4. IŞIK OĞULLARININ ZAFERİ
Tanrıçanın, kurban çukurları ritlerinde temellendirilmiş banş ve lütufu, çekirdek Yakın Doğudan geniş bir açılım ile iki denizin kıyılarına, doğuya ve batıya yayıldı. Fakat egemenliğinin bir çok sanatı ve yararı kuzey ve güneydeki birçok vahşi halka da dağılmıştı. Bunlar yerleşik tarımcılar değil yan göçebe sığır (veya koyun, keçi) çobanlarıydı. İ.Ö. 3500'lerde tarıma koy ve şehirler için, akma çeteler halinde, birden görünüp yağmalayan ve kaçan veya daha ciddisi köleleştirmek üzere yerleşen bir tehlikeli olmaya başladılar. îki ana eksenden çıktıklarını görmüştük; kuzeyin geniş çayırları ve Suriye-Arap
(*) 26. sayfaya bakınız.
65
çölü. I.O. 2500lerde Mezopotamya'nın yönetimi belirgin biçimde çölden gelen güçlü adamların eline geçmişti. Agadeli Sargon (İ.Ö. 2350) bunların ilk önemli örneği ve Babilli Hammurabi (Î.Ö. 1728-1686) ikincisidir. Bunlar yaklaşık olarak Girit deniz kralları ile çağdaştır, fakat tanrıça ile ilişkileri kökten farklıdır.
Ben Sargon'um, güçlü kral, Ageda Monarkı' diye bu ikisinden ilkini kutsayan bir cümle okuyoruz:
'Annem düşük bir soydandı, babamı bilmedim, babamın kardeşi dağda yaşardı ve benim şehrim Azupiranu Fırat kıyılarındadır.
Düşük soydan annem gebe kaldı ve beni gizlice doğurdu, beni hasır bir sepete yerleştirdi, katranla mühürledi ve ırmağa bıraktı fakat ırmak beni yutmadı. Beni ırmak yetiştirdi ve beni Akku'ya sulamacıya taşıdı. O beni ırmaktan aldı, oğlu olarak büyüttü, beni bahçıvan yaptı. Ve ben bahçıvan iken Tanrıça İştar beni sevdi.
Sonra ben krallığı yönettim...'*64)
Burada, kendisi veya tarihçisi, krala, tüm dünyada bilinen bir tip efsanevi biyografi seçiyor. Formül, eski tanrıça ve oğlu mitololjisinden türetilmiştir, fakat, oğlunun çıkarına bir değişkenlikle, oğul şimdi ne tanrıdır ne de adanmış kurban, siyasal bir hırsla yükselmek istemektedir. Mevcut örneğimizde temel motifler şunlardır: 1. iımlaştırılmış bakire doğum (baba bilinmiyor veya ölmüş), 2. babanın dağ tanrısı oluşuna ilişkin izi kalmış bir kabul ediş (kardeşi dağlı), 3. sulara açılma (suda doğum, Yunan Erichtonius, Hintli Vyasa, Yahudi Musa ile karşılaştırın), 4. bir sulamacı tarafından kurtarılma ve yetiştirilme (basit insanlar 'tarafından, bazan hayvanlar tarafından yetiştirilme, Romulus ve Remus gibi, su teması burada da vurgulanmıştır), 5. bahçıvan olan kahraman (Tanrıçanın meyva yetiştiricisi),- 6. İştar'ın sevgilisi (înanna'nın, Yunan Afrodit'in Semitik eşdeğeri).
Psikanalitik hareketin ilk dönemlerinde Dr. Otto Rank, Kahraman doğum riti'65) hakkında önemli bir monografi yazmıştı. Bu formülün 70 kusur değişik türünü Mezopotamya, Mısır, Hindistan, Çin, Japonya ve Polenezya, Yunan ve Roma, Iran, Kitabı Mukaddes, Keltik ve Germen, Türk, Eston, Fin ve Hıristiyan Avrupa öykülerinde, analiz edip karşılaştınlmıştır. Bu biçimin belirli bir nörotik hayalle karşılaştırılabileceğini göstermiştir. Kişi gerçek ebeveyni ile kendisini çözerken, kendisine, 1. Soylu, kutsal, daha yüksek bir doğum, 2. çocuklukta sürgün veya uzaklaşma, 3.. kendisinden (yani gerçek ebeveyninden) daha düşük bir aile tarafından evlat edinilmek ve 4. Sür-
66
günden sorumlu olanları küçük düşürerek tüm çevresinde genel bir kazanımla 'gerçek' duruma son bir dönüş umudu hayal eder. Dr. Rank'ın çözümlemesi bu tür bir efsanenin hırslı bir kral ve biyograhci-lerince tutulmasının çok iyi açıklandığını ve formülün gerçekte kozmolojik mitosdan türetilmesindeki gücü azımsıyor (veya bana öyle geliyor). Tüm diziler tarımsal yaşam, sanat ve liflerinin dünya yaydım sahasına tam uyuyor. Sonuçta da belirli bir tip bireysel zihnin bağımsız hayal ürünlerinin basitçe yığılması olarak ele alınamaz. Gerçekten zihnin hastalıklı durumunun efsanenin nedeni olmaktan çok işlevi olup olmadığı sorulmalıdır. Çünkü efsanenin bireysel başvurusu, kozmolojik sahanın indirgenmesini yansıtıyor. Dolayısıyla daha düşük bir meditasyon üretiyor yani bir tanrı imgesinde (mitsel kişileştirme) egonun varlığı yerine tam tersi, bir tanrının hallerinde (mitsel şişinme) ego ululaması. Elişlerinin usta sanatçıları vücut bulmuş tanrı rolünü oynamaktan alıkonalı beri gene de boyunlarını çifte baltadan kurtardıklarında, yöneticilerin kronik hastalığı bu olmuştur. Bu şikenin etkisi Doğu Mitolojisi'nde gösterdiği gibi'6^' krallığı ruhbanlardan ve yıldızlardan kurtarmak ve devleti dinsel (hiyeratik) durumdan siyasal (dinastik) yapıya çevirmek içindir ve kralların ana sorunu, kendilerinin değil fakat dünyanın fethi olduğundan beri yeni bir çağ açılmıştır.
Kaçınılmaz ikinci adım, bu tip kraliyet etkisini, dünya kralı modeli monarkm kaderi, Hammurabi kanunlarının giriş satırlarında izlendiği gibi, yeni yükselmiş genç tanrı Marduk'a bağlandığında, tanrıların kralına yansıtmaktır.
'Meleklerin kralı (göklerin tanrısı) ulu Anu ve cennet ve dünyanın efendisi (dünya dağının tanrısı) Bel, bunlar, ülkenin kaderine karar verenler, tüm halkın hükümraniığhnı Marduk'a (Babil kentinin baş-tanrısı) teslim ettiklerinde (sulu cehennemin tanrısı), Ea'dan doğan Marduk'u tanrılar içinde en büyük yaptıklarında, onun ulu adım Ba-bil'e yaydıklarında, Babil dünyanın her köşesinde her yerden üstün kılındığında ve onun için kurumları cennet ve dünya kadar sağlam olan ölümsüz krallığı ortasında kurduklarında:
Bu zamanda Anu ve Bel beni çağırdı, Hammurabi'yi, dindar prensi, Tanrıların tapıcısını, beni adımla çağırıp, ülkede doğruluğun yönetimini getirmemi, kötülükleri silip süpürmemi, güçlülerin zayıfları ezmesini engellememi, insan ırkının üstünde güneş gibi gitmemi, ülkeyi ışıklandırmamı ve insan refahını artırmamı emrettiler.'^
67
Buradaki formül, standart doğu tiranlığlının devletidir, monarkm rolü, insan kazarumlan ile ele geçirilmiştir, evrenin yaratıcı ve koruyucusunun istek ve lütfunü açıklaması ile sağlanmıştır. Dindarlık", adalet ve halkın refahını dikkate almak, egemenlik hakkının garantisidir. Monarkm benzetildiği göksel küre artık ölen ve dinlen, karanlık ve aydınlık gümüşten ay değildir, fakat parlaklığı ölümsüz ve gölgeler, şeytanlar, düşmanlardan önde gelen ve belirsizliklerin uçtuğu altın güneştir. Güneş tanrının yeni çağ şafağı sokmuştur ve bunu çok ilginç, mitolojik olarak 'güneşleme' diye bilinen karışık bir gelişim izleyecektir. Tüm eski çağın simgesel düzeni değişirken kadınların mitos dünyasına ait ay ve ay-boğasının yerini erkeklerin aslan ve güneş ilkesi alacaktır.
Tanrıça ve eşine karşı güneş tanrısının zaferinin en iyi bilinen mitsel anlatımı Marduk'un büyük-büyük-büyük-büyükannesi Tiamat üzerindeki zaferini anlatan Babil destanıdır. Hammurabi döneminde veya kısa bir zaman sonra düzenlenmiş gibi görünmektedir. Oysa günümüze gelen tek doküman, Assyria'nın kralı Asurbanipal'in(İ.Ö. 668-630) kutlanası kitaplığındadır; tam bin yıl sonra Kitabı Mukad-des'in türetilmesinden önce; Semitik yazın hakkındaki bilgilerimizin çoğu bu kral hazinesinden gelmedir.
'Daha ne yukarıdaki cennet ne aşağıdaki yer adlandırılmadan, efendi Apsu, onlann çocuğu Mammu (Apsu ve Tiamat'ın resulü ve oğlu) ve herşeyi doğuran Tiamat'ın kendisi ile birlikte sularını karıştırıp ve henüz otlak bir ülke yokken ve hatta görünürde bir tek saz bataklık da bulunmazken, tanrı nesillerinin hiç biri var edilmeden, bir adla çağrılmadan veya kaderleri çizilmeden, bu zamanda, Apsu ve Tiamat'ın içinde, ulu tanrılar yaratılmıştı.'
Burada, bir çoğunu Yunan yazım yoluyla bildiğimiz daha önceki ve sonraki tamı kuşaklarına ilişkin formülün eski bir biçimi var. Apsu, Tiamat ve oğullan Mummu (resulleri, Kelam)(*) klasik Uranus, Gaea ve çocukları Titanlar gibi savaşçı tanrıların çıkış ve zaferinden önce, bir dönem rakipsiz bir egemenliğe sahiptiler. Sonra halkın en saygılı dua ve ritleri bu savaşçı tanrılara yöneldi. Bu tür bir mitoloji, kültün gerçek tarihsel yerini tutuşunu yansıtıyor. Her iki örnekte de, ataerkil biçimin zorlayıcı biçimde anaerkil biçime egemenliği var. Gene her iki durumda da kozmik şecerenin ana amacı daha eski teolo-
(*) Sayfa 52'deki 'Mummu Evi' ile karşılaştırın.
68
jiyi ve iddialarım çürüterek sonraki tanrılar ve ahlak düzeni lehine etkilemek. Okuyoruz:
Lahmu ve Lahamu yaratıldılar ve adları ile çağrıldılar. Daha olgunlaşmadan ve boylan uzamadan Anşar ve Kişar yaratılmışlardı ve boyda onları geçmişlerdi. Bunlar, yıllara yıllar ekleyerek uzun günler yaşadılar ve ilk doğan öngörülmüş kalıtçıları Anu idi, babalarının rakibi idi ve Anşar'a eşdeğerdi. Anu kendi benzeri Ea'yı doğurttu, babasının ustası, geniş anlayışlı, çok kurnaz, gücü çok hatta büyükbabası Anşar'dan da güçlü, tanrılar ve kardeşleri arasında rakipsizdi.
Ve bu kutsal kardeşler rahatsızlık yarattılar ve Tiamat'ın iç kısımlarım huzursuz ettiler. Kutsal konutlarında hareket ederek, koşarak Apsu'nun düşmesine neden oldular. Onların yaygarasını yok edemedi. Ve Tiamat, yaptıkları acı verse de, onları düşünerek, sessiz kaldı. Davranışları hoş değildi.
Ulu tanrıların yaratıcısı Apsu, bu nedenle veziri Mummu'yu çağırdı ve ona dedi ki: "Vezirim Mummu, yüreğimi hoşnut eden, gel, Tiamat'a gidelim'. Gittiler. Tiamat'ın önünde ona güvenerek tanrılar ve ilk doğan tanrıyı tartıştılar. Apsu ağzım açtı ve yüksek sesle, parıldayan Tiamat'a, 'davranışları bana dert oldu. Gündüz dinlenemiyorum, gece uyuyamıyorum. Onları mahvedeceğim, davranışlarına son vereceğim. Sessizlik gene kurulduğunda, o zaman uyuruz' dedi.
Fakat bunu duyunca Tiamat kızdı, eşinin yüreğindeki kötülüğü tartarak öfkeyle ona bağırdı, *Kendi yarattıklarımızı neden yok edelim? Davranışları gerçekten acı veriyor, fakat onlara iyilikle yaklaşalım.'
Mummu uygunsuz bir öğüt verekek Apsu'yla tartıştı: "Evet baba onların düzensizliğine bir son ver' dedi, 'gündüz dinlen ve gece uyu'. Apsu kendi torunlarına karşı bu kötü planla ışıldarken, Mummu onun boynuna sarıldı, dizine oturdu ve onû öptü.
Ama böyle planlandıkları şeyden ulu tanrılar haberdâr oldu. Ve öğrendiklerinde de acele önlem aldılar. Sessiz kaldılar, sakin oldular. Ve bilgide üstün, yetenekli ve kurnaz, her şeyi anlayan Ea kötü planı kavradı. Ea ona karşı herkesi koruyan büyülü bir daire çizdi, sonra güçlü bir sihir yaptı, suyun üstüne yerleştirdi ve Apsu'riun üstüne uyku döküldü ve Apsu uyudu. Ve Ea, Apsu ve öğütçüsü Mummu'yu böyle uyutunca, Apsu'nun çene bağını gevşetti, tacım yırtı, şaşaalı eşyasını aldı ve kendisi giydi, böylelikle zorla boyun eğdirerek onu kesti. Sonra Apsu'nun üzerine kendi yaşadığı yeri inşa etti ve Mummu'yu burnun-
69
dan bir iple tutarak kendisine bağladı...
Böylece, gerçekten, Freud ve Rank'ın psikoloji alanına varıyoruz. Babanın mitsel garazı, annenin koruyuculuğu, kardeşlerin rekabeti (Mummu büyük ve Ea genç oğul) ve sonuçta baba katli ve mitsel olarak haklı çıkarılan usavurum, gerisini araştırmak sağlıksız olabilir. Temelde mitos, eski formülün, 16. şekilde görünen boğa, tannça ve aslan-kuş yani baba (Apsü), anne (Tiamat) ve oğul (Mummu)'nun değiştirilmesidir. Örnek olayda, üçünün suları ayrılmamıştır. Hint düşüncesinde 'derin, düşsüz uyku' diye anlatılan bilinç durumunu ve Freud'un terimi ile 'okyanus duygusunu yansıtırlar. Gerçekten, anlatılmış olduğu gibi, huzurlu bir uyku Apsu'nun tek dileğidir.
Apsu, Mummu ve Tiamat üçlüsünde (bu arada, eski mitos düzeninde bu muhtemelen Tiamat ve Apsu-Mummu olarak bulunmalıdır) yaratılış öncesi, her biçiminden hem mitos, hem düş, hem gün-ışığının gerçekliğinin tüketildiği ikili-olmayan durum, simgeliştiril-miştir. Fakat ulu tannların yeni mitolojisinde dikkat düzeyi, ikilik ve çatışma, güç, çıkar ve zarar figürlerinin alanına, normal olarak hareket eden insan zihninin bulunduğu yere taşınmıştır. Önceki mitolojinin amacı, zaman ve kişilik biçimlerine karşı bütün varlığın ikili-olmayan giziyle ayrımsız bir durumu desteklemek iken(*) yeninin! . tam tersidir. Özne ve nesnenin gerçekten aynı olmadığı, ayrı olduğu, iki olduğu yerde, zaman içinde eylemi gayrete getirmek istemektedir (A,B değildir, ölüm yaşam değildir, erdem körü değildir ve katleden katledilen değildir). Bunların hepsi basit, umut verici ve apaçıktır. Erdemli genç oğul, o çok oyunlu Ea, kötü babayı kendi hoş Oepidal yolunda yener ve kötü oğulu (babanın birincisini ve sevgilisini) burnundan yakalar.
Peki Tiamat'm, annenin, erdemin zaferlerini gösteren bu normatif masalda kaderi nedir?
'Ea düşmanlarını yendikten sonra, hasımları üstünde zaferini sağlamlaştırdı, sükun içinde konutunu elegeçirdi, konutuna Apsu adını verdi, tapınağını orada kurdu, eşi Damkina ile orada haşmetle yaşadı. Orada, kaderin tapmağında, alınyazısının konutunda, kurnazların kurnazı, tanrıların en çok bileni, efendinin kendisi Marduk, babası Ea ile Damkina'dan doğdu. Tannçalann göğüslerinden emdi. Orada huşu esinleyen ululukla doldu. Görünüşü baştan çıkarıcı, gözlerinin
(*) Bkz. sayfa 8,9.
70
bakışı şimşek gibi, yürüyüşü erkekçe idi. Baştan beri önderdi. Ea, babası, onu gözledi, memnun oldu ve ona tanrılarla çifte eşitlik ihsan etti. Marduk her bakımdan onlardan yüceydi, bütün organları olağanüstüydü, kavranması olanaksız ve gözüne bakılamazdı. Dört gözü, bir çok kulağı vardı, dudakları oynadığında ateş çıkardı. Her kulağı büyürdü, her şeyi görmesi için gözleri de. Müthişti, on tanrının parlaklığı ile sar inmişti, korku uyandıran bir ululuğu vardı.
Ve bu mevsimdeydi, tanrı Anu dört rüzgar yarattı, Tiamat'ın sularının yüzünde dalgalar kabarttı. Ellerini doldurdu, dalga ve çamuru yarattı, dalgalar çamuru yüzeye çıkardılar. Tiamat rahatsız oldu. Gündüz ve gece dolandı durdu. Çevresindekiler (bütün yavruları) sıkıntılı annelerine 'onlar eşip Apsu'yu öldürdüğünde onun yanına koşmadın. Şimdi dört rüzgar yaratıldı. Sen de içinde sıkıntılısın. Biz dinlenemiyoruz... uyuyamıyoruz... dediler.'
Bundan sonra efsane çoğalan gazabın nedenleri ve Tiamat'ın hiddetli savaşı ile devam eder. Bütün anneler gibi -herşeye şekil verirdi-dişleri keskin ve azılı, damarları kan yerine zehir dolu, öfkeli, korkunç ve korku uyandıran, celalle dolu canavar yılanlar doğurdu. Öyle ki onlara bakmak telef olmak demekti; güçlü ve dayanılmaz ejderha, koca aslan, akrep adam ve değişik fırtına şeytanları; Toplam on bir tür canavar doğurmuştu ve ilk doğanın adı Kingu'ydu. Tiamat onu seçti ve en büyük yaptı. 'Seni ulu kıldım' dedi, 'Sana bütün tanrıların üstünde egemenlik verdim ve seni tek eşim yaptım. Adın yücelsin'. Göğsünün, üstüne kader. levhasını bağladı ve ona 'Sözlerin boyun eğdirsin ve karşı konulmaz zehirin bütün muhalefeti boğsun' dedi. Sonra damızlığı ile tanrılarla savaşa hazırlandılar.
Okuyucu, burada, Yunan'daki Titanların tanrılarla savaşını tanıyacaktır. Hepsinin annesinin esmer damızlığı, kendi dişilik gücü ile, daha parlak, daha güzel, ikinci derece oğullar yarattı. Alçakgönüllülüğünden erkeklerden gebe kalmayı üretti. Bu, yerel anaerkil düzenin işgalci ataerkil göçebelerce fethinin etkisidir. Onların, yerel verimli toprak masalını kendi anlayışlarına göre yeniden biçimlendirmeleridir. Hem de, mitolojik karalamanın, ruhbanın aracı olarak kullanılmasının- (o zamandan beri Batı teologlarınca tek değilse de temel araçlarından biri olarak geçerli olan) örneğidir- Basitçe, başka toplumların tanrılarına şeytan demeyi içerir. Kendisinin eşdeğer tanrısını evrenin egemenliğine yükseltir. Bir yandan şeytanların kudretsizlik ve bedbahtlığını, bir yandan ulu tanrı veya tanrıların ululuk ve
71
haklılığını gösteren ikinci derecede mitoslar uydurdular. Bu olayda mitolojik terimlerle yalnız yeni toplumsal düzen değil yeni psikoloji de geçerli kılmıyor. Bu boyutu ile yalnızca ince bir hile olarak değil, yeni gerçeğin temsilcisi olarak anlaşılmalıdır. İnsan düşüncesinde ve duygusunda yeni bir yapı, kozmik bir ulaşım olarak yorumlanmıştır.
Seyretmek üzere olduğumuz dünyanın başlangıcındaki tanrılarla titanların savaşı, gerçekte insan tarihinin kritik anında insan ruhunun iki yönelişidir, aydınlık ve rasyonel, ayrılık yaratan işlevler, Kahraman Erkeğin imgesi ile (yüksek uygarlıkların büyük kültürel bölgesi Batı dalmda) ruhun daha derin düzeylerindeki karanlık gizin etkisini yendi. Tao Te Ching, bunu, ölümsüz Ruh Vadisi'nde çok güzel tanımlar:
Dostları ilə paylaş: |