- Desteğinizi beklerim artık.. Ekliyor:
- Yahut kösteğinizi..
- Çok şakacısınız..
- Yoooo, ben artık espri filân yapmıyorum. Ciddî şeyler söylemek zorundayım. Adayım ben aday.
Bir de kasnaklama yöntemi varmış. Önce, oldukça yüklü oyu olan iki ilçenin delegelerini ayarlayıp, onlara güveneceksiniz. Sonra öbür adaylarla, işbirliğine ve pazarlığa.
- Ben de iki ilçe var, şu kadar yüz de oy. Sen bana iki ilçende şu kadar oy sağlarsan benden de şu kadar oy alırsın, fakat kasnaklamak yok.
- Ayıp ettin, sen bana güven.
Yoklama günü, komşu adayın erketecisi, sandığın yakınına gelir gözler. Öteki, sabahleyin oy verecek delegeleri ağırdan göstermelik sürer sandığa doğru. Erketeci görür, haberi götürür adaya.
- Tamam...
Tamam değildir gerçekte. Akşama doğru yığın yığın gelen delege postaları vermezler oylarını. Al sana onbeş oy da için açılsın.
CHP'de böyle oyunlara gele gele alışmış İlyas Seçkin bir gün şöyle demişti:
- Bunlar öyle kazıklardır ki, tadından yenmez...
*
Ferit Bey Van'a niye gitti, diye düşünüp duruyordum. Ferit Bey karşıladı:
- Ben her yıl giderim. Seçmenlerimle görüşürüm.
Van'da seçim yok, birşey yok. Yok mudur altında bunun da birşey?
Kinyas Kartal oradaydı. Diyelim, onun da seçim bölgesi. İstanbul CHP Senatörü Mehmet Feyyat'ın Van'da işi ne? O da doğma büyüme Gevaş'lıymış. Van'lı...
Mehmet Feyyat, takıldı Kinyas Kartal'a. Zaten karşılaştıkça takılır, biraz da onu kızdırmaktan hoşlanırdı. Kinyas Kartal da, Mehmet Feyyat da Kürtçe sözcükler söylerdi yer yer..
- Tebrik ederim seni. CGP, AP'ye katıldı sana kriko oldu.
- Tabii ki, biz ev sahibiyiz. Onlar bize katılıyorlar. Sana ne oluyor? Belâyı seremini? (Başımın belâsı mısın?)
- Kinyas, diyorlar ki CGP size gelince ortak listenin düzenlenmesi için Ferit Bey'in eline geçecektir.
- Tu merak neke, işi hattizanım (Sen merak etme, ben işimi bilirim).
Feyyat, azıcık daha yüklendi Kartal'a.
- Bütün torunların CHP'ye girdi. Sen hâlâ AP'de kalacak mısın?
- Belâyı seremini?... Kartal ağa, mırıldanarak uzaklaştı.
Ferit Bey, Van'a vardı. "Beşkardeş" otelinde yeri ayrılmıştı. Kim bilir, Beşkardeş Oteli'nin sahibi Selâhattin Başıbüyük, CGP ile AP birleşince ilçe başkanlığına getirilecekti belki de. Ama, Ferit Bey Van'a varmadan Kartal ağa oradan ayrıldı. Müslih Görentaş (o da CGP'li) Londra'ya gitme bahanesiyle Ankara'ya geldi. Bir Salih Yıldız kaldı Van'da. Ferit Bey'le Salih Bey uzun uzun konuşmuşlardır artık...
CHP'lilere sorarsanız, Ferit Bey boşuna gitmiştir Van'a, CGP-AP birleşmesi gerçekleşse bile CGP tabanı AP'ye gitmeyecek, seçimlerde de tümüyle AP'ye oy vermeyecektir, CGP tabanı, yakın geçmişin CHP'lisidir, azından paşacısıdır çünkü. Bu seçimlerde CGP'nin AP'ye ne kattığını göreceğiz.
Anladığım, AP'ye katılan CGP tabanı değil, Feyzioğlularıdır.
(3 Eylül 1975)
ODTÜ'DE CIA PARMAĞI MI VAR?
Ortalık hiç de iç açıcı değil. Arapların dediği gibi "Essahub Gübla" Türkçesi, bulutlar gebe.
Ne zamandır Bayrampaşa Cezaevi'nde yatan Tektaş Ağaoğlu'na bir mektupla olsun "Geçmiş olsun" demek istiyorum. Elim değmiyor. Ankara Cezaevi'nde Yılmaz Güney'i bir yıla yakın süre bir kez görebildim. O da camların demir parmaklıkların arasından, yazdığım yılbaşı kartına karşılığı şöyleydi:
"1975'in barış ve özgürlük yılı olmasını dilerim.."
Emekli Albay Hüseyin Yakış da tutuklu, birlikteler. Daha kimler var içerde? Kurcalasam, "Ankara Notları", "Cezaevi Notları"na döndü diyecekler. 12 Mart'ın hışmına uğrayıp da çıkamıyorlar ise unutulup gittiler, nerdeyse.
Başına komandolar getirilmiş devlet memuru, nasıl bir kafesin içindedir? Soluk alırken soluğu yarıda kesilir mi kesilmez mi? Nedemeli, istifayı basıp çekip gitmeli mi? Devlet kadroları, cephecilerin babalarının çiftliği mi, diye gidecekmiş, niye gidecekmiş? Bütçe yasasında hüküm vardır. Temmuz ayında devlet kadroları dondurulur ki, devlet kendine bir çekidüzen versin diye. Elinde ne kadar âmiri, memuru varsa bilsin diye, Maliye Bakanlığı ise sürekli komandolar için yeni kadrolar vermekte, bunun adı nedir?
"Ben kimsenin hakkını yemem, yemedim" diyen MSP'li bir Genel Müdür, Genel Müdürlüğü'nden başka bir bankada İdare Meclisi üyesi, ayrıca Tübitak'da da denetçi. Genel Müdürlük'te yarın iftar sofraları kurulacak, sahura da kalınacak belki. Nereden? Devlet kesesinden, hazineden. Dibi delik hazineden... Şimdi bu Genel Müdür kimin hakkını yiyor?
Şellefyan, bir Hacı Ali Bey'in mi elinden tutmuş? Eski DP'lilerin ellerinden tutan kim? Yassıada'dan çıktıktan sonra kimleri beslemiş kimlerle nasıldır araları? Biri, şöyle demişti teneke kralı için:
- Müslüman değildir ama, müslümandan daha müslümandır...
Mürtaza'nın protesto edilmiş senetlerini de kırıvermemiş mi? Böyle müslüman nerde bulunur, a müslüman...
Kim kaçırdı Şellefyan'ı Türkiye'den apar topar?
- O kadar kıymetli bir adam ki, uçurduk gitti dışarıya. Ağa da yardım etti...
ODTÜ öğretim üyelerinden Ali Gitmez ile Murat Kirezci Sıkıyönetimce içeri alındıklarında, iki öğretim üyesinin fakültelerinde Genel Kurul toplandı. Arkadaşları için birşeyler yapmalıydılar. Örneğin avukat tutmak, gibi...
Rektör Tarık Somer durumu öğrenince, sert bir yazı yazdı fakülteye:
- Size ne oluyor, orası hukuk bürosu mu? gibisine...
Belli ki, iki öğretim üyesi de üniversitenin Sıkıyönetime ihbarı üzerine gözaltına alınmışlardı. Murat Kirezci rektörlüğün ihbar yazısını savcılıkta gördü. Murat Kirezci çıkar çıkmaz da görevinden alındı, sözleşmenin yedinci maddesine göre, iyi mi? Sözleşmenin yedinci maddesi şöyle:
"Öğretim üyesi görevine özürsüz ve aralıksız olarak üç gün veya görevini aksatacak şekilde aralıklı olarak daha fazla devamsızlığının, başarısızlığının görevinde kalmayı sakıncalı kılan tutum ve davranışlarının yürürlükte bulunan kanun, tüzük, yönetmelik, genelge ve emirlerle bu sözleşme hükümlerine aykırı durumun üniversite içinde veya dışında suç sayılacak bir fiilî sonucu tutuklanması veya öğretim-eğitim veya araştırma görevinin dışında çalışmalar yapması halinin tesbitinde ODTÜ sözleşmeyi ihbarsız olarak her zaman feshedebilir."
Öğretim üyesini, haksız yere ihbar ettirip gözaltına aldıracaksın, sonra da "Nerdeydin kardeşim, işini aksattın" deyip işine son vereceksin. Murat Kirezci yıl başında da rektörün imzasıyla mektup almıştı. Öğretim görevlisi olmuş. "Tebrik eder, başarılarınızın devamını dilerim" demişti, rektör.
İki aydan beri de, ODTÜ'de terfiler durdurulmuştu. Şöyle diyordu yöneticiler, yayılarak:
- Ağustos, sonunda sözleşmelerin yenilenip yenilenmemesi konusu var. Bir çelişmeye düşmemek için terfileri durdurduk..
Bazı işadamlarından, politikacılardan kurulu bazı "Korkunç Yenge" düşüncelilerin gözlerine bakıp, öğretim üyelerini ona göre kıymak için mi yoksa?
ODTÜ'de öğreti üyeleri kıyımı alabildiğine hızlandı. Burası bir üniversite ise, bu faşist uygulamalara neden göz yumuluyor? Üniversite değilse, neden başında rektör, fakültelerinde dekanlar vardır?
Üniversite, fakat özerk değil. Buradaki öğretim üyelerinin açacakları davalara Danıştay yan çizer, bakmaz, öğrenciye not vermeyen öğretim üyesi aleyhinde açılan davaya bakar ama. Bir kimse ki, kamu görevi yapar, fakat kendisi haksızlığa uğradığında kamu görevi yaptığını görmezden gelir. Karşılık verilir:
- Siz hukuk mahkemesine gidin. Hakkınızı arayın..
Genç genç öğretim üyeleriydiler. Onları görevden uzaklaştırmak için yöneticilerin elinde en ufak belge, delil yoktu.
ODTÜ öğretim üyelerinin haklarını arıyacak, bir tüm Öğretim Üyeleri Derneği var. ODTÜ içinde kurulmuş ODTÜ Öğretim Üyeleri Derneği kokteyller düzenlemekle, bir de CHP Genel Başkanı Ecevit'e hücumlar yağdırmakla uğraşıyor. Bu sarı derneğin başkanı da kim? Tevfik İleri'nin kızı Cahide Aksoy..
Cahide Aksoy'un da bu son kıyımda ne denli etkisi var?
Bu yöneticiler, kimlere güvenip de, yapmışlardır bunca kıyımı? Cephe Hükümetine mi? Cephe'nin kafasını biliyoruz, Profesörlüğü ODTÜ'den gelen Korkut Özal'ın da. Sonra Korkut Özal, Bakan olarak imzasının yanına Prof. ünvanını da nasıl koyuyor, bilmem. Profesörlük tezi mi hazırlamış, sınavdan mı geçmiş? ODTÜ'de "yardımcı profesör" ünvanı ile çalışmış, o kadar yasalara aykırı, öyle Resmî Gazete'de çıkan Prof. ünvanları Bakanlar Kurulu listesinde. Neyse...
Ne demiş Korkut Özal?
- Biz, ODTÜ Rektörünün tutumunu cephe olarak destekliyoruz. Atmalı 300 öğretim üyesini, 2000 de öğrenciyi, doldurmalı bizimkileri üniversiteye...
Yok, yok bu ODTÜ Rektörünü de, Cephe Hükümeti'ni de aşan bir iş. Bunun arkasında göreceğiz. CIA parmağı çıktı çıkacak...
Türkiye'de gücünü gitgide yitiren CIA nereden sökün edecekti.
(5 Eylül 1975)
ŞELLEFYAN'IN ORTAKLARI VE RAMAZAN...
Dolmuş şoförü, önündeki arabayı sollarken dertleniyordu:
- Ecevit iktidara geldi, kıtlık, pahalılık başladı, diyorlardı. Ecevit yok, bunlar geldi yağ yine yok işte. Vallahi yedi baş nüfus, eve şuncacık yağ girmiyor haftalardır...
Direksiyondan kaldırdığı elinin serçe parmağını gösterdi. Konuşuyordu sözde kendi kendine:
- Kuyruklara girip de nerden yağ alacağım ben.
Yolculardan biri, katıldı konuşmaya, önde giden yük yerinde un çuvalları dolu arabayı göstererek:
- Yokluk diyorsun, bak un çuvalları gidiyor araba dolusu...
- Ohooo, Çankaya'ya gidiyordur o. Dikmenderesi'ne, bizim gecekondulara inmez tasalanma...
İkinci yolcu da söze karışmak istedi...
- Şellefyan kaçıp gitmiş ama, ortakları memlekette, ne bekliyorsun daha...
Bir başka yolcu, dik dik baktı. Şoföre seslendi:
- inecek var...
Süleyman Bey o zaman Başbakan, daha 12 Mart ne olmamış. "Karavezir" dedikleri yardımcısı nerdeyse yalvarıyordu Süleyman Bey'e:
- Beyefendi, gitmeyin bu Şellefyan'ın köşküne, dedikodu olacak duyulursa. Kendi durumunuzu düşünün.
Bir karavezir mi, o zaman İstanbul senatörü olan Osman Gümüşoğlu, da az mı yalvarmıştı, "etmeyin gitmeyin şunun köşküne" diye.
Ama, Süleyman Bey söz dinlemezdi, dinletilmezdi birşey. İstanbul'a indikçe kesinkes köşküne gider, ziyaret ederdi.
Ankara Notları'ndan birinde, Şellefyan'ın eski demokratlara nasıl yardımlarda bulunduğunu yazmıştım. Şimdi, AP'nin liste başında seçime giren ünlülerinden biri de hayli yardımını gördü Şellefyan'ın.
- Adam müslüman değil ama, değme müslümana değişmem... Diyen o.
Eski demokratlardan, 1960 öncesi ve sonrası en darda olanlardan biri eski Isparta DP milletvekili Kemal Demiralay'dı. O içerdeyken eşi, bodrum katlarda oturur, görenler acırlardı. Onun elinden de tuttu Şellefyan.
1960'lardan çok çok sonraları. Kemal Demiralay bir gün uçakla İstanbul'a gidiyordu. Zamanın bakanlarından Ahmet Özel de uçakta. Selâmlaştılar. Uçak, Yeşilköy' indiğinde Demiralay, Özel'e sordu:
- Araban yoksa beraber inelim. Beni karşılayacaklar.
Kemal Demiralay'ı karşılayanlar Şellefyan'ın adamlarıydı. Ahmet Özel, Şellefyan'ı o gün Şellefyan'ın köşkünde tanıdı.
Demiralay, Özel'in kulağına eğildi:
- Ağanın da çok yakınıdır, dostudur. Aralarından su sızmaz.
Şellefyan'ın Ankara'da bir AP'li bakanla konuşmak için özel kalem müdürünün aracılığı gerekmezdi. Belki de bakanların özel-gizli telefonlarını bilirdi ne bileyim. Öyle adam, kendisi telefon mu eder hem. Adamları vardır, onlar çevirirler telefonları, numaraları..
Hakkında soruşturma açıldığı, arandığı bir sıra pırrr diye uçtu gitti, gidiş o gidiş.
Altan Öymen, İsviçre'de "hayalî" firmanın adresini, sokağını ararken, Şellefyan'ın Türkiye'deki ortakları -eski yeni ortakları- işi örtbas etme yollarına girmişlerdi bile çoktan. Şelleyan'lar Yahya'lara, döviz yollayacaklarına söz vermemişlerdi ki, açıktan dövizi yollayan başkasıydı. Avrupa'larda yaşayan, bir gün Paris'te, bir gün Roma'da, bir gün Cenevre'de biri. Onun adını zamanı gelince açıklayacağım. Boşuna aramasın Altan Öymen, bulamaz, ne sokağı ne caddeyi.. Hani, Nasreddin Hoca bir gün, düğün salonuna dalmış. Elindeki zarfı da, kapıdaki adamın eline tutuşturacak. Adam, zarfın üstünün boş olduğunu hatırlatıp Hoca'ya:
- Bunun üstünde bir şey yazmıyor... deyince Hoca pişkin:
- İçinde de yazmaz... demiş, yürümüş.
O hesap, biz içeriğine bakalım işin. Türkiye'de bugün, Şellefyan'la iş ortaklığı etmiş bir kişi, Cephe İktidarında bakanlıklardan birinde "müsteşarlık" makamındadır. Cahit Kayra'nın petrole ilişkin bir demecinde de, üstü kapalı adı geçmişti. Tanıdınız mı? Çok meraklı olanlar, ticaret sicili gazetelerini karıştırırlarsa bulabilirler. Benden uyarması..
*
MHP'li Devlet Bakanlığı'na bağlı Toprak Reformu Müsteşarlığı'nda odacılar, çaycılar, şoförler ne kadar telâşlıydılar? İşlerinden olmamak için, "Ülkü Ocakları"na kayıtlarını yaptırıyorlardı. Kayıtlarını yaptıranlar, makbuzları Müsteşarlık'ta ilgiliye veriyorlardı. Bu işin uzun olacağını düşünen biri, Müsteşarlıkta bir kayıt bürosu kurdu. Artık, Ülkü Ocakları'na kadar gitmeden, buraya kayılar Müsteşarlıkta yapılabiliyor. Gerekli her çeşit kolaylık gösteriliyor. Devletin işçisine, emekçisini bakın.
İşe alınacakların MHP'li ya da Ülkü Ocaklı olmalarına sıkı sıkıya bakılıyordu. Müsteşarlıkta Müsteşarlık, Plânlama Müdürlüğü'ne getirilen kişi hakkında da gerekli soruşturma yapılmıştı. Müsteşara şu bilgi verildi:
- Efendim, bizdendir. Daha önce 28'inci Tümen'de paraşütçüydü.
*
MSP'liler de boş durmuyorlardı hani. Bir yandan, Toprak Reformu Müsteşarlığı'ndan kendilerine de bir pay çıkarmak için örneğin, yatırım kredileri plânlanırken "cami kredisi" ayrılmasını istiyorlardı.
- Cami kredisi de ne ki?
...................................
İnşaat Mühendisleri Odası, MSP'li Karayolları Genel Müdürü'nün cuma günleri çalışma saatlerinin namaz saatlerine göre ayarlanmasını istiyen genelgesine karşı imza toplamış, direnişe geçmişti. Fakat, toplanan imzalar bir ölçüde yeterli değildi. Personelin çoğu ürkmüştü. Genel Müdür aba altından sopa gösteriyordu. İmza verenler sürülecek deniyordu. Ama, yine de rakam küçümsenmiyecek bir sayıya ulaşmıştı doğrusu. Bu kadar gözdağına karşın, genç mühendislerin genelgenin anayasaya, yasalara aykırı olduğunu belirtmeleri az buz şey değildi.
Geçen cuma, Karayolları mescidine Genel Müdür Orhan Batı, bakanlardan Korkut Özal'ı çağırdı. Ona devlet kesesinden ikramda da bulundu belki de. Babasının kesesinden bulunacak değildi ya.
Karayolları Genel Müdürü Orhan Batı'nın asıl "lâkap ve şöhreti": Mağriboğulları'ymış. Mağrip yani batı. Ama bu mağrip, bizim anladığımız anlamda "batı" da değil pek. Müslüman batı, yani Fas, Cezayir filân. Öyle frengistan değil anlayacağınız.
Ramazanda eşe dosta böyle anlatıyordur MSP'li genel müdür.
Cumhurbaşkanı sayın Korutürk de merak edip sormuştur Batı'ya belki soyadının nerden geldiğini..
Depremle birlikte girdik Ramazan'a. Cephecilerin çok sevdikleri Şellefyan, cephe için dua edecek mi acaba?
Devleti, halkı soyanların geçerli olmaz duası da, orucu da, Müslümandan müslüman da gözükseler, her yıkım, her kıyım onlardan gelir bilesiniz.
(8 Eylül 1975)
ARPA, BUĞDAY ÇEÇ OLUR...
Sarıobalı Asaf'ı Gencali köylüleri vurdu. Kurşun göğsünden girdi, içerde kaldı. 30-35 yaşlarındaki Asaf, şimdi Nümune Hastanesi'nin göğüs cerrahî bölümünde yatıyor. Sarıoba köyü Polatlı'nındır. Sarıoba köyünün 27 bin dönüm toprağı, bir, yahut birkaç ağanın, Ayaş'ın Gencali köyü de Sarıoba'ya yakın. Ağalar, toprağı bir zaman Gencali köylülerine ekip biçmeleri için vermişler. Gencali köylülerinden biri ağalardan birini mi dövmüş ne olmuş, ağalar kızmışlar Gencali'lere. Bu kez topraklarını 6,5 milyon liraya Sarıobalılara satmışlar, Gencalililer buna içerlemişler, iki köy arasında kavga başlamıştır. Sarıoba'lı il genel meclis üyesi Asaf'ın vuruluşu işte bu gerginlik üzerine..
Biz, Sarıoba'ya bağlı değil, Polatlı'ya oradan Beylikköprü'ye gidiyorduk. Sarıoba'lı Asaf'ın vuruluşunu ben sonradan duydum. Cahit Kayra, Ercan Bilgin bir arabadaydık. Öbür arabada Uğur Alacakaptan, Önder Sav, İbrahim Öztürk.. Beylikköprü'de köylülere yapılan zulmü yerinde inceliyeceğiz... Beylikköprü.
Karakolu, köyün hemen girişindeydi. Köylülerle konuştuktan sonra karakola uğradık. Biz, grup diye karakolun girişinden dalınca, bir jandarma içeriye, karakol komutanına haber vermeğe koştu. Uğur Alacakaptan:
- Başıbozuklar geldi.. diye haber vermeğe gidiyor, dedi.
Akşam yaklaşıyor, iftar saati geldi gelecek. Jandarmalar, minik minik domatesleri yıkayıp, yemek masasının üstüne dizmişler, kıpkızıl kızarıyor mu? Tayınlarda duruyor, yanında.
CHP Ankara milletvekili Önder Sav, Cahit Kayra, Uğur Alacakaptan, Ankara il merkezinden Ercan Bilgen ve bir arkadaş daha. İbrahim Öztürk'ü, kaymakamla konuşması için Polatlı'da bırakmıştık.
Karakol komutanı astsubayın yüzü kül gibiydi. Odasına girdik. İlk sözü Önder Sav aldı:
- Köyde, bazı olaylar olmuş. Bu yörenin milletvekilleri olarak, durumu yerinde incelemeye geldik. Durumu bir de sizin anlatmanızı istiyoruz.. dedi.
- Siz bilgiyi köylülerden almışsınızdır, bana ne soruyorsunuz?.. gibisine, bakıp sordu astsubay...
Köylülerle konuşmuştuk. Köylüler, jandarmanın kendilerine kötü davrandığını, Ankara'dan gelen jandarma yüzbaşısının ağıza alınmıyacak sözler söylediğini, muhtarın oğlunu tokatladığını anlatmışlardı. Ankara'dan gelen jandarma yüzbaşısı:
- Ben Kızıldere'de de bulundum... gibilerden sözler etmişti.
Astsubay, konuşmaya başladı. Köylü cahildi. Kahvede ileri geri konuşuyordu. Zenginlere karşı çıkıyordu. Halbuki, onun gözünde zengin de vatandaştı, köylü de. Bir de düzen vardı, bunu korumak göreviydi.
Beylikköprü'nün zenginleri, ağaları, başlıcaları "Bıyıkoğlu'ları"ydı. Ellerinde tapuları yoktu ama, yıllar ve yıllar boyu hazine toprağını sürüp işlemişlerdi. "Zilyetlik" yoluyla onların olmuştu topraklar. Pek olmuş da değildi, daha mahkemedeydiler. Mahkemeyse yıllardır sürüyordu.
Beylikköprü'lü gençler, hazinenin olduğu saptanan ve mahkeme kararına bağlanan bir parça toprağı sürmüşlerdi. Bıyıkoğlu'ları, öbür ağalar hemen kaymakamlığa başvurmuşlar, -kaymakam o gün yoktu- tahribat kâtibinden girişimi durdurma kararı almışlar, ayrıca Ankara Valisi'ne başvurup Ankara'dan da jandarma getirtilmesini sağlamışlardı..
Köylüler anlatıyorlardı:
- Jandarma komutanı -içkiliydi- ben buraları size ektirmem.. dedi. -Sırmalarını gösteriyordu- eğer ektirirsem, bunlar bilmem neyimin neresinde bitsin...
- Toprak devletin. Bu saptandı. Geçen yıla kadar ağalar ekiyorlardı, bu yıl da biz ekeceğiz..
Köyde, bundan önceki karakol komutanı için de 30 dönüm toprağın ekilip kaldırıldığını, gelirinin komutana verildiği ileri sürülüyordu. Bu ekilen yerin adı "Ada". Adına ekilip kaldırılan komutan da "Mehmet Çavuş". Toprak, ağanın değil mi, kime verirse verirdi..
Ağalar başvuruyor, Ankara'dan jandarma gelip köy kahvesini basıyor. İleri geri konuştu dediklerini karakola tıkıyor.
Bıyıkoğlu'ların el koydukları uçsuz bucaksız topraklarda komando eğitimi de yapıldığı doğru mudur? Bıyıkoğlu'lar CGP'li, öbür ağa Yavuz Sakarya ile İhsan Doğan, MHP'li imişler, öyle mi? CGP'li komando besliyerek, "Cephe"ye katkıda mı bulunuyormuş?
Köy kahvesi mühürlü olduğundan, köylüler kahveye giremiyorlardı. Mühürün mumunu sökmüşlerdi, ama kapalıydı. Hiç köy kahvesi -yirmi yıllık kahve- mühürlenir mi? Köylü nereye gidecek? Sordum, anlattılar. Jandarma da kahveye gelmiyormuş.
Hey, jandarma hey.. Demokrasi ile birlikte girdi tartışması politikaya. 1950'lerin jandarma anlayışı, kafası hortlamış, cepheyi omuzlamış ne haber?
Sakarya ırmağını geçiyoruz köprüden. İki yanı uçsuz bucaksız devlet toprakları. Mustafa Kemal Türk halkıyla, buralarda, düşmanı kovmak için savaşlar vermiş, başarıya ulaşmış. Sonra ağalar konmuş topraklara, yerleşmiş. Egemen güçler de desteği, kendinden yana. Bendeki umut da halkın bilinçlenmesi gitgide. O kadarcık, ama azımsamayın.
Türkoğlu Çiftliği Polatlı'ya kırk kilometre kadar uzaklıktadır. Türkoğlu Ali Ağa, Kurtuluş Savaşı'nda Sakarya Savaşı olurken Mustafa Kemal'e yardım mı etmiş? Üç ay beslemiş mi orduyu? Ben olsam, ben de beslerdim. Mustafa Kemal severmiş Ali Ağa'yı. Oğlu Mahmut Türkoğlu, AP'li.
Çiftliğe uğrayıp ayran içtik. Cahit Kayra, bir de Ercan Bilgen'le birlikte. Mahmut Türkoğlu sordu Ercan'a:
- Durumlar nasıl, ne var ne yok?
- Ne olacak, iktidara geleceğiz, kamulaştıracağız senin toprakları.
Türkoğlu, "Alın da ben de kurtulayım" der gibi baktı. Dertliydi torun Türkoğlu Mahmut. Vehbi Koç yakın arkabalarıydı da, şu karşıdaki aracı -ona telefon ederek- verdirtebilmişlerdi. Hiç bir şeyin parçası bulunmuyordu doğru dürüst. Yediği önünde, yemediği ardındaydı ya, ne fayda, tatsızdı. İlerde sığırlar gözüküyor, Türkoğlu, korkup ne etmiyelim diye köpeği kovaladı. "Hoşttt ulan..." Ağa torunu uykudan yeni kalkmıştı galiba. Gerinerek duruyordu ayakta. Ayranları içip ayrıldık. Ercan Bilgen buralardan. O da ağa çocuğu. Ama, nesi varsa bırakmış köylülere. Rahat...
Ali Ağa'nın bir öyküsünü anlattılar, burada. Çiftliğin yakınındaki köyde bir köylü ölmüş, kimse cenazeyi kaldırmamış. Üç gün geçmiş. Ali Ağa'ya haber etmişler. "Aman ağa, üç gün oldu, şu ölüyü kaldıralım" diye. "Peki" demiş, Ali Ağa. Cenazeyi getirmişler, taşın üstüne koymuşlar. Ali Ağa cenaze namazını kıldıracak.
"Allahu ekber" dedikten sonra, secdeye varmış, başını yere koymuş. Köylülerden biri, yaklaşıp kulağına eğilmiş...
- Ağa, öyle olmıyacaktı. Secdeye eğilmek olmaz cenaze namazında.
- Bu ölü kaç gündür bekliyor?
- Üç gündür..
- Üç gündür bekliyen ölünün namazı böyle kılınır, gelin secdeye..
Çiftliğin yakınında Mustafa Kemal'in savaş sırasında kaldığı evi müze mi yapmışlar? Onu gezmediğimize üzüldük.
Hey koca Mustafa Kemal heyyy.
Yolboyu, Ercan anlattı. Bu uçsuz bucaksız topraklada birt toprak düzeni de yoktur. Yani kim güçlüyse o eker, kim güçlüyse o biçer. Örneğin, biri gelir tarlaya buğday eker. Az sonra birkaç gün sonra bir başkası aynı yere arpa ekebilir. Biçmeye gelince, erken kalkan, gücü yeten biçer. Ekinler gök iken biçilir çok kez. Buna anız denir. Topraksızlar bekliyedursun toprak reformunu. Cephe hükümeti engeller ha engeller reformu günden güne. Nasıl mı engellerler? Ohooo, binbir yolu vardır engellemenin. Gönlü olsa reform yapmağa, tekeden süt çıkarmaz mı?
Cahit Kayra, Beylikköprü köyünden ayrılırken köylülere öyle dedi.
- Bu düzeni değiştirecek hükümetler gelirse sizin çileniz biter, yoksa bitmez.
Köylüler bir ağızdan "biliyruz" dediler..
(12 Eylül 1975)
CEPHE, DALOKAY'IN RÜZĞÂRINI ÇALIYOR
İki vali konuşuyorlardı. Biri şöyle dedi:
- Benim ilimde Vedat Dalokay gibi bir Belediye Başkanı olsa, her sabah ona çiçek götürür, teşekküre giderim.
Valilerin adlarını neden vermediğimi bilir okurlar.
Vedat Dalokay, birkaç gün önce bir akşam CHP'li bazı milletvekilleriyle birlikte Ankara gecekondularını dolaştı. Akşamdı, kahveye doluşmuş, çay kahve içen, oyun oynayan gecekondulular, oyunlarını bırakmışlar, gelenleri dinlemeye başlamışlardı. Orada en çok kalabalığı Vedat Dalokay coşturdu. Dalokay soruyor, gecekondulu köylüler karşılık veriyorlardı:
- Ben oylarınızla gelmiş Belediye Başkanıyım. Size hizmet etmek istiyorum. Fakat beni engelliyor Millî Cephe iktidarı. Bir an düşünün, diyelim ki Ankara işgal altındadır. Belediye Başkanı olarak, bu kentin çocuklarına süt sağlayabilmek için bin tane inek getirmek istiyorum. İnekler Ankara'nın dışına kadar getiriliyor. Ankara'yı işgal altında tutanlar, ineklerin Ankara'ya getirilmesine, çocuklara süt verilmesine engel olur mu?
Gecekondulu işçiler, köylüler bir ağızdan bağırdılar:
- Engel olmaaaaz, düşman yapmaz bunu.
- Peki, yine diyelim Ankara işgal altındadır. Boş bir arsayı park yaparak, gecekondularda oturanların da çocuklarının eğlenmesini sağlamak istiyoruz. Düşman komutanı, buna engel olur mu?
İşçiler, köylüler bir ağızdan bağırdılar yine. Kahve yıkılıyor sanırsınız:
- Engel olmaz, düşman yapmaz bunu. Niye yapsın?
Vedat Dalokay, sürdürüyordu konuşmasını:
Dostları ilə paylaş: |