerinde yükselen ahşap köşk, iki kat ile bir çatı katından oluşmaktadır. Eğimli araziden ötürü cadde yönünde (güney) istinat duvarına yaslanan bodrum katı, deniz yönüne (kuzey) bir revakla açılmaktadır. Bodrumda sarnıç ile çeşitli servis birimleri (mutfak, kiler, çamaşırhane) bulunmaktadır. Diğer katlar, yapının merkezinde dik açıyla kesişen iki eksene göre simetrik biçimde tasarlanmıştır. Söz konusu katlarda, Osmanlı sivil mimarisinin en yaygın plan tiplerinden olan ve "karnıyarık" tabir edilen iç sofalı plan uygulanmıştır.
Gerek zemin katta gerekse de üst katta, kuzey-güney doğrultusunda köş-
kün bir ucundan diğer ucuna "zülvec-heyn" sofalar uzanmakta, zemin katta çeşitli yaşama birimleri, üst katta da yatak odaları bu sofalara açılmaktadır. Köşkün kuzey ve güney cephelerinin yanlarında, doğu ve batı cephelerinin ise ortalarında çıkıntılar oluşturulmuş, bu çıkıntıların arasına, içerdeki zülvecheyn sofaların devamı olan, eyvan niteliğinde teraslar ve balkonlar yerleştirilmiştir.
Köşkün ana girişi zemin katta, güney cephesindeki terasta bulunmaktadır. Kuzey cephesindeki terastan iki kollu mermer merdivenlerle bahçeye inilmektedir. Terasları iki yandan kuşatan, zemin kata ait mekânların köşeleri pahlanarak yarım altıgen biçiminde kitleler meydana getirilmiştir. Kuzeydoğu köşesinde, istanbul'un son devir köşk mimarisinde epeyce yaygın olan, Adalar'm yamsıra Kadıköy-Bostancı eksenindeki banliyölerde, ayrıca Bakırköy-Yeşilköy yöresindeki köşklerde de sıkça rastlanan, "mehtabiye" denilen cihannüma niteliğinde bir kule yükselir. Kulede, çepeçevre balkonlarla kuşatılmış olan iki kat bulunmakta, çinko kaplı konik bir külah kuleyi taçlandırmaktadır. Marsilya kiremitleriyle kaplı olan dik meyilli çatı, köşkün çıkıntılarının üzerinde üçgen alınlıklar meydana getirmekte, kuzey ve güney cephelerinde bu alınlıkların arasında çatı katına ait önleri balkonlu, küçük üçgen alınlıklarla donatılmış mekânlar bulunmaktadır.
Azaryan Köşkü'nde, geç devre ait Osmanlı sivil mimari eserlerinin büyük çoğunluğunda olduğu gibi, iç mimari ile dış mimari arasında üslup açısından bir tezat gözlenir: Mekânların tasarımında sivil mimarinin köklü geleneklerine uyulmuş, buna karşılık cephelerin tasarımı ve süslemesinde II. Abdülhamid devrinin eklektik zevki egemen olmuş-
tur. Küçük konsollarla desteklenen kat arası ve saçak altı silmelerinde, pencerelerin üzerindeki konsollu küçük saçaklarda ve birtakım başka ayrıntılarda ampir üslubunun etkileri görülmekte, Orta Avrupa şalelerini hatırlatan çatı katı cephelerinde, özellikle alınlıkları dol-gulayan dekoratif kemerlerde ve şebekeli ahşap panolarda Hint, Magrib-En-dülüs ve gotik etkileri harmanlanmış bulunmaktadır. Bibi. Tuğlacı, İstanbul Adalan, I, 211-214.
M. BAHA TANMAN
AZARYAN YALISI
Boğaziçi'nde Büyükdere'de Piyasa Caddesi'nde 27-29 no'lu yalı-konak.
Bugün Sadberk Hanım Müzesi(-0 olan yapı 20. yy başında yanan daha eski bir konak arsasında tüccar Bedros Azaryan tarafından yaptırılmıştır. Büyük-dere'deki yabana kolonisinin ve azınlıkların değişik üsluplarda yapılmış konaklan içinde Azaryan ailesinin konağı o çağın Batılılaşmaya özenen ya da doğrudan Batılı modelleri örnek alan zengin konut anlayışını yansıtır. Yüzyıl sonlarında egemen olan geleneklerden kopmuş seçmeciliğin örneklerinden biridir. Plan açısından İstanbul'da son dönemin büyük konutlarındaki merkezi planlı ve merkezi çıkmalı temel tipolojiye uyan ahşap konak, cephe tasarımıyla çevresindeki yapılardan ayrılır. Az derin bir bodrum katı üzerinde üç ana kat ve bir çatı katından oluşur. Cadde üzerinde olan ana giriş kapısından parke kaplı büyük bir sofaya girilir. Düşey sirkülasyon sofanın iki yanında, biri servis için, iki merdivenle yapılır. Servis merdiveni, girişe göre solda bulunan servis kapısına açılır. "Piano Nobile" birinci kattadır. Çatı katı, Batılı örneklerde de görüldüğü gibi, hizmetçilere tahsis edilmiştir. Bezeme duvarlarda ampir üslubunda kalem işleri, mermer taklidi sıvalar ve tavanlarda alçı malzeme ile Orta Avrupa mimarisinden esinlenen seçmeci ve zengin bir tasarımla gerçekleştirilmiştir.
Yapının dış mimarisi ahşap karnıyarık tipi konakla "chalet" anılarının bir karışımıdır. Osmanlı konağında daha çok bir
Bugün Sadberk Hanım Müzesi olarak kullanılan Azaryan Yalısı.
Ara Güler
cihannüma olarak biten çıkma burada, Alp şalelerinde görüldüğü gibi bir balkonla sonlanmaktadır. Ahşap kaplama yine Avrupa ahşap yapılarından esinlenmiş kesişen diyagonallarla dekoratif bir çatkı düzeniyle vurgulanmıştır. Fakat bu artikülasyon art nouveau(->) bezemenin moda olduğu bir dönemde oldukça mekanik ve kuru bir seçimi yansıtır. Diyagonal çatkı, çıkma üzerindeki pencerelerin biçimini de saptamıştır.
Azaıyan Yalısı arkada Yazlık Rus Se-fareti'nin sınırlarına kadar uzanan çok büyük bir bahçe içindedir. Boğaz kıyısındaki bütün büyük konaklardaki gibi teraslarla yükselen bahçede anıtsal ağaçlar vardır. Yapı birinci derece tarihi eser olarak tescil edilmiştir.
DOĞAN KUBAN-ÇETIN ANLAĞAN
AZINLIK OKULLARI
Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk uyruklu kişilerin, özel yasaya göre açtıkları okullardır. İstanbul'un fethinden sonra II. Mehmed (Fatih) her dinden ve milletten insanların, ortak çıkarlar etrafında uyumlu ve uzlaşmaya dayalı toplumlar oluşturmalarını amaç edinmiş, Rumlara, Ermenilere ve Yahudilere azınlık (cemaat) haklan vererek, bunların kendi geleneklerini, kültürlerini yaşatmalarını, dini mahiyette örgütlenmelerini ve eğitim yapmalarını, evrensel siyasetinin gereği saymıştır. Bunlar Tanzimat'a (1839) kadar dinsel bir organizasyon içinde cemaatlerin ruhani liderlerinin sorumluluğunda kurumlaşmışlardır. Azınlık okullarının gelişim süreci incelendiğinde, Rumların diğer azınlıklara kıyasla daha ayrıcalıklı konumda olageldikleri görülür. Fener Rum Mektebi, İstanbul'un fethi yıllarına dayanan köklü bir kurum olup, burada teoloji, felsefe, tıp ve dil öğretimleri yapılmakta idi. Rumlar Türkiye'deki ilk gerçek üniversite olarak da tanıtılan "Kuruçeşme Mektebi"ni 1805'te açtılar. Burada laik eğitim ve ilk ciddi tıp öğretimi yapılmıştır.
Ermeniler de Osmanlı tarihinde kendilerinden "Millet-i Sadıka" olarak bahsedilmesi ayrıcalığını kullandılar. Özellikle eğitim yoluyla, unutulmakta olan Erme-niceyi canlandırmayı amaçladılar. 16. yy'da matbaacılığa el atarak, Osmanlı yayın dünyasında önemli bir yer edindiler. Kilise örgütünün dışında ilk özel Ermeni okulunu 1790'da Amira Miricanyan, Kum-kapı'da açmıştır. Ermeni okullarının laikleşmesi sürecinde, 1838'de Üsküdar'da açılan Cemeran Okulu aynı zamanda ilk yatılı yüksekokuldur. 1860'a doğru ise Ermeni cemaatinin anayasası kabul edilen "Nizamname-i Millet-i Ermeniyan" çıkartılarak azınlık okullarının yönetimleri için de seçimle belirlenen bir eğitim kurulu oluşturulmuştur.
Yahudiler ise 19. yy'm ikinci yarısına kadar gelenekçi "Talmut Torah" okulları ile eğitimlerini sürdürmüşlerdir. Buna karşın, Haskala (aydınlanma) denen laik kültüre ve eğitime yöneliş ilk defa Tür-
kiye'deki Yahudi okullarında görülmüştür. Yahudilerin Alliance Israelite Üniverselle aracılığı ile okullaşmaya önem vermesi 19. yy'm ikinci yarısında başlamıştır (bak. Alliance Israelite Okulları).
18. yy'ın ortalarından sonra azınlık okullarının sayısı hızla artmış, ama bunlar 19. yy ortalarına kadar her türlü denetimden uzak kalmışlardır. Ancak 1869' da Maarif-i Umumiye Nizamnamesi'nin çıkmasıyla azınlık okullarının konumlan belli olmaya başlamıştır. Nizamnamenin 2. maddesindeki "mekâtib-i hususiye" deyimiyle bu okullardan bahsedilmiş, 131. maddesinde de Meclis-i Maarifin üyeleri arasında cemaat temsilcisi olarak ruhani reislere yer verilmiştir. 19l4'te çıkan "Maarif-i Umumiye Nezareti Teşkilatı Hakkında Nizamname"den sonra da devlet tarafından bütün yabancı ve azınlık okullarının denetlenme sorumluluğu üstlenilmiştir. 1915'te "Mekâtib-i Hususiye Talimatnamesi" adı altında azınlıkları doğrudan ilgilendiren ilk önemli yönetmelik çıkmıştır. Bu yönetmelikte ekalliyet (azınlık) deyimi yerine "Türk cemaatleri" deyimi kullanılmıştır. Bu talimatname ile yabancıların yeni okul açmaları yasaklanmış, azınlıklara (Türk cemaatlerine) ait okullara da kuruluş ve işleyiş açısından birtakım esaslar getirilmiştir. II. Meşrutiyet döneminde (1908-1918) ise hükümet, bu okullara atanacak öğretmenlerin Osmanlı uyruğu olup olmadık,-ları konusuna eğilmiş, öğrencilerin kayıtlan konusunda da bazı prensip ve koşullar getirilmiştir.
24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Barış Antlaşması'nda, azınlık haklarına ve eğitime ilişkin maddeler de yer almıştır. 40. maddede, azınlık mensuplarının TC vatandaşı olarak eşit haklara sahip oldukları belirtilmiş, eğitim-öğretim kurumlarını kurup çalıştırmada, yönetmede, giderlerini karşılamada, kendilerine tanınan haklara yer verilmiştir. 41.
madde de azınlıkların ilköğrenimlerin-den söz edilerek Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, bunların yoğun olduğu bölgelerde kendi dilleriyle öğrenim görmelerini sağlamayı taahhüt etmiştir. Buna karşılık okul yönetimlerinin de Türkçe öğretiminin zorunlu olmasını engellemeyecekleri kuralı getirilmiştir. 45. madde ise yalnızca Rum azınlıkla ilgili olarak mütekabiliyet esasını öngörmüş, "Türkiye'nin tanıdığı hakların, Yunanistan'daki Müslüman-Türk azınlığa da tanınması" benimsenmiştir.
l Mart 1924'te Tevhid-i Tedrisat Kanunu yürürlüğe girince yabancı ve azınlık okulları da doğrudan Maarif Vekâle-ti'ne bağlı konuma girmiş ve bunun gereği olarak da bu okullardaki dini faaliyet ve eğitimler yasaklanmıştır. Cumhuriyet hükümetinin eğitime verdiği önem sonucunda 1925-1931 arasındaki atılımlarla resmi okulların cazip hale gelmesiyle azınlık okullarına ilgide düşüş görülmüştür. 1930'lu yıllarda, tamamına yakını İstanbul'da olmak üzere Rumların 43 ilk, 3 orta, 4 liseleri; Ermenilerin 34 ilk, l orta, 3 liseleri; Musevilerin de 6 ilk, l liseleri öğretime açıktı. Çok sayıda okul ise öğrencisizlikten kapanmıştı.
1935'te yürürlüğe giren 2762 sayılı Vakıflar Kanunu ile de azınlık okulları vakıflarının başka bir amaç için kullanılması yasaklanmıştır. Azınlık kurum ve okullarının onarım izni ile onarımın, taşınmazın asli yapısına aynen uygun tarzda gerçekleştirilmesi işini kontrol görevi, Vakıflar Tüzüğü'nün 48. maddesi ile Vakıflar Başmüdürlüğü'nün yetkisindedir. Yine aynı tarihte yayımlanan 2739 sayılı Bayramlar ve Genel Tatiller Hakkında Kanun gereği, azınlık okullarında, resmi bayram ve tatil günleri dışında, kendi özel dini gün ve bayramlarında da öğretime ara verilir. 1955'te yürürlüğe giren 6581 sayılı Azınlık Okulları Türkçe ve Türkçe Kültür Dersleri Öğretmenleri
AZİZ BERKER İLÇE HALK
504
505
AZİZ MAHMUD HÜDAÎ
Hakkında Kanun ile, bu okullardaki Türkçe ve genel kültür derslerinin, Milli Eğitim Bakanlığı'nca atanan Türk öğretmenlerce okutulması yasalaşmıştır. Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan 20 Nisan 1951 tarihli kültür antlaşması ve 20 Aralık 1968 tarihli Atina protokolü, azınlık okullarını ilgilendiren bazı özel hususları da içermektedir.
Tüm azınlık okulları 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu doğrultusunda eğitim ve öğretim yapmakla yükümlüdürler. Rumların halen İstanbul'da 21 okulları vardır. Ancak örnek olarak Hey-beliada Rum Erkek Lisesi, Fener Yuva-kimyon Kız Lisesi gibi okullarda kayıtlı öğrenci bulunmamaktadır. Ermenilerin 19 ilk, 5 ortaokul ve 5 lise olmak üzere 29 okulları, Yahudilerin de 2 ilkokul ve l lise olmak üzere 3 okulları eğitim-öğ-retime devam etmektedir.
AHMET MÜLAYİM
AZİZ BERKER İLÇE HALK KÜTÜPHANESİ
Kadıköy'de Rasimpaşa Mahallesi, Nüz-het Efendi Sokağı no. 73'tedir.
Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yaptırılan kütüphane 23 Nisan 1969'da Kadıköy İlçe Halk Kütüphanesi adıyla hizmete açılmıştır. Bu tarihte çocuk bölümü, evlere ödünç kitap verme bölümü ve müracaat kitapları bölümü ile üç katta faaliyet gösteren kütüphanenin, kat sayısı daha sonra beşe yükseltilmiş 23 Nisan 1971'de de Kütüphaneler eski genel müdürü Aziz Berker'in adı verilmiştir. Bina, 894 m2'lik bir alanda yer almaktadır.
1992 itibariyle kütüphanenin toplam dermesi 18.826'dır. Yılda ortalama 20.000 kullanıcı fotokopi, çocuk bölümü ve evlere ödünç verme hizmetlerinden yararlanmaktadır. 7 günlük gazete, 80 süreli yayın izlenmektedir. Kitap ve yazar adlarına göre hazırlanmış alfabetik kataloglar ile Dewey onlu tasnif sistemine göre
Aziz Berker İlçe Halk Kütüphanesi'nin binası. Hazım Okurer, 1993
oluşturulmuş konu katalogu vardır. Birçok kültürel etkinliğin düzenlendiği kütüphanede açık raf sistemi uygulanmakta ve 14 personel çalışmaktadır.
Ömer Faruk Toprak Halk Kütüphanesi, Muhtar Özkaya Halk Kütüphanesi, Bahariye Çocuk Kütüphanesi, Serap Sedat Çocuk Kütüphanesi gibi semt kütüphaneleri Aziz Berker Halk Kütüphanesi'nin bağlı birimleridir.
AYTEN ŞAN ŞÖLEN
AZİZ EFENDİ
(1871, Maçka/Trabzon - 16 Ağustos 1934, İstanbul) Hattat. Asıl adı Mehmed Abdülaziz'dir. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında ailesiyle birlikte İstanbul'a geldi. Güzel yazıya daha sıbyan mektebinde iken başladı ve Bakkal Arif Efen-di'ye(->) tavsiye edildi. Oturduğu Kâğıthane'den yaya olarak gelip gittiği hocasından sülüs ve nesih öğrendi. 1896'da icazet aldı. Ayrıca devam ettiği Muhsinza-de Abdullah Bey'den(-») ve Karinâbâdlı Hasan Hüsnü Efendi'den de icazeti vardır. Devrin üstadı Sami Efendi'den(->) de yazarak, Hasan Hüsnü Efendi'den başladığı ta'likı kemale erdirmiştir.
1893'te Bâb-ı Meşihat'a (şeyhülislamlık) kâtip olarak girdi. Sekiz yıl sonra aynı idarenin mektubi kalemi kâtipliğine getirildi. Aynı yıllarda Şehri Ahmed Efendi'ye devam ederek "ilmiye icazetnamesi" aldı. Dürüstlüğü ve yazısının güzelliği cihetiyle çalıştığı dairede mü-himme kâtipliğine yükseldiği gibi Med-resetü'l-Kuzât ve Mahmudiye Merkez Rüştiyesi'nde ve çalıştığı yerde memurlara talik yazı dersleri verdi.
Mısır Kralı I. Fuad'ın bir Kuran yazdırmak istemesi üzerine Bâb-ı Meşihat tarafından verilen izinle 1922'de Kahi-re'ye giderek altı ay kaldı. Kuran'ın tezhibi de kendinden istenince izni altı ay daha uzatıldı. 1923'te Cumhuriyet'in ilanıyla Bâb-ı Meşihat kapatılınca açıkta kalan Aziz Efendi, Kahire'de yazı öğretimi için bir okul açması hususundaki teklifi kabul ederek Mısır'da kaldı ve Halil Ağa Medresesi'nde birinci ve daha sonra Şeyh Salih Medresesi'nde ikinci hat okulunu açtı ve böylece on bir yıl içinde orada hem yazı ve hem de tezhip dersleri vererek birçok öğrenci yetiştirdi. İstanbul'a döndükten kısa bir zaman sonra Çarşamba'daki evinde vefat etti. Edirnekapı Mezarlığı'na gömüldü.
Aziz Efendi, her çeşit yazıda usta idi. Tuğra çekmesini de bilirdi. Divan-ı Hü-mayun'da tuğrakeşlik vazifesini kabul etmesi için hocası Sami Efendi ısrar etmişse de Bâb-ı Meşihat'taki vazifesini bırakmak istemediğinden kabul etmemişti. Süratli yazı yazardı. Tezhip sanatında da usta idi. Her isteyene parasız yazar, hattâ tezhip ederek verirdi. On iki Kuran yazmıştır. Bunlardan biri Afganistan Kralı Emânullah Han'ın babasında, birisi Mısır Krallığı hazinesinde idi. Bir Kuran da Hıdiv Abbas Hilmi Paşa'nın annesi için yazmıştı. Ayrıca bir tanesi de kendi
ailesindeydi. Diğerlerinin nerede olduğu bilinmemektedir. Yazdığı büyük boydaki üç Hilye'den biri Topkapı Sarayı'nda ikisi de ailesindedir.
Önceleri "Abdülaziz Eyyûbi" sonra "Aziz", 1908'de Rıfaî şeyhlerinden Kenan Bey'e (Büyükaksoy) intisap ettiği için olacak son zamanlarda da eş-Şeyh Mehmed Abdülazizü'r-rifaî diye imza atardı.
Aziz Efendi, sülüs ve nesihte Hafız Osman, celi sülüste Mustafa Rakım, ta'likta Yesârizade Mustafa İzzet okuluna bağlıdır.
Bibi. İnal, Son Hattatlar, 68-72; Rado, Hattatlar, 251; M. Serin, Hattat Aziz Efendi, İst., 1988
ALİ ALPARSLAN
AZİZ EFENDİ TEKKESİ
Eminönü İlçesi'nde, Sultanahmet'te, Cankurtaran Mahallesi'nde, Kabasakal Caddesi üzerinde, Sultan Ahmed Arasta-sı'nın karşısında bulunmaktaydı.
Rıfaî tarikatından, "Seyyah Şeyh" ya da "Seyyah Aziz" lakapları ile tanınan Şeyh Abdülaziz (Aziz) Efendi tarafından 1285/1868-69'da tesis edilmiştir. Tekke bazı kaynaklarda Şeyh Aziz Efendi'nin bu lakapları ile kayıtlı olduğu gibi, avlu girişi üzerindeki kitabede "Seyyah Eren Dergâhı" olarak anılmakta, ayrıca, karşısında bulunan arastadan dolayı "Arasta Tekkesi" olarak da tanınmaktadır.
Aziz Efendi Tekkesi "Büyük Saray" denilen Bizans İmparatorluk Sarayı'nın kalıntıları üzerinde yer almaktadır. Tekke binalarının üzerinde bulunduğu set, Marmara yönünde, bu saray kompleksinden arta kalmış istinat duvarları ile desteklenmekte, arsanın batı kesiminde, aynı komplekse ait birtakım binaların altyapıları teşhis edilmektedir. Fetihten sonra, özellikle 16. ve 17. yy'larda Büyük Saray'ın arazisinde, çoğunluğu kagir olan vezir saraylarının inşa edildiği, geç devirde ise daha ufak boyutlu parseller içinde inşa edilmiş ahşap konakların, bunların yerini aldığı bilinmektedir. Nitekim tekkenin, Kabasakal Caddesi boyunca uzanan yüksek bahçe duvarı ile bu duvarda bulunan avlu girişinin, tekkeden en az iki yüzyıl daha eski bir vezir sarayına ait olduğu söylenebilir.
Zâkir'in, Mecmua-i Tekâyâ'smda bu tekkenin şeyhleri hakkında bilgi bulunmamaktadır. Bandırmalızade A. Münib' in Mecmua-i Tekâyâ'sım yayımladığı 1307/1889-90'da Şeyh Aziz Efendi'nin hayatta olduğu anlaşılmaktadır. Tekkenin son şeyhi ise Sadık Efendi'dir. Varlıklı ve yardımsever bir insan olduğu, İstanbul'daki tekke şeyhleri içinde maddi sıkıntı çekenlere yardımda bulunduğu bilinen Şeyh Sadık Efendi büyük bir ihtimalle Aziz Efendi'nin neslindendir. Ayin günü pazar olan, 1885'te içinde iki erkek ile üç kadının ikamet ettiği bilinen Aziz Efendi Tekkesi'nin, 1925'te kapatıldıktan sonra bir müddet son şeyhin ailesi tarafından mesken olarak kullanıldığı, mülkiyetinin Vakıflar İdaresi ile şeyh ailesi arasında dava konusu oldu-
Aziz Efendi Tekkesi'nin cümle kapısı. Hakan Arlı, 1988
ğu anlaşılmaktadır. Cumhuriyet devrinde giderek harap düşen ve bu arada el değiştiren tekke binaları 1980'li yılların başlarında, yerlerine otel yapılmak üzere yıktırılmış, ilgili mercilerin izin vermemesi sonucunda söz konusu otel de hâlâ inşa edilememiştir.
Aziz Efendi Tekkesi'nin mimari özellikleri ayrıntılı olarak tespit edilememiştir. Günümüzde mevcut olan yüksek bahçe duvarında, yer yer tuğla hatıllarla beslenmiş moloz taş örgü görülür. Dikdörtgen açıklıklı küçük cümle kapısı, aslında çok daha geniş tutulmuş olan, ancak tekkenin yapımı sırasında örülerek daraltıldığı anlaşılan anıtsal girişin sol kenarında bulunmaktadır. Tekkenin yerindeki saraya ait olması gereken bu büyük girişin yanları pahlı yüzeylerle donatılmış, bu yüzeylerin üst kesimlerine, testere dişi biçiminde üç sıralı konsollar yerleştirilmiştir. Bu konsollara oturan kemerin kesilerek kemer açıklığının bir demir putrelle geçildiği görülmektedir. Putrelin üzerinde, bir kısmının içi sonradan örülmüş olan, yuvarlak kemerli ufak pencereler sıralanmaktadır.
Tekkenin cümle kapısı, dikdörtgen tablalı ahşap kanatlarla donatılmış, kapı açıklığını geçen ahşap hatılın üzerine iki kitabe levhası yerleştirilmiştir. Büyük boyutlu olan alttaki levhada, Rıfaîliğin piri Seyyid Ahmed Rıfaî'ye ithaf edilmiş, talik hatlı dokuz beyitlik bir methiye, "Derunî" mahlaslı bir şaire ait olan bu metnin sonunda da tekkenin inşa tarihi (1285) bulunmaktadır. Levhanın en altında, ortada yer alan kartuşta "Seyyah Eren Dergâhı" olarak tekkenin adı, ayrıca Arapça, Farsça ve Türkçe olarak tekkenin ayin günü (yevmü'1-ahad/ruz-i yekşenbe/gün pazar) belirtilmiştir. Kitabede gözlenen bu ibare, geçen yüzyılda İstanbul tekkelerinde, haftalık ayin günlerinin önem kazanması, bu döneme ait listelerde tekkelerin, ayin günlerine göre
sınıflandırılması yolundaki gelişmeleri yansıtmaktadır. Üstteki küçük boyutlu levhada, cami şeklinde istiflenmiş olarak Seyyid Ahmed Rıfaî'nin ismi bulunmaktadır. Sülüsle yapılmış olan bu istifte kullanılan, merkezi kubbeli ve altı minareli cami motifinin, tekkenin yakınındaki Sultan Ahmed Camii'ni hatırlatması dikkat çekicidir. Minarelerin yanısıra, kubbenin sağına ve soluna simetrik biçimde yerleştirilmiş olan iki sancak, Seyyid Ahmed Rıfaî'nin iki kere kutbiyet makamına sahip olduğunu ve "Ebü'l-âlemeyn" (iki âlem sahibi) lakabını taşıdığını ifade etmektedir. Birtakım tarikat sembolleri ile oluşturulmuş, adeta tarikat arması niteliğindeki bu tür kompozisyonların geçen yüzyılda tekke çevrelerinde revaç bulduğu bilinmektedir.
Prof. Dr. S. Eyice'den alınan bilgilere, ayrıca bir-iki kere cümle kapısının aralığından görebildiklerimize dayanarak tekke binaları hakkında şunları söyleyebiliriz: Tevhidhaneyi, selamlığı ve haremi barındıran, büyük bir ahşap görünümündeki asıl bina, cümle kapısının karşısında yer almaktaydı. Kapının solunda Şeyh Aziz Efendi ile aile fertlerinin gömülü oldukları küçük bir türbe bulunmaktaydı. Kagir duvarlı ve ahşap çatılı olan türbenin pencereleri basık kemerlerle taçlandırılmış, demir parmaklıklarla donatılmıştı. Arsanın kuzey sınırı boyunca uzanan, sırtı avlu duvarına dayalı, tek katlı binanın bir dizi derviş hücresini barındırdığı tahmin edilebilir.
Bibi. Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, I, 62-63, no. 96; Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 8; th-saiyatll, 20; Vassaf, Sefine, V, 270.
M. BAHA TANMAN
AZİZ MAHMUD HÜDAÎ
(1541, Şereflikoçhisar - 2 Ekim 1628, istanbul) Celvetî tarikatının kurucusu mutasavvıf. Asıl adı Mahmud, mahlası Hüdaî'dir.
Ailesi hakkında bilgi olmayıp yalnızca babası Fazlullah bin Mahmud'un adı bazı kaynaklarda geçmektedir. Öğrenimine Sivrihisar'da başladı. Daha sonra İstanbul'a gelerek Küçükayasofya Med-resesi'ne devam etti. Burada dönemin tanınmış müderrislerinden Nâzırzade Ramazan Efendi'nin (ö. 1576) öğrencisi oldu ve medreseyi bitirdikten sonra uzun yıllar hocasının yanında muidlik (müderris yardımcılığı) görevinde bulundu. 1571'de Nâzırzade, Edirne Selimiye Medresesi'ne tayin edilince onunla birlikte Edirne'ye gitti. Bir süre burada kaldıktan sonra Nâzırzade'nin kadı olarak Mısır ve Şam'a gönderilmesiyle bu ülkeleri görme fırsatını elde etti. 1573'te Mısır'dan dönerek Bursa'da Fer-hadiye Medresesi müderrisliği ve Cami-i Atik Mahkemesi naipliğini üstlendi. Hocası Nâzırzade'nin 1576'da Bursa'da vefat etmesi üzerine ilmiye mesleğinden ayrılarak tamamen tasavvufa yöneldi. Bursa'dan Sivrihisar'a ve ardından Rumeli'ye giderek bir süre Eski Zağra'da kaldı. Daha sonra İstanbul'a geldi. Şeyhülislam Hoca Sadeddin Efendi'nin aracılığıyla Küçükayasofya Tekkesi meşihatına atandı. 1599'a kadar Fatih Camii, ardından Üsküdar Mih-rimah Sultan Camii vaizliğinde bulundu. 1589'da kendi adına bir tekke kurmak için Üsküdar'da arazi satın aldı ve inşaat 1595'te tamamlanıncaya kadar Rum Mehmed Paşa Camii yakınındaki bir eve yerleşti, lölö'da Sultan Ahmed Camii'nin açılışında ilk hutbeyi okudu ve bir süre burada vaizlik yaptı. Vefatına kadar tarikat faaliyetlerini Üsküdar'daki tekkesinde sürdürdü. Türbesi, kendi adıyla anılan Aziz Mahmud Hü-daî Külliyesi'ndedir(-»).
Sia_İŞ|Bj Siyç
Aziz Mahmud Hüdaî'nin 1287/1870'te basılmış olan Külliyat'ımA ilk sayfası.
Nuri Akbayar koleksiyonu
Dostları ilə paylaş: |