İÇİndekiler I


A. 2. 3- Turgut Özal’lı Yıllar



Yüklə 0,57 Mb.
səhifə14/20
tarix26.07.2018
ölçüsü0,57 Mb.
#58595
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   20
A. 2. 3- Turgut Özal’lı Yıllar

1983 yılında genel seçimler yapılıp ANAP iktidara gelince 3 yıldır yasaklardan bunalan ülke kısmen de olsa rahatladı. Gazete karikatürcülüğünde bu dönemde yaşanan değişimi sorgulamak için basının izlediğinden gitmek daha doğru olur:

Özal’lı yıllar, Türkiye’nin dünyayla bütünleştiği –daha doğrusu bütünleşmeye çalıştığı-, özel teşebbüsün ithalatta ve ihracatta hiç olmadığı kadar ön plana çıktığı, müthiş bir teşhir çılgınlığının toplumun tüm katmanlarında kendini hissettirdiği, tarihin geriye dönüş yollarını tıkayacak ölçüde değiştiği, dünyanın iktidardaki ekonomik sistemi kapitalizmin tam anlamıyla yürürlülüğe girdiği ve toplumsal eşitsizliğin yoğun bir şekilde hissedildiği aynı zamanda sistemle uyumlu olanların kısa sürede refaha ulaştığı yıllar oldu.

Basında bu dönemde meydana gelen yenilikler derken, iki önemli olguyu göze çarpıyordu. Bunlardan birincisi magazine yönelik ve promosyonla okur avına yönelik bir politikasının hakim olmasıydı. Aynı zamanda gazeteciliğe basın dışındaki çevrelerden yeni insanların soyunmalarıyla birlikte rekabet artmış ve bu yeni oluşum ileride büyük çapta oluşacak tekelleşmenin tohumlarını attı. Basında bu dönemde gerçekleşen ikinci önemli olay ise çok satan dergilerin yayın hayatına girmesiyle birlikte, resmi kültürün dışında yeni bir haber anlayışıyla, yeni bir haber dilinin oluşmasıydı. Giderek daha tanımlı okur kitlelerine yönelik dergiler yayın hayatına giriyor ve hayatın derinliklerine yönelik, yepyeni, konularla okur karşısına çıkılıyordu. .

80’lerde Türkiye’de yaşanan, cinsellik başta olmak üzere özel hayatın, daha çok özgürleşme ve bireyselleşme söylemi içinde bilmek isteyen bir otoriteden bağımsız olarak söze dökülmeseydi. Sürece damgasını vuran, ısrarla bilmek isteyen kurumsal bir otoriteden çok, kendilerine yeni haber alanları yaratmak isteyen kurumsal bir otoriteden bağımsız olarak söze dökülmeseydi. Sürece damgasını vuran, ısrarla bilmek isteyen gazete ve dergilerin soruşturmalarına büyük bir açlık, büyük bir iştahla cevap veren, iç dökmek isteyen bunda bir özgürleşmenin, bireyselleşmenin imkanını gören gönüllü anlatıcıları olmuştu.

1980’li yılların ikinci yarısı, Güneş ve Sabah’ın büyük basın kulvarında yerlerini almalarına, Hürriyet tekelinin kırılmasına ve kitle gazeteciliğinin egemen olmasına tanık oldu. Bu, basının halen devam eden yapısal karakter özelliklerinin olgunlaşması anlamına gelmekteydi. İlizyona dayalı habercilik, karanlık ilişkiler, tüccar mantığı, cinsellik sömürüsü artık basının yapısal özelliklerini oluşturmaktaydı.

Cüneyt Arcayürek, 80 sonrasındaki basında yaşanan değişimi şöyle değerlendiriyor. “1980’lere kadar gazete gazetecilik içindi. Asıl görevi haber vermek olan gazeteler ticari uygulamalara dalmışlardır. Gazeteler hızla büyük sermayenin eline geçmiş ve gazeteler kar amacıyla çalışan işletmeler haline dönüşmüştür.

Basın artık iktidar nezdinde bir baskı aracı olarak kalmayıp iktisadi bir sağlayabilmekteydi. Büyük sermaye, hem kendi şirketlerinin ürünlerini pazarlayabilmek ve öteki şirketlerin reklam harcamalarından pay alabilmek hem de işlerinin yürütülebilmesinde hükümetle “iyi ilişkiler” kurabilmek için gazetecilik alanına girdi. Böylece haber kar karşısında ikincil duruma düştü.

Büyük holdingler, diğer sektörlere oranla çok az kazandıran basın sektörüne girmelerindeki asıl hedef, basının elinde bulundurduğu “etkileme” gücünü kullanmak olduğu çok açıktır. Medyayı elinde bulundurmak bu dönemde bu tür “savuma harcaması” olarak değerlendirilmiş, gazeteciliğin ilkeleri menfaatler karşısında yenilgiye uğratıldı. .

Böyle bir dönemde bir basın işletmesinin maaşlı çizeri olan bir karikatürcünün etkinliği nedir?Ne olabilir?Pazar sansürü beyinleri daraltırken, karikatür bu sansürden kurtulabilir mi?Soruları uzatmak olası ama varolan tek gerçek bu tip gazetelerde çalışan her gazeteci gibi, karikatürcünün de kendini bu düzene uydurmasıdır. Ama iyi karikatürcüler, böyle dönemlerde bile, doğrularından taviz vermeden karikatür çizip, cesurca okur karşısına çıkmayı bildiler.

Karikatür açısından yaşanan en büyük değişim Özal’ın kişiliğinde düğümlenmekteydi. Özal, diğer liderlere nazaran karikatürle çok daha yakından ilgileniyordu. Diğer liderlere nazaran karikatürle çok daha yakından ilgileniyordu. Diğer liderler karikatürcüleri hiç dikkate almazken, resepsiyonda karikatürcülerle özel olarak ilgileniyordu. Özal’ın karikatürcülerle ilişkilerinin iyi olması, onun eleştirilmesini engellemedi, her iktidar sahibi gibi Özal’da karikatürcülerin eleştirilerinden nasibini aldı. Karikatürün o uzlaşmaz muhalifliği, doğaldır ki bu dönemde de varlığını sürdürdü. Özal’ın dört eğilimi birleştirme iddiaları, birçok yerden patlak verdi, karikatürcüler de bu açıkları kaçırmadılar.

Haslet Soyöz, Özallı yılları karikatür açısından şöyle değerlendiriyor:

“80’li yıllardan önce iktidarın tepkisi daha sertti. Günümüzde bakanların ‘aa, bu ne diyeceği bir espriden ben yargılandım. Ankara’da çöp görevi vardı. Ben de çöp kutusunun içinde dönemin başbakanı Süleyman Demirel’i gösteren bir karikatür çizdim ve yargılandım. Özal ise bu tavrı yumuşattı. Bu iktidarın gücünde değil, mizahın gücünden kaynaklanıyor İktidarın tepkisi yumuşayınca, karikatür daha da sertleşti, daha da acımasızlaştı. ”

Magazinleşmeye birlikte karikatür yeni alanlara açılmakta, daha çok çizilme olanağı bulmaktaydı ama o bildiğimiz anlamda klasik gazete karikatürü formunda büyük değişiklikler, büyük değişiklikler, büyük yenilikler gözlemlenemiyordu..

80’lerin basın açısından diğer bir yeniliği de yeni haber ve magazin dergilerinin yayın hayatına başlaması ve kendi çaplarında büyük satışlara ulaşmasıydı. Özellikle Nokta ve Yeni Gündem dergileri 80’li yılların en popüler haber dergileri oldular ve gündeme damgalarını vurdular. Bu dergilere göz attığımızda ise karikatürcülerin çok başarılı olduğunu ve topluma ayna tuttukları görülüyor. Nitelikli çizimlerle, yaşanan toplumsal değişimin en net saptamaları bu dergilerin karikatüristleri tarafından yapıldı. Hasan Kaçan, Salih Memecan ve özellikle Yeni Gündem’de çizen Latif Demirci’nin çizimleri çok üst düzeydeydi. Bu durum bizi şu sonuca götürebilir; dergilerin ve gazetelerin niteliği, olaylara bakış açısı ve tavrı ister istemez karikatürcülere de yansıyor. Yine Latif Demirci’den devam edersek, Yeni Gündem’e çizdikleriyle Gırgır’a çizdikleri arasında derin ayrılıklar vardır.

Bu yıllarda karikatürün büyük bir atılım yapamamasının bir önemli sebebi de karikatüre yer verecek, ona ihtiyaç duyan ve okuyucularına ulaştırmak isteyen yayınların azlığıdır. Karikatürcüler kendilerini yenileyememişlerdir kendilerine ayrılan alanlarda önemli bir başarı elde edememişlerdir, bu doru; ama, aynı zamanda mevcut medya düzeninin de karikatürü değerlendirecek iyi yayınlar çıkaramadığı da dönemin bir başka gerçeğidir.

Değişen Türkiye’nin değişen gazeteleri piyasaya çıkmakta ve karikatüre basında açılan alanlar genişlemekteydi. Özellikle Güneş ve Sabah gazeteleri bant karikatüre geniş yer ayırmıştır. Ne var ki, bu bant karikatürler genellikle yabancı kaynaklı olduğu için 80’lerin başında Cumhuriyet çizerlerinin çizgileri kadar ilgi toplayamadılar, daha çok çocuklara yönelik çizimler olarak kaldılar. Bu dönemde 50 ve 70 kuşağı hala daha gazete karikatürcülüğünde iktidardaydı ve geçen yıllara rağmen basına giren yeni karikatürcülerin sayısı pek azdı.


A.2.4- 1990’lar

90’ları ülkemiz açısından medya çağı olarak isimlendirmek çok yanlış olmaz. Devleşen ve plazalara yerleşen basın kuruluşları, piyasayı gitgide oligopol bir piyasaya çevirirken aynı zamanda ülkenin gündemindeki ağırlıklarını da muazzam bir şekilde arttırmışlardı. Medya gündemindeki ağırlıklarını da muazzam bir şekilde artırmışlardı. Medya mevcut iktidar yapısında çok önemli bir paya sahip olmuş ve bunun gereklerini yerine getirmişti. Özal’ın yıllar önce söylediği “2. 5 gazete kalacak” kehaneti veya planı 90’lı yıllarda gerçekleşti. Asıl Nadir’in basın dünyasına girmesiyle gün yüzüne çıkan tekelleşme olgusu, daha sonra Asıl Nadir’i çok çok aşarak basın dünyasına damgasını vurdu.

Tekelleşmenin en önemli sebebi şüphesiz artan maliyetlerdir. Artan maliyetlerin ancak büyük grupların ayakta kalabilmesini sağlaması, hem satış açısından hem de elde ettikleri reklam gelirleri açısından diğer gazetelere büyük grupların rekabet etmeleri oldukça zorlaştırıyordu. Bu sistem, neticede, küçük basın işletmelerinin iflas etmelerini, el değiştirmelerini ya da büyük grupların hakimiyetine girmesi sonucuna yol açtı. Artan maliyetlerin yanı sıra tekelleşmeyi doğuran diğer faktörler reklam gelirlerinin azlığı tirajlardaki durgunluk, büyük yatırımların zorunlu hale gelmesi ve dağıtımda yaşanan güçlüklerdi.

Tekelleşme ülkemizde özel radyo ve televizyonların yayına başlamasından sonra daha tehlikeli boyutlara vardı. Özel televizyonların reklam pastasını gitgide küçültmesi gazeteleri ya televizyon istasyonları kurmaya yöneltmiştir, ya da televizyonlara ortak olmaya. Bu süreç sonunda neredeyse, televizyonu olmayan gazete, gazetesi olmayan TV kalmadı.

Gazetelerin gücünü bu derece artırması, onların ayakta kalmalarının koşullarını da gitgide zorlaştırdı. Tirajın dışındaki bir çok faktör –özellikle reklam –dengesi korunması şart oldu. Ayrıca basının birinci kuvvetliğe soyunması ve gazeteciliğin dışındaki ilişkilere girmesi de bu dönemin belirgin özelliklerindendir. Habercilik açısından bu dönemin en acı gerçeği; haberin artık ikinci plana düşmesiydi. .

Basının devletle ve sermaye kesimiyle bu derece özel ilişkilere girmesi, gazetelerin asli fonksiyonlarını aksattı. İmal edilen gerçek, bize yaşanan gerçek olarak sunuldu ve karşılığında gazetecilik kullanıldı. Oysa bir gazetecinin buna kesinlikle hakkı yoktur.

“Mesleği insanların haber almaları hakkına aracılık etmek olan insanlar, yani profesyonel gazeteciler dışında kimse gazetelerin hazırlanışına karışmamalıdır. Ne siyasal olana, ne de ekonomik olana hükmeden, hatta ne aileye çeki düzen, bu üç dünyanın arasında adeta bir kan damarı gibi görev yapan iletişimcinin işine karışabilir. Eğer karışırsa haber seçme işi, profesyonel gazetecinin salt profesyonel endişelerle ve ilginç olmayı temin için yapacağı seçmenin yerine, ya da geçerli değer yargılarının daima ön planda tutulması ile sonuçlanacaktır. Hangisi daha güçlü ise, onun dediği olacaktır. Ya tatlı dille, ya da zorla …Ama profesyonel gazetecinin “her şey layıkıyla verme” ilkesi, “Benim istediğimi vereceksin” ilkesiyle yer değiştirecektir. ”

Bu arada piyasaya yeni yayınlar ancak var olan büyük gruplar tarafından çıkartılıyordu, ya da ciddi boyutlarda büyük sermaye grupları tarafından. Bağımsız yayınların yaşama şansı ise hemen hemen kalmadı.

Büyük gruplar, adeta açgözlülükte sektöre sürekli yeni yayınlar sundular. Var olan atıl teknolojinin değerlendirilmesi amacıyla çıkan bu yayınlar oldukça ucuza mal ediliyordu. Elamandan, makinesine, dağıtımından reklamına kadar tüm aşamalar tekellerin büyük binaları içinde karşılanıyordu. Sadece mürekkep ve kağıt masrafı olan bu yayınlar, büyük gazetelerin ulaşamadığı daha özel kitlelere yönelik de çıkartılmaya başladı. İlhan Selçuk, tekellerin bu “menfaatimize uygun olursa her türlü yayına imzamızı atarız”, anlayışını şu sözlerle eleştiriyor: “Şimdi eğer bu ülkede hanımlara dergi gerekiyorsa onu biz yaparız. Eğer solda bir gazete çıkarmak gerekiyorsa-ama piyasası varsa-onu da biz çıkartırız. Herkes de gazeteleri alıp sanki o ayrı bir dergi gibiymiş gibi okur. Bu patronlardan biri bana ‘Biz şimdi karbon kağıdıyla kopyası çıkarılmış gibiyiz’ dedi. Böyle bir yerde ne fikri çeşitlilik olur, ne insanlar gerçeklere ulaşabilir, ne de o gazetelerin içinde çalışan insanlar, gerçekleri bulup, yakalamak arzusuna kapılabilir. ”

Edward Kennedy’nin “Düşünce özgürlüğü, mülkiyetin arsızca tutumuna terk edilemez “diyor. Türkiye ise bu yıllarda en değerli haklarından birini, haber alma hakkını tekellerin insiyatiflerine bıraktı.

Türkiye’deki medya ortamı Chomsky’nin çizdiği tablodan pek farklı değil.

“Gazeteciler, propaganda modelinin öngörülerine yakından bağlı kalan medyaya haber getirenlerin çoğu dahil olmak üzere, çalışmalarında cesaret, erdemlik ve atılganlık sergileyerek ileri derecede bir profesyonellik tuttururlar genellikle. Bunda hiçbir çelişki yoktur. Sorun yaratan şey, ifade edilen düşüncelerin dürüstlüğü ya da gerçekleri arayanların erdemliliği değildir, daha çok konuların seçimi ve sorunlara ışık tutulması dile getirilmesine izin verilen düşünceler yelpazesi haberciliğe ve yorumlara kılavuzluk eden tartışılmaz öncüler ile belirli bir dünya görüşünün sunulmasında zorunlu tutulan genel çerçevedir. Medya haberlerin ve çözümlemelerin çatısını yerleşik ayrıcalıkları destekleyen bir çerçevede kurarak ve bu doğrultuda tartışmayı sınırlayarak birbirleriyle sıkı sıkıya kaynaşmış olan devletin ve şirketlerin çıkarlarına hizmet etmektedir. ”

Karikatür gerçek etkinliğini baskı dönemlerde göstermektedir. Böyle dönemlerdeki karikatürlerin sanatsal değeri tartışılsa da okuyucuyla yasaklara rağmen buluşması ve mesajını ona ulaştırması karikatüre gerçek gücünü veriyor. 90’larda bildiğimiz klasik manada bir baskı söz konusu değildir. Sıkı yönetim bildirileri ve baskıcı hükümetler bu yıllara yetişememişti ama baskı bu kez içeridendi. Bu baskı basının içinde hiç olmadığı kadar kendini hissettiriyordu. Bu sansür basının kendi kendisine uyguladığı bir sansürdü, ve gazetecilik mesleğinin ilkelerinin çok dışında tamamen başka amaçlar içinde yapılıyordu. .

Salt habercilik kaygılarıyla ve gerçeklerin izlerinden asla ayrılmadan varolması gereken gazeteciler artık gazetelerini pazarlıyorlar. Manşetler menfaatlere endeksli ve mevcut düzen gazetecileri, istediği gibi yontuyor. Gazeteciler patronlar isterse tetikçi oluyor, dedektiflik yapıyor, ihalelere karışıyor, ansiklopedi tanıtıyor, basın kavgalarında taraf oluyorlardır. Taraf oluyorlardır olmasına ama bu taraflık nedense hep gazete yönetiminin tarafında olmak anlamına geliyordu.

Bireysel tercihler gazete yönetiminin tercihleri dışına pek çıkamıyor ve gazetecilerin kişilikleri hiç olmadığı kadar zorlanıyordu. Gazetecilik yapmak daha baştan birçok şeyi göze almak ve piyasanın gereklerine uymak anlamına gelmekteydi. Manşetlerden köşe yazılarına, oradan fotoğraflara dek hep aynı politikanın ağırlığı hissediliyordu.

Tekelleşmeyle birlikte ve özellikle Milliyet’in Hürriyet’i satın almasından sonra gazeteciler için çalışılacak yer oldukça azaldı. Çünkü Sabah ve Doğan grubunun dışında kalan Zaman, Türkiye ve Cumhuriyet gazetesinin, gelenekselleşmiş bir yazı kadrosu, ondan öte çalışanlarından beklediği, bir düşünce profili var. Her şey bu kadar açıkken, bir medya çalışanının patronuna karşı gelebilmesi çok ciddi riskleri de beraberinde getiriyor. Medyanın en önemli sorunu kendi içinde yeteri kadar demokrat olmaması. Oysa ki, “Medya’nın özgürlüğünü koruması için, medya içi özgürlüğün sağlanması zorunludur. .

Türkiye’de ise her şey patronun iki dudağı arasında. Gazetede neyin yayınlanıp neyin yayınlanamayacağını patron belirliyor. Asıl olan gerçekler değil gazetenin çıkar gruplarıyla bağlantıları. Burada iktidar sahiplerinin lehine ve gazete çalışanlarının kişiliğini ezmeye yönelik bir yapılanma söz konusu. Bunda elbette bazı gazetecilerin mesleklerinin misyonlarına inanmaları ve gazeteciliği bir amaçtan çok araç gözüyle bakmaları ve meslek ilkelerinden kolay ödün vermeleri de önemli bir etken.

Medyanın yapısal niteliği ve bu niteliğin kamuoyuna yansıyan yanlarını düşünmeye çalışırsak ; medyanın hangi haberleri öne çıkardığı, nasıl işlediği, hangi haberleri yayınlayıp hangilerini yayınlamadığı gibi seçimlerinde, dolayısıyla haberlerin kamuoyuna yansıması biçiminde siyasal sistemin niteliği (açıklığı, sivil toplum örgütleri ve muhalefet kurumlarının yapısı, fonksiyonlarını yerine getirebilmesi hükümetle medya ilişkilerini sağlıklı işlemesi açısından yerleşmiş gelenek, v. b. )kurumda yerleşmiş yayın ilkelerinin olup olmadığı, medya patronlarının ekonomik çevrelerle grift ilişkileri değişik ölçülerde etkilidir. Siyasal sistem içindeki çıkar dengeleri ve ülke çapında dağıtımı yapılan gazetelerin ve izlenebilen TV kanallarının birkaç kişinin elinde toplanması, tek bir kişiye ekonomik bağımlılık dolayısıyla çalışanların olduğu kadar, kamuoyuna ulaşan mesajları etkilemekte, dolayısıyla medya kuruluşlarının yapısı haberlerin kamuoyuna yansımasında giderek daha belirleyici olmaktadır. Ekonomik çıkar çevreleriyle griftleşen medya patronlarının çıkarlarının haberler üzerindeki belirleyiciliği, kimi zaman oto sansür, kimi zaman haberin hiç yayınlanması yada yayımlanma, yer alma biçimini etkileyecek şekilde ortaya çıkabilmektedir. Gazeteci yazdığı haberin hangi sayfada yada kaçıncı sırada hangi manşette yayımlanacağını saptayamamaktadır. Kurum politikasına göre haber büyütülüp küçültülmekte yada yayımlanmaktadır; dolayısıyla medya kurumlarında çalışanların bağımsızlığı, kurumsal etiğin ve yayın ilkelerinin yerleşikliği haberin oluşmasında önemli bir etken durumundadır. .

Medyanın var olan hegemanyonun kırılması karşısında konumu, toplumsal bölünmeye , parçalanmaya karşı bir ikna aracı durumundadır. Cumhuriyet döneminin ‘zihniyet kalesi’ olarak ifade edilen gazeteleri bugün diğer kitle iletişim araçlarıyla birlikte sistemi koruma konusundaki tavrını ve bu konudaki ideolojik perspektifini hem yukarıda sözü edilen geleneği, hem de yöneticilerin toplumsal hiyerarşi içindeki konumları dolayısıyla sürdürmektedir. Köşe yazıları, televizyondaki çoğu gazete kökenli yorumcular, topluma toplum için uygun olduğu düşünülen bir takım normları dayatmaktadır. Ancak bu normlar belli toplumsal tabakaların değerleriyle oluşmuştur. Medya sistemi ve istikrarı korumak yönündeki tavrıyla toplumsal tabakaların kodlarıyla davranırken radikal olanı dönüştürme işlevini yürütmektedir. Medyanın kurucu değerleri konumunda bir ikna aracı rolünü sürdürmesi çevrenin muhalif öğelerine olan tavrını belirlemekte (merkezi basının radikal basına karşı tavrı dahil) ve bu durum merkezle, çevre arasındaki gerilimde kendini göstermektedir. İktidara taşınan çevre ile ulus devletin kurucu ideolojisi ile mesleki kodları oluşmuş medya arasındaki yaşanan gerilim, medyanın demokrasi anlayışına yansımakta, kendi geleneği itibariyle devletin kurucu ideolojisi ve onun kurulu değerlerini savunurken demokrasinin özüne dönük müdahaleler bile meşru kabul edilmekte, ordunun rejimini gerçek sahibiymiş gibi davranmasını onaylamaktadır. Devletin kurucu ideolojisini ve onun belli yorumlarının ayakta tutulması topluma ve onun iradesiyle biçimlenen siyasal yaşama devlet adına gerçekleştirilmiş bir girişim olarak sunulmaktadır. Böylece medyanın normal-anormal değerleri kimi zaman çevreden farklı olabilmekte, çevrenin küresel gelişmelerle kültürel olarak tüketici olarak vardığı noktada medya merkezde muhafazakar bir konumda kalmaktadır. “Günlük gazetelerin mevcut ekonomik ve hukuki yapısı, yönetici-gazeteci ve işveren-çalışan ilişkileri açısından, herhangi bir ürün yada hizmetten çok çeşitli açılardan farklı. Siyasi etkisi, ekonomik gücü, üst yapıyı şekillendirmesi, kamuoyu yaratması, yönlendirmesi gibi sıradan bir ürün yada hizmette olmayan özellikleri var, Basın işverenlerinin , siyasi ve ekonomik iktidar odaklarıyla bağlantıları nedeniyle, mevcut yapı, bağımsız haberciliği ve dürüst gazeteciliği büyük ölçüde engelliyor. Zaten yazı işleri çalışanlarının hukuki durumunu düzenleyen 212 sayılı kanunda muhabir ve yazarların işverenin felsefesi, siyasi, ekonomik görüşlerinin zıttını savunması tazminatsız bir şekilde işten çıkarılmasını öngörüyor.

Oysa ki Batı’da “Clause de conscience” adı verilen yasa maddesi, muhabir ya da yazar, işverenle siyasi, felsefi ya da editoryal görüş konusunda anlaşmazlığa düştüğünde tıpkı tek yanlı bir şekilde işten atılmış gibi tazminat alarak işten ayrılabilmektedir.

Ana hatlarıyla çerçevelemeye çalıştığımız, mevcut basın ortamından bütün gazeteciler gibi karikatürcüler de etkilendiler ve bunu ister istemez çizimlerine yansıttılar. Karikatüristin etkinliği gazetenin diğer yazarların etkinliğinden fazla değildir elbette. Bir çok çizer karikatürün doğası gereği çok edilgen bir görünüm çizmedi. Hatta bir çok gazetecinin yazamadığı “gerçek”ler karikatürcülerin o sınır tanımaz çizgilerine konu oldu. Manipülasyon ve maksatlı haberlere karikatürcüler çok fazla alet olmasalar da, bunun karşısında cesaretle durduklarını iddia etmek doğru olmaz.

Karikatürist Gürbüz Doğan Ekşioğlu, bugün Türkiye’de bir çok karikatüristin yönlendirildiğini iddia ederek, şunları söylüyor:

“Çoğu gazetede karikatürcüler, gazetenin genel yayın yönetmeni tarafından yönlendiriliyor. Bugün şunu çiz şeklinde. Bir bağımlılık söz konusu. Bugün gazeteci editörüne, bugün ben mutlaka bu karikatürü koyacağım derse ve patronu onu işten atarsa, karikatürcünün iş bulması çok zor. Çünkü gazete sayısı çok az, yeni yetişen karikatürcülerin önü kapalı, köşeleri ustalar tutmuş. Hangi gazetede çalışıyorsan o gazetenin yayın politikasına uymak zorundasın. O zaman karikatürün dünyası sınırlandırılıyor ve onun hep o yöne bakmasına yol açılıyor. Bir de işin içine para kazanama politikası girince, yönlendirme de giriyor doğal olarak. Karikatür bir sorgulama sanatıdır ve kendi anlatım formülleri vardır. Günümüzde ise karikatürcülerin söz söylemeleri için olanak yok. Ne zaman karikatürcüler bir araya gelip dergi çıkartabilirler ve dergi o kitlelerle ulaşabilirse, o zaman karikatürcüler daha fazla söz söyleyebilirler. Cumhuriyet gazetesi, Milliyet gazetesi ne kadar söz söyleyebiliyorsa, oradaki karikatürcüler de o kadar söyleyebilir. Bugün basın sektöründe çalışamayan çok yetenekli karikatürcüler var Türkiye’de. Başka ülkelerde olsalar farklı konumda olabilirlerdi ama çoğu sistemin onlara sunduğu işlerde çalışmak zorundalar; mühendislik gibi, eczacılık gibi…Çünkü yaşam parayla oluyor. ”.

Yine karikatürist Kemal Gökhan Gürses’de, karikatürcülerin prestijlerinin düşmesini, medyanın içinde bulunduğu ortamla ilgili olduğuna değiniyor:

“Gazete patronu için öncelik kar etmektir. Gazeteci için ise öncelik mesleğin gelişmesidir, karikatürcü zaten gazetelere yamanmıştır. Bir ihtiyaç olarak hissedilmezse büyük bir lükstür. Zaten gazeteler temel işlevi olan, haber verme işlerini yapmamaktadırlar; başka işleri üstlenmektedirler. O yüzden gazeteciler işsizdir zaten, o yüzden iki tane patron kalmıştır, o yüzden karikatürcülerin prestiji müthiş bir şekilde düşmüştür. Karikatürcüler büyük ölçüde dışlanmışlar ve ücretleri düşürülmüştür. Karikatürcüler hiçbir şekilde örgütlenmesi olmayan bizim sektörde, mizah dergilerinin düşük tirajlarını da göz önüne alırsanız, artık iyice sektörün eski Türk sineması oyuncusu muamelesi gören insanlarına dönüşmüştür. Hep onları çok şişiririz, alkışlamamız gereken yerde çok alkışlarız ama onlara iş vermeyiz, onları kullanmayı bilmeyiz. ”.

Kapalı bir sansür vardır basının üzerinde. Medya patronları tekel olunca, muhalefeti istedikleri gibi ayarlayabiliyorlar. Ses bazen yükseltilip, bazen alçaltılıyor; düğme gerçek gazetecilerin çok uzağında. Ve böyle bir ortamda hangi yazar ne kadar özgürdür. Nelerin eleştirilip, nelerin eleştirilmeyeceği çok belli artık. İletişim fakültelerinin öğrencileri bile bunu bilmekte, karikatürcü de yazar da elbette bilmektedir. Yazar ve çizerler “talimat almıyorum” demekte, doğrudur belki, ama talimat almamasının en önemli sebebi belki de talimata ihtiyacı olmamasıdır.

“Eskiden karikatürcüler gazetelerde bugün en az promosyon müdürleri kadar etkili insanlardı. Birinci sayfada karikatür çizen adamlar, tayin edici, uzun haberlerle anlatılmayacak şeyleri anlatabildikleri için, insanları mizaha ve muhalefete davet ettikleri için çok önemli bir işlevi yerine getiriyorlardı. Siyaset, muhalefet ve mizah medyanın da kimlik değiştirmesiyle beraber, insanları mizaha ve muhalefete davet ettikleri için çok önemli bir işlevi yerine getiriyorlardı. Siyaset, muhalefet ve mizah medyanın da kimlik değiştirmesiyle beraber, insanları bilgilendirmekten çok belirli görüşlerin, kutupların düşüncelerini propaganda eden aletler haline gelmesinden midir, bilinmez ama eski karikatürler yerine, sulu-zırlak, ilkokul-ortaokul esprileri gazetelerde yer buluyor. Sözüm ona mizah geleneği olduğu söylenen toplumda, böyle bir aracı, özellikle gazetelerin birinci sayfalarından mahrum etmek günümüz gazeteciliğinin bir gerçeğidir. Karikatürcüler artık fildişi kulesine çekilmiş, toplumdan, siyasi ve ideolojik dünyadan kopmuş ve sadece komiklik olun diye çizen insanlar olmak yerine gazeteci gibi habere giden, bir haberin yazı ve fotoğrafla anlatamayacağı unsurları aktaran, gazeteciler olması gerekir. ”

Gazeteler Babıali Yokuşu’ndan plazalara taşındılar; bir zamanlar gazetelerin sahipleri olan gazeteciler yavaş yavaş büyük işletmelerin bir parçası haline geldiler. Binalar büyüdükçe kişilikler ezildi ve yeni gerçeklerin yeni kahramanları iletişim kanallarına hakim oldu.

Karikatürcüler ise bu dönemde Salih Memecan gibi başarılı birkaç örnek dışında, kitleyle yakın ilişki kurmayıp, toplumun uzağına düştüler.

Salih Memecan 1991 yılında Sizinkiler’le ve 1992 yılında çizmeye başladığı Bizimcity ile şüphesiz ki 90’ların en popüler karikatürcüsü oldu. Sizinkiler ailesiyle, birçok ailenin yaşadığı hayatı, bant karikatür şeklinde çizen Memecan, bu tavuk ailesini yıllardır aynı istikrarla çizerek, tiplerini tüm Türkiye’ye tanıttı ve sevdirdi. .

“Sizinkiler’in başarısındaki en önemli faktörlerden biri ailelerinin aynası olabilmesi. Sizinkilerinde geçen olayların birçoğu ve benzeri diğer ailelerde de yaşanmaktadır. Bunları görmek ve okumak insanları rahatlatmaktadır. Demek ki, başka insanların çocukları yemek yemeyebiliyor; demek ki, başka kadınların kilo sorunu olabiliyor; demek ki başkalarının da kocası eve gelince yan gelip yatabiliyormuş. Sizinkileri izleyenler için başka aileleri röntgenlediği söylenebilir.

“Çok geniş bir okuyucu kitlesine ulaştığıma inanıyorum, ev kadınları, çocuklar, yaşlılar vs., karikatür popüler olmak için çok uygun bir araç ve sonuna kadar kullanılmalı. Onları niye sırf politik ve ideolojik maksatlı karikatürle kısıtlamalı ki… Sizinkiler’le oğlumun gözünde itibarım arttığını gözledim. Artık onun arkadaşlarının da ilgiyle okuduğu bir karikatüristtim; bu da benim için büyük bir başarıydı. ”

Memecan’ın bir diğer popüler bant-karikatür dizisi de Bizimcity’dir. Bizimcity, adetleri , kuralları, liderleri, güncel olayları ile Türkiye’ye çok benzeyen bir vahşi batı kasabası. Daha önceleri yalın çizgili, az sözlü, az yazılı, çok sembolik anlatımlı karikatür anlayışı Bizimcity’de yerini detaylı çizimlere, kalabalık arka planlara, bol yazıya, bir sürü konuşma balonuna bırakmıştı. Eski siyah beyaz politik karikatürler Bizimcity’de rengarenk oldu. Bizimcity, olabildiğince renkli, hatta öyle ki gerçek hayattan bile daha renkli olmasına özen gösteriliyor. Bizimcity çizilirken, çağın getirdiği en son teknolojik imkanlardan yararlanılıyor. Elde çizilip bilgisayara kopyalanan karikatürler, bilgisayarda renklendirilip ve gölge efektleri veriliyor. .

Bizimcity’de espri anlayışında da farklılıklar görülüyor. Bizimcity ideolojik değil, sağ, sol veya herhangi bir siyasal görüşün fikirlerinin yansıtıldığı yer değil. Bizimcity’de halkı yönlendirme diye bir kaygı taşınmamakta. Karikatürlerin mesajları konu bazında ele alınıp, karikatüristin o konudaki görüşü yansıtılıyor. Espriler siyasi gündemi belirleyen güncel konular üzerine. Espri mesajdan daha fazla önem kazanmakta, karikatürün başarısının en belirgin göstergesi esprisinin kalitesi oluyor.

Karikatürü sanatsal verilerle sınadığımız zaman, Bizimcity’de de popülerleşmenin cazibesiyle verilen tavizler göze çarpıyor. Bizimcity’nin karikatür anlayışı karikatürü geliştirip onu sanatsal anlamda başarılı kılan bir söyleme sahip değil. “O anlık espri, ne kalıcılığı nede muhalefeti sağlayacak düzeyde değil. ”

Memecan bu noktaları inkar etmiyor. O da karikatürün her şeyden önce komik olması gerektiğini savunuyor.

Bizimcity ve Sizinkiler’in animasyon teknikleriyle televizyonda gösterilmesi ve çok olumlu tepkiler alması da kitleselleşmesini sağladı.

Memecan’ın başarısı gözden kaçırılmayacak kadar önemlidir. Yaşanan değişimi çok iyi kavrayan ve bunu coşkuyla çizgilerine aktaran Memecan 90’lı yılların şüphesiz en tanınan karikatürcüsü oldu. Bu dönem de diğer karikatürcüler ise, eski popülerliklerini yitirdiler.

“Eskiden gazetelerin birinci veya üçüncü sayfalarında karikatürün özel bir yeri vardı. Yüklendiği işlev itibariyle fotoğraftan daha çarpıcı bir görünüm gösteriyordu. Zamanla karikatür bu görsellik avantajını, teknolojinin gelişmesi ve gazetelerin renklenmesiyle fotoğrafa kaptırdı. gazete sayfalarına yansıyan renklilik karikatürün önemini azalttı. Fransa gibi gazetelerin bizdeki kadar renkli olmadığı ülkelerde ise karikatürün hala daha önemli bir yeri var. ”

90’larla birlikte Gırgır ekolünün karikatürcüleri yavaş yavaş gazetelerde çalışmaya başladı. Başta Gırgır’ın ustası Oğuz Aral olmak üzere birçok karikatürist gazetelerde çizdi. Kitleler nezrindeki yaygın ünlerinden ve popülaritelerine rağmen “sarı dergiler” in kahramanları her gün onlarca haber arasından kendilerini gösterip gazete okurları tarafından benimsenemediler. Böylece mizah dergisinde çizmekle, gazeteye çizmenin çok farklı dallar olduğu ortaya çıkmıştır. Nitekim gazetelerde hakim olan mizah zihniyeti ile bir dergi çıkarılırsa satışın Gırgır ve benzerlerine oranla çok düşük olacağı tecrübelerle görülmüştür. .

90’lı yıllarla gazetelerde karikatüre en çok yer veren gazete Yeni Yüzyıl oldu. Gazete kuruluşundan buyana karikatüre özel bir önem vermiş ve bünyesine Türk karikatürünün önemli isimlerini katmıştır. Gazetenin başında 80’li yıllarda gazete karikatürcülüğünde yeni bir soluk olarak görülen Cumhuriyet Gazetesinin o yılardaki genel yayın yönetmeni Okay Gönensin’in olması ise bir tesadüf değildir. Gönensin gibi karikatürle ilgili gazete yöneticilerinin sayısı arttıkça bu karikatürümüzün yaygınlaşmasına olanak verecektir.

Habercilik kriterlerimiz öylesine değişti, yaşanan olaylar öylesine griftleşmeye ve sınırları zorlamaya başladı ki, her şey komik, her şey mizah olmaya başladı. Politikacı veya herhangi birisi, öylesine demeçler veriyor ki, söylenenleri ciddi bir biçimde vermenin olanağı yok. Haberciler artık haberlerin karikatürünü vermeye başladılar. Bazı ayrıntılar ön plana çıkartılıyor, haberin sağı solu aydınlatılıyor. Televizyon haberinde ise canlandırmalar devreye giriyor ve yaşanan haberin dışında, yepyeni bir haber üretiliyor. Kaynağını o olaydan alan ama olayın dışında , yepyeni bir haber; aynı karikatür gibi. O zaman da mizahın bir ayrıcalığı kalmamakta, beklide mizaha ihtiyaç duyulmamaktadır.

Yaşanan hayat mizahın önüne geçmiş ve özellikle gazete karikatürleri bu değişimin dışında kalmıştır. Türkiye’nin örtüsü kaldırılıp altındaki gizlilikleri gösteren karikatürcü, şimdi sis bulutlarının araksındaki gerçekleri görebiliyorsa bunu insanlara göstermek zorundadır. Karikatürcü için bağımsız ve özgür düşünme gerekliliği olmazsa olmaz bir koşuldur.
B- MİZAH DERGİSİ KARİKATÜRÜ


Yüklə 0,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   20




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin