İhsan Bilgin: Toplantımıza hoşgeldiniz



Yüklə 142,19 Kb.
səhifə2/4
tarix28.11.2017
ölçüsü142,19 Kb.
#33178
1   2   3   4

İhsan Bilgin: Biz de teşekkür ederiz, Kenan Güvenç, buyrun.
Kenan Güvenç: Menderes, ihtilalden hemen bir sene önce, Fransa’da uçakla gezerken, Saint Nehri’ni görüyor, Türkiye’ye dönüşte danışmanlarına “Nefis bir yer burası, yok mu bizde Saint Nehri gibi bir yer?” diyor, Porsuk’u öneriyorlar ve Menderes oraya bir şeyler yapılmasını istiyor. Danışmanları gerekli kişileri örgütlüyorlar ve gerçekten de Saint Nehri’ni modernleyerek Porsuk’a hemen adapta ediyorlar ve kocaman bir maket yaptırıyorlar. Hatta ihtilalden sonra da, Anadolu Üniversitesi, İktisadi Yayınlar Akademisi olduğunda, orada uzun zaman sergileniyor bu maket, sonra oradan kayboluyor. Saner Yılmaz hoca anlatır bu hikayeyi. Fakat o plan uygulanmıyor. Uygulanmamasının nedeni şu; o zamanın İş Bankası Müdürü, o bölgedeki, yapılan planlamada yıkılması düşünülen, halkevini satın alıyor ve başlıyor kamuoyu yaratmaya, İş Bankası Müdürü’nün yarattığı kamuoyuyla, o plan, Adnan Menderes’e rağmen kalkıyor raftan. Birincisi bu. İkinci şey şu, Orhan Bey’in zamanında Anadolu Üniversitesi inşaatına başlayacaklar ama zamanın ihale kanunları izin vermiyor. O zaman Koç Grubu 1 milyon Lira para aktarıyor ama o parayı bir türlü hibe olarak kullanamıyor Anadolu Üniversitesi. O sırada Eskişehir Cezaevi’nde bazı taşeronlar kütüphane yaptırıyorlar, o hibe, kütüphane yapan taşerona gibi gösterilip, cezaevi kütüphanesi aracılığıyla Anadolu Üniversitesi’ne veriliyor ve inşaat başlatılıyor. 1930’lu yıllarda Eskişehir gerçekten kozmopolit bir yer. Bu kozmopolitliği çok eski, nefis bir yer. Şehirde dört tane din var. Yani Müslümanlardan başka Yahudiler, Museviler ve Ortodokslar var. Bunlardan bir tanesinin dini yapılarından biri, şehrin kendi tarihi içerisinde dönüştü ve Asri Sinema olarak şimdi seks filmleri oynatıyor. Daha üst ölçekten bir şey anlatayım; ülkede ne zaman toprak reformu yasaları gündeme getirilse hemen arkasından gecekondu afları başlamıştır. Mesela 1961 ve 1970 yılları arasında 6 tane toprak reformu yasa tasarısı var, hiçbiri yasalaşmıyor, 5 tane de gecekondu affı var, hepsi yasalaşıyor. Bir başka örnek daha; Şale Oteli’nin olduğu bölge ve orduevinin karşısındaki bölge sürekli ellenmiştir. Yılmaz hoca da ellemenin hazırlıklarını yapıyor. Bunlarıdan neden bahsettiğimi biraz sonra söyleyeceğim.
Şimdi 3 tane slayt var. Lütfen onları da görelim. Bu “Omo Kadınlar Kulübü”. Ben şöyle düşünüyorum; hepimiz piyonuz ama mimarlar sonunda vezir olmayı bekleyen piyonlar. Elimizden çok önemli bir alan alınmış durumda, daha doğrusu zaten bu alana bizim hiçbir dikkatimiz yok. Deterjan mesela bugün kamusal alanı temsil edebilen bir örgütlenmeyi hayata geçirebiliyor, sosyalize olabiliyor deterjan!
İhsan Bilgin: Halkla ilişkiler diyorlar ona. Ayrıca bir teknik adı var yani.
Kenan Güvenç: Açık bir kulüp bu. Aile doktoru, psikolojik danışman, anne-çocuk danışmanı, yıldız falı, yemek tarifleri, güzellik uzmanı, çamaşır uzmanı, önemli numaralar, biz bize günleri, tek yapmanız gereken bir telefon etmek. Düşünün, bir kadının kamusal alanda bulunma halini deterjan firması temsil edebiliyor. Hemen bir başka şeye geçelim. Öğrenci kesimi Eskişehir’de çok önemli mekansal dönüşüme yol açmıştır çünkü şehrin ücrasını keşfeder, mikromekanını oluşturur şehrin. Şehirde o güne kadar bilmediği hasıraltı edilmiş, kilimaltı edilmiş köşe bucağı, tozu alınmamış köşeleri öğrenci, doğası gereği keşfeder ve orayı hızla mekansallaştırır. Şehrin ücrası olmayınca, orası renkli, zengin, çeşitli bir yer değildir. Bunu sağlayan şey esasında kadının sosyal hayata katılmasındaki dolaysızlığıdır. Öğrenci kesimin hatunları böyle bir mikromekanı örgütleyerek, şehrin toplumsal hayatına dolaysız olarak katılırlar. Bu mesela hakim sistemin dibine dinamit koyar, en önemli şeylerinden biri haline gelir. Bir yanda Omo kadınlar kulübü var, bir yanda şehrin ücrasını mikromekansal bir yapı olarak geliştiren bir açınımsal yapı var diyelim. Bunlar yanyana yaşanıyor ülkede. Tepebaşı Belediyesi’nin olduğu bölgede, değişken bir geometriyi, kendi bütünlüğünü koruyarak, bir koreografi şekinde sürekli sergileyen teşhirci kuşlarımız var bizim. Eskişehir’in en önemli mekansal unsurlarından bir tanesi bu. Şunu söylemek istiyorum; şehir boşa çıkmış bir enerji türünden başka bir şey değil.
İhsan Bilgin: Bu şehir mi? Bütün şehirler mi?
Kenan Güvenç: Bütün şehirler. Şehir bir maddeleşme değildir, o sadece bir maddeleşmenin içinde yer alır, ama o bir maddeleşme değildir. O yüzden şehri bir kontrol teknolojisi yani kent haline dönüştürmeyi, yaşamımızdan parçalar çalmak olarak görüyorum.
Han Tümertekin: Merhaba. Bu benim ikinci gelişim Eskişehir’e. İlk gelişimde 4 saat kadar kaldım ve o 4 saatin de heralde 3 saati üniversitede yaptığım konuşma ve onun öncesiyle sonrasını içerdi, onun için şehri görememiştim. Dün gece kısmen yaşantıya tanık olabildik. Bugün de sabah, gündüz gözüyle iyi bir tur attık. Ben daha çok gördüklerim üzerinden konuşacağım. Çünkü görünmeyen taraf yeterince konuşuldu ayrıca da öyle bir bilgi birikimine sahip değilim. Gördüklerim Türkiye’deki pek çok şehirde görülenden farklı değildi fakat ciddi fark oluşturan bir tarafı da var. Yani bunu, itiraf etmeliyim ki, bakarken pek hissedemedim ama bu son birkaç saat içinde, net bir şekilde, ciddi farklı bir taraf gördüğümü sanıyorum yapı stoğu açısından. Günümüzde yapılmış ya da belki son 20 yılda yapılmış yapılar arasında ne yazık ki iyi bir örnek göremedik. Bu saptama çok yeni bir şey değil ve zaten pek çok şey için geçerli. İki tavır gene burada da açıkça görülüyordu. Ya ne pahasına olursa olsun varolan yapı kültüründen farklı olarak, tasarım yapmış mimarların, ille de ben yeni, çok farklı bir şey yapacağım çabası var ve büyük çapta bu çaba niteliksiz sonuçlarla karşımızda duruyor, bir de neredeyse karikatürleşen, ne pahasına olursa olsun eskiyi yeniden yaparak kendini varetmeye çalışan bir tasarım seçeneği var. Mesela Odunpazarı’ndaki yeni konut örnekleri betonarme olarak, bugün yapılmış, hatta bir kısmı tamamlanmamış gibi olan bir tavır sergiliyor. Bunların arasında bence, hem bir yere ait olunabilir, hem de bütün bu varolandan yararlanılabilir. Bir oranda da “yeni, farklı bir mekan yaratılabilir” eğilimi için Eskişehir’in en azından bir şansı olduğunu görüyorum.
1940 ve 1950 arasında çok ciddi bir bütünsel tasarımlar halinde yapılaşmış bir fiziksel çevre var. Bunlar gerçekten, kampüsler gibi, fiziksel bütünlüklerini koruyarak günümüze kadar gelmişler. Mimarın eskiyi tekrar etmesinin arkasında fikir güvensizliği yatıyor yani bir şey olduğunda diyecek ki; “Ben eski Osmanlı evinden yola çıktım”. Böylece sorumluluklarını tatlı bir şekilde bir döneme devrederek hesabını verecek ya da öbürü, “Ben çok farklı bir şey yapmaya kalkıştım,” diyerek bunu reddedecek. Aslında bugün büyük çapta, yaygın olarak kullanılan betonarmeyi kullanmış son derece nitelikli örnekler var bence burada, bunu ben gerçekten başka bir şehirde görmedim. Bunu, üzerine gidilebilir bir şans olarak yorumlayabiliriz. Yani burada da, en azından mimarlık eğitimi veren kurumlar açısından yorumlarsak, pekala iyi bir zemin olduğunu düşünüyorum. Mesela fabrikalar bölgesi çok etkiledi beni. Fabrikaların bir kısmı boşalmış durumda ama eğitim kurumlarına bakarsak hepsi günümüzde hala aynı fonksiyonu yerine getiriyor. Bu kadar yakınımızdaki nitelikli mimarlığı yorumlayarak bugüne taşımak için çok ilginç bir zemin gördüm Eskişehir’de, şehrin o tarafı bana çok ilginç geldi.
İhsan Bilgin: Salona geçmeden önce Odunpazarı’ndaki yeni evler konusuna değinmek istiyorum. Burada iki problem olabilir; bir, o evlere benzer ev yapmaya çalışma problemi olabilir, iki, o evlerle hiç alakası olmayan bir şey yapıp sonra onu ev zannetmek olabilir ki ikincisi çok daha acıklıdır. Şuna benzer bu; birisi vardır bir şiir yazar ama sonra onu Divan şiiri zanneder. Asıl problem bu. Ya da birisi kafayı takmıştır, Divan şiirini öğrenmiştir ve o şiir gibi bir şiir yazmaya çalışıyordur. Ben bunda hiçbir problem görmüyorum. Bu oldukça da saygıdeğer ve sofistike bir tavır olabilir. Tabii ki bu çağda bunun çok yaygınlaşmasını beklememesi gerekir bu insanın. Yani evinde oturmuş kanun çalan bir adam, 18. yy müziğini dinliyor, çalıyor, bu adama bir itirazımız olmaz ama gitar çalıp kanun çaldığını filan zannediyorsa kötü oluyor. Buradaki de böyle bir problem gibi. Tehlikeli olan şey cehalet. Burada “Arts&Crafts”çılar örneği verildi. “Arts&Crafts”çılar zavallı, geçmişe özlem duyan adamlar değil, 19. yüzyılın en sofistike adamlarıydı ve 19. yüzyılın en ilginç binalarını yapıyorlardı, Orta Çağ’ı gerçekten anlamış adamlardı. Burada böyle bir durum yok yani. Tamamen bir hayal dünyasında yaşama durumu var. Şimdi bunun uzantısı olarak dünya flulaşınca, bunu Kenan’ın kullanacağı iyi anlamda kullanmıyorum, flulaşıp hiçbir şey görünmez hale gelince, ne eski, eski oluyor, ne yeni, yeni oluyor.
Bugün Sheakspeare diye bir yerde yemek yedik, diasını da gördük sonradan burada, arkadaşımız gösterdi. Orası son derece ilginç bir depo, yani orada kristal dükkanına fil girmiş gibi oluyor. Onu yapan insanın kötü niyetinden değil, kim yaptı bilmiyorum ama, o iyi bir şey yapmaya çalışıyor. Ona benzer proje bilmiyor, depo nedir bilmiyor, o bina 1920 midir, 1860 mıdır, 1780 midir? Bunlardan da hiç haberi yok, “eski” diyor, zaten bir mimar eski bina termini kullanmaz, eski bina diye bir şey yoktur. Hangi eski? Bu gözle, flulaşmış bi bakış açısıyla oraya girmiş ve geçmiş oradan. Burada bir parasızlık, yatırımsızlık yok. Fabrikalar bölgesinde de, eski binaların güncelleştirildiği, günlük hayata katılan bir durum göremedik. Ama o fabrikaların üzerinde çalışmak, 19. yüzyıldaki “Arts&Crafts”çılar gibi onu anlamış olarak çalışmak lazım. Bütün mesele burada gibi görüyorum ben, bu benim fikrim. Şimdi salona dönüyoruz.
Salondan: Ben Prof.Dr. Meral Nalçakan mimarlık kökenliyim. Şu anda Anadolu Üniversitesi İç Mimarlık Bölüm Başkanı’yım. Odunpazarı ile yıllardır çok yakinen ilgilendim. Kentle de yakından ilgileniyorum, biz bunları kendi aramızda, üniversitede çok fazla konuşuyoruz ama bazen dile getiremiyoruz. Konuşmayı çok uzatmayacağım, sadece bir saptamaya değinmek istiyorum. Sizin bahsettiğiniz Odunpazarı’ndaki evler biraz rölöve aslında ama sanki balonun üzerine çizilmişte sonradan bugünkü ihtiyaca cevap verecek noktaya gelinceye kadar şişirilmiş birtakım rölöveler onlar. İşin ilginç yanı bunlar birebir Odunpazarı’nda olan konutlar ama orada değiller. Yani onlar beğenilmiş seçilmiş birtakım örnekler ve bunların rölövelerinin bir kısmı bende de var. Bu örnekler seçilip, beğenilmiş özel örnekler. Sonra da o bölgeye bunlar bir balonun üzerine şişirilip, büyütülüp “Hah şimdi oldu işte, artık bunlar sığar,” denilerek konmuşlar. Yapanların eline sağlık diyeceğim, başka diyecek bir şey bulamıyorum çünkü. Daha da önemlisi, eğer vaktiniz olursa, Atatürk Caddesi’nden oraya doğru arabayla bir ilerlerseniz, eskiden o noktanın şehri hiçbir zaman tıkamayan bir silüetle bittiğini görürsünüz. Şehir oraya gelirdi, yamacı çok tatlı bir şekilde çıkar ve gökyüzüne ulaşırdı o hat. Fakat şimdi geldiğinizde, ayrılmadan oraya bir uğrmanızı dilerim fırsat bulursanız, o hatta geliyorsunuz binalara çarpıyorsunuz, hiçbir yere çıkmıyor artık o hat.
Salondan: Ben konuya sadece yerel yönetimlerin kabahati olan, yanlış yapılmış projeler bağlamında değil de, acaba biz akademisyenler ya da sivil toplum örgütleri, fiziksel plancılar, tasarımcılar olarak, “Neyi yanlış yaptık da Eskişehir’de böyle yanlışlar oluyor?” noktasında düşünmemiz gerektiğini ortaya koymak istiyorum. Çünkü her seçilmiş yerel yönetimci, kendine oy veren kitleye hoş görünmek için birtakım projeler yapmak zorunda. Bunun ötesinde tabi kendine oy veren kitle içerisindeki yatırımcılara da projeler yaratmak zorunda. Eskişehir’de bu yapılıyor. Sonuçta yanlış şeyler de uygulanıyor belki. Yanlış yapılıyor demek istemiyorum ama hoşumuza gitmeyen şeyler de oluyor. Bu bağlamda yapılanları sadece eleştirmek değil, yerel yönetimi biz neden yönlendiremedik diye bir soru sormamız lazım. Hata bizde de var mı acaba? Bu sorunun cevabını da araştırmamız lazım. Çünkü dediğim gibi yerel yönetimlere gelen kişiler mutlaka projeler üretmek zorundalar, bunları körükörüne geçiştirmek yerine, biz acaba hakikaten bunun yerine bu olsaydı dediğimiz için mi bunlar oldu? Bunu da konuşmamız lazım.
İhsan Bilgin: Teşekkür ederiz. Bu konular önemli çünkü ne de olsa yabancı olduğumuz için bir şeyi eleştirirken onun nereye gittiğini tam bilmiyoruz. Yani burada amacımız bir tane kurumu eleştirmek değil, mutlaka ortada bir şey varsa paylaşılan bir problemdir, onu dile getirdiği için Sayın Bölüm Başkanı’na teşekkür ediyoruz. Buyrun efendim.
Salondan: Ben Alev Özkul. Ben de mimar kökenliyim ve şu an İç Mimarlık Bülümü’nde öğretim görevlisi olarak sürdürüyorum yaşamımı. Ben belki bu soruya cevap olabilecek bir anımı anlatarak konuya girmek istiyorum. Bundan seneler önce sanırım 87-88 yıllarıydı, Eskişehir’le ilgili birtakım yeni çalışmalar yapılıyordu. Özellikle bu Akmanların yaptığı iki proje halka tanıtılıyordu. Ben o zaman çok genç, üniversitede yeni göreve başlamış bir araştırma görevlisiydim ve ilişkileri hiç bilmiyordum. Şimdi burada aslında şunu da söylemek gerekiyor, burası bir Türk şehri, bir taşra. Buradaki ilişkiler zincirlerini çok iyi bilmek lazım eleştirmeden önce. Yani burası bir büyükşehir değil, burada kimse kimseden habersiz değil, herkes birbirini çok yakın tanıyor, çok çeşitli ilişkiler var söz konusu olan ve bilmeden işe girişince çok farklı sonuçlar ortaya çıkıyor. Şimdi ben çok uzatmadan söyleyeyim: O toplantıda yeni yapılmak üzere projelendirilen Taşbaşı Çarşısı ve otogar tanıtılıyordu. Ben dediğim gibi genç ve Eskişehirli heyecanlı bir mimar olarak o projeleri eleştirdim o toplantıda ve şehre yabancılığını söyledim, yani mimarların bu şehri çok iyi tanımadan, bu yaşamı çok iyi bilmeden yaptıklarını söyledim. Sonuçta belediye başkanından rektörümüze, rektörden bölüm başkanına ve bana kadar ihtar geldi, konuşmayın tarzında. Sizler tehlikede değilsiniz çünkü siz Eskişehirli değilsiniz. Bu ilişkilerin içinde olmadığınız için konuşmanızı diliyoruz. Yani konuşulmaması değil, belki de konuşulanların dikkate alınmaması, kentle ilgili olabilecek meslek insanlarının görüşlerine, düşüncelerine önem verilmemesi belki bu kentin sorunu. Halit bey 2. turda açacağım dediği kısımda bunlara değinecek mi bilmiyorum, sanki öyle bir şey sezinledim. Umarım değinir.
İhsan Bilgin: Teşekkür ederiz. Başlarken bizim bir varsayımımız bu. Buradaki her kurumun yöneticisinin, başının iyi niyetli olduğunu, iyi bir şey yapmaktan motive olduğunu düşünüyoruz, eminiz bundan bir kuşkumuz yok. Ama tam da problem burada. İyi niyetli oldukça problemin dozu artıyor çünkü. Kötü niyetli olsa hadi suç işlemiş olur, işimiz daha kolay olur. İyi niyet oranı arttıkça problem artıyor. 1960’lara kadar bu işler yapılabiliyordu, 60’lardan 70’lerden sonra bu yöne geçtiysek, üstelik İstanbul gibi 10 milyonlar şehri değil, dediğiniz gibi küçük şehirse burası ya da orta ölçekte bir şehirse, o zaman bunun daha kolay yapılması lazım. Demek ki ortada yapısal diyaloğu engelleyen, bilgi akışına, bilgi birikimine mani olan bir şeyler var. Yani daha çok analize muhtaç bir durum var gibi bir izlenim doğuyor dışardan bakılınca.
Salondan: Osman Tutal, Anadolu Üniversitesi Mimarlık Bölümü Öğretim Üyesiyim. Hasan bey biraz önce şehrin tanımını yaparken un, yağ, su var dedi. Belki 1-2 şeyi eksik bıraktı bilerek. Belki de şehrin sanki şekeri yok gibi. Çünkü tat alamıyoruz, tatmin olamıyoruz, aradığımızı bulamıyoruz ya da bulduklarımızın artık tadı yok gibi görünüyor. Tatmin olduğumuz, bulduğumuz yerler kent içinde yeni kentler diyelim ya da Hasan beyin yine söylediği gibi kent içinde farklı kampüsler ya da Leon Krier’nin kent içinde kent yaklaşımı gibi, ancak oradakilerin biraz daha bütününe bakıldığı zaman parçaların bir bütün oluşturduğunu görüyoruz. Burada sanki parçalar kendi içinde kalıyor. Bu bağlamda sanki hepimiz fıstıklıyı, kakaoluyu, irmikliyi çok seviyoruz ama helvadan hoşlanmıyoruz gibi geliyor. Bu noktada Kenan beyin söylediği keşfedilecek çok fazla yer var, öğrenci nüfusu bunlar üzerinde daha etkin, bu keşfi daha başarılı yapıyorlar. Bu keşif kentli tarafından yapıldığı zamanda buraların büyüsü bozuluyor gibi. Kentli bu noktada keşfettiği zaman da hem büyü bozuluyor, hem de ticaretle uğraşanlar için yeni bir keşif alanı ortaya çıkmış oluyor Sonra hem öğrenci nüfusu hem de kentli aynı noktaları birlikte yaşamaya başlıyorlar. Şimdi bu noktada aslında benim soracağım şey Han beye, biraz o konuya değindi ama diğer arkadaşlarımız da Eskişehir’de uzun bir süredir yaşıyorlar. Dışardan bakıldığı zaman Eskişehir’de ne görüyorsunuz ya da sizce ne görülüyor? İhsan bey, size ve Han beye belki daha geniş bir açılım sağlamak amacıyla soruyorum.
İhsan Bilgin: Teşekkür ederiz. Bu arada ben isteyenlere söz verdim ama öğrenci arkadaşların, buraya gelip gidecek olan, burada kalıcı olmayan nüfusun da belki söyleyeceği bir şey vardır. Hem de başka bir yaş kuşağını da temsil ediyorlar.
Salondan: Mert Eyiler, mimar. 91-93 yılları arasında burada Anadolu Üniversitesi’nde okudum, sonra teknik üniversitede devam ettim. Bu kent benim için çok önemli hem mimarlık okumak için, hem de yalnız kaldığınız ve kendinizi dinlemeye başladığınız bir durak benim için. 91’den 2005’e, 15 sene sonra geldiğimde, bugün bunları konuşmak çok güzel ama konuşacağımız şehrin azaldığını ve başlıklarının çoğalmasına rağmen değerlerinin kaybolduğunu gördüğüm, ki kalabalıktan bahsetmek istiyorum aslında. Bugün sabah başladık, kent turu attık ama kent turuna katılmadan önce, Antalya konuşmasında da öyle davranmıştım, bütün arkadaşların Tepebaşı Belediyesi, Hamam Yolu, Reşadiye Camisi’ni içeren o adanın etrafını dönüp 2 Eylül Caddesi ile esnaf çarşısının turunu yapıp çıkmalarını istiyorum aslında. Bu zaten günlük turlarının herhangi bir alanına denk getirilebilir. O turu atarken yapılan her şeyin kötü olduğunu, gelip geçici, yerinde durmamak üzere konulduğunu görüyorsunuz ve bu, ben 91’de buradayken de böyleydi, şimdi daha da artarak devam ediyor.
Bu konuşmanın içinde Ali hocanın konuşması çok etkiliydi, oradan aklımda kalan birkaç not var, kentin belleğinin olmaması, bu gelip geçicilik üzerine. Bu sokağı biraz incelerseniz yapılan işler, biraraya getirilen malzemeler ve varolanla ilişki kurulmaması artık sanki bir kasıt olamaya başlamış ve bellek özellikle yok olmaya, yok edilmeye çalışılıyormuş gibi görünüyor. Bu kentte yapılan birtakım işler var, yapılan yapılar, düzenlemeler, kentsel peyzaj var. Porsuk bir çay iken artık kanal olmuş. Peki kanal iyi yapılmış mı? Hayır. Varolanı tutmak ya da korumak, bir tutuculuk, bunların üzerine konuşmak istemiyorum. Tam tersi varolan dönüşebilir fakat dönüşme biçimi çok, şey gelir geçer bir durumun işaretidir. Sanki birisi geliyor ve birsüre sonra gidecek ve arkada bir şey bırakmak istemiyormuş gibi bir durum seziyorum. Bir de süreklilik üzerine konuşmak istiyorum. Bugün tekrar sürekliliği olamayan bir projenin içinde ya da sürekliliği olmayan bir kentin içindeymişim gibi hissettim ve bugünkü konuşmalar arasında geçen bu başlıklarla beraber aslında üzerinde durmak istediğim çokluk. Şu anda bu kentte varolan maddeler ya da malzemeler bir kalabalık oluşturmaya başlamış aslında. Ali hocanın ya da İhsan beyin söylediği 60’a kadar olan dönemde de bir şeyler yapılıyordu fakat o kalabalık yoktu ve farkederseniz o döneme kadar yapılan işler bugün hala zımba gibi yerinde duruyor. Fakat 5 sene önce yapılmış bir yapı artık tekrar boyanmak üzere ortalıkta duruyor ya da eskimiş artık, yani yeni yapılan şeylerin bir geçerliliği yok, yıkılmak üzere ya da sökülmek üzere konmuş gibi duruyorlar.
İhsan Bilgin: Teşekkürler. Biz hep böyle konuşuyoruz ama belki birisi de çıkıp diyecek ki Porsuk fevkalade güzel bir şekilde inşa edildi, yandaki duvarlar veya o mahalledeki evler gayet güzel, yani böyle bir fikir olabilir gençlerde veya yaşlılarda.
Salondan: İyi akşamlar. Ben Osmangazi Üniversitesi öğrencisiyim. “Mimarlık Kentleşmenin Neresinde?” sorusuna bir yanıt vereceğim kendimce. Bence kentleşmenin kendisinde mimarlar pek bulunmuyor, bunda özellikle Anadolu Üniversitesi’nin eğitimini göz önüne alarak konuşuyorum. Daha çok kültürel yapılara fazla ilgi gösterilmediğine dair, Avrupai bir sunumla öğrencilere eğitim veriliyor ama bizim halkımız böyle entellektüel kişilerden oluşmuyor. Daha çok kendi halinde, kendi yapısında şeyleri sevdiği için evini kendisi yapıyor, binasını kendisi dikiyor, mimarlık mesleğine ilgisi fazla değil. Mesela bir fabrikatör veya yatırımcı mimara başvurduğunda o mimarın almış olduğu eğitimden dolayı, yapıları çok farklı bir devrede. Bence ülkede kentleşmenin düzgün olabilmesi için ilk önce mimarların kendisini halka iyi tanıtabilmesi, kendisini bir tasarımcı olarak iyi gösterebilmesi lazım daha sonra istediği gibi estetik, güzel yapılar yapabilir, ilk önce halka kendisini benimsetmesi lazım diye düşünüyorum. Tabii kentleşmeyle bürokrasi ve yasalar içiçe, bunun da çok etkisi olduğunu düşünüyorum.
Salondan: Sinan Acar. Ben bu söylenenleri doğru mu anladım yoksa yanlış mı, buna dair bir soru sormak istiyorum. Şimdi Eskişehir özelinde bu kentleşme sürecine üzerine yapılan, birtakım eleştiriler de oldu ama, bu konuşmalar sonucunda herkesin mutabık olduğunu anladığım cevap, mimarlık kentleşmenin dışında, yanlış mı anladım? Gelişme süreci tarif edildi ama burada herhengi bir mimari eleştiriye, Odunpazarı konusu hariç, yer verilmedi, ben yanlış mı anlıyorum? Yanlış anlıyorsam düzeltin. Dolayısıyla bu sorunun cevabı, mimarlık kentleşmenin dışında. Belki bunun sebepleri üzerinde mutabık olmayabilir konuşmacılar, kimisi siyasetçilerin neden olduğunu söyledi, kimisi mimarların neden olduğunu söyledi ama benim anladığım cevap bu, doğru mu?
İhsan Bilgin: Dışında değil de, konuşmacılar dışına doğru itiliyor demek istediler. Bir, ikincisi de dışına doğru itilmesi tek taraflı bir süreç değil, belki mimarlar da dışına doğru itilmeyecek şeyler yapamadılar, denklemi de dönüştüremediler. O zaman sadece belediye başkanlarını biraz dışlamaktan da kurtulmuş oluruz, biraz daha zihnen rahat ederiz. Hem dışarı doğru itilmiş olsa hem de bu sürecin içine mimarları da katsak, bir eşya gibi itilen, kakılan bir şey gibi değil de kendilerinin de katıldığı bir şey olsa o zaman nasıl devam edersin?
Salondan: Tabi, bunlar kategorik olarak hiçbir zaman kesişmeyebilirler, o da tartışılabilir, o da ayrı bir konu ama ben sadece cevap olarak bunu gördüğümü söylüyorum, herkes bunda mutabık diye düşünüyorum.
Salondan: Merhaba ben Anadolu Üniversitesi’nde 1. sınıf öğrencisiyim öncelikle şöyle söylemek istiyorum, “Mimarlık Kentleşmenin Neresinde?” sorusuna arkadaşımız özellikle Anadolu Üniversitesi’nin eğitiminden yola çıkarak bir cevap verdi. Bir fabrikatör ya da yatırımcı, kimse yapısını mimara yaptırmak istemiyor; çünkü farklı bir kültürle yaklaşıyor buna, dedi ama ben şöyle düşünüyorum; mimar bu fabrikatörün beğenisine ya da sırf onun isteklerine bağlı ya da halka kendini beğendirmek adına yanlış şeyler yapıldığı ya da yapılması istenmeyen şeylere cevap verdiği için bugün buralarda belki. Çünkü mimar, tabii ki tamamen kendi birikimleri ile değil karşısındakinin beğenisine göre de bir şey yapacak ama kentleşmede kendisi de bir şeyleri ilerletmek adına katkıda bulunmalı. Bence bu anlamda mimar ya da mimarlık, kentleşmenin tam ortasında yer almalı çünkü bu süreç içerisinde en önemli faktör mimardır bence. İyi evler yapmalıyız diyoruz, İhsan hocamız da ilk konuşmalarında söylemişti. Bence de bu çok doğru ama şöyle bir şey var, özellikle bizim ülkemiz için geçerli, nedeni bilinmeyen korku ya da belki de taşra da olduğu için burası özel ve farklı ilişkilerden doğan şeyler var. Ama sonuç, adımların altına gene imzasını atan, rölövesini yapan yine bir mimar. Yani herşeyden önce bunlar çözülmeli bence.
Salondan: Seyit Akçetin, mimar. Eskişehir’de son dönem şöyle bir problem var; özgeçmişini beğenmeyen ya da özgeçmişini bilmeyen insanlar, sonradan görme insanlar kendilerini bir şekilde varedebilmek için bir “paşa baba” resmi peydahlarmış. Aziz Nesin’in bir hikayesinde geçiyor bu. Ressamlar hiç durmadan bir dönem, sonradan görme zenginlerin özgeçmişinin temini için, “paşa baba” resmi yapmış İstanbul’da. Şimdi Eskişehir’de öyle bir problem var son dönemlerde, Odunpazarı’ndaki evler aynı illetin bir parçası. Onlar için tiyatro dekoru da diyebiliriz. Onlar birebir rölöve de değil ayrıca. Ama %100 negatif eleştirinin de hiç güvenilir bir şey olmadığını düşünüyorum. Odunpazarı Evleri’ni %100 eleştiririm ama örneğin otogarın eleştirildiğini duydum, bence çok başarılı bir plan. Ya da hal binasının geçmiş özentisi yapılmasının nedeni dediğim gibi özgeçmişi beğenmemenin, yani başkalarının bize ait olmayan geçmişlerine gıpta etmenin esintisidir ama programıyla, o bölgedeki mevcut kitlenin korunmasıyla çok başarılıdır.
Yüklə 142,19 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin