BİRİNCİ BÖLÜM: EKONOMİK VE İNSANİ KALKINMAYA YÖNELİK KURAMLAR
Birinci bölümde öncelikle ekonomik kalkınma, büyüme ve insani kalkınma kavramları açıklanmaya çalışılacak, daha sonra, geleneksel ekonomik kalkınma kuramları incelenecektir. Son olarak, kalkınma anlayışına farklı bir bakış açısı getiren yeni yaklaşımlar üzerinde durulacaktır.
1. Ekonomik Kalkınma Kavramları
Ekonomik büyüme, bir ekonomide mal ve hizmet üretiminde ve milli gelirde bir önceki yıla göre ortaya çıkan artışı göstermektedir. Bu özelliği nedeniyle, ekonomik büyüme kantitatif (niceliksel) bir kavramdır. Ekonomik kalkınma ise kalitatif (niteliksel) bir tanımdır. Bu kavram, büyümeyi de içeren ancak, büyümeden daha kapsamlı ve karmaşık bir özelliğe sahiptir. Diğer bir deyişle, ekonomik kalkınma, mal ve hizmet üretimi ve kişi başına gelir gibi büyüme göstergelerinin iyileşmesinin yanında ekonomik, sosyal, kurumsal ve kültürel yapının değiştirilmesini ve geliştirilmesini içermektedir.
Bir ülkenin sağlıklı bir biçimde gelişip gelişemediğini anlamak için şu unsurları gözden geçirmek gerekmektedir:
-
Ülkedeki işsizliğin boyutları nelerdir?
-
Gelir dağılımı adil midir?
-
Yoksulluk düzeyinin altında yaşayan insanların nüfusa oranı nedir?
-
Bölgesel eşitsizlik söz konusu mudur?
-
Çevre sorunlarına duyarlı bir ekonomi politikası uygulanmakta mıdır?
Diğer taraftan, kalkınma süreci, insanların yaşam standardının yükseltilmesi ve insan seçeneklerinin artırılmasına yöneliktir. Bu bağlamda, insani kalkınma kavramı ön plana geçmektedir. Bir ülkenin ekonomik büyüme ve insani kalkınma performansları birbirini yakından etkilemektedir.
Burada öncelikle ekonomik büyüme ve ekonomik kalkınma kavramları ve gelişmekte olan ülkelerin özellikleri üzerinde durulacaktır. Daha sonra çalışmanın ana konusunu oluşturan insani kalkınma ile ekonomik büyüme arasındaki ilişki incelenmeye çalışılacaktır.
1.1. Ekonomik Büyüme ve Ekonomik Kalkınma
Bir ülkede ekonomik büyümeye öncelik veriliyorsa, mal ve hizmet üretiminin artırılması sağlanmalıdır. Üretim için gerekli olan kaynak, büyük ölçüde sermaye birikimidir. Sermaye birikiminin büyüklüğü ise, o ülkedeki tasarruf eğilimine bağlıdır. Bu nedenle, gelişmekte olan ülkelerin ekonomik büyümelerinin önündeki en önemli engelin tasarruf yetersizliği olduğu kabul edilmiştir. Ekonomik büyüme sürecinde öncelikle sermaye birikiminin, üretimin ve buna bağlı olarak kişi başına gelir düzeyinin artırılması amaçlanmaktadır. Ekonomik büyüme kuramında ekonominin yapısal değişimi ikinci planda kalmıştır.
Ekonomi, nüfus artış oranından daha yüksek oranda büyürse, kişi başına düşen gelir yükselir ve böylece ülkedeki refah düzeyi artabilir. Ekonomik büyümenin iki ana kaynağı vardır: üretim faktörleri arzındaki artış ve teknolojik gelişme. Büyüme, üretimi, tüketimi ve ikisi arasındaki fark olan dış ticareti etkilemektedir. Büyüme ile dış ticaret arasındaki ilişkiler iki yönlüdür. Diğer bir deyişle, büyüme dış ticareti etkilerken, dış ticaret de büyümeyi etkilemektedir (Seyidoğlu, 1993: 89). Ayrıca, büyüme, kişi başına milli geliri artırarak ekonomik refahı yükseltmektedir. Ancak, refahın yükselmesi ticaret hadlerindeki değişme ile yakından ilgilidir. Büyüme ile birlikte ticaret hadlerinde bir bozulma meydana gelirse, büyümeden elde edilecek kazançlar ticaret yapılan ülkelere kayabilmektedir. Söz konusu durum ülkenin refah kaybına uğramasına neden olmaktadır (Seyidoğlu, 1993: 97).
Ekonomik büyüme, Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH)’nın ve kişi başına düşen reel Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYİH)’nın artmasını gerektirmektedir. Bir ekonomide üretim artışının sağlanabilmesi için fiziki ve beşeri sermaye, niteliksiz işgücü ve doğal kaynaklar gibi girdiler girişimcilerin farklı teknolojik bilgileri çerçevesinde bir araya getirilmektedir. Ekonomik büyüme sorunu genellikle arz ağırlıklı olarak incelenmektedir. Bir ülkenin üretim olanakları eğrisinin ya da uzun dönem arz eğrisinin sağa doğru kaymasına yol açan nedenler, ekonomik büyüme kuramlarının konusunu oluşturmaktadır (Kibritçioğlu, 1998: 208).
Ekonomik kalkınma kavramı, ekonomik büyüme, eşitsizliğin azalması ve yoksulluğun önlenmesi yanında sosyal yapılarda, halka özgü davranışlarda ve ulusal kurumlarda temel değişimlere yol açan çok boyutlu bir süreç olarak açıklanmaktadır (Todaro, 1997: 16).
Kalkınma ekonomisi, İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki konjonktürün birtakım gereksinimler yaratması nedeniyle ortaya çıkmıştır. Bu disiplinin temel amacı, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin sorunlarına çözüm üretmektir. Bu çözümler genel olarak ABD (Amerika Birleşik Devletleri)’nin önderliğini üstlendiği kapitalist sistemin gerekleri çerçevesinde oluşturulmuştur. Gelişmekte olan ülkelerin öncelikli sorununun sermaye birikimi eksikliği olduğu üzerinde durulmuştur. Bu tür bir anlayış, ekonomik büyüme merkezli kalkınma yaklaşımını ön plana çıkarmıştır.
Yaygın olan anlayışa göre, sermaye birikimi eksikliğinin giderilebilmesi ulusal ve uluslararası düzeyde müdahaleyi gerektirmektedir. Müdahale, ulusal düzeyde devlet, uluslararası düzeyde Uluslararası Para Fonu (International Monetary Fund-IMF) ve Dünya Bankası tarafından gerçekleştirilecektir. Bu uygulama, ulusal düzeyde yönetici kadrolar açısından kendi meşruiyetlerini sağlamanın bir yolu olarak görülmüştür. Diğer taraftan, uluslararası düzeyde ise soğuk savaş ortamında ülkeleri sistem içinde tutmak amacıyla kullanılmıştır. Böylece, kalkınma ekonomisi kuramsal çerçevedeki konumunu, ulusal ve uluslararası düzeyde genel kabul görerek sağlamıştır (Türkay, 1995: 194).
1945 yılında, Birleşmiş Milletler Örgütü (BM) kurulduktan sonra bir araya gelen birçok ülke arasındaki gelişmişlik ve yoksulluk farkları çarpıcı bir şekilde ortaya çıkmıştır. Bu dönemde sanayileşmelerini tamamlamış olan pek çok gelişmiş ülke, ekonomik sorunlarını gidermenin yanında sosyal refah boyutunda da ileri düzeye gelmiştir. Kalkınma ekonomistleri, gelişmiş ülkeler sanayileşme sürecinde hangi aşamalardan geçti ise, gelişmekte olan ülkelerin de aynı aşamaları başarı ile tamamlayabileceklerini ve ekonomik gelişmelerini ilerletebileceklerini düşünmüşlerdir. Söz konusu ekonomistlere göre, gelişmekte olan ülkeler için az gelişmişlik ya da yoksulluk bir yazgı olmamalıdır. Bu ülkelerin de diğer ülkeler gibi başarılı olma şansı vardır.
Ekonomik gelişmişliğin uluslararası düzeyde kabul gören bazı ölçütleri vardır. Bunlardan en önemlisi ekonominin sektörel yapısıdır. Sanayileşme özellikle, gelişmişliğin bir ölçütü olarak kabul gördüğü için, bir ekonomide sanayiin milli gelir içindeki payı ne kadar büyükse ülkenin o kadar geliştiği düşünülmektedir. Aynı zamanda, bu süreçte tarımın payının giderek azalması beklenmektedir. Dış ticaret hadleri sanayi ürünleri lehine geliştiği için, büyük oranda bu malları üreten ülkelerin ihracat gelirleri yükselecektir.
Sağlıklı bir ekonomik kalkınmanın sağlanabilmesi için, gelir dağılımı daha adil hale getirilmelidir. Bununla birlikte, eğitim ve sağlık hizmetlerinin yaygınlaştırılması ve sosyal güvenliğin sağlanması gerekmektedir. Diğer taraftan, kültürel ve sanatsal etkinliklerin toplumdaki her kesime ulaştırılması, toplumun çağdaşlaşması için kullanılan bir araçtır. Ekonomik kalkınma stratejisinin öncelikleri, tüm sosyal kesimlerin geniş katılımıyla, demokratik bir şekilde belirlenmelidir. Eşitlikçi, demokratik ve katılımcı bir toplum yaratılmalıdır (Ansal, 1997: 104). Toplumda yeniliklere açık ve katılımcı bireyler yetiştirilebiliyorsa ve bunların sayısı artırılabiliyorsa ülke kalkınma yolunda önemli ilerlemeler kaydetmiş demektir.
Az gelişmiş ülkeler ya da gelişmekte olan ülkeleri diğerlerinden ayırmak için kullanılan ölçütler genellikle ekonomik göstergelere ve bunlar içinde de daha çok parasal göstergelere dayanmaktadır. Gelişmekte olan ülkeler, kişi başına düşen milli geliri ileri sanayileşmiş ülkelerin kişi başına düşen milli gelirinden önemli ölçüde düşük olan ülkelerdir (Savaş, 1995: 14). Ekonomik gelişmişlik düzeyinin ölçülmesinde kullanılan parasal ölçütlerden biri, o ülkenin toplam GSMH’sıdır. Ancak, bu ölçüt kalkınma düzeyini göstermekten çok, ülke ekonomisinin dünyadaki yerini ve dünya ekonomisindeki payını yansıtmaktadır (Han ve Kaya, 1999: 11). Gelişmişliğin ölçümünde en çok kullanılan bir diğer parasal ölçüt kişi başına düşen GSYİH’dır. Bu orandaki iyileşme, bir ülkenin nüfus artış hızından daha büyük oranda bir üretim artışı gerçekleştirebilmesine bağlıdır (Todaro, 1997: 13). Aynı zamanda, insanların milli gelirden aldıkları paydaki artışın onların refahlarını ve ekonomik gelişmişlik düzeylerini artırdığı kabul edilmektedir. Ancak, kişi başına düşen GSYİH ortalama bir büyüklüktür. Gelirin adil bir şekilde dağılıp dağılmadığını göstermemektedir. Örneğin, kişi başına gelir düzeyi yüksek bir ülkede, ülke nüfusunun büyük bir kısmı yoksulluk sınırının altında yaşıyorsa, bu ülkenin refah düzeyinin çok yüksek olmadığı rahatlıkla söylenebilir.
Tüm toplumlar için kalkınma sürecinde en az aşağıdaki üç amaç gerçekleştirilmiş olmalıdır (Todaro, 1997: 18):
-
Beslenme, barınma, sağlık ve güvenlik gibi yaşamın sürdürülebilirliği için temel olan malların elde edilebilirliğinde artış ve dağılımında bir genişleme sağlanmalıdır.
-
Gelir, eğitim ve istihdam olanakları artırılmalı, kültürel ve insani değerlere daha çok önem verilmeli, yalnızca maddi refahta değil bireysel ve ulusal olarak kendine saygının artırılmasını içeren yaşam kalitesinde de bir yükselme gözlenmelidir.
-
Bireylerin ve ulusların kölelikten kurtulduğu ve bağımsız oldukları bir ortamı sağlamak, ekonomik ve sosyal seçim kabiliyetini genişletmek gerekmektedir. Modernleşme ve kalkınma ile birlikte, bireylerin toplumdaki rollerini ve geleceklerini kendilerinin belirleyebileceği bir toplumsal hoşgörü ortamı oluşmalıdır.
Denis Goulet (1992: 471), bu üç amaca ek olarak, kalkınma ortamının insanlara bazı avantajlar sağladığını ve bu avantajların tüm toplumlarda elde edilebilir olması gerektiğini vurgulamıştır. Bunlardan biri teknolojik gelişme ile ilgilidir. Modernleşme sürecinde kullanılan makine ve techizatlar milyonlarca insanı sıkıcı fiziksel görevlerden uzaklaştırmıştır. Kurumsal uzmanlaşma (örneğin, eğitim, ulaşım ve bankacılıkla ilgili) en küçük ve yoksul ülkelere bile erişebilir düzeye gelmiştir. Bununla birlikte, kalkınma dünya çapında insanları birbirine daha çok bağlayacaktır. Küçük ve uzak bölgelerde yaşayanlar bile her yer hakkında bilgi sahibi olacaklardır. Dünya birbirine bağlı toplumların yaşadığı bir yer olacaktır.
Gelişmişlik düzeyinin ölçümünde kullanılan parasal olmayan göstergeler, saptanması ve ölçümü diğerlerine göre daha zor olsa da sağlıklı sonuçlar alabilmek için gereklidir. Bu göstergelerden bazıları şunlardır: Toplam tüketim eğilimi, enerji tüketimi, kişi başına düşen doktor sayısı, okuryazarlık oranı, işsizlik oranı, seçimlere ve yönetime katılabilme oranı, ülke içinde insan haklarına duyulan saygı ve bireylere tanınan haklar.
Yıllık GSMH artış oranı ekonomik büyümenin bir ölçüsüdür. Ekonomik büyümedeki artış, bir ülkenin kendi kendine yetebilmesinin ve maddi refah artışının belirtisi olarak kullanılabilir. Ancak, ekonomik kalkınmanın belirlenmesi için, yıllık GSMH artış oranından daha önemli olan ölçüt kişi başına gelirdeki yükselmedir. Bu oran, insanların maddi zenginliklerden pay alabilme düzeyini göstermektedir. Çizelge 1’de seçilmiş 28 ülkenin 1975-1995 dönemindeki yıllık GSMH büyüme hızı ile kişi başına düşen GSYİH’daki yıllık artış hızı gösterilmiştir. Söz konusu 28 ülke arasında en yüksek GSMH büyüme hızı % 9.1 ile Çin’de, en düşük GSMH büyüme hızı ise % -0.7 ile Sierra Leone’de gerçekleşmiştir. Buna karşılık, kişi başına düşen GSYİH artış hızı, yine en yüksek %7.7 ile Çin’de, en düşük %-2.8 ile Sierra Leone’de ortaya çıkmıştır. Kişi başına düşen GSYİH, tüm ülkelerde büyüme hızına paralel ve onun bir-iki puan altında artış göstermektedir.
Çizelge 1. 1975-1995 Yılları Arasında Çeşitli Ülkelerin Yıllık Büyüme Oranı ve Kişi Başına Gelir Düzeyi Karşılaştırması
Ülkeler
|
Yıllık GSMH Büyüme Hızı (%)
1975-95
|
Kişi Başına Düşen GSYİH ($) 1997
|
Yıllık Kişi Başına Düşen GSYİH Artış Hızı (%)
1975-95
|
Kanada
|
2.7
|
19,640
|
1.4
|
Norveç
|
3.3
|
36,100
|
2.9
|
ABD
|
2.5
|
29,080
|
1.5
|
Japonya
|
3.5
|
38,160
|
2.9
|
Avustralya
|
2.9
|
20,650
|
1.6
|
İngiltere
|
2.0
|
20,870
|
1.8
|
Fransa
|
2.2
|
26,300
|
1.7
|
İtalya
|
2.4
|
20,170
|
2.3
|
İspanya
|
2.2
|
14,490
|
1.7
|
Singapur
|
7.8
|
32,810
|
5.8
|
İsrail
|
4.5
|
16,180
|
2.1
|
Yunanistan
|
2.4
|
11,640
|
1.7
|
Portekiz
|
3.1
|
11,010
|
2.6
|
Şili
|
5.5
|
4,820
|
3.8
|
Arjantin
|
1.4
|
8,950
|
-0.1
|
Venezüella
|
1.7
|
3,480
|
-1.0
|
Meksika
|
2.8
|
3,700
|
0.6
|
Rusya
|
-0.4
|
2,680
|
-0.8
|
Brezilya
|
3.5
|
4,790
|
1,5
|
TÜRKİYE
|
3.9
|
3,130
|
1.7
|
Sri Lanka
|
4.8
|
800
|
3.2
|
Çin
|
9.1
|
860
|
7.7
|
Güney Afrika
|
1.7
|
3,210
|
-0.6
|
Mısır
|
6.6
|
1,200
|
4.1
|
Zimbabwe
|
1.8
|
720
|
-1.2
|
Nijerya
|
2.5
|
280
|
-0.6
|
Bangladeş
|
4.4
|
360
|
2.0
|
Sierra Leone
|
-0.7
|
160
|
-2.8
|
Kaynak: UNDP, Human Development Report 1999, s.180-182.
Dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta, ülkelerin kişi başına düşen GSYİH düzeyleridir. Çizelge 1’e göre, kişi başına düşen GSYİH’nın en yüksek olduğu ülkeler sırasıyla Japonya (38,160 $), Norveç (36,100 $), Singapur (32,810 $), ABD (29,080 $) ve Fransa (26,300 $)’dır. Büyüme hızı çok yüksek olan Çin’de ise, kişi başına gelir düzeyinin çok düşük olduğu (860 $) gözlenmektedir. Bu sonuca göre, büyüme hızının yüksekliğinin her zaman kişi başına gelirin de yükselmesine neden olamadığı ortaya çıkmaktadır. Çünkü, bu oran toplam nüfus gibi sosyal faktörlerden de etkilenmektedir.
Şekil 1. Seçilmiş 28 Ülkenin 1975-95 Yılları Arasında Yıllık GSMH ve Kişi Başına GSMH Artış Hızı
Kaynak: UNDP, Human Development Report 1999, s.180-182’den alınan verilerle hesaplanmıştır.
Şekil 1’de ülkelerin GSMH büyüme hızları ve kişi başına düşen GSYİH artış oranları karşılaştırılmıştır. Kalkınma performansında iyileşme sağlamak için daha çok yatırıma ve harcamaya gereksinimi olan gelişmekte olan ülkelerde, GSMH büyüme hızının sanayileşmiş ülkelere göre daha yüksek olduğu görülmektedir. Ancak, nispeten pozitif bir büyüme gerçekleştirmelerine rağmen, çok yoksul ülkelerin (Nijerya, Zimbabwe, Sierra Leone) kişi başına gelirlerindeki artış hızı negatiftir.
Ülkelerin kalkınma performanslarının değerlendirilmesi, gelişmiş, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülke ayrımının yapılması, kalkınma ekonomisinde en çok tartışılan konulardan biridir. GSMH’nın artış hızı ve kişi başına düşen GSYİH göstergeleri, kalkınmadan çok ekonomik büyüme kavramını niteleyen değişkenlerdir. Bu nedenle, ülkelerin kalkınmışlık düzeylerinin saptanmasında daha farklı ölçütlere de gereksinim vardır. Bu bağlamda, kalkınma süreci devam etmekte olan gelişmekte olan ülkelerin özellikleri incelenmektedir.
Gelişmekte olan ülkelerin ekonomik, sosyal ve politik özelliklerini yansıtan ve uluslararası karşılaştırmalarda genel olarak kabul gören ölçütler şu şekilde sınıflandırılabilir:
1.1.1. Gelişmekte Olan Ülkelerin Özellikleri -
Ekonomik Özellikler
1. Kişi başına gelir düzeyi düşüktür.
-
Milli gelir adaletsiz bir şekilde dağılmıştır. Gini katsayısı 1’e yakındır.
-
Tarım kesiminde yaşayan nüfusun toplam nüfusa oranı %65 ya da daha fazladır. Gelişmiş ülkelerde bu oran %15’in altındadır (Dülgeroğlu, 1999: 11).
-
Üretim daha çok tarım ve tarıma dayalı ürünlere yöneliktir. Bunun yanında tüketim içinde gıda mallarının payı yüksektir. Ancak, bu ülkelerde zengin ülkelerin tüketim kalıplarından etkilenme durumu ve gösteriş tüketimi de yaygındır.
-
Milli gelir düzeyinin düşüklüğü, iç tasarrufların yetersizliğine neden olmaktadır. Bu durum, yeni yatırımların gerçekleştirilmesi için gerekli olan sermaye birikiminin azlığına yol açmakta ve ekonomik büyümenin yükselmesini kısıtlamaktadır.
-
Bu ülkelerin ihracat kapasiteleri ve ihracat gelirleri düşüktür. Dış ticaret açıkları büyüktür ve genel olarak ödemeler bilançoları açık vermektedir.
-
Teknoloji üretiminin yetersizliği ve üretimde kullanılan tekniklerin ilkelliği, verimin düşük olmasına ve uluslararası pazarlarda rekabet edebilme kapasitesinin azalmasına neden olmaktadır.
-
Milli gelirin ihracata oranı düşüktür ve %10-15 düzeyindedir. İhrac edilen mallar ise, genellikle tarım ürünleridir (Dülgeroğlu, 1999: 11).
-
Ürünlerin yurt içi ve yurt dışı pazarlarda satışını artıracak olan kredi ve pazarlama örgütlenmesi yetersizdir.
-
Nüfus artış hızının ve bunun yanında bebek ve yetişkin ölümleri artış hızının yüksek oluşu, ortalama yaşam beklentisinin düşüklüğü bireysel refah düzeyinin yüksek olmadığını göstermektedir (Savaş, 1974: 17).
-
Sosyal Özellikler
-
Nüfus artış hızının yüksekliği demografik bağımlılık oranının yüksekliğine yol açmaktadır. Demografik bağımlılık oranı aktif olmayan nüfusun, aktif nüfusa oranını göstermektedir. Buna karşılık, söz konusu ülkelerde işsizlik oranı yüksektir.
-
Eğitim ve sağlık harcamalarının toplam milli gelir içindeki payı çok düşüktür. Bu nedenle, okuryazarlık oranı, ortalama eğitim düzeyi, sağlık hizmetlerinden yararlanabilme olanağı ve sağlık personeli başına düşen nüfus göstergelerinde istenilen düzeye ulaşılamamıştır (Albertini, 1967: 27-31).
-
Sosyal güvenlik sistemi gelişmemiştir.
-
Kırdan kente göç olgusu ve bunun getirdiği yetersiz barınma koşulları belirgin bir hal almıştır.
-
Çocuk çalışanların ve sokak çocuklarının sayısı, uluslararası standartların üzerindedir.
-
Kadınlar toplum içinde her yönden, diğer bir deyişle ekonomik, sosyal ve politik açıdan ikinci planda kalmıştır.
-
Toplumsal davranışlar, geleneksel bilgi ve görgüye dayanmaktadır. Halk bilimsel ve teknik deneyimlere yabancıdır ve sosyal refah düzeyini yükseltmek için mücadele etmemektedir (Özbilen, 1999(a): 414).
-
Toplumun çoğunluğu için yetersiz beslenme koşulları söz konusudur.
-
Yoksulluk sınırının altında yaşayanların sayısı yüksektir.
-
Orta sınıf yok denecek kadar azınlıkta kalmıştır. Var olan orta sınıf çok zayıftır ve ekonomik dayanaklardan yoksundur (Özbilen, 1999(a): 415).
c. Politik Özellikler
1. Gelişmekte olan ülkelerde demokratik yapı sık sık kesintiye uğramakta, baskıcı yönetim şekilleri egemen olmaktadır.
-
Demokratik seçim sistemine katılım oranı düşüktür.
-
Nüfus içinde yönetime katılım oranı düşüktür.
-
Gerek yasalarda gerek uygulamalarda insan hakları ihlalleri söz konusudur.
-
Yargı sistemine duyulan güven zayıftır. Genel olarak hukuk kurallarına uyulmamaktadır ve bunları takip edecek olan makam bulmakta güçlük çekilmektedir.
-
Kamu yönetiminde yer alanlar asli görevlerinden uzaklaşmıştır. Kamu idaresi kötü işlemekte, rüşvet, suistimal ve kayırmacılık ön plana geçmektedir (Özbilen, 1999(a): 415).
-
Yöneticiler görevlerini kötüye kullanmakta ve yolsuzluklar yaygın olarak devam etmektedir.
-
Ülke genelinde kadın ve çocuk hakları ihlalleri mevcuttur.
-
Kadınların üst düzey yönetime ve politikaya katılma oranı çok düşüktür. Bu durum, kadınların ekonomik ve sosyal haklarından yararlanamamasının bir sonucudur.
Kalkınma ekonomisinde, genellikle, gelişmekte olan ülkelerin özelliklerinden yola çıkılarak kuramlar ve bu kuramlara dayalı politikalar üretilmektedir. Yukarıda sıralanan bu özellikleri genişletmek mümkündür. Ancak, söz konusu özellikleri ölçülebilir hale getirmek ve ülkeleri bu özelliklere göre sıralamak oldukça zordur. Son yıllarda kalkınma özelliklerini yansıtabilecek az sayıda gösterge ile gerçekleştirilen bazı ölçümler mevcuttur. Bu ölçümlerden başlıcaları üçüncü
bölümde incelenmiştir. Bu çalışmanın amacı, daha geniş bir bakış açısıyla yeni bir ölçümleme yapabilmektir.
Dostları ilə paylaş: |