İk-dr-2002-0002 İnsani kalkinma poliTİkalari ve tüRKİye üzerine bir deneme hazirlayan: Mİne yilmazer danişman: prof. Dr. HaliL ÇİVİ aydin 2002


İnsan Hakları ve Demokratikleşme Kavramları



Yüklə 3,49 Mb.
səhifə22/65
tarix12.01.2019
ölçüsü3,49 Mb.
#94877
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   65

1.1. İnsan Hakları ve Demokratikleşme Kavramları


İnsani kalkınma, hakların tanınması ve uygulanması için gerçekleştirilen uzun vadeli bir stratejidir. İnsan hakları ile insani kalkınma arasında iki yönlü bir ilişki vardır ve her ikisi de aynı amacı paylaşmaktadır: özgürlük, refah ve dünyanın her yerindeki insanların itibarının güvenceye alınması. Bu bağlamda, söz konusu güvenceleri şu şekilde sıralayabiliriz (UNDP, 2000: 1):

1. Kimlik özgürlüğü: Cinsiyet, ırk, etnik grup ve din ayrımcılığının giderilmesi,

2. Herkesin uygun yaşam standardı düzeyine getirilmesi,

3. İnsani potansiyelin gerçekleştirilmesi ve geliştirilmesi,

4. İnsan güvenliği: İşkence, insanlık dışı ve küçük düşürücü davranış ve cezaların önlenmesi,

5. Kanuna aykırı ve adaletsiz hareketlerin önüne geçilmesi,

6. Çalışanların istismar edilmesinin önlenmesi.

21. yüzyılda ekonomik kalkınmanın gerçek amacının, yalnız ekonomik büyüme ve kişi başına gelir artışı olmaması gerekmektedir. Ekonomik kalkınma, aynı zamanda, dünyadaki tüm bireylerin ve ülkelerin yoksulluğunu azaltmak ve insan hakları ihlalleri ile mücadele etmek anlamına gelmelidir. Ekonomik olaylar ve ekonomik gelişmişlik düzeyi, insan haklarını doğrudan etkileyebilecek değişkenlerdir. Genel olarak, insan haklarını etkileyebilecek ekonomik olayları şu şekilde özetleyebiliriz:

1. Bir ülkedeki nüfus artışı kıt olan kaynakların paylaşımında sorun yaratabilecek ve yoksulluğu artırabilecektir. Yoksulluk insan hakları ihlallerini de beraberinde getirecektir.

2. Ödemeler bilançosu açık veren ve dışa bağımlı bir ülkenin, dış ticaret açığının ve dış borçlarının kapatılabilmesi için ücretlerin düşük tutularak maliyet artırıcı etkenin ortadan kaldırılması gerekebilir. Yoksulluk ve ücretlerin düşüklüğü politikası, sosyal huzursuzluklara ve askeri rejimlerle birlikte demokrasinin işleyememesine neden olabilir.

3. Enflasyonun yüksek olduğu bir ülkede gelir dağılımı adaletsizliği ortaya çıkabilir. Böyle bir ortamda belli bir kesim temel gereksinimlerini bile karşılayamayacak hale gelebilir.

4. Ekonomik istikrar önlemlerinin uygulandığı bir ülkede talep artışını azaltabilmek için, ücretlerin düşük tutulması, sendikal faaliyetlerin azaltılması ve sosyal güvenlik sisteminin zayıflatılması politikaları izlenebilir.

Ekonomik kalkınma düzeyinin yükselmesi ile birlikte insan hakları ihlalleri de azalmaktadır. Ekonomik kalkınma ile insan haklarının birbirlerini tamamlayan değişkenler olduğu kabul edilirse, insan hakları ihlallerindeki azalmanın ekonomik kalkınmaya yardımcı olacağı beklenebilir. İnsan haklarının bilincine varan her insan, politik olaylar kadar, ekonomik gelişmeleri de izlemek ve demokratik denetim hakkını kullanmak zorundadır. İnsanlığın refahı ve mutluluğu bu savaşımın her insan tarafından benimsenmesine ve sürdürülmesine bağlıdır (Çeçen, 1995: 171).

İnsan haklarındaki gelişmenin, her durumda ekonomik kalkınmayı da beraberinde getirmesi söz konusu olmayabilir (Tanör, 1994: 288):

1. Serbest dolaşma ve yerleşme özgürlüğü kentlere göçü ve gecekondulaşmayı besleyebilir,

2. Mülkiyet hakkı toprak reformunu önleyebilir,

3. Ekonomik özgürlükler planlama amaçlarıyla çatışabilir,

4. Düşünce özgürlükleri ekonomi politikası konusunda zihinleri karıştırabilir,

5. Sosyal haklar hızlı sermaye birikimini engelleyebilir.

İnsan hakları ihlallerinin, özellikle, gelişmekte olan ülkeler için bir sorun oluşturduğu gerçektir. Bununla birlikte, insan hakları ihlalleri yalnızca bu ülkelerin sorunu değildir. Bir çok gelişmiş ülkede yaşama hakkı, eğitim, sağlık ve çalışma hakkı, cinsiyet, ırk, din ve dil ayrımcılığından korunma hakkı ihlalleri söz konusudur.

Diğer taraftan, ülkelerin insan hakları düzeyini ölçmek için anayasa ve yasaları kullanmak her zaman sağlıklı bir sonuç vermeyebilir. Çünkü, hukuksal metinler yeterli görünse de uygulama kötü olabilir. Bunun tersi de olasıdır. İnsan haklarının tanınması konusundaki boşluklar, pratikte başka yollarla giderilmiş olabilir. Örneğin, Batılı ülkelerin toplantı, gösteri ve sendika hakları, yasalarında yer almasa da bu tür özgürlüklerde güvence sağlanmıştır (Tanör, 1994: 153-4).

Yaşam standardının düzeltilmesi, yeterli beslenme, uygun iş ortamı, sağlık ve eğitim olanaklarından yararlanma, sosyal güvenlik yalnızca kalkınmanın amaçları değildir; aynı zamanda, insan hakları konularıdır. Dünyada yoksulluğun önlenmesi çalışmaları da kalkınmanın bir diğer amacıdır. 21. yüzyılda yoksullukla mücadele temel insan haklarının korunması girişimlerindendir.

Yoksul ülkelerin, yoksulluğu azaltmak ve insan haklarını uygulamaya aktarabilmek için daha çok finansal kaynağa gereksinimleri vardır. Ekonomik büyüme bu iş için tek başına yeterli değildir. Aynı zamanda, yoksulluğu azaltacak ve insani kalkınmayı gerçekleştirecek politik reformlar uygulamak gerekmektedir. Dünya çapında incelendiğinde, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde gelir dağılımı gelişmekte olan ülkeler aleyhinedir. Yoksulluk bu tür ülkeler için çok tehlikelidir. Çünkü, kalkınma sürecinde çok hızlı bir gelişme göstermesi gereken bu ülkelerin yoksullaşması, sosyal sorunları ve insan hakları ihlallerini artırmaktadır.

Gelişmiş ülkeler modernlik ve uygarlık adına ya kendi sistemlerinin benzerlerini ya da uzantılarını sürekli olarak üçüncü dünya ülkelerine empoze etmişlerdir. Baskılara karşı direnen ülkelere ise politik ve ekonomik yaptırımlar uygulamışlardır (Çeçen, 1995: 123). Ancak, bu süreçte unutulmaması gereken insanların temel haklarından birinin, yoksulluktan kurtulma ve refah içinde yaşamak olduğudur.


1.2. Uluslararası İnsan Hakları Sözleşmeleri


İnsanlık tarihinde bireysel hak ve özgürlüklerin gelişimi ve insan hakları doktrininin oluşumu, 18. yüzyıl sonlarına, diğer bir deyişle üç yüz yıllık bir geçmişe dayanmaktadır. Ancak, tarihte bir çok din, insanların bir diğerine eşitlik, itibar ve sorumluluk tanıması gerektiği üzerinde durmuştur. Bu dinlerden ilki 3.000 yıllık bir geçmişe dayanan Hindu Veda (Hindu dininin en eski kutsal kitabı) ile biçimlenmiştir. Bunun benzerleri 2.500 yıllık Budizm, Konfiçyus felsefesi ve 2.000 yıllık Hıristiyanlık ve İslam dininin temelinde de vardır (UNDP, 2000: 27).

İnsan hakları kavramı, 17. ve 18. yüzyıllarda, Batı dünyasının politik ortamında Hobbes (1588-1679), John Locke (1632-1704) ve J.J. Rousseau (1712-1778) tarafından daha da güçlenmiştir (UNDP, 2000: 27; Kapani, 1991: 108). Daha sonra bu düşünce yapısı monarşilerin, baskıcı yönetimlerin yıkılmasında etkili bir silah olarak kullanılmıştır. 18. yüzyılın sonlarında Amerikan ve Fransız devrimleri sırasında yayımlanan İnsan Hakları Bildirileri ile bu felsefe tüm dünyaya tanıtılmıştır (Kapani, 1991: 108). İnsan hakları ile ilgili olarak yapılan ilk resmi açıklamalar 1776 tarihli Virginia İnsan Hakları Bildirisi ile aynı yıl açıklanan Amerikan Bağımsızlık Bildirisi şeklindeki Amerikan Haklar Bildirileri ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaş Hakları Evrensel Bildirisi’dir (Pıtırlı, 2000: 188).

İnsan hakları sorununun uluslararası çapta önlenmesine yönelik başlıca ilerlemeler İkinci Dünya Savaşı sonrasında gerçekleşmiştir. Uluslararası çapta ilk önemli açıklama ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt’den gelmiştir. 6 Ocak 1941 tarihli “dört özgürlük” adlı mesajda şu temel özgürlükler üzerinde durulmuştur (Kapani, 1991: 21; UNDP, 1998(b): 15):

1.Söz ve anlatım özgürlüğü,

2.İnanç özgürlüğü,

3.Ekonomik özgürlük ya da yoksulluktan kurtulma özgürlüğü,

4.İnsan güvenliği.

Günümüzde insan hakları ihlallerinin önlenmesi ve bireysel özgürlüklerin tanınması amacıyla birçok uluslararası sözleşme oluşturulmuştur. Bu sözleşmeler, yaptırım gücü fazla olmamakla birlikte, taraf olan ülkelerde insan haklarına dayalı yasal düzenlemelerin gerçekleştirilmesi ya da güçlendirilmesi açısından yararı olan sözleşmelerdir.


1.2.1. Birleşmiş Milletler Sözleşmeleri


10 Aralık 1948 tarihinde yayımlanan “Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirisi”, insani özgürlüklerde yeni bir çağın başlangıcı olmuştur. Bildirinin insan hakları ve temel özgürlükler konusundaki ana çizgileri şunlardır (UNDP, 2000: 2):

-Hakların evrenselliği tüm insanların eşitliği ilkesine dayanmaktadır.

-İnsanlığın ortak amacı insan haklarının gerçekleştirilmesidir.

-Tüm insanlar için kişisel, politik, ekonomik, sosyal ve kültürel haklar tanımlanmıştır.

-İnsan haklarının gerçekleşmesinde uluslararası bir sistem oluşturulmuştur.

-Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirisi onu tanıyan devletlere yükümlülükler getirmemektedir. Bu bildiride evrensel olarak kabul edilebilecek, ideal insan hakları bir liste halinde sunulmuştur (UNDP, 2000: 3).

1945 yılından beri BM örgütünün üyesi olan Türkiye bu bildiriye olumlu oy vermiştir.

1960’lı yıllarda BM üye devletlere artık haklar listesi değil, bir takım hukuki yükümlülükler yükleyen ve denetim sistemini öngören bir sözleşme hazırlanmasına karar vermiştir. Bu bağlamda, iki ayrı sözleşme oluşturulmuştur. Bunlardan biri, kişisel ve politik haklar, diğeri ise ekonomik, sosyal ve kültürel haklar içindir. Bu iki sözleşme BM tarafından 16 Aralık 1966’da kabul edilmiştir. Ancak, 1976 tarihinden itibaren “İkiz Sözleşmeler” olarak yürürlüğe girmiştir (UNDP, 2000: 44). Bu sözleşmeler aşağıda açıklandığı gibi, birçok temel insan haklarını içermektedir ve bu sözleşmeler diğer ulusal ve bölgesel insan hakları belgelerine öncü olma niteliği taşımaktadır.



a. Kişisel ve Politik Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme (CCPR): Sözleşmeye göre, bütün halklar kendi politik statülerini, ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmelerini serbestçe belirleme hakkına sahiptir. Bu sözleşme ile cinsiyet, ırk, renk, din, dil, etnik grup ve yaş ayrımı yapılmaksızın, sözleşmenin tanıdığı haklara saygılı olunması öngörülmüştür. Tanınan haklardan erkeklerle kadınların eşit bir şekilde yararlanması gereği ayrı bir madde (3. Madde) ile belirlenmiştir. Ayrıca, sözleşme yaşama hakkını güvence altına almakta ve ülkelerin çok ciddi suçlar hariç idam cezasını kaldırması gerektiğini vurgulamaktadır. İşkence ve insanlık dışı ya da küçültücü her tür davranış ve ceza yasaklanmakta, keyfi gözaltı ve tutuklanmadan korunma ve özgürlüğü kısıtlandığında insanca davranış görme hakkı tanınmaktadır. Aynı sözleşme ile seyahat ve ikamet seçme özgürlüğü ile adil yargılama hakkı da kişiler için güvenceye alınmış durumdadır (AÜ, 1992: 114-124).

Sözleşme hükümlerine devletlerin uyup uymadığını denetlemek üzere Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi kurulmuştur. Bununla birlikte, sözleşmeye taraf ülkelerin yükümlülüğü insan hakları konusunda ülkelerindeki gelişmeleri belirli aralıklarla bir rapor halinde İnsan Hakları Komitesi’ne sunmaktan ibarettir (Kapani, 1991: 33).

Kişisel ve Politik Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmeye Bağlı Seçimlik Protokol, 16 Aralık 1966 tarihinde onaylanmış ve 1976 yılında yürürlüğe girmiştir. Bu protokol ile İnsan Hakları Komisyonu’na, sözleşmede belirtilen haklardan birinin çiğnenmesinden mağdur olduğunu iddia eden bireylerin başvurularını değerlendirme yetkisi tanımıştır. Türkiye bu protokole katılmamıştır. Kişisel ve Politik haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmeye Bağlı 2. Seçimlik Protokol ölüm cezasının yürürlükten tamamen kaldırılmasına ilişkindir. Türkiye bu protokolü de onaylamamıştır.

Bu sözleşmenin ana amaçlarına paralel olarak hazırlanan ve bir çok ülkenin onayladığı diğer sözleşmeler şunlardır (unhchr.ch, 2000):

1.Tüm Irk Ayrımcılığı Biçimlerinin Kaldırılması Uluslararası Sözleşmesi (ICERD),

2.Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi (CEDAW),

3.İşkence, İnsanlık Dışı ya da Küçük Düşürücü Ceza ve Davranışa Karşı Koruma Sözleşmesi (CAT),

4.Çocuk Hakları Sözleşmesi (CRC),

5.Göçmen İşçilerin ve Aile Üyelerinin Haklarının Korunmasına Yönelik Uluslar arası Sözleşme (MWC),

6.Kişisel ve Politik Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmeye Bağlı Seçimlik Protokol (OPT),

7.Kişisel ve Politik Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmeye Bağlı Seçimlik İkinci Protokol (OPT2).

b. Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme (CESCR): Bu sözleşmeye bağlı olarak korunması gereken uygun yaşam standardı, sağlıklı koşullarda çalışma hakkı, sanat ve kültürel yaşamdan yararlanma hakkı, sendika ve dernek kurma hakkı, bilimsel ilerlemeden yararlanma hakkı gibi ekonomik, sosyal ve kültürel özelliklere sahip olan hakların ülkeler tarafından tanınması beklenmektedir.

1986 yılında BM tarafından, kalkınmanın ekonomik, sosyal, kültürel ve politik oluşumları kapsayan bir süreç olduğunu kabul eden Kalkınma Hakkı Bildirisi oluşturulmuştur (UNDP, 2000: 3). Kalkınma hakkı kavramına göre, insani kalkınma sürecinin öznesidir ve bu nedenle kalkınma politikaları, insanları kalkınmaya katılır ve yararlanır hale getirmelidir. Kalkınma süreci, zaman içinde dünyadaki tüm insanların yaşam standardına uygunluk, eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlanma, konut, iş ve eşit gelir dağılımına erişim hakkını kullanabilmelerini sağlayabilmelidir (UNDP, 1998(b): 17).


1.2.2. Avrupa Konseyi Sözleşmeleri


4 Kasım 1950’de Roma’da on devlet, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS), tam adıyla “İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Sözleşme”yi kabul etmişlerdir. 3 Eylül 1953’de yürürlüğe giren bu sözleşmeyi, Türkiye 10 Mart 1954’de kabul etmiştir (Kapani, 1991: 44). AİHS, Evrensel Bildiri’den esinlenmiş, ancak, insan hakları burada daha geniş ve somut biçimde ele alınmıştır. Evrensel Bildiri’den farklı olarak sosyal ve ekonomik haklar ele alınmamıştır (Kapani, 1991: 45). Sosyal ve ekonomik haklar daha sonra kabul edilecek olan Avrupa Sosyal Şartı’nda ayrıntılı olarak ele alınmıştır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde geçen hak ve özgürlükler üçe ayrılarak incelenebilir (Gölcüklü, 1994: 164):

1.Bedensel varlığa ilişkin olanlar: yaşama hakkı (2), işkence yasağı (3), kişi özgürlüğü ve güvenliği (4).

2.Manevi varlığa ilişkin olanlar: özel yaşamda ve aile yaşamına saygı (8), inanç ve din özgürlüğü (9), düşünceyi açıklama özgürlüğü (10).

3.Sosyal yaşam ve etkinliklere ilişkin olanlar: dernek kurma hakkı ve gösteri özgürlüğü (11).

Sözleşmeye ek olarak değişik tarihlerde dokuz protokol daha oluşturulmuştur. 1, 4 ve 7. Protokoller yeni birtakım hak ve özgürlükler getirmiştir. 2, 3, 5 ve 8. Protokoller sözleşme ile yaratılan organların yetki ve işleyişi ile ilgilidir. 28 Nisan 1983’de kabul edilen 6. Protokol ölüm cezasını yasaklamaktadır. 9. Protokol ise kişilere ve topluluklara Komisyon tarafından incelenmiş bir konuyu Mahkeme önüne getirme yetkisini tanımaktadır (Kapani, 1991: 44).

Türkiye, bunlardan ilk üçü ile 5. ve 8. Protokolleri onaylamış; diğerlerine katılmamıştır (Kapani, 1991: 45).

AİHS’de sözleşmenin sert çekirdeğini oluşturan dokunulmaz haklar mevcuttur. Dokunulmaz haklar dört tanedir (Çavuşoğlu, 1994: 10-9):

1.Yaşama hakkı: Kişinin hak ve özgürlüklerini kullanabilmesi fiziki varlığını sürdürebilmesine bağlıdır. Ancak, bu kural barış dönemlerinde uygulanabilir.

2.İşkence, insanlık dışı ya da aşağılayıcı ceza ve davranış yasağı: 3. madde ile belirlenmiş olan bu yasak, 26 Kasım 1987 tarihinde imzaya açılmış, 1 Şubat 1989’da yürürlüğe girmiştir. Herhangi bir çekinceye tabi tutulmayan bu yasak için Avrupa Konseyi denetim mekanizması oluşturmuştur.

3.Kölelik ve kulluk yasağı: AİHS’nin 4. maddesinde ayrıntılı olarak açıklanan kölelik ve kulluk kişinin statüsü ve yaşam koşulları ile, zorla çalıştırma ve zorunlu çalışma ise yapılan işin veya hizmetin koşulları ile ilgilidir.

4.Ceza yasalarının geriye yürütülemezliği prensibi: Hukukun üstünlüğünün vazgeçilmez gerekliliklerindendir.

Avrupa Sosyal Şartı, AİHS’ni sosyal ve ekonomik haklar yönünden tamamlamak amacıyla, 18 Ekim 1961’de Konsey üyesi on üç devlet tarafından Torino’da imzalanmış ve 28 Şubat 1965’de yürürlüğe girmiştir (Kapani, 1991: 65).

Avrupa Sosyal Şartı’nın ekonomik ve sosyal haklarla ilgili on dokuz temel maddesinden bazıları şunlardır: Adil çalışma koşullarına sahip olma hakkı, örgütlenme ve toplu pazarlık hakkı, çocukların, gençlerin ve çalışan kadınların özel korunma hakkı, sosyal güvenlik hakkı, anneler ve çocuklar için sosyal ve ekonomik korunma hakkı, (AÜ, 1992: 62-3).

Türkiye Avrupa Sosyal Şartı’nı 1961 yılında imzaladığı halde, 16 Haziran 1989’da onaylamıştır. Bununla birlikte, onaylama Anlaşma’nın tümünü değil; yalnızca bir bölümünü kapsamaktadır. Türkiye bu Anlaşma’ya zorunlu olan kısmı kadarıyla katılmıştır (Kapani, 1991: 67).

1 Ağustos 1975’de Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK), Batı ve Doğu Bloku 33 Avrupa ülkesi ile ABD ve Kanada tarafından Helsinki’de gerçekleştirilmiştir. Bu konferansta Helsinki Nihai Senedi (Son Senet) imzalanmış ve on temel ilke belirlenmiştir. Bu belgenin asıl konusu insan hakları değildir ve belgenin bağlayıcı gücü yoktur.

1989 yılında, Doğu Blokunun çöküşü ile birlikte, 34 devletin başkan ve başbakanları “Yeni Bir Avrupa İçin Paris Anlaşması (Şartı)”nı imzalamıştır. Türkiye de Paris Şartı’nı imzalayan ülkelerdendir (Kapani, 1991: 79).

Diğer taraftan, dünyada değişik bölgelerde insan hakları ile ilgili anlaşmalar yapılmıştır. Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi, 22 Kasım 1969’da imzalanmış ve 12 Temmuz 1978’de yürürlüğe girmiştir (Kapani, 1991: 68). Afrika Birliği Örgütü (OAU) çerçevesinde 26 Haziran 1981’de imzalanan “İnsan ve Halkların Haklarına İlişkin Afrika Anlaşması” 21 Ekim 1986’da yürürlüğe girmiştir (Kapani, 1991: 70).

1930 yılında ILO, “Çalışmaya İlişkin Temel Haklar ve İlkeler”i belirlemiştir. ILO’nun amacı ekonomik büyümeyi, eşitliği, sosyal ilerlemeyi ve yoksulluğa son verilmesini sağlamaktır. Bütün üyeler, ILO Anayasası’nda ve Philadelphia Bildirisi’nde belirtilen ilkeleri ve hakları kabul etmekte ve örgütün genel hedeflerine ulaşmak için kaynaklarını kullanmaktadırlar. Türkiye, 1932’den beri bu örgütün üyesidir ve ILO Anayasası’nda yer alan hükümler Türkiye için de geçerlidir.

Bazı sözleşmeleri onaylamamış olsalar dahi, bütün üyelerin aşağıdaki temel haklara saygı gösterme yükümlülüğü vardır (ilo.ch, 2002):

1.Sendikalaşma özgürlüğü ve toplu pazarlık hakkının etkin biçimde tanınması,

2.Zorla ya da zorunlu çalıştırmanın tüm biçimlerinin ortadan kaldırıması,

3.Çocuk işçiliğine etkin biçimde son verilmesi,

4.İstihdamda ve meslekte ayrımcılığın ortadan kaldırılması.


1.2.3. Avrupa Birliği Sözleşmeleri


Avrupa Birliği (AB)’nin oluşum sürecinin kökleri, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD’nin Marshall yardımları çerçevesinde Avrupa ülkelerine sermaye aktarımına dayanmaktadır. Söz konusu dönemde, Avrupa ülkeleri ABD’ye bağımlılıklarının artacağı düşüncesiyle, kendileri bir sermaye piyasası oluşturarak ekonomik ve politik bir birlik kurmayı hedeflemişlerdir. Böylece Fransa, Almanya, İtalya, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg 1951 yılında Paris’de Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT)’nu kurmuşlardır. Bu örgüt başarılı olunca, tüm sektörleri kapsayacak bir entegrasyon oluşturulmasına karar verilmiş; 1957 yılında Roma Antlaşması ile Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (EURATOM) kurulmuştur (DTM, 1999: 5).

7 Şubat 1992 tarihinde on iki üye ülke tarafından imzalanan ve resmi adı “Avrupa Birliği Antlaşması” olan, Maastricht Anlaşması ile Roma Antlaşması’na çok kapsamlı değişiklikler getirilmiştir. Ekonomik ve politik birliği amaçlayan bu antlaşma AB’nin anayasası niteliğindedir (Seyidoğlu, 1993: 448). Bu düzenlemeler genel hatlarıyla şunlardır (DTM, 1999: 44):



  1. Ortak Dış Politika ve Güvenlik Politikası,

  2. Sosyal Avrupa,

  3. Avrupa Vatandaşlığı,

  4. Adalet ve İçişleri Alanlarında İşbirliği,

  5. Ekonomik ve Parasal Birlik,

  6. Topluluğun diğer işbirliği alanları (çevre, tüketici hakları, sanayi politikası, enerji ve ulaştırma, haberleşme, sağlık vb.).

Bu antlaşma ile, biri “Politik Birlik” ve diğeri, “Ekonomik Birlik” olmak üzere iki sözleşme yürürlüğe girmiştir (Karluk, 1996: 79). Maasticht Antlaşması ile tüm ülkelerde demokrasinin geliştirilmesi, insan haklarına ve temel özgürlüklere saygı ilkesinin benimsetilmesi amaçlanmıştır.

16-17 Haziran 1997 tarihlerinde gerçekleştirilen Amsterdam Zirvesi, 1 Ocak 1999 tarihinde tek para sistemine geçiş açısından önemlidir. Maasticht Antlaşması’nda yapılan değişiklikler, 1 Mayıs 1999 tarihinde yürürlüğe giren Amsterdam Antlaşması ile düzenlenmektedir.

Bir ülkenin AB’ne tam üyeliği gerçekleştirebilmesi için 4 önemli kriteri yerine getirmesi gerekmektedir: 1. Demokratik Güvenlik; 2. Müktesebatı Yerine Getirmek; 3. Birliğin Politik Gelişmesine Açıklık; 4. Avrupalılık (Karluk, 1996: 99).

AB’ne tam üyelik için gerekli koşullar politik, ekonomik, hukuki ve idari olmak üzere üç grupta toplanmaktadır. Bu koşullar, Roma Antlaşması (1957), onu değiştiren Maastrihct (1992) ve Amsterdam (1999) Antlaşmaları içinde yer almaktadır. Ayrıca, Haziran 1993’de yapılan AB Konseyi Kopenhag Zirvesi sonuç bildirgesinde şöyle denilmektedir:

“Üyelik, aday ülkenin demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını ve azınlıkların korunması ve saygı görmesini teminat altına alan kurumların istikrara kavuşturulmuş olmasını, işleyen bir piyasa ekonomisinin mevcudiyetini, AB içindeki rekabet ve piyasa güçleriyle baş etme kapasitesini gerektirir” (TÜSİAD, 1999: 13).

Kopenhag Kriterleri politik, ekonomik ve parasal birliğin koşullarını ortaya koymuş ve üye olacak ülkelerin bunlara uyumunu gerekli kılmıştır. Bu bağlamda, Kopenhag Zirvesi’nde kabul edilen ön koşullar, insan hakları ve demokrasi, pazar ekonomisi ve parasal birlik konularında uyum sağlanmasıdır.

1989 yılında, İngiltere hariç, on bir Avrupa Topluluğu (AT) üyesi ülkenin onayladığı Temel Sosyal Haklar Şartı “Sosyal Avrupa” oluşumunun sağlanmasına yöneliktir. Bununla birlikte, üye ülkeler sosyal konularda farklı konumlarda olduğu için, mevzuattaki uyumu gerçekleştirmek oldukça zordur. Avrupa Sosyal Şartı, AT vatandaşları için şu hakları kapsamaktadır (Karluk,1996: 331-2):


  1. Serbest dolaşım hakkı,

  2. Çalışma ve eşit ücret hakkı,

  3. Örgütlenme ve toplu sözleşme hakkı,

  4. Mesleki eğitim hakkı,

  5. Kadın ve erkek arasında eşit davranış görme hakkı,

  6. İşçiler için bilgilendirme, danışılma ve yönetime katılma hakkı,

  7. İşte korunma ve güvenlik hakkı,

  8. Çocuklar ve gençler için yasalarla korunma hakkı,

  9. Yaşlılar için emeklilikten sonra düzenli bir yaşam standardına sahip olma hakkı,

Günümüzde AB’ne üye olan ülkeler itibariyle bağlayıcı nitelik taşıyan BM ve Avrupa Konseyi Sözleşmeleri Çizelge 7’de özetlenmiştir.

Çizelge 7. Avrupa Birliği Üyesi Ülkelerin Onayladığı İnsan Hakları Sözleşmeleri



BİRLEŞMİŞ MİLLETLER

1965

Her Türlü Irk Ayrımcılığını Önlemeye Yönelik Uluslararası Sözleşme

1966

Kişisel ve Politik Haklar Uluslararası Sözleşmesi

1966

Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi

1979

Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi

1979

İşkence, İnsanlık Dışı ya da Küçük Düşürücü Ceza ve Davranışa Karşı Koruma Sözleşmesi

1989

Çocuk Hakları Sözleşmesi

AVRUPA KONSEYİ

1994

11 Sayılı Protokol ile Değişikliğe Uğramış İnsan Haklarının ve Temel özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Sözleşme (1950)

1994

11 Sayılı Protokol ile Değişikliğe Uğramış Ölüm Cezasının Kaldırılmasına İlişkin İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesi ile İlgili 6 Sayılı Protokol (1983)

1994

İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesi ile İlgili 11 Sayılı Protokol

1987

İşkence, İnsanlık Dışı ya da Küçük Düşürücü Davranış ya da Cezayı Önleyici Avrupa Sözleşmesi

1961

Avrupa Sosyal Şartı

Kaynak: http://ue.eu.int/pesc/human-rights/en/99/annex.htm; 15.8.2000.

AB’ne tam üyelik için başvuran tüm ülkeler BM, Avrupa Konseyi Sözleşmeleri ve Avrupa İnsan Hakları hukukuna uygunluk göstermek zorundadır.



Yüklə 3,49 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   65




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin