I u n d e n bugüN



Yüklə 7,14 Mb.
səhifə119/129
tarix09.01.2019
ölçüsü7,14 Mb.
#94242
1   ...   115   116   117   118   119   120   121   122   ...   129

AZİZİYE CAMÖ

510

511

AZNAVUR PASAJI



.:S.V~- ''v..".-." ••:: V':' •".'•••" -."--'":; "•":'- İ*liiçe de Kaıakenı, Galata, Ooasfca
1355.. Edileıır îlaî.,Fnjctıterrnaım,. Cımstaatiaogle". , .

Aziziye Karakolu'nu gösteren bir fotoğraf kartpostal. Afife Batur koleksiyonu

düğü bu ikinci türbenin çatısı Cumhuriyet devrinde ortadan kalkınca ahşap sandukaların yerlerine çimentodan garip lahitler kondurulmuş, üzerlerine de bir kısmı hatalı olan, Latin harfli ufak kimlik levhaları iliştirilmiştir.

Külliyenin haziresinde, birçoğu hat ve oymacılık sanatları açısından dikkat çekici nitelikte mezar taşları bulunmaktadır. Carni-tevhidhanenin batısındaki hazire parçası içinde yer alan Fatma Hanımsultan Türbesi, hepsi mermerden yontulmuş sekiz adet sekizgen kesitli ve baklavalı başlıklı sütunları, bunlara oturan sivri kemerleri, sütunların arasını kapatan tunçtan dökülmüş nefis şebekeleri ile açık türbeler içinde ayrıcalıklı bir yere sahiptir.



Mutfak: Külliyenin mutfağı, kagir duvarlı ve ahşap çatılıdır. Biri daha büyük olan, iç içe iki birimden oluşmaktadır. Basık kemerli kapılar ve pencerelerle donatılmış olan bu mekânlardan büyük olanında, tuğladan örülmüş kemeri ile anıtsal ocak yer alır. 20. yy'ın başlarında Hüdaî Tekkesi'nin Maliye Nezareti'nden aldığı "taamiye tahsisatı" şöyledir: Günde üç çift ekmek ve altı okka et, Kurban Bayramlarında yirmi beş adet koyun, zeytinyağı bedeli ve yılda 216 kuruş.

Kütüphane: Dikdörtgen planlı olan kütüphane binasının duvarları sarı renkli yumuşak bir taşla kaplanmıştır. Üzeri tuğladan örülmüş bir tekne tonozla örtülü olan yapının girişi cami-tevhidha-neye bakan güney cephesinin ortasın-dadır. Gerek bu kapı, gerekse de pencereler, kilit taşları konsollarla belirtilmiş, yuvarlak kemerlere sahiptir. Aralarında, duvara gömülmüş ve iyon nizamında başlıklarla donatılmış yivli sütunlar vardır. Başlıkların üstünde de "arc-hitrave" görünümünde bir kuşak uzanmaktadır. Cephenin en üst kesimi sütunların hizasında yer alan, ortaları birer kabartma rozetle süslenmiş küçük pi-lastrlarla üçe taksim edilmiş, bu bölümlere, bani Lütfi Bey'in adını ve ebcedle 1317/1899-1900 tarihini veren, talik hatlı manzum kitabenin mısraları yerleştirilmiştir. Halen Aziz Mahmud Hüdâî Vakfı'nın idare binası olarak kullanılan kütüphanenin batı kesimi, demir parmaklıklarla tecrit edilerek, bani ile ailesine ait sandukaları barındıran bir türbe haline sokulmuştur. Ampir üslubunun antik tapınak cephelerini taklit eden ve Osmanlı mimarisine çok yabancı düşen bir uygulamanın sergilendiği bu binanın tonozlu örtüsü üzerinde de, başka yerde benzerine rastlanılmayan koni biçiminde üç madeni alem sıralanmaktadır.

Harem Dairesi ve Meşruta Evler: Hepsi ahşap olan bu yapılar 19. yy'ın ikinci yarısı içinde yenilenmişlerdir. Kagir bir zemin kat üzerinde yükselen üç katlı, büyük boyutlu harem dairesi bir eski İstanbul konağının bütün özelliklerini yansıtmaktadır.

Aziz Mahmud Hüdaî Külliyesi, Hüdaî Tekkesi'nde 1304/1885-86'da, 29 erkek ile 20 kadının ikamet ettiği, Dahiliye

Nezareti'nin istatistiklerinde belirtilmektedir. Diğer istanbul tekkeleri ile karşılaştırıldığında oldukça kalabalık görünen bu nüfusun bir kısmı harem dairesi ile meşruta evlerde, bir kısmı da derviş hücrelerinde yaşamaktaydı.

Külliye İle İlişkili Yapılar. Külliyenin yakın ve uzak çevresinde bulunan ve burası ile ilişkili olan bazı tesisler şunlardır: Aziz Mahmud Hüdaî'nin halifelerinden, tekkenin üçüncü postnişini "Ehl-i Cennet" Mehmed Efendi'nin (ö. 1664) cümle kapısının karşısında yer alan türbesi; Aziz Mahmud Hüdaî'nin mensuplarından olup mürşidine duyduğu saygıdan ötürü kendisini onun tekkesinde "kapıcı" olarak niteleyen Maraşlı Halil Paşa'nın (ö. 1629), külliyenin güneydoğusunda, biraz ilerisinde inşa ettirdiği Kapıcı Tekkesi ve Bulgurlu'da, Aziz Mahmud Hüdaî'nin çileye girdiği mevki olduğundan "Çilehane" adını alan yerde 1024/l6l8'de inşa ettirdiği mescit-tekke.

Bibi. Tarib-i Naiına, II, 112; Evliya, Seyahatname, î, 329; Kâtip Çelebi, Fezleke, ist., 1287/1870-71, II, 114; Kut, Dergebnâme, no. 41; 232, Ayvansarayî, Mecmuâ-i Tevârih, 55-56, 87-88, 222-223, 231, 273, 328, 395; ay, Ha-dîka, II, 195-204; Çetin, Tekkeler, 588; Aynur, Saliha Sultan, no. 25, 34; Asitâne, 2; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, II, no. 192, 72-73; Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 5; Raif, Mir'at, 53, 63-67, 102; İhsaiyat II, 21; Muallim Vahyî, Müslümanlık ve Türklüğü Yükseltmeye Çalışanlardan Bursalı Tabir Bey, ist., 1335/1916-17, 101; Mehmed Gülsen, Külliyât-ı Hazret-i Hüdâyî, İst., 1338/1919-20, 5; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ, 72-74; "Aziz Mahmud Efendi (Şeyh Hüdâyî)", İSTA, III, 1718-1722; Öz, istanbul Camileri, II, 31; A. H. Tanpınar, Beş Şehir, ist., 1969 (2. bas.), 185; K. Şenocak, Seyyid Aziz Mahmud Hüdâyî, İst., 1970, 29-32; Konyaiı, Üsküdar Tarihi, I, 104-107, 129-130, 325-341, II, 16-18, 69-70, 128, 303, 403, 437, 356, 419, 427-428, M. O. Bayrak, istanbul'da Gömülü Meşhur Adamlar, İst., 1979, 119; H. K. Yılmaz, Azız Mahmud Hüdâyî ve Celvetiyye Tarikatı, İst., 1982, 246-258; M. B. Tanınan, "Aziz Mahmud Hüdâyî Külliyesi", DİA, IV, 340-343.

M. BAHA TANMAN



AZİZİYE CAMÜ

Maçka, Taşlık'ta Vişnezade Mahalle-si'nde Abdülaziz (hd 1861-1876) tarafından inşaatına başlattırılmış, ancak tamamlanamamıştır.

Projesine göre Abdülaziz bu camiyi Maçka'nın Dolmabahçe üzerindeki hâkim bir noktasında dört minareli olarak yaptırmak istemişti. Caminin mimarı Sar-kis Balyan olacaktı.

Yaptırdığı bütün büyük yapılarda şehrin kuzey taraflarını tercih eden Abdülaziz, inşaatı başlatmadan önce cami giderleri için, günümüzde de Akaretler olarak anılan sıra evleri yaptırdı. 1874 sonlan veya 1875 başlarında büyük bloklar halindeki temel taşları yerleştirilerek bina temelden yükselmeye henüz başlamışken Abdülaziz 30 Mayıs 1876'da tahttan indirilmiş ve inşaat durmuştur. Duvarların ve büyük ana payelerin uzun süre burada duran temel taşları, mevkinin "Taşlık" adım almasına sebep olmuştur.

Cumhuriyet döneminde bu temeller üzerinde Taşlık Gazinosu inşa edilmiş, 1980'li yıllarda ise beş yıldızlı bir otel (Swissotel-Bosphorus) yükselmiştir. Caminin, avlu olarak tasarlanmış bölümü ise Vişnezade inönü Parkı olarak düzenlenmiştir.

SEMAVÎ EYÎCE



AZİZİYE KARAKOLU

Karaköy'de, köprünün Galata çıkışında Perşembepazarı ile Karaköy Meydanı arasında bulunmakta idi. Bugün mevcut değildir.

Aziziye Karakolu, 19- yy'ın ortalarında başlatılan kolluk kuvvetlerinin yeniden örgütlenmesi girişimlerinden sonra yaptırılan karakollardan biridir. 1860'lardan sonra hızlanan karakol yapımları, asayiş sorunları olan Galata vb liman bölgelerinde öncelikle gerçekleştirilmiştir.

Adını dönemin padişahı Abdülaziz' den alan Aziziye Karakolu ve yapım tarihi hakkında şimdilik fazla bilgi bulunmamaktadır. Karakol, 1894 depreminde hasar gören yapılardan biri idi. Onarımı, tanınmış İtalyan mimar Raimondo D'Aronco(-0 tarafından yapıldı. Onarım konusundaki kayıtlardan, yapının demirden bir kuşaklama sistemine sahip olduğu ve deprem sırasında rıhtımının da çöktüğü anlaşılmaktadır. Bunun dışında R. D'Aronco'nun yapıya ne ölçüde müdahale ettiği bilinmemektedir.

Aziziye Karakolu, döneminin karakol yapılarının en görkemlilerinden biri olmalıdır. İki katlı kagir bir yapıdır. Ayrıca fotoğraflarında geride kalmış bir saçak görünmektedir. Giriş aksına göre simetrik düzenlenmiş cephede, giriş aksı dışında, kat ve saçak kornişlerinin sürekli çizgisiyle belirlenmiş yatay bir bölümleme görülmektedir. Katlarda her aksta bir çift pencerenin yer aldığı sade bir cephe düzeni kurulmuştur. Zemine kadar indirilmiş görünen pencereler, giriş katında basık kemerli ve dökme demir parmaklıklıdır. Üst katta ise yine basık kemerli olan pencereler, üstten kemerli alınlıklarla yükseltilmiştir.

Giriş aksı, iki yanda pilastrlarla ayırt edilmiştir. Bunun içine, üstten bir üçgen frontonun konturuyla çevrili ve bu kon-turun köşelerini tutan çift kolonlu ve çift pilastrlı bir cephe modülü oturtulmuştur. Kolon çiftleri zeminde dairesel, üst katta kare kesitli görünmektedir. Zemin katın kolon çiftinin korentiyen bir başlık düzeni olduğu fark edilmektedir. Cephe modülünün merkezine tam daire biçimli bir tür gül pencere yerleştirilmiş ve bunu kuşatan bir biçimde geniş bir yarım daire kemer yapılmıştır. Gül pencerenin dökme demir parmaklıkları olmalıdır. Giriş modülü alçak kabartma gibi görünen bir bezemeye sahiptir. Bu düzenleme son derece ilginç ve bu yapıya özgü bir biçimlenmedir. Mimarının adı -şimdilik-saptanamamıştır. Binanın akıbeti ve ne zaman ortadan kaldırıldığı da bilinmemektedir. Yerine sonraları Seyr-i Sefain Dairesi (Denizyolları) binası yapılmıştır. AFİFE BATUR



AZNAVUR, HOVSEP

(1845, Londra - 3 Mayıs 1935, Kahire) Ermeni kökenli mimar. 1867'de, uzun süre Londra'da yaşamış ve orada bir yeniçeri müzesi kurmuş olan babasıyla birlikte İstanbul'a geldi. Aynı yıl Vene-dik'e gönderildi, orada Murad-RafayeL yan Okulu'nda öğrenimini sürdürdü. Mimarlık eğitimine 1876'da Roma Güzel Sanatlar Akademisi'nde başladı. Henüz öğrenciyken Duperis adlı bir şirkete ait yazlık bir villa için açılan proje yarışmasında birinci geldi ve yapının gerçekleştirilmesi işini üstlendi. İ879'da, akademiden "Valore" ödülünü alarak mezun oldu. Aynı yıl İstanbul'a döndü ve I. Dünya Savaşı bitene kadar burada kaldı. Daha sonra Mısır'a yerleşti ve çalışmalarını ölümüne kadar orada sürdürdü.

İstanbul'da çok sayıda proje ve yapıya imzasını atmış olan Hovsep Aznavur'un bilinen yapıları ve kesin bilinmemekle birlikte ona atfedilmiş olan diğer yapılar saptanabildiği kadarıyla şunlardır:

Tepebaşı Tiyatrosu, Beyoğlu Ermeni Tiyatrosu, Beyoğlu Fransız Tiyatrosu (1884'te yanan Alkazar Tiyatrosu yerine yaptırıldı, 1892'de yandı), Fener Stefan (Sveti) Kilisesi(-*), Sansaryan Hanı, Gül-benkyan Hanı, Topalyan Hanı (yandı), Katırcıoğlu Hanı (1979'da yandı), Sebuh-yan Hanı, Cibali Tütün Fabrikası(->), Alman Pazarı (Bazaar Alman), Beyoğlu İngiliz karma okulları, Nusret Bey Hanı, Kanlıca Prenses Rukiye Sultan Yalısı, Prenses Hatice Beyoğlu apartmanları, Ki-riks Apartmanı, Culyani Apartmanı, Vuçi-no Apartmanı, devlet adamı Vahan Efendi'nin türbesi, Heybeliada'da Abbas Halim Paşa Köşkleri(->), Mısır Apartma-m(-»). Ayrıca Kahire, Rado, İskenderiye, Loji'de de çeşitli yapıtları vardır.

Bu listeden de anlaşıldığı gibi, Aznavur, çeşitli işlevlerde çok sayıda yapının tasarımcısı ve mimarıdır. Yapıları arasında yer alan Fener Stefan (Sveti) Kilise-si'nin uygulama projesi, neorönesans ön tasarımı temel alınarak, uluslararası bir yarışma sonucunda hazırlanmıştır. Yapı, gerek prefabrikasyona dayanan yapım tekniği, gerek malzeme olarak demir kullanılmasıyla dönemi için bir ilk örnek olmuştur.

H. Aznavur'un ticari yapıları arasında, iç avlulu plan semah neoklasik Sansaryan Hanı ve işlevselliği öne çıkaran, sade Tütün Rejisi binası sayılabilir. Ayrıca, döneminin varlıklı kesimi için, aralarında neoklasik tarzda Abbas Halim Paşa Köşkü ve seçmeci (eklektik) Mısır Apartmanı da bulunan çok sayıda konak ve villa tasarlamıştır. Mesleği dışında da hareketli bir toplumsal yaşantısı olan Aznavur, İstanbul'da Sahmanatra-kan Ramgavar (Meşruti Sosyalist) adlı bir partinin kurucuları arasında yer almış, daha sonra Kahire'de Ermeni cemaati yönetim kurulunun ve Güzel Sanatları Sevenler Ermeni Cemiyeti'nin üyesi olmuş, ayrıca Ermeni Spor Kulü-bü'nün başkanlığını yapmıştır.

Bibi. Hasan Kuruyazıcı, "istanbul'da Fe-ner'deki Sveti Stefan Bulgar Kilisesi'nin Yapım Tarihi ve Mimarı Üzerine", TT, Aralık 1992; Tuğlacı, İstanbul Adatan, I.

VARTUHİ S. İBİŞOĞLU



AZNAVUR, KEVORK VİÇEN

(18 Aralık 1861, istanbul -11 Kasım 1920, istanbul) Özellikle İstanbul florası hakkındaki çalışmalarıyla tanınan amatör botanikçi. Mekteb-i Sultani'yi (bugün Galatasaray Lisesi) bitirdi. Asıl işi, Mah-mutpaşa Havuzlu Flan'da bulunan, kimyasal madde ithal eden Aznavur Biraderler şirketinde defter tutmaktı. Amatör olarak botanikle ilgilenmeye başlamıştı. 1885'ten itibaren önce İstanbul çevresinde, daha sonra Anadolu'nun Konya, Merzifon, Rize, Van, Ağrı gibi çeşitli yörelerinde bitki toplayarak yaklaşık 20.000

Kevork Viçen Aznavur

Turhan Baytop koleksiyonu

örneklik bir herbaryuma sahip oldu. 1897'den itibaren araştırmalarının sonuçlarını içeren 19 çalışmasını Fransızca olarak yayımladı. Bu yayınlarda 1.000 kadar bitkiyi tanımlayarak dağılımlarını göstermiş, 44'ü tür, 4'ü alttür, 37'si varyete ve 8'i altvaryete olmak üzere 93 yeni bitkiyi adlandırmıştır.

Aznavur'un 1920'de ölmesi üzerine 5 ciltlik Flöre de Constantinople (İstanbul Florası) adlı eserinin yazma nüshası, kitaplığı ve herbaryumunun satın alınması için kardeşi İstanbul Üniversitesi Fen ve Tıp fakülteleri öğretim üyesi Dr. Esad Şe-refeddin Köprülü ve Robert Kolej hekimi Dr. B. V. D. Post'a müracaat etmiş, İstanbul Üniversitesi gerekli parayı bulamadığından koleksiyon 2.000 dolara Dr. Post tarafından satın alınmıştır. Dr. Post bu arada Flöre de Constantinople 'u 5 yıl içinde bastıracağına dair mirasçılara verdiği sözü tutmamış, kitabı 1950-1952'de La flöre du Bospbore et deş environs adıyla iki cilt olarak ve eşi Anna Post ve kendisinin imzasıyla yayımlamıştır. Bu kitabın ilk bölümü Doç. Dr. Mehpare Başarman (Heilbronn) tarafından Türkçeye çevrilerek 1945'te Boğaziçi ve Dolaylan Florası adıyla yayımlanmıştır. Aznavur'un İstanbul çevresine ait bitki koleksiyonu halen Cenevre'deki Conservatoire et Jar-din Botaniques'te bulunmaktadır.

Bibi. A. Baytop, "G. V. Aznavur ve istanbul Florası", Türk Biologi Dergisi, 11 (3): 87, (1961); H. Demiriz, "Jorj Vensan Aznavur, Hayatı ve İstanbul Florasına Hizmeti", Türk Biologi Dergisi, 14 (2): 49, (1964).

TURHAN BAYTOP



AZNAVUR PASAJI

Beyoğlu'nda İstiklal Caddesi'nin Tünel-Galatasaray kesiminde, no. 212'de yer alır.

Bugünkü pasajın yerinde 1887'de "Ca-fe Commerce"in bulunduğu bilinmektedir. 1900'lü yılların başında, burası yıkı-

AZNİF HANIMLAR

512

513

BÂB NÂİBIİĞİ

larak Aznavur Sitesi yapıldı. Bu site bir yarım pasaj şeklindeydi, Tepebaşı'na çıkışı bulunmuyordu. Bu yönde, Aznavur ailesinin kendi evleri vardı. 1924'te evin altından bir geçitle pasaj Tepebaşı ile birleşti. Bina, 1993'te işyeri kompleksi olmak üzere aslına uygun olarak restore edildi. Yazılı kaynaklarda yapının mimarının adına rastlanmamıştır.

Altı katlı kagir binanın, ilk üç katı, cephenin simetri ekseninde orta bölüm boyunca cumba biçiminde bir çıkma yapmaktadır. Üst katlarda bu çıkma, yerini balkonlara bırakır. Giriş katı oldukça yüksek tutulan binada, kapının iki yanında art nouveau stilize floral süslemeler yer alır. Bu süslemeler, cumba konsolunda ve pencere sövelerinin üst kısımlarında da yinelenir. Kapının hemen üzerinde, alınlık olarak nitelendirilebilecek camlı bölümde, demir malzeme kullanılarak oluşturulmuş art nouveau floral süslemeler bulunmaktadır.

Pasajın dar girişi, koridor boyunca pi-lastr ve pasaj içinde de neoklasik başlıklı sütunlarla devam eder. Buradan, orta merdivenlerle bir kat aşağıya inilirken, yan merdivenlerden üst katlara çıkılır.

BANU KUTUN

AZNİF HANIMLAR

Bu adı taşıyan ve aynı dönemlerde sahneye çıkmış olan iki Aznif Hanım vardır. 1853'te İstanbul'da doğup 1920'de Kafkasya'da ölmüş olan Aznif Hratçya

sahneye ilk kez 1869'da çıktı. Onu, tiyatroya annesinin muhalefetine rağmen Bedros Magakyan çekmiş'ti. istanbul'daki sahne hayatı 1879'a kadar sürdü. Bu arada kısa bir.süre Güllü Agop'la, daha sonra Magakyan'la ve döneminin diğer önemli kumpanyalarıyla çalıştı. En önemli rol arkadaşı zamanın en iyi aktörlerinden sayılan Bedros Atamyan'dı. Her role çıkmayan, titiz, mesleğine önem veren bir sanatçı olarak tanınırdı. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Edirne'de de temsiller verdiği, burada ve Zekiye rolüne çıktığı Vatan Yahut Silist-re'de Türkçe oynadığı ve başarı kazandığı bilinmektedir. Döneminin önemli tiyatro topluluklarında çalışmış olan Aznif Hratçya 1880'lerin başında Atamyan, Siranuş, Mari Nıvart, Karakaşyan Kardeşler ve Mardiros Mınakyan'la Kafkasya'ya gitti. Tiflis'te verdiği temsillerde başarı kazandı. Schiller, Shakespeare ve Lermontov'un eserlerinde oynadı. Özellikle Kamelyalı Kadm'daki rolüyle tanındı. Hastalandığı için Türkiye'ye döndü ve 10 yıl sahneden uzak kaldı. 1893'te bir kez daha Tiflis'e çağrıldı. Çok hasta olmasına rağmen Kamelyalı Kadın'ı birkaç kez daha oynadı. 1900'lerin başında hastalığı onu sahnelerden uzaklaştırdı. Bir Kadın Oyuncunun Anılan (Souvenir d'une tragedienne) adlı anıları Ermenice ve 1912'de de la Patrie gazetesinde dizi halinde Fransızca yayımlandı.

İlk Ermeni kadın tiyatro sanatçıları geleneğinin halkalarından olan; sahnelerde yıllarca kalan ve Osmanlı tiyatrosunda önemli bir yere sahip bulunan Aznif Hanım, 1864'te İstanbul'da doğdu. 1884'te sahneye çıktı. 1894'te, 1908'e kadar tiyatro hayatının en önemli adı sayılan Mardiros Mınakyan'ın başta gelen kadın sanatçıları arasında yer aldı. Aznif Hanım'ın 1908'de Şehzadebaşı Ferah Tiyatrosu'nun karşısındaki binada, Müfit Ratip Bey ve arkadaşlarının Ev Tiyatrosu grubuyla ve Küçük Şamran Ha-nım'la birlikte Nasıl Oldu ve Zor Nikâhı oyunlarında sahneye çıktığı biliniyor. Aznif Hanım, kısa bir süre Osmanlı Donanma Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi'nde de oynadı. İ915'te, kuruluşu sırasında Darülbedayi'ye girdi. Özellikle kaynana rolleriyle tanındı. 1924'te Muhsin Ertuğ-rul'un Ferah Tiyatrosu'nda sahneye çıktı. 1925'te Raşit Rıza (Samako) yönetimindeki Darülbedayi temsil heyetinin İstanbul Tepebaşı Tiyatrosu'ndaki kadrosunda görülen Aznif Hanım, 40 yılı aşan bir sahne hayatından sonra 1929' da İstanbul'da öldü. Aznif Hanım, Muhsin ErtuğruPun ilk filmi İstanbul'da bir Facia-i Aşk'ta da (1922) rol almıştı. Bibi. And, Osmanlı, 137-138; And, Meşrutiyet; And, Tanzimat; M. And, "Geçen Yüzyılda Bir Kadın Oyuncunun Anıları", Devlet Tiyatrosu Dergisi, Ankara, Ekim 1967; (Seven-gil), Türk Tiyatrosu, I-II; M. Ertuğrul, Benden Sonra Tufan Olmasın, ist., 1989.

İSTANBUL

BÂB NÂİBIİĞİ

Bâb mahkemeleri olarak da bilinir. Osmanlılar döneminde İstanbul merkezi ile Eyüp, Galata ve Üsküdar'daki yargı mer-cileriydi. Bu mahkemeleri kentteki diğer mahkemelerden ayıran özellikleri, asıl yargıçlarının İstanbul kadısı ile Eyüp, Galata ve Üsküdar kadıları olmasıydı. Ancak bunlar adına davalara, görevlendirdikleri bâb nâibleri bakmaktaydılar.

Eski adalet örgütlenmesi içinde farklı yargı kurumları vardı. Örneğin, Divan-ı Hümayun, aynı zamanda bir yargı kurulu olduğu gibi, Rumeli ve Anadolu kazaskerleri de ayrı ayrı davalara bakmaktaydılar. İstanbul kadısı ile Bilad-ı Sela-se kadıları da kendi sorumluluk bölgelerinin en büyük yargıçları konumun-daydılar. Bunların başkanlık ettikleri mahkemelere bâb mahkemesi deniyordu. Ayrıca, İstanbul'da ve Eyüp, Galata, Üsküdar beldelerinde çok sayıda başka mahkemeler de vardı. Gerek İstanbul kadısı gerekse Bilad-ı Selase kadıları, kendi bölgelerinin yöneticisi ve bir bakıma belediye başkam oldukları gibi daha üst düzeydeki yönetsel, yargısal ve törensel birçok etkinliğe katılmak durumunda bulunduklarından, bâb mahkemesine doğrudan başkanlık etmezler; bu görevi, vekil olarak atadıkları bâb nâibleri aracılığıyla yerine getirirlerdi. Kapı naibi de denen bâb nâibleri, şer'i konularda uzmanlaşmış, uzun süre bu tür mahkemelerde hizmet vermiş kişilerden seçildiği için, yargılamaların sağlıklı yürütülmesi bakımından da bu sistem doğruydu. Çünkü, İstanbul ve Bilad-ı Selase kadılıkları, süresi bir yıl olan kısa görevlerdi. Terfi ederek bu görevlere atananlar, ekseriya, bâb mahkemesinin naibini ve diğer görevlilerini yerlerinde bırakarak yargı işlerinin düzenli gitmesine imkân vermekteydiler. Bâb mahkemelerinin bir numaralısı, İstanbul kadısına bağlı olandı.

Bâb mahkemelerinin tarihini, ilmiye sınıfıyla ilgili ilk belirlemelerin yapıldığı 1470'li yıllara kadar götürmek mümkündür. Ancak, bu döneme ilişkin bilgi ve belge yoktur. Kuşkusuz 15. yy sonu ile 16. yy başında bâb mahkemelerine İstanbul ve Bilad-ı Selase kadıları fiilen

bakmaktaydılar. Fakat nüfusun artması, yargı işlerinin yoğunlaşması sonucu bir yandan Mahmutpaşa, Davutpaşa, Ahiçe-lebi, Balat semtlerine mahkemeler açılırken diğer yandan da bâb mahkemelerine nâibler atanmaya başlandı. 1521'de ilk kez bâb naibi atayan İstanbul kadısının ise Muhyiddin Fenarî olduğu bilinmektedir. Bâb mahkemelerinin bir özelliği de resmi nitelikli bir binalarının bulunmayışıydı. Her görev değişiminde bâb mahkemesi de yeni kadının konağına taşınırdı. Ancak 1837'de Bâb-ı Me-şihat'ta İstanbul kadısına bir makam ayrıldığı gibi, burada bir de bâb mahkemesi dairesi düzenlendi. Yine bu yıllarda bâb mahkemelerinin görev alanları yeniden belirlendi ve birçok konu, yeni kurulmakta olan nizami mahkemelere bırakıldı. 1850'de ticaret, 1867'de ceza yasalarının ve bunlarla ilgili yargısal düzenlemelerin yürürlüğe konmasıyla da bâb mahkemeleri diğer şer'iye mahkemeleri gibi salt şer'i konulara bakan birer yargı organı konumunda kaldı. 1888' deki düzenleme ile, bâb mahkemeleri, evlenme, boşanma, nafaka, miras, diyet, kısas vb konulara bakmakla yükümlü kılındı. 19l4'te ise şer'iye mahkemeleri kapsamında bâb mahkemelerinin görev ve yetkileri yeniden belirlendi. 8 Nisan 1924'te ise bütün şer'iye mahkemeleriyle birlikte bâb mahkemeleri de kapatıldı.

Bâb mahkemelerinde, nâibden başka reisülküttab (başkâtip), kâtipler, vekayi kâtibi, muhzırbaşı veya muhzırlar vardı. Muhzırın görevi, suçluyu yakalayıp getirmekti. Vekayi kâtibi İstanbul'la ilgili her türlü hüküm, ferman ve kararları, bâb mahkemesi siciline aynen yazardı. Başkâtip, yargı yöntemlerini, şer'i kuralları en iyi bilen ve gerektiğinde naibi, hattâ kadıyı uyaran uzmandı. Kâtiplerin de kentin geleneklerini, kurallarım, tarihini, semtlerini, iş ve yaşam düzenlerim, ayrıca şeriatı bilmeleri koşuldu. Bunun yanında hüküm kaydetmek, vakfiye, hüccet, ilam vb belgeleri düzenlemek konularında deneyimli olmaları gerekiyordu. Bâb mahkemelerinin çalışma düzenini ve görevlilerini sorumlu kadı her zaman denetler ve gerekli gördüğünde müdahalede bulunurdu. Şeyhî Mehmed Efendi Vekayiu'l-Fuzalâ'da., özgeçmişlerini verdiğj Eyüp kadılığından emekli başkâtip Müftizade Mehmed Efendi (ö. 1721) ile Müderris Nalbandzade Ahmed Efendi'nin (ö. 1722) ve İstanbul Kadısı Sunullah Efendi'nin (ö. 1724) İstanbul Bâb Mahkemesi'nde uzun süre kâtiplik, başkâtiplik yaptıklarım, çok bilgili, yargı belgelerinin düzenlenmesinde uzman olduklarını vurgulamıştır.

Diğer şer'iye mahkemelerinde olduğu gibi bâb mahkemelerinde de arşive sicil deniyordu. Burada dava tutanakları, sözleşme, senet, satış, vakfiye, vekâlet, kefillik, vesayet, ı'takname, tereke, paylaşım vb belgeleri, günlük narh listeleri, esnaf denetim kayıtları, ferman, berat, divan, mektup, rüus, tezkire su-

retleri veya asılları saklanıyordu. Kadıların her görev değişikliğinde tüm sicil kadıdan kadıya, nâibden naibe tutanakla teslim ediliyordu. Yapılan işlemler ve yargılamalar için alınan ücret ve harçlar da düzenli olarak kayda geçirilmekteydi. Bu açıdan, İstanbul bâb mahkemelerinde biriken ve en eski tarihlileri 17. yy ortalarına değin inebilen şer'iye sicilleri, II. Meşrutiyet'e (1908) kadarki iki yüzyıldan fazla bir zaman için, kent tarihinin en önemli belgelerini içermektedir.

İstanbul bâb mahkemeleri, narh tespiti, esnaf denetimi gibi birçok belediye görevlerini, noter hizmetlerini, icra ve vakıf işlemlerini, yargısal çalışmalarla birlikte yürütmekteydi. İstanbul kadısı adına davalara bakan bâb naibi, soruna kesin bir çözüm bulamadığı durumlarda konuyu kadıya aktarır o da gerekli görürse Divan-ı Hümayun'a götürürdü. Buna karşılık, Divan-ı Hümayun'dan bâb mahkemesine havale edilen davalar ve sorunlar da olurdu. Bâb naibi ile kâtipler, muhzır, mübaşir, çuhadar vb görevliler mahkemedeki hizmetlerinin karşılığında yargı ve işlem harçlarından belirli oranlarda pay alırlardı. İstanbul Bâb Mahkemesi'nin yetki alanı suriçi İstanbul'la sınırlı olduğu gibi, Eyüp, Galata ve Üsküdar bâb mahkemeleri de bu beldelerin sınırları içinde kalan davalara bakmaktaydılar.

Davalara Hanefi mezhebine göre bakılır, ancak başvuranlar davalarının diğer Sünni mezheplerden birisine göre bakılmasını isterlerse gereği o yönde yapılırdı. İstanbul ve Galata bâb mahkemelerinde, kentteki müs'temin denen yabancı gayrimüslimlerin davalarına da bakılır, gerektiğinde tercüman kullanılırdı. Eğer davalı ve davacı, her ikisi de yabancı-gayrimüslim iseler, aralarındaki davanın şer'i yönden çözümü bulunmadığına ilişkin yetkisizlik kararı verilir ve konu bir hakem kuruluna havale edilirdi. Yargılamalarda, davanın özelliğine göre tanık, taraflar, dinleyiciler bulunurlardı. Duruşmaların açık olması değişmez kuraldı. Bilgisine başvurulan kethüda, yiğitbaşı, imam, yeniçeri ihtiyarı, müderris vb "şuhudu'1-hâl" (danışmanlar) olarak karar belgelerini imzalarlardı. Bâb mahkemesinde yargı özeti veya işlem, aynı anda "sicill-i mahfuz" denen deftere yazılır, karar da tebliğ edilirdi.

Bâb naibi her duruşmada, ilkin davaya ya da konuya bakmaya yetkili olup olmadığını saptardı. Önce davacıyı, ardından davalıyı dinler, sorular yöneltirdi. Eğer davalı, davacının iddiasını kabul ederse karara geçer; reddederse bu kez davacıdan iddiasını kanıtlamasını isterdi. Tanık ve kanıt yoksa yemin önerir, şayet davalı da yemin ederse dava düşerdi. Bâb naibi gerekli durumlarda keşif naibi göndererek veya doğrudan yerinde incelemede bulunurdu.

İstanbul bâb mahkemelerini en çok işgal eden davalar, esnaf kesiminden gelen gedik nizamına uyulmaması, narhın altında veya üstünde fiyatla satış yapılması, ölçü, tartı, kalite hileleri vb konulardı. Genellikle bu konulan yiğitba-şılar, esnaf kâhyaları yargı önüne getirmekteydiler. Kol gezme denen kontrollerde ve denetimlerde kadının ve naibin saptadıkları usulsüzlükler bâb mahkemelerine havale edilirdi.



Yüklə 7,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   115   116   117   118   119   120   121   122   ...   129




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin