BİRİNCİ BÖLÜM HADİS USÛLÜ AÇISINDAN HABER-İ VÂHİD
Haber-i Vâhid, “Garîb”, “Azîz” ve “Meşhur” olmak üzere üç kısma ayrılır.
A. HABER-İ GARÎB
Garîb, kelime olarak, “yabancı, garîb, kimsesiz, vatanından uzakta tek başına kalmış kimse” demektir1.
Istılâhî olarak bir râvînin rivâyetinde teferrüd ettiği (yalnız kaldığı) hadistir2.
Sadece bir râvî tarafından rivâyet edilen hadise, kendisine benzeyen bir başka rivâyet bulunmadığı veya muhâlefet etmek sûretiyle emsâline katılmadığı için “yalnız kalmış” manasında garîb denmiş olmaktadır3.
Garib, metin ve isnâd yönünden garîb olmak üzere iki kısma ayrılır. Râvînin metnini rivâyette tek kaldığı; bir diğer ifadeyle, kendisinden başkası tarafından rivâyet edilmemiş metinle gelen hadise “Garîbu’l-Metin”, metin sahabeden bir grubun rivâyeti olarak bilindiği halde, bir başka ravinin bir diğer sahabiden tek başına rivâyet ettiği hadise de “Garîbu’l-İsnâd” adı verilir4.
Garîb’e ferd veya münferid de denir5.
Ferd ile garîb hadisler arasında lügat ve ıstılah bakımından müşterek bir râbıta vardır ki, o da teferrüd mefhûmudur. Bu itibarla bazı âlimler, ferd ile garîbin müterâdif olduğunu söylemekte beis görmemişlerdir6.
Garîb hadis, kendisindeki teferrüdün durumuna göre “Garîb-i Mutlak” ve “Garîb-i Nisbî” kısımlarına ayrılır.
1. Garîb-i Mutlak veya Ferd-i Mutlak
Eğer garâbet, senedin aslında, yani sahabiye bakan cihetinde; daha açık tabiriyle tâbiînde ise, tek râvîsi var; ikinci râvîsi yok demektir. Tâbiîn’den sonra râvî sayısı artar veya artmayıp tek kalabilir. Her iki halde de hadis, ferd-i mutlak vasfını korur. Mesela, “Ameller niyetlere göredir”7 hadisi, ferd-i mutlaktır. Çünkü bu isnâdda Ömer b. Hattâb, teferrüd etmiştir. Bu teferrüd ise, isnâdın sonuna kadar devam etmiştir8.
Yine Velâ’nın9 satılmasını ve hîbe edilmesini nehy eden hadis10, ferd-i mutlaktır. Zira bu hadisi, Abdullah b. Ömer’den rivâyet eden Abdullah b. Dînar, onda teferrüd etmektedir11.
Ayrıca “İman altmış küsür şubedir, haya da imandan bir şubedir”12 hadisi de, ferd-i mutlaktır.
Bunu Ebû Hureyre’den sadece Ebû Salih, Ebû Salih’den de sadece Abdullah b. Dînar, rivâyet etmiştir.
2. Garîb-i Nisbî veya Ferd-i Nisbî
Senedin herhangi bir yerinde, bir şahsın rivayetinde teferrüd ettiği hadistir. Yani bir sahabiden birkaç kişi rivâyet eder de, bu râvîlerden sadece bir râvî, rivâyette teferrüd eder (yalnız kalır)13. Burada teferrüd, hadisi sahabeden alan kimsede değil; senedin ondan sonra gelen devamındadır14. Ferd-i nisbîye ıstılahda, garîb de denir. Garîbin birçok nevileri vardır. Bunlar da garîbdeki teferrüdün nispet edildiği muayyen durumlara göre tespit edilir. Bu nevilerin en önemlilerini üç grupta toplamak mümkündür:
a) Bir şahsın diğer şahıstan teferrüdü15
Mesela, Abdurrahman b. Mehdî’nin Sevrî’den, onu da Vâsıl’dan Abdullah b. Mes‘ud’un şu hadisiyle teferrüd etmesi gibi:
“Abdullah b. Mes‘ud diyor ki; Ya Rasûlallah! En büyük günah hangisidir? diye sordum. “Seni yaratmış olduğu halde Allah (cc)’a şirk koşmandır” buyurdu. Sonra hangisidir? diye sordum. “Komşunun karısı ile zina etmendir”16 buyurdu17.
b) Bir şehir halkının bir şahıstan teferrüdü18
Bunun misali Ebû Bureyde’nin şu rivayetidir: “Ebû Bureyde’den Rasûlüllah (sav)’ın şu hadisini duyduktan sonra bir meselede hüküm veremem. Rasûlüllah (sav), buyurdu ki. “Kadılar, üç sınıftır. İki sınıfı cehennemlik, bir sınıfı da cennetlik olacaktır. Cehennemlik olanlardan biri, bile bile haksız hüküm veren hâkim, öteki de bilmeyerek haksız hüküm veren hâkimdir. Cennetlik olanı ise, hakkıyla hüküm veren hâakimdir19. Hâkim en-Nîsâbûrî diyor ki; “bu hadiste Horasanlılar teferrüd etmişlerdir, zira son kısımdaki râvîler, Mervlidir.”20
c) Bir şehrin halkını diğer bir şehrin halkından rivayetiyle meydana gelen teferrüd21
Buna örnek, Mısırlı olan Halid b. Nizar’ın Mekkeli olan Nâfi b. Ömer’den yaptığı şu mealdeki rivâyettir: “Allah (cc)’ın hiç sevmediği kimse, sığırın diliyle yalanması gibi, dilini dişleri üzerinde dolaştıran hatîbdir.”22
Hâkim diyor ki; bu, Mısırlıların Mekkelilerden infirâd ettiği hadislerdendir. Zira Halid b. Nizar, Mısırlı, Nafi b. Ömer ise, Mekkelidir23.
Bu üç nevinin her birinde bir kişi teferrüd etmektedir ve bütün bu nevilerde teferrüd, senedin neresinde bulunursa, sadece o kısımla mukayyeddir. Teferrüd senedin aslında değil, devamında bulunur.
Bezzâr’ın Müsned’inde ve Taberânî’nin el-Mu‘cemu’l-Evsat’ında bolca örnekleri bulunan garîb hadislerin sıhhat durumuna gelince, hadiste sadece garâbetin bulunması, o hadisin sıhhatini yok etmez. Çünkü hadisin sıhhati, öncelikle râvîsinin güvenilir olup olmamasına bağlıdır. Bu sebeple garîb bir hadis, rivayetinde teferrüd eden râvîsinin adâlet ve zabt yönünden bulunduğu dereceye göre sahih, hasen veya zayıf olabilir. Bununla birlikte râvînin bir hadisin rivayetinde yalnız kalması, hata ve yanlışlık yapma ihtimalini arttıran ve râvîye karşı güvensizlik doğuran önemli bir etkendir. Nitekim garîb hadisler. Taşıdıkları zayıflık ve gizli kusurlar sebebiyle genellikle sahih değildirler. Bundan dolayı hadis âlimleri garîb hadis rivayetine rağbet etmemiş, hatta buna karşı çıkmışlardır. İbrahim en-Nehaî, “Selef hadisin ve sözün garîbinden hoşlanmazdı.”demiş; Ebû Yusuf, “Garîb hadisin ardına düşen yalancı olur” hükmünü vermiştir. İmam Malik de ilmin kötüsünün garîb, iyisinin halk tarafından rivâyet edilen zâhir (meşhur) olduğunu söylemiştir. Bu konuda Ahmed b. Hanbel, görüşünü “Garîb hadisleri yazmayın; çünkü bunlar, münker rivâyetlerdir ve çoğu zayıf rav lerden gelmektedir” şeklinde ifade etmiştir24.
Dostları ilə paylaş: |