Şekil 22. Paris'in Yargısı
139
Jane Harrison, Paris'in yargısına ilişkin, Yunan geleneğine ait yalnız ebedi Homerosgil kanıtlar değil, fakat, daha eski seramik sanatının kalıtımından da bir dizi sahneler gösterir, örnek olarak, şekil 22'de, olağan, nazik gezintilerin gencinin ağır pozunu değil, açıkça alarmda bir Paris görüyoruz. Ruhların yeraltı dünyasına kılavuzu olan Hermes'in, görevini yapması için bileğinden yakalamak zorunda kaldığı bir Paris'i. Harrison, burada, tanrıçanın güzelliğinden duyulan şehevi zevk açıkça yoktur, diye açıklar.^ Gerçekten, bakıldı-
ğında, yoktur.
Benim şu andaki temam için yetecek denli, bu resimde Paris'in uçuşu Truva'ya doğrudur. Kendi payma belli krizlerle yüzleşmek zorunda olduğu açıkça görülmektedir. Dişi ilkenin üçlüsü Yunan toprağı tarafındandır. Agamemnon, Clytemnestra, Menelaus, yeniden ele geçirdiği altın sevgilisiyle; akıllı Odysseus (olaya göre de tek o) Penelope ve onun talipleri galaksisi ile karşılaşacaktır. Kısacık yaşamı, sağda, görevler ve ün/ savaş, arete, Zeus ve Apollo, bunun yanında, solda, zamanın eski tanrıçası ve hak ananın yükselişi gibi* mistik Kürke adası, Kalypso ve Nausikaa ve ruhların yeraltı dünyasına ve ölüm ötesi bilgilere kılavuzluğunu yapan Hermes'le dolu olarak düşünebildiğimizi sanıyorum.
Heinrich Schliemann Truva ve Truva savaşının gerçek olduğunu doğru tahmin etti, epiğin kılavuzluğunu izleyerek hem Truva'yi hem Miken şehrini buldu. Aynı şekilde Sir Arthur Evans, klasik mitos edebiyatının verilerini izleyerek Knossos'u ve labirent sarayı yer altından çıkardı. Fakat, Profesör Martin Nilsson'un belirttiği gibi, bir olayda mitolojinin önderliği başarısız oldu, Dörpfeld İ taka'da Odysseia'run sarayını aradığında. Ve şimdi, nedenini biliyoruz. Çünkü Odysseia yan tarihsel bir kahraman sagası değildir, ölmüş olduğu düşünülen, uzun zamandır kayıp kocasına sadık kalan kadın temasına dayanan halis romandır'.^27) İşte, evet, bir bakıma. Buraya kadar çok güzel. Fakat bu romanın böyle özel bir biçimde okunması, sevgili profesör, yalnızca ataerkil görüş açısının ikinci derecede odağının, yerinden et-tiklerindendir. Penelope'da bundan daha fazla derinlik vardır.
İlyada'nm başta gelen tanrısı Apollo'dur, işık dünyasının ve kahramanların mükemmelliğinin tanrısı. Ölüm, bu eserin görüş açısında sondur, huşu veren, meraklandıncı veya ölüm pençesinin ötesindeki güce ilişkin bir şey yoktur. Yalnızca heyecanlanan, çaresiz gölgeler vardır. Bu eserin trajik anlamı, kesinlikle, yaşamın güzellik ve mükemmel ligindeki neşenin derinliğindedir; güzel kadınlar, soylu, yiğit erkeklerin sevecenliğinde, gerçek değerindedir. Fakat zaman gerçeğinin tanınmasıyla, burada, herşeyin sonu, küldür. Oysa Odysseia da Odysseus'un yolculuğunun başta gelen tanrısı düzenbaz Hermes'tir. Hermes, ruhların yeraltı dünyasına kılavuzu, aynı zamanda, yeniden doğum ve ölüm bilgisinin efendisidir. Yaşamda bile kendisine uyan-larca bunlar bilinebilir. İki yılarım sarıldığı caduceus simgesi ile ilişkisi olan odur, kader tanrıçası üçlüsü ile, Afrodit, Hera ve Athene ile
140
ilişkisi olan da, geleneksel olarak, odur. Ve efsaneye göre Truva savaşma o neden olmuştur.
Savaş on, Odysseus'un yolculuğu da on yıl sürdü. Ama, klasik masalın en büyük ustası Profesör Gilbert Murray, yıllar önce (The Rise of the Greek Epic) Yunan Epiğinin Yükselişi'nde, klasik dönemde, güneş ve ay takvimlerinin birleştirilmesi çabasına işaret etmişti (12 ay ayı, 354 gün artı bir kaç saat, ve 364 gün artı birkaç saatlik güneş yılı). Astronom Meton'un Büyük 19 Yıllık Dönemi'nde, Murrây'dan alıntı ile: Yunanlılarca 20. yılın başım gösteren 19. yılın sonunda yeni ay kış gün-dönümünün yeni güneşi ile çakışır ve buna Ay ve Güneşin Buluşması (2h)vo8oa HXtov Km EeXnvria) denir. 19 yıldır olmayan ve 19 yıl daha olmayacak bir şeydir.'28'
Murray, Odysseus'un, îtaka'ya, 'şafak kızının ışığım müjdeleyen en parlak yıldızının yükseldiği gün' döndüğüne dikkati çeker. Karısına 20. yıl, yani, 20. yılın tam girdiği, 19. yılın tamamlandığı anda kavuştu, yeni. ay zamanında. Atinalıların 'eski-ve-yeni' dedikleri, bir ay sönerken ötekinin yükseldiği günde geldi. Yeni ay aynı zamanda Apollo Bayramının veya güneşin gündönümü festivalinin günüdür ve mevsim kıştı. Dahası, Odysseus'un yalnızca 360 domuzu vardır ve her gün biri ölür. Aynı şekilde, güneşin sığırları, her biri 50'lik 7 sürüdür, toplamı 350 eder. Odysseus baüya, yeraltı dünyasına gider, ölülerin diyarım ziyaret eder, en uzak doğudan çıkar, şafağın cıvıl cıvıl yuvalan ve güneşin apaydınlık beşikleri olan yerden/29' Bu arada Penelope, herkesin bildiği gibi, evde oturur ve örer, söker; ay gibi!
19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başında bilimadamlan güneş ve ayın analojilerinin böyle tanımlanmasından hoşlandılar, kendi zamanlarında açıklığa kavuşan bir noktaya uyuyordu, mitoslara ilişkin tasarımımız geniş oranda Tunç Çağı kozmolojik simgelerinden türemişti. Fakat şimdi bu önemli kavrayışa, tüm pagan dinlerde, Batı ve Doğu düşünceleri de içinde, temel olan düşünceyi de eklemeliyiz. Yazdığımız dönem içinde (İ.Ö. ilk bin), zihnin içe dönüşü (güneşin batışı ile simgeleştirilir) bireyin in esse tanımlanması (microcosm) ve evrenin (macrocosm) gerçekleşmesinde bütünleşir; sonsuzluk ve zaman, güneş ve ay, erkek ve dişi, Hermes ve Afrodit (Hermaphrodi-tus") ve Cadeceus'un iki yılarımın eylem ve gerçekleşmesi düzeninde bir araya getirildiğinde elde edilebilir.
Güneş ve ayın buluşması imgesi, her yerde, bu olayla simgesel olmuştur ve onun evrehselliğindeki çözülmemiş sorular şunlardır:
^141
a) ne kadar geriye gider, b) ilk nerede çıkmıştır, c) başlangıçtan beri psikolojik ve kozmolojik olarak anlaşılmış mıdır?
Hintli Kundalini Yogasında, İ.S. ilk binde, omurganın merkez kanalının her iki yanındaki (zihin ve soluğun kontrolü ile yılan gücünün taşındığı yer olarak kabul edilen) iki ruhsal kanal ay ve güneş kanalları olarak tanımlanır. Merkezle ilişkileri, 1. şeklimiz deki merkezdeki çubuk (Hermes'in değneği) gibidir. 2. şekilde ay ve güneşin kavuşmasını, bu kez yüan ve eksen değnekle, ağaç ve omurga ile, daha belirgin bir ilişkide görüyoruz. Simge Avrupa, Çin ve Japonya'da, Aztek ve Navaholarda biliniyordu, Yunanlılarca bilinmemesi de pek olası değil.
Böylece, kısaca söylersek, Odysseus ve Penelope'un 20. yılın başında birleşmeleri, yalnızca sabırlı olan Griselda'dan daha ilginç görünüyor. Bir şey daha, Penelope kitapta büyüsel kategoriye girmeyen tek kadın olduğuna göre, açıkça (en azından bana göre) Odysseus'un Kirke, Kalypso ve Nausikaa ile karşılaşmaları, ruhun arketip mitsel diyarda psikolojik maceralarını temsil eder. Erkek, kadınla mükemmel bir yaşamda birleşmeden önce, kadının önemini yaşamalıdır.
-
Odysseus'un ilk macerası, fethedilmiş Truva kıyılarından 12 gemi ile ayrılmasından sonra, Trakya şehri Ismarus'ı n yağmalanmasıdır. Odysseus bu olayı 'yerle bir ettim ben orayı, öldürdüm Ki-konları/aldım karılarım, mallarını bütün/ve onları bir güzel pay ettim' diye anlatır/30^ Acımasız iş, Zeus'un gönderdiği bir rüzgar''dan gemilerin parçalanmasıyla sonuçlanır. Böylece, kontrol dışı, 9 gün sürüklenir ve tanrının rüzgarıyla, bilinen dünyanın ötesine taşınırlar.
-
'Sonunda Lotusyiyenler toprağı'na vardık onuncu günü' diye anlatır Odysseus, Tsir bu çiçeği yer buranın halkı'. Fakat bu yiyeceği yiyen adamlarının artık eve dönme isteği kalmaz (Lathe motifi, unutkanlık, zihnin mitsele yani içe dönüşü). Onları gözyaşlarına bakmadan gemilerine sürükler, kürekçi sıralarına zincirler, açılır.
-
Odysseus ve donanması artık zor sınav ve geçitlerin mitsel diyarındadırlar. Bunların ilki Kyklopların (Tepegözlerin) diyarıdır: 'ne ekin ekerler elleriyle ne de çift sürerler'. Ve tek gözlü dev, bildiğimiz gibi dalgaların ve iki kraliçenin ve dahası Medusa'run efendisi tanrı Poseidon'un oğlu Polyhemus, sürüleriyle bir mağarada yaşar, 'insan azmanı bir dev otururdu bu mağarada /bir başına herkesten uzak, sürülerini güderdi/kimseyle görüşmez, karışmazdı başka adamlara/ tasarlardı kendi köşesinde bir sürü kötü işler/ insan dilini yutardı
142
görünce bu devi/ekmek yiyen insanlara hiç benzemezdi o/daha çok ormanlı bir doruk gibiydi'. Odysseus, en yiğit adamlarından cm ikisini seçerek gemilerini kıyıda bıraktı ve geniş mağaraya daldılar. Mağara ağzına dek peynirler, kuzular, oğlaklarla doluydu. Süt kovalan, ayran kavataları buldular ve arkadaşlık bekleyerek girdikleri, ev sahipliği bekleyerek oturdukları mağaranın sahibi sürüsünü güderek geldi. Kucak dolusu kuru odun taşıyordu ve bir gürültü kopardı ki herkes korkudan saklanacak yer aradı. Yirmi iki dört tekerli sağlam arabanın çekemeyeceği bir kayayı kaldırarak mağaranın ağzına dayadı, oturdu ve koyunları, keçilerini sağdı. Her yavruyu anasının altına koyup ateş yaktı ve konuklarını farketti. O akşam yemeğinde ikisi yenildi, ertesi sabah ikisi kahvaltıda, ikisi ertesi akşam (altısı gitti). Fakat bu arada yoldaşlar, Kyklop'un gözünü çıkarmak için kocaman bir sırık hazırladılar. Aküh Odysseus kendi adının Kimse olduğunu söyleyerek ona yaklaştı ve deve bir gerdel şarap sundu. Plyphemus hepsini içerek, 'kalın boynu arkaya devrilmiş öylece yatıyordu/herşeyi yenen uyku az sonra yakaladı onu da /pis sarhoş kusuyordu geğire geğire/şarap ve insan etleri dökülüyordu boğazından/ben hemen aldım kazığı soktum köz yığını içine/bir yandan da dil döktüm, yürek verdim dostlarıma/korkuya kapılıp sakın bırakmayın dedim, beni yüz üstü/zeytin kazığa baktım, ateşte parladı parlıyor/henüz yeşildi ama tutuşacaktı neredeyse/ kazığı ateşten çekmemle onun üstüne koşmam bir oldu/benimle birlikte atıldılar bütün arkadaşlar/ bir büyük tanrı güç katmıştı herhal yüreklerine /kaldırıp kazığı batırdüar sivrisini gözünün tepesine /ben de yukardan boyuna çevirdim bastıra bastıra/nasıl bir gemi kalasına delgiyi çevirirse usta/ alnna gerili kayışı kalfalan hani/bir o yana bir bu yana çekip dik tutarlar delgiyi/o da hep aynı yeri durmadan deler/bizi de tıpkı öyle ucu ateş gibi kazığı /sokmuştuk gözüne onun, döndürürdük habire/ cızırdayıp tütüyordu göz kapaklan ve kirpikleri/köklerine dek çatır-çatır yanan gözbebeğinin içinde/bir demirci ustası bastırdığı vakit/ koca bir baltayı ya da çekici soğuk suya/kızgın demir nasıl birden toplar da gücünü/ıslık sesleriyle çınlatırsa ortalığı/gözde öyle cızırdı-yordu zeytin kazığının çevresinde/Bir canavar gibi uludu, yankılandı koca kayalar/girecek delik aradık korkudan hepimiz/çekti çıkardı gözünden kana bulanmış kazığı çıldırmış elleriyle fırlattı attı uzağa/ başladı haykıra haykıra komşusu Tepegözleri çağırmaya/mağaralarda otururdu onlar, rüzgarlı tepelerde/duydular sesini ve koşup geldi-
143
ler dört bir yandan/dikilip mağaranın çevresine sordular başına geleni/ne oldu sana böyle Polyphemus ne bağırırsın acı acı /ölümsüzlerden biri sürülerini mi kaçırdı ne/yoksa seni biri mi tepeler düzenle ya da zorla /güçlü Polyphemus karşılık verdi mağaranın içinden /beni kimse tepeler dostlar zorla değil düzenle/onlar da kanatlı sözlerle karşılık verdiler ona /sana karşı kimse zor kullanmazsa ve yalruzsan/ büyük Zeus'tan çaresiz bir dert gelmiş olacak başına/ ama baban Poseidon'a yalvar yakar sen gene/böyle dediler ve gittiler ben de yürekten güldüm/adımla aldatmıştım onu, parlak bir düzen kurmuştum/.
Artık, kapalı mağaradan çıkmak sorunu kalmıştı. Fakat Tepegöz, 'inceleyip kıvranarak acılar içinde/elleriyle yoklaya yoklaya gitti/ kaldırdı kayayı, sonra uzatıp iki elini, oturdu kapının önüne'. Ama akıllı Odysseus, sürüden üç büyük koçu birlikte bağladı, 'çok besili ve gür yapağılı koyunların erkekleri/iri ve güzeldiler, yünleri çalardı menekşe rengine', ve bu şekilde altı üçlü hazırladı. Adamlarından birini ortadaki koça taşıtıyordu, öteki ikisi onu gizliyordu. Kendisi de, "en güçlü koçu kestirdim koyunlar arasında /sırtından yakaladım onu, kamının altına asıldım/kıvır kıvır dolgun yapağıyla turundum ellerimle/öylece, sabırlı bir yürekle, asılı kaldım/. Böylece, şafak sökerken, yedi adamı taşıyan on dokuz koç, sürüyle birlikte mağaradan çıktı.
Dikkat çeken nokta, gözün simgesel içe işleyişidir (boğa gözü, öteki dünyanın güneş kapısı ile benzerlik gösterir). Simgesel ad Kimse (ötedünyaya geçişte kendinden soyunmaktır: kendi dünyasal niteliğini açığa vurmadığı için, kişisel adım ve ününü/ Odysseus kozmik hazine bekçisini geçmiş ve egonun hiç kontrolünün olmadığı kişi üstü güçler çevrenine girmiştir). Koç ile tanımlanmayı gösterir (simgesel olarak güneş hayvanı, Mısırlı Amon ile karşılaştırın).
4) Gemiler Aiolos Adasına vardılar, rüzgar tanrısı Aiolos (pneııma, Spiritus, ruh), altı kız altı erkek on iki çocuğuyla tunç duvarlarla çevrili bu yüzen adada oturuyordu. 'Oğullarına karı diye vermişti kızlarını Aiolos/şölen yaparlardı bu çocuklar sık sık/sevgili babalarının, saygı-değer analarının yanında /türlü yiyecek içeceklerle doluydu sofraları/tüterdi yağ dumanları bütün gün evin içinde1. Aiolos, 'yüzdü dokuz yaşında bir sığırın derisini, bir tulum yaptı/bağladı tulumun içine azgın yellerin yollarım/çünkü Kronosoğlu yellerin yöneticisi yapmıştı onu/dilediği yeli durdurur, dilediği yeli salardı' 'Bu yel götürecekti gemileri ve bizi varacağımız yere.
144
Dokuz gün dokuz gece tulumdan çıkan rüzgarla gittiler ve onuncu gün yurtlarını görmeye başlamışlardı. Fakat Odysseus'un adamları tulumdaki armağanları görmek için onu açtılar ve kopan fırtına onları Aiolos'un adasına geri attı. Bu kez o, onlan kabul etmedi.
Burada ve izleyen macerada, ortak psikolojik bir deneyimin simgesel yansısı bulunabilir. Önce gurur (Jung'un terimi ile şişinme) sonra yıkım. Bilgiçlik taslayanlann ve azizlerin ortak olan manidepressif aşaması. îlk adımı elde edince -bir cins aydınlanmaya doğru eşiği geçmek diyelim- arkadaşlar bunu amaca ulaşma saymışlardır oysa girişim yeni başlamıştir. Bireysel psikolojinin terimleri ile söylendiğinde, Odysseus, hâlâ dümen tutarken uyudu ve adamları, yönetilmeyen yetenekler, tulumu açtılar (Tek Yasak Nesneyi Toplumbilimsel terimlerle söylendiğinde, kişisel kazanım ortaklaşa irade ile yo-kedilmişti. Veya, iki dizi terimi birlikte koyarsak, Odysseus henüz kendisini grubuyla tanımlamaktan kurtulamamıştır, grup idealleri, grup yargıları, vb. Fakat kendinden soyunmak, gruptan soyunmak anlamına da gelmektedir. Böylece, yaşanan ruhsal toplumsal şişinmeden sonra:
-
Dostları ilə paylaş: |