Türkiye’de Cumhuriyet döneminden bu yana, kadınların sosyal kimlik ve statü kazanması açısından önemli adımlar atılmıştır. Bununla birlikte, tüm dünya ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de bu çalışmalar kadınların refahının istenilen düzeye erişebilmesine yetmemiştir. Bunun önemli bir nedeni, eğitimdeki boşluklar ve kültürel birikimlerdir. Bir ülkede yaşanan ekonomik, sosyal ve politik alandaki ilerlemelerin toplumun her kesiminden insana aynı ölçüde yarar sağlaması gerekmektedir. Her ne kadar söz konusu ilerlemelere paralel olarak kadınların sosyal statülerinde iyileşmeler gerçekleşmiş olsa da, bu yeterli düzeyde değildir. Cumhuriyetin ilanını takip eden yıllarda, eski düzenin terk edilmesinde ve kalkınma performansının ilerletilmesinde kadınların kilit rol üstlenebilecekleri düşünülmüştür. Bu nedenle, Türkiye’de kadın haklarının tanınması ve kadınların toplumun her kesiminde temsil edilebilmesini sağlamaya yönelik önlemler alınmıştır.
1926 yılında, Avrupa’daki aile kanunlarının en iyisi olan İsviçre Medeni Kanunu tercüme edilerek, Türk Medeni Kanunu olarak kabul edilmiştir. 3 Nisan 1930 tarihinde Türk kadınlarına seçme ve seçilme hakkı tanıyan yeni Belediye Kanunu kabul edilmiştir. 1934’de kadınlara politik hakların tanınmasından sonra 1 Mart 1935 tarihinde ilk kadın milletvekilleri Meclis’e girmişlerdir. Bu seçimde 18 kadın milletvekili TBMM’de temsil hakkı kazanmıştır (Kırkpınar, 1998: 21-4). Bu arada, dünya çapında kadın hakları konusunda çok önemli gelişmeler yaşanmıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da kadınlar ekonomik yaşama aktif bir biçimde katılmıştır. 1960’lı yıllardan sonra kadınlar iş yaşamında söz sahibi olmuştur. Bu dönemde kadınlar, tüm yasa ve yaklaşımların erkek gözü ile yaratılmış olmasına tepki göstermiş ve kadınlara insan hakkını tanıyan erkeklerle birlikte anayasaları değiştirmişlerdir. Türkiye’de ise, 1960 Anayasası ile birlikte bir kıpırdanma yaşanmış; Birleşmiş Milletler Kadın On Yılı ile birlikte 1975 yılından sonra Medeni Kanun değişiklikleri yapılmaya başlanmıştır (Gürkan, 1998: 15).
Türkiye’de kadın-erkek eşitsizliğinin giderilmesi için sürdürülen çalışmalar çok uzun bir zaman sonra etkili olabilmiştir. Yoğun tepkiler sonucunda, kadın hakları konusunda birçok tartışmaya neden olan Medeni Kanun’nun değiştirilmesi için 1994 yılında bir komisyon oluşturulmuştur. Yedi yıllık bir süreçten geçildikten sonra, ancak, 2001 yılı itibariyle birtakım değişiklikleri yapmak mümkün olabilmiştir. Yeni Medeni Kanun’da yapılan değişikliklerin en önemlileri şunlardır (kssgm.gov.tr, 2002):
-
Aile reisi kavramı kaldırılmıştır. Kadın ve erkeğin insan olarak eşit olduğu ve bu nedenle, aile içinde eşit ölçüde hak ve sorumluluk sahibi olduğu kabul edilmiştir.
-
Kadın, eşinin soyadı yanında kızlık soyadını taşıma hakkını elde etmiştir.
-
Kadın emeği önem kazanmış, kadın ve erkeğin aileyi ortak olarak geçindirmek zorunda olduğu kabul edilmiştir.
-
Erkeğin çocuk üzerindeki tek başına velayet hakkı kaldırılmış ve anne ve babanın her ikisinin de söz hakkına sahip olduğu kabul edilmiştir.
-
Mal rejimi değiştirilmiştir. Edinilmiş mal rejimi, eğer taraflar kendilerine uygun mal rejimini seçmez ise tüm evliliklere (ancak kanun sonrası evliliklere) uygulanacak şekilde kabul edilmiştir.
Kadın On Yılı çalışmaları kapsamında, 1995 yılında düzenlenen Dördüncü Dünya Kadın Konferansında kabul edilen Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu, Türkiye tarafından çekince koymadan kabul edilmiştir. Bu konferansta Türkiye’nin 2000 yılına kadar çözüm bulmayı taahhüt ettiği dört temel sorun şunlardır:
-
CEDAW Sözleşmesine konulan temel çekincelerin kaldırılması,
-
Zorunlu eğitimin 8 yıla çıkarılması,
-
2000 yılına kadar kadın okuryazarlığının %100’e çıkarılması,
-
Anne ve çocuk ölüm oranının %50 oranında azaltılması (KSSGM, 2000: 3).
Türkiye, CEDAW Sözleşmesine 1986 yılında sözleşmenin bazı maddelerine çekince koyarak taraf olmuştur. Ancak, Türkiye’nin CEDAW Sözleşmesinin 15. ve 16. maddeleri ile ilgili temel çekinceleri 20 Eylül 1999 tarihi itibariyle kaldırılmıştır. Bunun nedeni, Türk Medeni Kanun’unda yapılacak bazı değişikliklerin TBMM’e sevk edilmiş olmasıdır. Bu değişiklikler şunlardır: evli kadına evlenmeden önceki soyadını kullanabilme imkanı sağlayan yasal değişiklik, kadının iş ve meslek seçiminde kocasından izin almak zorunda olmasına dair Medeni Kanun maddesi ile Türk Ceza Kanununda kadın ve erkek açısından farklı düzenlenen zinaya ilişkin maddelerin Anayasa Mahkemesi tarafından iptali (KSSGM, 2000: 3).
CEDAW Sözleşmesi doğrultusunda, 1990 yılında Türkiye’de Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü (KSSGM) kurulmuştur. Bu dönemden sonra, Türkiye’de kadın çalışmaları hız kazanmıştır. Ülke çapında üniversitelerde Kadın Çalışmaları Merkezleri açılmış ve uluslararası projeler oluşturulmuştur.
UNDP ile T.C. Hükümeti (Kadından Sorumlu Devlet Bakanlığı)’nin ortak projesi olan Kadının Kalkınmaya Katılımını Güçlendirme Ulusal Programı 1993 yılında faaliyete başlamıştır. Proje kapsamında kadın sorunlarına duyarlılığı artırmak, kadınların kalkınma sürecine etkin katılımını ve eşit pay almasını sağlamak, ulusal ve bölgesel düzeylerde düzenlenen eğitim ve seminer çalışmaları ile kadın sorunlarına çözüm yolları araştırmak gibi amaçlarla, Orta Doğu Üniversitesi (ODTÜ) Sosyal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Yüksek Lisans Programı, Ankara Üniversitesi Kadın Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi, İstanbul Üniversitesi Kadın Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi ve Çukurova Üniversitesi Kadın Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi ile çalışmalar yürütülmektedir (Saygın, 1997: xix).
Türkiye’de kadın hareketlerinin gerçekleştirdiği çalışmaların temel amacı, ekonomik, sosyal, kültürel ve politik alanda karar mekanizmalarına katılımı yetersiz olan kadınların güçlendirilmesidir. Ekonomik etkinlik ve sosyal refaha erişim kadınların güçlendirilmesine yönelik çabaların önemli bir boyutunu oluşturmaktadır. Ekonomik etkinlik kavramı genellikle evin dışında gerçekleştirilen ve gelir getiren çalışmaları içermektedir. Bu yaklaşıma göre kadınların ev içinde gerçekleştirdikleri üretim “görünmez” olmaktadır. Yaşamı çalışma üzerine kurulu olan bu kadınlar “çalışmayan bir kitle” durumuna düşmektedir (Şenel, 1998: 55). Türkiye’de yaygın olan ideolojiye göre, kadının yeri evidir ve asli görevi kocasına, çocuklarına bakmaktır. Ancak, 1970’lerden bu yana artan kentleşme olgusu ve 1980’lerde büyüyen geçim sıkıntısı, kadının ekonomiye aktif olarak katılmasına neden olmuştur (Ansal, 1995: 18). Kadınların işgücüne katılımı bazı sorunları da beraberinde getirmiştir. Öncelikle işe alınma sırasında kadınlar erkeklere göre dezavantajlıdır. Kadınların evlilik ve çocuk büyütme sorumluluklarının iş yaşamını olumsuz yönde etkileyeceği inancı halen yaygındır. Bunun en önemli nedenleri, çalışan kadınlara yönelik bebek ve çocuk bakım hizmetlerinin yeterli düzeyde olmaması ve erkeklerin ev işlerinde eşit paylaşımı benimsememesidir. Sonuç olarak, Türkiye’de kadınların toplam çalışanlar içindeki payı oldukça düşüktür.
Ş ekil 5. Türkiye’de Yıllara ve Cinsiyete Göre İşgücüne Katılma Oranı
Kaynak: DİE, “Çalışma İstatistikleri 1998-1999”, Ocak 2001, DİE, Ankara, s.187’den alınan veriler kullanılarak hazırlanmıştır.
Ekim 1999 tarihi itibariyle, ekonomik faaliyette bulunmak üzere istihdam edilenlerin %72’si erkeklerden, yalnızca %28’i kadınlardan oluşmaktadır. Türkiye’de kadınların işgücüne katılımlarında yıllar itibariyle sürekli bir azalma gözlenmektedir. 1990 yılında kadınların %34 oranında istihdama katıldığı gözlenmektedir. 1990-1999 yılları arasında kadın çalışan sayısında önemli oranda bir düşüş olmuştur (Şekil 5). Buna karşılık, Türkiye’de kentlerdeki işsizlik oranı %20.5’dir. Erkeklerde bu oran %17.3’dür ve okuma yazması olmayan erkeklerde işsizlik oranı çok düşüktür. Kentlerde kadının durumuna bakarsak, işsizlik oranı her eğitim düzeyi için çok yüksektir ve ortalama %28.6 düzeyindedir (DİE, 2001(b): 99). Kadınlarda işsizlik oranı erkeklere göre oldukça yüksektir ve çalışmayan bir erkeğin kadına göre iş bulması çok daha kolaydır.
Çizelge 11. Türkiye’de Ekonomik Faaliyete ve Cinsiyete Göre İstihdam Edilenler, Ekim 1999
Cinsiyet
|
Toplam
|
Tarım, Ormancılık, Avcılık ve Balıkçılık
|
Madencilik ve Taş Ocakçılığı
|
İmalat Sanayi
|
Elektrik, Gaz ve Su
|
İnşaat ve Bayındırlık İşleri
|
Toptan ve Perakende Ticaret, Lokanta ve Oteller
|
Ulaştırma, Haberleşme ve Depolama
|
Toplum Hizmetleri, Sosyal ve Kişisel Hizmetler
|
Mali Kurumlar Sigorta, Taşınmaz Mallara Ait İşler
|
Toplam
|
21,644
|
8,839
|
94
|
3,543
|
94
|
1,356
|
3,113
|
902
|
3,120
|
582
|
Erkek
|
15,574
|
4,815
|
92
|
2,885
|
89
|
1,336
|
2,758
|
858
|
2,340
|
401
|
Kadın
|
6,070
|
4,024
|
3
|
658
|
6
|
20
|
355
|
45
|
780
|
181
|
Kaynak: DİE, “Hanehalkı İşgücü Anketi Sonuçları Ekim 1999”, DİE, Mayıs 2001, Ankara, s.44.
Türkiye’de kadınlar düşük ücretli ve sosyal güvenceden yoksun işlerde çalışmaktadır. İstihdam edilen kadınların %66’sı tarım sektöründe, %13’ü toplum hizmetlerinde çalışmaktadır (Çizelge 11). Diğer taraftan, kadınlar genel olarak asli görevlerinin uzantısı olan mesleklere yönlendirilmektedir. Çalışanlar arasında ilmi ve teknik elemanlar ile serbest meslek sahibi olanlardan %34’ü kadındır. Bununla birlikte, iş yaşamında erkeklerin yönetici konumuna gelme olasılıkları kadınlara göre çok daha yüksektir. Üst düzey yönetici konumundaki ücretlilerin yalnızca %9’u kadınlardır (DİE, 2001(b): 45).
Çalışma yaşamında cinsiyete dayalı ayrımcılık, kadınların düşük statülü mesleklerde ve erkeklerle eşit olmayan konumlarda çalışmalarına neden olmaktadır. Bu tür bir uygulama kadının kendini algılama biçimi, toplumun genel yapısı ve örgüt kültürü gibi birçok faktöre bağlıdır (Şenel, 1998: 55).
Şekil 6. Türkiye’de İşteki Durumuna ve Cinsiyete Göre İstihdam Edilenler, Ekim 1999
K aynak: DİE, “Hanehalkı İşgücü Anketi Sonuçları Ekim 1999”, DİE, Mayıs 2001, Ankara, s.46’dan alınan verilerle hazırlanmıştır.
İşteki durumuna göre istihdam edilen nüfusa baktığımızda, toplam 5,480 ücretsiz aile işçisi bulunduğu görülmektedir. Toplam istihdamın %25’i ücretsiz aile işçisi olarak çalışmaktadır. Bu kişilerin, ülkenin işgücü hacmi içinde önemli bir paya sahip olduğunu söyleyebiliriz. Ücretsiz aile işçilerinin %66’sı (3,634 kişi) kadınlardan oluşmaktadır. Bununla birlikte, işveren konumunda olanların yalnızca %3’ü kadınlardır (Şekil 6).
Türkiye’de toplam 1,712 işsiz arasında 505’i kadın işsizlerdir. İşsizlik oranı Türkiye’de toplam %7.3 iken, aynı oran erkeklerde %7.2, kadınlarda %7.7’dir (DİE, 2001(b): 71). Türkiye’de Ekim 1999 tarihinde işgücüne dahil olmayanlar 17,054 kişidir. Bunlar arasında 12,081 kadınlardır (DİE, 2001(b): 39). Farklı nedenlerle işgücüne dahil olmayan kadın sayısının oldukça yüksek olduğu görülmektedir. İşgücüne katılmayan kadınların %67’si ev kadınıdır (DİE, 2001(b): 100). Diğer taraftan, eğitim düzeyi yükseldikçe, işsizlik oranının azalması beklenirken, Türkiye’de eğitim düzeyi yükseldikçe kadınlardaki işsizlik oranının arttığı gözlenmektedir.
Kadın_ve_Erkeklerde_Mesleğe_Göre_Saatlik_Kazanç_(1987_Yılı_Fiyatları_ile_TL)'>Çizelge 12. Kadın ve Erkeklerde Mesleğe Göre Saatlik Kazanç (1987 Yılı Fiyatları ile TL)
|
Saatlik Kazanç
|
|
Meslek
|
Kadın
|
Erkek
|
Erkek Kazancının Yüzdesi Olarak Kadın Kazancı
|
İlmi/Teknik/Üst Düzey Yönetici
|
904
|
1688
|
53.6
|
İdari Personel vb
|
491
|
612
|
80.2
|
Satış Personeli
|
531
|
109
|
48.6
|
Hizmet Personeli
|
290
|
515
|
56.3
|
Tarım
|
318
|
856
|
37.1
|
Üretimde Çalışan
|
275
|
555
|
49.5
|
Kaynak: “Cumhuriyetin 75. Yılında Türkiye’de Kadının Durumu”, KSSGM, Kasım 1998, Ankara, s.43 (1990’lı Yıllarda Kadın, DİE 1996’dan alınmıştır).
Çalışan kadınların erkeklere göre düşük gelire sahip olması bir diğer önemli sorundur. Türkiye’de kadınla erkek arasındaki en yüksek kazanç farkı tarım sektöründedir. Tarım sektöründe kadınların kazancı erkeklerin %37’si kadardır. Benzer farklılık diğer sektörlerde de göze çarpmaktadır. En az farklılığın yaşandığı idari personel düzeyinde bile kadınların kazancı erkeklerden %20 oranında düşüktür (Çizelge 12). Söz konusu tüm sektörlerde iyi eğitimli ve nitelikli hem kadın hem de erkek çalışanın üretimdeki verimliliği birbirine yakındır. Bu nedenle, her iki cinsin elde edeceği kazanç eşit düzeyde olmalıdır.
Çizelge 13. Yıllara Göre Parlamentodaki Kadın Üye Sayısı ve Oranı
Seçim Yılı
|
Milletvekili Sayısı
|
Kadın Milletvekili Sayısı
|
Toplam İçindeki Kadın Oranı (%)
|
1935
|
395
|
18
|
4.6
|
1939
|
400
|
15
|
3.8
|
1943
|
435
|
16
|
3.7
|
1946
|
455
|
9
|
2.0
|
1950
|
487
|
3
|
0.6
|
1954
|
535
|
4
|
0.7
|
1957
|
610
|
7
|
1.3
|
1961
|
450
|
3
|
0.7
|
1965
|
450
|
8
|
1.8
|
1969
|
450
|
5
|
1.1
|
1973
|
450
|
6
|
1.3
|
1977
|
450
|
4
|
0.9
|
1983
|
400
|
12
|
3.0
|
1987
|
450
|
6
|
1.3
|
1991
|
450
|
8
|
1.8
|
1995
|
550
|
13
|
2.4
|
Kaynak: “Cumhuriyetin 75. Yılında Türkiye’de Kadının Durumu”, KSSGM, Kasım 1998, Ankara, s.61.
Türkiye’de kadın milletvekili sayısının yetersizliği nedeniyle kadınların demokratik temsil haklarını kullanamamaları bir diğer ciddi sorundur. Kadın milletvekili sayısı 1935 yılında 18 iken, 1950 ve 1961 yıllarında 3’e kadar düşmüştür (Çizelge 13). 2002 yılı itibariyle Türkiye’de kadın milletvekillerinin sayısı 21’dir. Parlamentodaki toplam 538 milletvekili arasında kadın milletvekillerinin oranı %3.9 düzeyindedir (tbmm.gov.tr, 2002). Bu ortamda, Türkiye’de politikaya katılan iki kadın tipinden söz etmek mümkündür: erkekleşen seçkin kadın ve erkekle yükselen kadın. Erkekleşen kadınlar, kadın kimliklerini bırakmış ve kendileri gibi seçkin olmayan kadınları başarısızlıkla suçlamıştır. Günümüzde kadınlar kadın kimlikleri ile politikaya girmekte, ancak, erkek egemen düzeni sorgulamadan, erkeklerin aracılığı ile güçlenen bir imaj sergilemektedir (Güneş Ayata, 1998: 247). Kadınların demokratik katılımının anlam kazanabilmesi, kadınları parlamentoda temsil eden kesimin etkin çalışmasına bağlıdır. Kadın sorunlarını ön plana çıkarmaktan çekinen politikacıların kadınların temsilcileri olarak kabul edilmeleri zordur. Ancak, kadın milletvekillerinin tek görevi kadın temsilciliği olmamalıdır. Kadın milletvekilleri kadın sorunları yanında, ekonomi, kamu politikası, dış politika ve demokratikleşme konularını ele almaktan çekinmemelidir.
İnsan hakları ve temel özgürlüklerin ihlali anlamına gelen kadına yönelik şiddet, tüm dünya ülkeleri ile birlikte Türkiye için de önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. KSSGM verilerine göre, Türkiye’de evli kadınların %59’u fiziksel, %63’ü fiziksel olmayan şiddet görmüştür. Kocasının kötü davranması durumunda kadınların %77.8’i hiç kimseden yardım istememiştir. Kadınların %67.2’si ise çocuklarını dövmektedir (UNDP, 1998(b): 57). Çocukken anne ve babalarından, daha sonra da eşlerinden dayak yiyen ve fiziksel ve psikolojik şiddetle karşılaşan kadınların, benzer şiddeti çocuklarına yansıtması sıkça karşılaşılan bir olgudur. Kadının geleneklere dayalı olarak “kutsal aile” yaşamını devam ettirmesi, şiddetin sürekliliğini beraberinde getirmektedir.
Türkiye’de cinsiyet eşitsizliklerinin ciddi boyutlarda olduğu söylenebilir. Buna karşılık, bir diğer sorun, eşitsizliklerin iller arasında büyük farklılıklar göstermesidir. Çizelge 14’de Toplumsal Cinsiyete Dayalı Kalkınma Endeksinde en üst ve en alt sırada yer alan illere ait bilgiler verilmiştir.
İllere_Göre_Toplumsal_Cinsiyete_Dayalı_İnsani_Kalkınma_Endeksi_(GDI),_1997'>Çizelge 14. Türkiye’de İllere Göre Toplumsal Cinsiyete Dayalı İnsani Kalkınma Endeksi (GDI), 1997
İller
|
GDI Sırası
|
Doğumda Yaşam Beklentisi
|
Yetişkin Okuryazar Oranı
|
Bileşik Okullaşma Oranı
|
Kişi Başına GSYİH (SGP$)
|
|
|
Kadın
|
Erkek
|
Kadın
|
Erkek
|
Kadın
|
Erkek
|
Kadın
|
Erkek
|
Kocaeli
|
1
|
78.0
|
72.0
|
84.5
|
97.1
|
59.4
|
70.2
|
12,362
|
21,273
|
İstanbul
|
3
|
76.4
|
70.7
|
88.0
|
98.2
|
66.2
|
74.6
|
8,235
|
12,087
|
Ağrı
|
78
|
63.2
|
59.3
|
39.8
|
80.9
|
21.9
|
41.9
|
1,452
|
1,752
|
Şırnak
|
80
|
60.7
|
56.4
|
20.7
|
65.0
|
22.3
|
33.4
|
2,081
|
2,593
|
Kaynak: İnsani Kalkınma Raporu Türkiye 2001, UNDP, s.32-33.
Türkiye’de, hem kadın, hem de erkeğin kalkınma performansına ilişkin olarak iller arasında önemli farklılıklar vardır. Bununla birlikte, kadınların durumu görece daha kötü olduğu için sonuçlar oldukça çarpıcıdır. Yaşam kalitesinin temel göstergesi olan doğumda yaşam beklentisi Kocaeli’de kadınlarda 78 yıl iken, Şırnak’da 60 yıldır. Erkeklerde bu rakam Şırnak’da 56’ya kadar düşmektedir. Diğer taraftan, okuryazarlık oranının gelişmiş illerde %85 düzeyine erişmesine rağmen, Şırnak’da yalnızca %20 olduğu görülmektedir. Gelir düzeyinde kalkınmış illerde kadın erkek farklılığı göze çarparken, diğer illerde gelirin benzer seviyede olduğu görülmektedir. Ancak, iller arasındaki gelir farkı 1:6 düzeyindedir (Çizelge 14). Türkiye’de bir kesimin gelişmiş ülkelere yakın bir yaşam kalitesine erişebildiği, ancak, önemli bir kesimin ise çok yoksul ülkeler boyutunda yaşadığı görülmektedir.
Temel hak ve özgürlüklerle birlikte kalkınma hakkının bir toplumdaki her bireye tanınması en temel insanlık görevidir. Bu bağlamda, kadınların eşitlikçi bir kalkınma sürecinde yer almalarını sağlamak için, kadınların güçlendirilmesine yönelik çalışmalar önem kazanmaktadır.
Kadın sorunlarının giderilebilmesinin ön koşulu, böyle bir sorunun varlığından haberdar olunmasıdır. Öncelikle, toplumsal cinsiyet kavramı hakkında bilgilenmek ve cinsiyet önyargısının sonuçlarını irdelemek gerekmektedir. Bu bağlamda, kadın hakkının bir insan hakkı olduğu gerçeği gözardı edilmemelidir. Temel hak ve özgürlükler bağlamında kadın haklarının işlerliğinin sağlanması için öncelikle kadınların böyle bir talepte bulunması gerekmektedir. Kadınların talebini somutlaştırabilmesi ise, onların yetkinlik kazanmasına ve güçlendirilmesine bağlıdır. Kadınlar yaşamına yön verebilme gücüne sahip olduktan sonra, ekonomik ve politik karar mekanizmalarına katılımlarını artıracaklardır. Ancak, katılımın etkinleşebilmesi toplumdaki diğer kesimlerden gelecek desteğe bağlıdır. Toplumdaki tüm bireylerin ve kurumların desteği ile kadınlar sorunlarını gidermek üzere faaliyete geçebilirler. Ancak, böyle bir ortamda, kadınlar gerekli sosyal değişimleri yaratabilme gücüne sahip olabilirler.
Dostları ilə paylaş: |