I u n d e n bugüN



Yüklə 7,14 Mb.
səhifə113/129
tarix09.01.2019
ölçüsü7,14 Mb.
#94242
1   ...   109   110   111   112   113   114   115   116   ...   129

AYETULLAH BEY

484

485

AYNALIKAVAK KASRI

Aynalıkavak Kasrı'nm, Choiseul de Gouffier'nin Voyage Pittoresque de la Grece adlı albümünde yer alan gravürü. J. B. Hilair'in deseni. Ara Güler fotoğraf arşivi

mış süslemelerin bulunduğu bilinmektedir. Söz konusu süslemelerin, II. Abdül-hamid devrinin eklektik zevkim yansıttığı tahmin edilebilir. Tevhidhanenin kuzeydoğu köşesinde yer alan ahşap minare, kısa ve kalın gövdesi ile yapının oranlarıyla uyum içindedir.

Bibi. Kut, Dergehname, no. 9, 230; Ayvansa-rayî, Hadîka, l, 30-31; Ayvansarayî, Meç-muâ-i Tevârih, 255; Çetin, Tekkeler, 584; Aynur, Saliha Sultan, no. 24, 34; Âsitâne, 4; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, I, no. 21, 12-13; Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 3; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ, 10-11; M. B. Kâhyaoğlu, "Aydınoğlu Dergâhı ve Mescidi", İSTA. III, 1520-1526; Öz, istanbul Camileri, I, 26; Os-manh Müellifleri, I, 213; M. B. Tanınan, "Aydınoğlu Tekkesi", DlA, IV, 238-239.

M. BAHA TANMAN



AYETULLAH BEY

3, İstanbul - 1918, İstanbul) Fenerbahçe Spor Kulübü'nün kurucularından. Piyade Feriki (korgeneral) Şevki Paşa'nın oğludur. Saint Joseph Lisesi'ni bitirdi. Önce Terkos Şirketi'nde, daha sonra da Osmanlı Bankası'nda çalıştı. Bu memuriyeti sırasında iki arkadaşıyla birlikte -Nu-rizade Ziya Bey (Songülen) ve Prof. Necip Bey (Okaner)- 1907 ilkbaharında Fenerbahçe Spor Kulübü'nü kurdu. Kısa bir süre ilk takımlarda futbol da oynadı, sonra yöneticilikte karar kıldı. Kâtib-i umumi (genel sekreter) olarak çalışırken, Reis Ziya Bey'in istifası üzerine, 1910'da henüz 22 yaşındayken başkanlığı üstlendi. Dağılmak üzere bulunan kulübü toparlayan ve kurtaran kişi oldu. Fenerbahçe kulübüne büyük hizmetler verdi, bu arada Türkiye'de izciliğin vücut bulmasında da önemli rol oynadı. I. Dünya Sava-şı'nın son yılında istanbul'da baş gösteren ve pek çok cana mal olan "ispanyol nezlesi" salgını sırasında, henüz 30 yaşındayken hayata gözlerini yumdu. Karaca-ahmet Mezarlığı'nda toprağa verildi.

CEM ATABEYOĞLU



AYGÜN, KEMAL

(1916; Şebinkarahisar- 1979, istanbul) istanbul'un Şehir Meclisi'nce seçilmiş ilk belediye başkanı.

istanbul'da 1928'den beri valilik ve belediye başkanlığı aynı kişinin uhdesinde toplanmıştı. Valiliğe atanan kişi belediye başkanlığı görevini de üstleniyordu. 1958'den itibaren bu uygulamaya son verildi. Kemal Aygün istanbul Şehir Meclisi'nce belediye reisi seçildi. 25 Aralık 1958 ile 27 Mayıs 1960 arası görevde kaldı.

Kemal Aygün, 1950'li yılların istimlaklerinin yarattığı bezginlik ortamında görevi devraldı. Kendinden önce yapılan istimlaklerin borçlarını kısmen ödedi. Ancak istimlak işleri onun döneminde de hızla devam etti. Dolmabahçe-Tophane yolu, Yıldız-Beşiktaş, Millet Caddesi-Beyazıt, Sirkeci-Florya sahil yolunun bir kısmı beton asfalt olarak bitirildi. Karaköy-Azapkapı yolu açıldı. Karayollarıyla ortaklaşa Sirkeci-Florya sahil yolu düzenlendi.

1959'da toplam 782.188 m2 beton yol yapıldı. Aynı yıl inşası biten yol sayısı 192 idi. inşaatı devam eden yol toplamı ise 69 idi. Kemal Aygün döneminde Kadıköy'de Bağdat Caddesi'ni düzenleme çalışmalarına başlandı. Beyazıt-Eminönü istimlaki hazırlandı. Kanalizasyon projeleri ihale edildi.

1950'li yılların sonlarına doğru İstanbul'da inşaat sayısında büyük artış oldu. Kırsal kesimlerin çözülmesi ve İstanbul'a göç kenti sürekli büyütüyordu. Eskiden yılda iki-üç bin inşaat yapılırken bu sayı 1958'de yedi bine ulaşmıştı. Apartman inşası ve satışları karaborsaya düştü. Kentte gecekondu yapımı bariz bir şekilde arttı.

Yükselen konut talebi karşısında inşaatların niteliği sorgulanmaya başlandı. Yapılarda eksik malzeme kullanımı ve teknisyenlerin bilgisizliği nedeniyle yeni binaların ve ilave katların zaman zaman çöktüğü görülüyordu. Bu nedenle Belediye Mimarlar Odası ile birlikte inşaat malzemelerinin standart bir hale getirilmesi için bir çalışma başlattı, inşaatlarda kullanılan biriket, tuğla, fayans, kereste, demir vb malzemenin kalitelerini denetleme hedeflendi. Kaçak inşaatların kontrolü ve önlenmesi için imar zabıtası kurulması düşünüldü, ancak gerçekleştirilemedi.

1959'da Vakıflar idaresi ile birlikte büyük küçük 22 cami onarıldı. Tophane'de Nusretiye ve Fındıklı'da Molla Çelebi camileriyle, Tophane Çeşmesi, Edirnekapı'da Mihrimah Camii ve medreseleri, Topkapı'da Kara Ahmed Paşa, Üsküdar'da Atik Valide ve Abdurrah-man Ağa, Yeni Valide camileri, Şehzade Medresesi, Ayasofya Hamamı, Amcazade Hüseyin Paşa Medresesi, Laleli Camii, sebili ve dükkânları, Eyüp imaretleri, Yıldız Çeşmesi restore edildi.

Taksim'deki bugün adı Atatürk Kültür Merkezi olan Büyük Opera binasının inşaatı hızlandırıldı. Tepebaşı'ndaki Dram Tiyatrosu'nda Ankara Devlet Ope-rası'nın desteğiyle opera kadrosu oluşturuldu. Kemal Ayğün'ün girişimiyle kurulan Şehir Operası 12 Nisan 1960'ta Kültür Sarayı'nın açılışına kadar etkinliklerini sürdürdü.

25 Ocak 1960'ta Avrupa Konseyi üyesi ülkelerin yerel yönetim ve belediye temsilcileri Strassbourg'daki toplantılarında 1959'daki imar çalışmalarıyla önde gelen kent olarak istanbul'u oybirliğiyle Avrupa Ödülü'ne layık gördüler. Kemal Aygün, ödülü Avrupa Konseyi Avrupa Ödülü İstişare Komisyonu Başkanı M. Van Cauvelaret'den büyük bir törenle aldı ve istanbul'da getirdi.

Bu arada Belediye Zabıtası yeni baştan kuruldu. Zabıta memurlarının kıyafeti değiştirildi. Yeşil yerine lacivert renk elbise kabul edildi. Türkiye'nin ilk çağdaş belediye binası, Belediye Sarayı'nın tamamlanması ve hizmete açılması için büyük gayret sarf edildi. Binanın inşasına Aralık 1953'te başlanmıştı. 2 Mayıs 1960'ta NATO'nun bakanlar dü-

zeyindeki toplantısıyla hizmete açıldı. Kemal Aygün NATO toplantısından sonra 26 Mayıs 1960'ta makam odasında yarım gün çalışmış ve burada ancak bir ziyaretçi kabul edebilmişti. Ertesi gün 27 Mayıs askeri darbesi olmuş ve tutuklanmıştı. Belediye daireleri binaya 3 Haziran günü taşınabildiler.

İSTANBUL


ÂYİNE-İ VATAN

istanbul'un ikinci resimli Türkçe gazetesi, ilk sayısı 14 Ocak 1867'de çıktı. Gazete haftalık olduğunu belirtmesine karşılık, on gün arayla çıkmıştır, ilk sayısında İstanbul camiler profilim ve hal girişini Beyoğlu yönünden gösteren, şimşir kalıpla basılmış bir çizgi resim vardır. Klişe yaptırmanın güç olduğu o dönemde bu önemli bir yenilikti. Ancak, sürekli yeni klişe sağlamanın olanaksızlığı karşısında aynı resmin birkaç kez kullanıldığı görülmektedir. 8. sayısının kapağında Paris Uluslararası Sergisi'ndeki Türk pavyonunun bir resmi yer almaktadır.

Yayımcı Giritli Mehmed Arif, sunuş yazısında gazetenin ünlü kişiler, ünlü tesisler, olaylar, sanayi kurumları hakkında resim ve haberler vereceğini, politika ve edebiyattan da bahsedeceğini belirtmiş, resim ve hakk (oyma) sanatlarının Türkiye'de pek geç kalmış olması sebebiyle hatalar olabileceğini ve bunun hoş karşılanması gerektiğini de eklemiştir. Haberleri fazla ciddi olmayan, Mısır hıdivinin resimlerini yayımlayarak, bu yolla para kazanmayı tasarladığı anlaşılan Âyine-i Vatan'm ömrü pek uzun olmamış, Mart 1867'de Vatan adıyla çıkmıştır. Aynı yılın temmuz ayında "Ruzname-i Âyine-i Vatan" adıyla çıkan gazetenin de Vatan'm devamı olduğu sanılmaktadır.

İSTANBUL


AYKAÇ, EŞFAK

(1919, istanbul) Futbolcu, yönetici ve spor yazarı. Şair Fazıl Ahmet Aykaç'ın oğludur. Futbola, Galatasaray Lisesi'nde başladı, Galatasaray Spor Kulübü'nde yetişip parladı. 1934-1946 arasında Galatasaray birinci takımında yer aldı. Oyuncu olarak en parlak dönemi, milli maçların yapılmadığı 1937-1948 arasına rastladığından milli formayı giyemedi. Bununla birlikte, 1955'te Futbol Federasyonu üyeliğine, sonra da milli takım tek seçiciliğine getirildiğinde, Türkiye'nin o zamanki efsanevi Macaristan futbol takımını 3-1 yendiği maçta (Şubat 1956) takımın başındaki teknik sorumlu olmak onurunu kazandı.

Galatasaray Spor Kulübü yöneticiliğinde ve o yıllardaki başarılı Feriköy futbol takımı antrenörlüğünde de bulunan Aykaç, Sümerbank'taki memuriyetinden emekliye ayrılınca Cumhuriyet gazetesinde spor yazarlığına başladı ve yazılarını daha sonra Hürriyet'te sürdürdü. Aykaç, İstanbul'un yetiştirdiği büyük futbol otoritelerinden birisidir.

CEM ATABEYOĞLU

AYLA, SAFİYE

bak. TARGAN, SAFİYE AYLA



AYNALI PASAJ

bak. AVRUPA PASAJI



AYNALIKAVAK KASRI

Kasımpaşa'da Hasköy'de bulunan bir zamanlar Haliç sahilinin en büyük sa-hilsarayı olan Tersane Sarayı arazisinde yer alan kasır.

Tersane Sarayı, Topkapı, Üsküdar ve Beşiktaş saraylarından sonra Osmanlı hanedanının istanbul'da inşa ettirdiği dördüncü büyük saraydır. İmparatorluk tersanesinin Kasımpaşa'da kuruluşu I. Selim (Yavuz) zamanında başlamıştı. Bu devirde Haliç kıyısından Okmeyda-m'na doğru Kasımpaşa sırtlarını büyük bir koru kaplamıştı. Sahilde tersane kurulunca bu koru "Tersane Bahçesi", sultanların bir tenezzüh mahalli olması nedeniyle de "Hasbahçe" diye anılır oldu. Bu bahçede ilk kasrın ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmemektedir. Örneğin Evliya Çelebi 17. yy'da burada bir hamam, sofalar ve şadırvan olduğunu kaydederken kasrın yapımını da II. Mehmed'e (Fatih) atfeder. Evliya, II. Mehmed'in aynı zamanda buraya sat-rançvari düzende 12.000 servi ağacı diktirdiğini söylemekte; deniz kenarındaki kasrı ise Sultan ibrahim'in yaptırmış olduğunu iddia etmektedir. Vaka-nüvis Naima ise 1613 sonlarında I. Ah-med'in Edirne'den gönderdiği bir hatt-ı hümayun ile, istanbul'a döneceği bir yıl içinde, çok sevdiği ve oradan sık sık yaya olarak Ebâ Eyyübül-Ensarî'nin türbesini ziyarete gittiği Tersane Bahçesi'n-de bir kasır yaptırılmasını emrettiğini kaydeder. Ancak bu ifadeden kasrın bir

öncülü olup olmadığını anlamak mümkün değildir. 1614 Şubat'ında istanbul'a döndüğünde I. Ahmed hemen sarayı ziyaret ettiği gibi, Tersane Kasrı'nm yanında bir de çiçek bahçesi düzenlenmesini istemişti. Başta şeyhülislam olmak üzere devrin vüzerası, uleması bu bahçeye nadide çiçek soğan ve fidanları hediye ettiler. Sultanın emriyle yapımını Kaptan-ı Derya Halil Paşa'nın üstlendiği bu kasır 1677'de yanmış ve l679'da IV. Mehmed tarafından yeniden yaptırılmış, özellikle III. Ahmed ve III. Selim devirlerinde tamamen yenilenmişti; saray ise tecdiden yapılan binalar ve ilavelerle sürekli büyümüş idi.

Bugün elimizde olan arşiv belgeleri de Tersane Sarayı'nın ve Aynalıkavak Kasrı'nın 1613 öncesi tarihine ışık tuta-mamaktadır. Bu tarihten sonraki belgeler de yeterli değildir ve genellikle kısmi onarımlarla ilgilidir. Bu nedenle 19. yy başına kadar sarayın bütünsel yerleşim şeması hakkında bilgi edinmek mümkün olamamaktadır. Gene Naima'da bulunan bir kayda göre Tersane Sarayı'nın harem kısmı denizi görmezdi; önünde yüksek bir duvar vardı. Gününün büyük bir kısmını haremde geçiren Sultan ibrahim tarafından l647'de bu duvar yı-kıldi; haremin yüzü denize açıldı, buna karşılık, o taraftan pereme ve kayıkların geçmesi yasak edildi; fakat bu yasağın halka verdiği zarar fark edilerek bir hafta sonra yasak kaldırıldı.

Tersane Sarayı'nı tercih eden sultanlardan biri de IV. Mehmed olmuştur. 1677 Mart ayı ortalarında sultan haremi ile birlikte Tersane Sarayı'nda bulunurken horanda odalarından birinin ocağından sıçrayan ateşle yangın çıkmıştı. Vakanüvis Fındıklılı Mehmed Ağa bu

yangın sırasında cariyelerin önce sultanın bulunduğu "camlı büyük köşke", sonra da "deryaya nazır kafesli köşke" kaçtıklarını kaydeder. Eski bir bina olduğu için yangın söndürme çalışmalarının fayda etmediğini, yangının ancak camlı büyük köşke sıçramak üzereyken durdurulduğunu ekler. Fındıklık Mehmed Ağa, Polonya seferinden dönen IV. Mehmed'in, şerefine üç gün üç gece süren bir şenlikle karşılandığında, Haliç'te kayıklarla büyük bir esnaf alayı ile donanma düzenlendiğini kaydetmektedir. Esnaf at kayıkları ve mavnaları birbirine çattırıp, üstlerine köşkler yaptırıp Galata önünde toplandıktan sonra çeşitli gösteriler yaparak Tersane Sarayı'nın önünden geçmiş, Sultan bu alayı kafesli köşkten seyretmişti.

Fakat Tersane Sarayı'ndaki Aynalıkavak Kasrı'nı tarihe geçiren asıl şenlik III. Ahmed zamanında, 1720'de, sultanın dört oğlu ile Sadrazam Damat İbrahim Paşa'nın oğlu ve yüzlerce yoksul çocuğun sünnet edildiği otuz gün süren düğündür. Sultan düğün süresince haremi ile birlikte Tersane Sarayı'nda kalmıştı. Saray gündüz ve gece muhteşem eğlencelere sahne olurken, bu düğünü anlatan Surname-i Vehbi adlı bir manzum eser kaleme alan şair Vehbi'nin, bu eserinin minyatürlü kopyalarında çok canlı olarak sultan defalarca Aynalıkavak Sarayı'nda resmedilmiştir. Bu resimlerden birinde kasrın yanındaki bir kavak ağacının üstüne çerçeve içinde bir ayna asılmış olduğu ve üzerine de aynalı kavak yazıldığı görülmektedir. Seyyahların ifadesine göre Tersane Sarayı'nın Aynalıkavak Sarayı adını alması 17. yy ortasında olmuştur. Daha 1654'te Sieur du Loir sarayın görkemli aynalarına ve adına



AYNÎ ALİ BABA TEKKESİ

486

487

AYNÎ ALÎ BABA TEKKESİ

dikkati çeker. 1718 Pasorofça Antlaşması sonrasında Venedik Cumhuriyeti'nin Osmanlı sarayına hediye olarak gönderdiği aynalar da bu sarayın bazı dairelerini süslemişti. Öyle ki, bir iddiaya göre de bu "kavak kadar uzun endam aynaları", halk dilinde sarayın adının Aynalıkavak Sarayı'na dönüşmesine neden olmuştu. Bu dönemde, Surname-i Vehbi'deki minyatürlerde görüldüğü gibi kasır, direkler üzerinde denize taşan üç sofalı tipin güzel bir örneğiydi. Sarayı 1727'de görmüş olan La Motraye kasrın zengin nakışlı bir yalancı kubbe ile örtülü olduğunu, bu kubbenin dışının ise kurşun çatılı olduğunu kaydetmiştir.

Tersane Sarayı harem ile enderun takımının ancak bir kısmını alabildiğinden, padişah buraya göç ettiğinde maiyetinden bir kısmı da Halic'in sonundaki Karaağaç Kasrı ile yanında, yine em-lak-ı midyeden Yusuf Efendi Bahçesi'ne çıkardı. Aynalıkavak Sarayı'nın bazı binalarının 1766-1767, 1779 ve 1787'de de I. Abdülhamid'in sadrazamı Koca Yusuf Paşa'nın girişimiyle tamir edildiği anlaşılmaktadır. III. Selim zamanında ise Kap-tan-ı Derya Küçük Hüseyin Paşa, sarayı tamir ettirmişti. Bu tamir sırasında civardaki Piyale Büyük Hasan Paşa'nın sarayı da alınarak Aynalıkavak Sarayı'nın harem dairesine eklendi. Ancak Kaptan-ı Derya Küçük Hüseyin Paşa'nın gayretleriyle tersane genişletilmeye başlandığından sarayın bazı yapıları da peyderpey yıkılarak tersaneye katıldı. Harabesi 1787 Rus Savaşı sırasında erzak ambarı olarak kullanılmış olan Aynalıkavak Kasrı (Kasrı Hümayun) yerine III. Selim 1791'de Hasbahçe Köşkü'nü inşa ettirdi; mimarının Kirkor Balyan olduğu iddia edilmektedir. III. Selim'in sırkâtibi Ahmed Efendi tarafından tutulan ve sultanın 1791-1802 arasındaki gündelik faaliyetlerini kaydeden Ruzname 'sinden, 1799'a dek tekrar Tersane Sarayı denilmeye başlanan sarayı sultanın oldukça sık ziyaret ettiği anlaşılmaktadır. Bu yıllarda sarayın daha çok bazı diplomatik görüşmelere sahne olduğu da anlaşılmaktadır. R. E. Koçu, Câbi Said Efendi'nin elyazması vekayi-namesinden naklederek 1802-1803 arasında da sarayın son izlerinin yok edildiğini söylemektedir. Bu belgeye göre Aynalıkavak Sarayı'nın taşları Mihrişah Valide Sultan'ın Eyüp'te inşa edilecek medrese ve türbesinde kullanılmak üzere naklolunmuştu.

Ancak 1911'de Saffet Bey tarafından yayımlanmış, Bahriye Arşivi'nde bulunduğu söylenen ve bir keşif defteri olması gereken 1805-1806 tarihli bir belge, sarayın asıl yapı gruplarının bu tarihte ayakta olduğunu göstermektedir. Bu keşif defterinde harem, daire-i hümayun, namazgah köşkü, kızlarağası dairesi, hazinedar ağa ve maiyetinin dairesi, acemi-oğlanı koğuşları, hademe odaları, enderun ağalarının odaları, silahdar ağa, hazine ve seferli daireleri, balıkhane, köşkler, hamamlar, havuzlar, kapılar ve camiler gibi çok sayıda bina ismi geçmekte-

dir. Bu belgeden özetle S. H. Eldem sarayın Osmanlı saray düzenini ve teşkilatını tamamen yansıttığını gösteren yapı grupları dışında bazı mimari ve süsleme elemanlarına dair ayrıntılı bilgi ile bazı yapıların isimlendirilmelerine ve boyutlarına dair tanımlamamıza yardımcı olabilecek bilgiler aktarmıştır. Ancak bu tür belgeler bir tarihsel bütünlük içinde incelenmedikçe sarayın geçirdiği aşamalar konusunda aydınlatıcı olamamaktadır. Örneğin sarayın III. Ahmed veya III. Selim dönemlerine tarihlenmesi konusunda anlaşmazlıklar vardır. Bugünkü kasrın, III. Ahmed zamanında inşa edilen kasrın 18. yy sonunda geçirdiği onarım sırasında iç dekorunun yenilenmesi ve divanhanenin kısmen değiştirilmiş olması dışında aynen kaldığı ya da III. Selim zamanında tamamen yıkılarak yeniden yapıldığı konusuna bir açıklık getirilememekte; yapının mimari özelliklerine bakarak yapılan yorumlar kadar bir tek belgeyi yorumlayarak varılan sonuçlar da tatmin edici olmamaktadır. Aynalıkavak Kasrı'nın Abdülmecid devrinde, 1850'de Garabet Balyan tarafından onarılmış olması da onarıma dair böyle bir belgenin o tarihte Garabet Balyan'ın hassa başmimarı olması ile ilişkilendirilmesi-ne dayanmaktadır.

Aynalıkavak Kasrı, III. Selim, II. Mah-mud ve II. Abdülhamid zamanlarında tersaneye yapılan eklemeler sırasında denizden koparak içeride kalmıştır. Bugünkü Aynalıkavak Kasrı'nın ön cephesi kara tarafındadır ve iki katlıdır. Arazinin eğiminden faydalanan Haliç yönündeki cephe ise üç katlıdır. Kasrın planı, kuzeydoğu-güneybatı ekseninin iki tarafında yer alan salonlarla örülmüştür. Güney cephesinde ortası hafif bir bombe ile yükseltilmiş, sade bir örtüsü olan sahanlıktan yapıya girilir. Hemen karşıya gelen giriş holü ile merdivenlerin yer aldığı bölümün altında, arazinin eğiminden yararlanılarak, hizmet odalarının bulunduğu bir alt kat inşa edilmiştir. Giriş holünün sol taraftan açıldığı yan odalar ve servis hacimleriyle de bağlantılı büyük sofanın köşeleri pahlıdır ve iki eyvanı vardır. Haliç yönünde bulunan eyvan daha az derinliklidir. Bu salonun iki tarafında simetrik olmayan dört oda bulunmaktadır. Burası kasrın harem bölümüdür. Giriş holünün sağında 'bir köşe kapısıyla ulaşılan kasrın diğer bölümü, üç eyvanlı bir divanhane ile ona bağlı bir arzodasından oluşur. Kasrın en önemli mekânları bu odalardır. Divanhane kubbeyle örtülü olmasına rağmen bu kubbe içeriden algılanmaz. Divanhanenin pencereleri üzerinde Yesarizade'nin ta'lik hat ile yazdığı Enderunî Fazıl'ın Aynalıkavak Kasrı'nı öven şiiri bulunmaktadır. Divanhaneden arzodasına geçilmektedir. Bu odanın pencereleri üzerinde gene Yesarizade'nin ta'lik hatla yazdığı Şeyh Galib'in III. Selim'i öven şiiri bulunmaktadır. Kasrın selamlık bölümü olan bu bölüm, bezemelerinin yoğunluğu ve kendi için-

deki şematik bütünlüğüyle ilgi çekicidir. Salonların ve odaların bütünlüğü, cephelerde alt ve tepe pencerelerinden oluşan birimlerin üçlü gruplar halinde düzenlenmesiyle sağlanmıştır. Alt pencerelerden Haliç yönündekiler dikdörtgen biçimli klasik çerçevelerle çevrilidir; kara tarafındakiler ise basık kemerli ve çerçevesizdir.

Yüzeylerin ele alınışı ve bezeme bakımından kasrın en ilginç bölümü divanhane ve arzodasıdır. Divanhanenin üç duvarını çevreleyen alt pencereler arasında, basık kemerlerle birbirine bağlanan dekoratif kolonatlar bulunmaktadır. Bu bölümde kemer ayaklarının içi aynalarla ya da mermer levhalarla kaplıdır. Kasrın ortasındaki bu mekânın tavanı, içeriden tekne biçiminde yükseltilmiştir. Bu tavanda, arzodası ile benzer biçimde, çapraz kordonlarla geometrik örgeli bir girift bezeme düzeni oluşturulmuş, bitkisel ve stilize örgelerle de zenginleştirilmiştir. Yanlardaki eyvanlar ise altın yaldızlı bir dal şeridi ile çevrilmiştir. Tavan köşelerinde daire biçimli dört madalyon yer alır.

Tersane Sarayı'nın tersanenin genişletilmesi öncesindeki durumunu bütün olarak gösteren tek gravür Antoine-Ig-nace Melling'e aittir. Bu gravürde sarayı tanımlayıcı ayrıntılar seçilememekte; ancak resmin sağ başında görülen, zaman zaman "Hasoda Kasrı", "Hasbahçe Kasrı", "Daire-i Hümayun" olarak bilinen Aynalıkavak Kasrı hakkında genel bir fikir edinilebilmektedir. Üzeri yüksek bir kubbeyle örtülü olan kasır, 1720 minyatürlerinde olduğu gibi iki katlı ve üç so-falıdır. Orta sofa denize doğru taşmaktadır. Choiseul Gouffier albümündeki iki gravür ise kasrı daha ayrıntılı olarak gösterir. Üç çıkmalı olan kasır, yüksek bir subasman üzerine yerleştirilmiştir. Alt katı daha geniş olmak üzere iki kattan oluşmaktadır; üzeri kubbeyle örtülüdür. Geri plandaki yüksek bahçe duvarının arkasında kalan binalar saraya ait olan köşk ve dairelerdir. Ancak bu gravürde de ayrıntılar seçilememektedir. Oysa sarayı 1710-1711'de gören Corne-lius Loos'un hazırladığı dört adet resim kasrın iç mekânlarını çok ayrıntılı olarak göstermektedir.

Aynalıkavak Kasrı'nın alt katında bugün eski müzik aletlerinin sergilendiği Türk Müziği Araştırma Merkezi ve Çalgı Müzesi yer almakta; zaman zaman da klasik Türk sanat müziği konserleri düzenlenmektedir.

Bibi. Eldem, Köşkler ve Kasırlar, I, 250-284, II, 311-324; P. Tuğlacı, The Role of the Baltan Family in Ottoman Architecture, ist., 1990, s. 9-15; M. Sözen, Devletin Evi Saray, İst., 1990, s. 98-111.

TÜLAY ARTAN



AYNÎ AIİ BABA TEKKESİ

Beyoğlu İlçesi'nde, Kasımpaşa semtinin Çürüklük kesiminde, Bedrettin Mahalle-si'nde, Ayni Ali Baba Sokağı ile Lobut Sokağı'nın kavşağında yer almaktadır.

II. Mehmed (Fatih) devrinde Aynî Ali Baba adında bir tarikat şeyhi tarafından tesis edildiği rivayet edilmektedir. Aynî Ali Baba'mn hayatı hakkında hemen hiçbir şey bilinmemekte, hangi tarikata bağlı olduğu da tespit edilememektedir. Tekke 13187 1902'de, Kadirî ve Rıfaî tarikatlarına bağlı Bağdatlı Şeyh Mehmed Ensarî tarafından yeni baştan inşa edilmiştir. Söz konusu şeyh daha önce Erzincan'da kendi mülkü olan bir tekkede postnişin iken 19. yy'ın sonlarında İstanbul'a gelmiş ve yeniden inşa ettirdiği bu tekkede gösterdiği "burhanlar" (Rıfaî ayinleri sırasında yapılan, Allah'a bütün benliği ile teslim olanların bedeni yaralardan etkilenmeyeceklerini ve acı duymayacaklarını kanıtlamaya yönelik gösteriler: Vücudun çeşitli yerlerine "topuz" denilen şişleri ya da kılıç, tığ türünden aletleri saplamak, "gül" denilen kızgın demirleri yalayarak söndürmek vb) ile büyük şöhret yapmıştır. Ailesi Aynî Ali Baba Tekkesi'ne mensup olan Aziz Nesin'in hemen bütün çocukluğu bu tekkede geçmiş, Böyle Gelmiş Böyle Gitmez adını verdiği hatıra kitabında tanık olduğu coşkulu Rıfaî ayinlerini, bu ayinler sırasında gösterilen burhanları çarpıcı bir dille aktarmıştır.

Tekkelerin kapatılmasından sonra Vakıflar idaresi tarafından mesken olarak kiraya verilmiş, 1950'den sonra kiracılar çıkartılarak, tekkenin 2. banisinin oğlu ve son postnişini olan Emekli Albay Şeyh Muhyiddin Ensarî (ö. 1978) tekkeye yerleşmiştir. Tevhidhaneyi cami olarak kullanan, buranın imam-hatipli-ğini üstlenen Şeyh Muhyiddin Ensarî vefatına kadar ailesi ile tekkenin harem bölümünde ikamet etmiştir. Uzun yıllar Bedrettin Mahallesi'nin muhtarlığını da üstlenen şeyh efendi hayatının sonuna kadar tekkenin kapısını herkese açık tutarak Cumhuriyet devrinde tarikat geleneklerini ve tekke folklorunu yaşatan nadir simalardan birisi olmuştur. Tamire muhtaç durumda bulunan tekke binası 1980'lerin başında şeyh efendinin kızı yüksek mimar Fahrünissa Ensarî'nin hazırladığı restorasyon projesi çerçevesinde, özgün şekline sadık kalınarak esaslı bir onarım geçirmiştir. Tevhidhane bölümü günümüzde de cami olarak kullanılmakta, son şeyhin ailesi harem bölümünde ikamet etmektedir.

Aynî Ali Baba Tekkesi, Kasımpaşa' dan Şişhane'ye ve Tepebaşı'na doğru uzanan, kabir taşı yaptıracak parası olmadığından üst üste gömülen fakirlerin mezarlarını içeren, halk tarafından "Çürüklük" olarak anılan mezarlık alanının içinde yer almaktaydı. Günümüzde bu alanın büyük bir kısmı yollar ve meskenler tarafından işgal edilmiş, bir kısmı da yeşil saha olarak değerlendirilmiş bulunmaktadır.

Tekkeyi oluşturan bölümler, I4,50x 13 m boyutlarında, üç katlı bir binanın içinde toplanmıştır. Zemin katın kagir duvarları kısmen moloz taşla örülmüş, birinci ve ikinci katın ahşap iskeletli duvarları dışardan ahşap kaplama, içerden

Aynî Ali Baba

Tekkesi'nin

güney cephesi.

M. Baha Tanman,

1982

bağdadi sıva ile oluşturulmuştur. Ahşap çatı alaturka kiremitlerle kaplıdır. Eşine az rastlanır cinsten karmaşık ve organik bir plan düzeni arz eden tekkenin cümle kapısı batıda, Ayni Ali Baba Sokağı üzerindedir. Kapının üzerindeki kitabe tekkenin ikinci kuruluş tarihini (1318) taşımakta, sülüs hatla yazılmış, yarı manzum yarı mensur bir metin içermektedir. Kitabenin üst kısmına bir Rıfaî tacı kabartması işlenmiştir.

Cümle kapısından geniş bir taşlığa girilir. Taşlığın solunda mutfak, bunun karşısında iki hela yer alır. Aradaki kapıdan tekkenin kuzeyindeki küçük bahçeye çıkılmaktadır. Taşlığın güney kesiminde, hâlâ misafir odası olarak kullanılan iki adet derviş hücresi, aynı sırada, yapının güneydoğu köşesinde türbe bölümü ile buna bağımlı bir ziyaret mekânı bulunur. Aynî Ali Baba ile aslında Kulaksız Mezarlığı'nda gömülü olan Şeyh Mehmed Ensarî'nin sandukalarını barındıran bu bölüm kısmen "makam türbesi" niteliğindedir. Türbenin kuzeyine bitişik olan birim ise çay ocağıdır.

Aynî Ali Baba

Tekkesi'nin

planı.


M. Baha Tanman

Biri cümle kapısının sağında, diğeri çay ocağı ile helaların arasında bulunan iki merdiven zemin kat ile birinci katın bağlantısını sağlar. Bu katta binanın çekirdeğini oluşturan tevhidhane yer almaktadır. Ayinlere tahsis edilmiş alanın doğu sınırında dört adet halvethane sıralanmaktadır. Belirli dönemlerde -özellikle muharrem aylarında- halvete giren, "erbain çıkaran" dervişler için düşünülmüş bulunan, asgari ölçülerdeki (1,5x1,5 m) bu hücreler perdeli birer kapı ile tev-hidhaneye açılmaktadır. Kıble duvarında, cephede çıkıntı yapan, yarım daire planlı mihrap yer alır. Tevhidhanenin batı yönünde, içinde ahşap minberin yer aldığı, ahşap korkuluklarla ayin alanından ayrılmış olan "mevlidhan maksuresi" vardır. Bunun yanında da, ayinleri izlemek isteyen hatırlı konuklara mahsus ufak bir mahfil bulunur. Tevhidhane bölümü Şeyh Muhyiddin Ensarî tarafından adeta bir tarikat müzesi gibi düzenlenmiş, eski levhalar, bulunmaları gereken yerlere konmuş, özellikle mihrap, Rıfaîli-ği simgeleyen tarikat eşyası (teber, kılıç,



Yüklə 7,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   109   110   111   112   113   114   115   116   ...   129




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin