İKİNCİ BÖLÜM


C. HABER-İ VÂHİDLE AMEL ETMENİN HÜKMÜ



Yüklə 0,5 Mb.
səhifə5/11
tarix06.03.2018
ölçüsü0,5 Mb.
#44596
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11

C. HABER-İ VÂHİDLE AMEL ETMENİN HÜKMÜ


Dünyevî işlerde, fetva ve şahâdet konularında haber-i vâhidle amel etmenin câiz olduğunda görüş birliği mevcuttur. Tartışma konusu olan husus, haber-i vâhidin şer‘î-amelî konularda müctehidler açısından hüccet olup olmadığıdır116.

Usûlcülerin çoğunluğuna göre haber-i vahidle amel etmek, vâcip olmakla birlikte bazıları, bu vücubu hem aklî hem de şer‘î delillere dayandırırken, bazı usûlcüler de şer‘an vâcip olduklarını söyledikleri bu hususun aklen câiz olduğunu iddia etmektedirler117.

Haber-i Vâhidle amelin aklen câiz olduğunu savunanlara göre, doğruluğu hususunda zannı- galib oluşması halinde haber-i vâhidle amel, bizzat imkânsız bir duruma yol açmadığı gibi bir mefsedete de yol açmaz. Hiçbir aklî maslahatla çelişmediğine göre ve maslahat olması da mümkün olduğuna göre haber-i vâhidle amel, aklen mümkündür. Galip zan, maslahatın gerçekleşmesinin bir alametidir. Öte yandan haber-i vâhiddeki yalan ve hata ihtimali onunla amel edilmesine, mefsedet ihtimali de zann-ı galibe dayanmaya engel değildir. Bütün haber-i vâhidleri kabul etmek ve hepsini reddetmek uygun olmayacağına göre galip ve râcih olanla amel etmek gerekir118.

Haber-i vâhidle amel etmek Cübbâî ile bir grup mütekellimîn usulcüye göre câiz değildir119.

Haber-i vâhidle amel etmenin aklen câiz olmadığını iddia edenlerin gerekçelerini kendi ifadelerinden öğrenme imkânı bulamamakla birlikte Pezdevî’nin bu konudaki işaretlerinden giden Abdülaziz Buhârî, şu gerekçeleri onlara nisbet etmektedir: Şeriatları koyan, yalnızca Allah (cc)’tır. Çünkü Hz. Peygamber (sav)’in görevi, tebliğ etmekten ibarettir. Kemal sıfatını hâiz olan Allah (cc), şer‘î hükümleri en sağlam ve kesin delillerle isbât etmeye muktedirdir. Hal böyle iken kat'î delili bırakıp zannî delil ile yetinmesi nasıl açıklanabilir?120

Bu itiraz ilk olarak “zarûret” ilkesi ile açıklanmakta ve cevaplanmaktadır. Yani muâmelatta haber-i vâhidin delil olarak kabul edilmesinde zarûret bulunduğuna dikkat çekilmektedir.

İkinci olarak “kıyas” deliline dayanılarak cevaplanmak istenmiştir. Yani bazı hükümlerin isbâtı için “zannî delil” olduğunda ittifak edilen kıyastan yararlanıldığına göre, haber-i vâhidin delil olarak kabul edilmesi daha evlâ görülmelidir. Zira kıyasın müsbit (hüküm isbât edici) değil, muzhir (mevcut hükmü ortaya çıkarıcı) olduğu, haber-i vâhidin ise müsbit olduğu, cumhur tarafından benimsenmiş bir görüştür. Dolayısıyla kıyastan daha kuvvetli bir konumda bulunan haber-i vâhidin delil olmasına itiraz edilemez.

Kıyası, şer‘î delil kabul edenler için bağlayıcı ve ikna edici gibi görünen bu cevap, kıyası delil kabul etmeyenler için anlam ifade etmemektedir121.

Haber-i Vâhidle amel etmenin aklen vâcip olduğunu ileri süren usûlcüler ise gerekçe olarak kitap, icma' ve mütevâtir sünnet gibi kesin delillerin sayısının çok az olduğunu, sadece bunlara itibar edilip haber-i vâhide itibar edilmeyecek olursa, pek çok hükmün çözümsüz kalacağını, ayrıca râvînin doğru söylemiş olmasının mümkün oluşu sebebiyle haber-i vâhidle amel etmenin daha ihtiyatlı bir yol olacağını ileri sürerler.122

Haber-i vâhidle amelin lüzumuna gerekçe gösterilen şer‘î delillere gelince, bunların başında sahabe icma'ı iddiası yeralır. Konuyu inceleyen usûlcüler, bu husustaki en kuvvetli dayanağın sahabe icma'ı olduğunu söylemektedirler. Onlar, karşılaştıkları olaylarla ilgili hükmü Allah (cc)’ın kitabında arıyorlar, orada buna dair bir belirleme yoksa hemen sağlam ve güvenilir kişilerin rivâyetlerine dayanıyorlardı. Ancak bazıları zâhir adâletle yetinmeyip râvîye yemin ettirme ve şahid isteme gibi hususları ilave ederken, bazıları râvî araştırmasına pek önem vermiyordu. Onların bir kısım haberleri reddetmesi ise, haberin reddini gerektiren ârızî sebepler yüzündendir ve onların bu tavrı haber-i vâhidle amel prensibinin geçersizliğini göstermez. Gazâlî, haber-i vâhidle amel konusunda temel gerekçenin sahabe icma'ı olduğunu savunduğu için sahabenin haber-i vâhidle amel ettiğine dair pek çok örnek zikretmiş, her biri tek tek mütevâtir olmasa bile bunların toplamı ile bilgi oluşacağını söylemiştir123.

1. Hz. Peygamber (sav)’in civar bölgelere tek kişileri idareci, kadi, zekât memuru ve elçi olarak göndermesi de bu konuda gerekçe gösterilir. Resul-i Ekrem, bu tek kişileri zekât toplamak, anlaşma yapmak ve şer‘î hükümleri; helal-haramın ayrıntılarını tebliğ etmek üzere göndermiş, bunların Hz. Peygamber (sav)’in emirlerini nakletmeleri âhâd yolla olmuştur. Bu kişiler için ismet söz konusu olmadığına göre her birinin zannîlik özelliği taşımaktadır.

2. Rivayetin fetvaya kıyas edilmesi de bu konuda delil olabilir. Her ne kadar müftünün verdiğı fetvanın zan kaynaklı olması muhtemelse de avâmın, müftüye uyması ve onu tasdik etmesinin vâcip olduğunda icma' vardır. Hakkında şuphe duymadığı bir haberi nakleden kişinin tasdik etmesi ise evlâdır.

3. Haberi-i Vâhidle amelin gerekli bulunduğuna bir çok âyetin dolaylı olarak delâlet ettiği ifade edilirse de bunlar arasında özellikle “Onların her kesiminden bir grup, dinde (dînî ilimlerde) geniş bilgi elde etmek ve geri döndüklerinde kavimlerini ikaz etmek üzere geride kalmalıdır.”124 Mealindeki âyetin konuyla daha yakın bir ilgisi kurulabilir.

Haber-i Vâhidle amel etmenin şer‘an câiz olmadığını iddia edenler ise, özellikle “Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme”125 âyetine dayanmaktadırlar. Bu âyetin zâhirine göre kat'î bilgi ifade etmeyen haber-i vâhidle amel etmek câiz değildir126.

Ayrıca “Allah (cc), hakkında bilmediğiniz şeyleri söylememenizi emreder.”127, “Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise, hiç şüphesiz hakikat bakımından bir şey ifade etmez.”128 Gibi âyetlerle şu delillere dayanmaktadırlar:129

1. Bir kişinin yalan söyleme veya yanılma ihtimali her zaman mevcut olduğu için salt sözü ile amel edilemez.

Haklarla ilgili konularda iki şahidin haberi, müftünün veya elçisinin, doktorun veya elçisinin, ya da bize yol gösteren kimsenin verdiği haberler de bu kabilden olduğu halde kabul etmekte ve gereği yerine getirilmektedir, şeklindeki cevapla bu delil çürütülmüştür.

2. Usûl konularında delil sayılmayan haber-i vâhid, furu‘da da delil olmaz.

Bu delil, illeti bulunmayan bir kıyas sayılarak reddedilmiş ve ilaveten şu değerlendirme yapılmıştır. Usûl ile ilgili konularda kesin bilgi ifade eden yeterli deliller mevcut olduğu için haber-i vâhid yoluyla gelen bilgilere muhtaçtır.

3. Delil olmadığı halde Peygamber olduğunu söyleyen ve muhalefet edenleri tehdit eden bir kimsenin sözünü kabul etmek gerekmediği gibi, şer‘î hükümler konusunda haber veren kişinin sözünü kabul etmek de gerekmez.

Bu delil de önceki gibi illeti bulunmayan bir kıyas sayılarak reddedilmiştir. Zira Peygamberlik iddiasında bulunmakla şer‘î bir bilgi nakletmek ayrı konulardır. Ayrıca kişinin kendi lehlerine yaptıkları iddiaların kabul edilmemesine rağmen ikinci şahıslar lehindeki şahadetlerinin kabule şâyân görülmesi de dikkate değer bir noktadır.

4. Hz. Peygamber (sav), “Bana yalan sözler isnâd edilecek” buyurmuştur. Burada işaret edilen yalan söz, haber-i vâhiddir.

Öncelikle böyle bir hadise rastlanmadığını belirterek cevaplanan bu delil için ayrıca şu itirazlar da eklenmiştir: Biz bütün haber-i vâhidleri kabul etmiyoruz ki, yalan haberleri almış olalım. Biz yalnızca sika râvîlerin rivâyetleri ile dürüstlüğü konusunda kuvvetli bir kanaat beslediğimiz kimselerin rivâyetlerini kabul ediyoruz.

Diğer yandan Hz. Peygamber (sav), yalan şâhitlikte bulunanları azapla tehdit etmiş130 fakat bu durum, herhangi şahidin şahadetini reddetmeyi gerektirmemiştir131.

Bu âyet-i kerimede geçen “ilim” kelimesinin nekre olması ve olumsuz bir ifade içinde yer almasından dolayı, umum ifade etmesinin gerektiği, çünkü Arapça’da olumsuz bir cümle içinde yer alan nekre kelimenin umum ifade eder (النكرة فى سياق النفي تعم). Hâlbuki haber-i vâhidin “galip zan” nevinde bir çeşit ilim ifade ettiği, bunun da “Ey İman Edenler! Mü’min kadınlar iman ederek size geldiği zaman, onları imtihan edin. Allah (cc), onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz onları kâfirler ile geri göndermeyin.”132 Âyetinde “ilim” olarak adlandırıldığı; dolayısıyla sözü edilen nehyin burada cârî olmadığı şeklindeki değerlendirmeler ve itirazlar, muhâliflerde kabul görmemiştir. Zira onlara göre “galip zan” ifade ettiği kabul edilse bile “zan” hakikat bakımından hiçbir şey ifade etmez133.

Haber-i vâhidin delil olduğunu ve onunla amel etmenin vâcip olduğunu kabul edenler yukarıda geçen itirazlarına şu hususları da eklemişlerdir.

Dinde galip zan ile zâhire göre hüküm vermek, bu sahanın uzmanı olan bilginlerin icma'ı ile câizdir. Dolayısıyla zannî delil ile hüküm vermek, kat'î bir delil olan icma' ile amel etmek demektir. Şâhitlerin şahadeti ile hükmetmek, kıblenin tesbitinde ictihâd etmek, telef edilen eşya veya organların kıymetini belirlemek gibi konular hep, “zan ile amel” esasına dayanmaktadır. Ayrıca kesilen bir hayvanın İslâmî kesim kurallarına riâyetle kesilip kesilmediği, muayyen bir şahsın mü’min olup olmadığı konuları da böyledir. Biz zâhiren mü’min olduğunu zannettiğimiz (bildiğimiz) kişiyi Müslüman mezarlığına defnederken, mirasını İslâmî esaslar çerçevesinde taksim ederken ve diğer muameleleri icra ederken hep galip zan ile hareket ederiz.

Diğer yandan bu âyet-i kerime, Allah (cc) ve sıfatları konusunda böyle bir tutumu câiz görmek, ona noksanlık izafe etmeye kapı açar. Fıkhî hükümlerde ise durum, böyle değildir. Zira helal-haram konusunda bugün dünden farklı bir kanaat üzere bulunulması Allah (cc) için bir noksanlık sayılmaz134.

Genel olarak haber-i vâhid, furu‘ konularında hüccet sayılmakla birlikte İslâm hukukçuları arasında ayrıntıda bazı görüş farklılıkları bulunmaktadır. İbadet gibi şüphe ile düşmeyen hususlarda, yalan ihtimalinin bulunmamasına değil, doğruluk ihtimalinin ağır basmasına itibar edildiği için ön görülen vasıfları taşıyan haber-i vâhidin hüccet sayılacağı, genel kabul gördüğü halde; had cezaları gibi şüphe ile düşen hususlarda haber-i vâhidin hüccet olup olmadığı tartışmalıdır. Ebû Yusuf’un, haber-i vâhidin bu konularda da hüccet olduğu görüşünde olduğunu bildirdiğimiz gibi; Cessâs da bunu tercih etmiştir. Haber-i Vâhidin hüccet olabilmesi için haber-i vâhidde doğruluk tarafının ağır basmasına itibar edilir135.


Yüklə 0,5 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin