İrade hüRRİyeti ve imam maturiDİ 4


(4) Allah'ın ve Kulların Fiilleri



Yüklə 1,43 Mb.
səhifə15/29
tarix17.11.2018
ölçüsü1,43 Mb.
#83149
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   29

(4) Allah'ın ve Kulların Fiilleri :

Kur'ân-ı kerîmde zikredilen Allah'ın fiillerinin hep «hüsn» (iyi) vasfı taşıdığını görmekteyiz. Mutezile bu nok­tadan hareketle Allah'ın fiillerinin hep «hasen» (iyi) oldu­ğunu, «kubh» vasfı taşıyan «kabîh» (kötü-çirkin ) fiillerin Al­lah tarafından yaratılmadığını söylemişlerdir. Nitekim Ce-nâb-ı Hak Kur'ân-ı Kerimde «Bu herşeyi sağlam tutan Al­lah'ın işidir»521buyurmaktadır. Sağlam tutmak «el-îtkân» hem «muhkem)) olmayı ve hem de iyi, güzel (Hasen) olmayı da içine alır. 522

Hemen bu noktada akla şu soru gelmektedir. Acaba Al-lahm kudretinin kötü fiillerle ilişkisi nedir? Diğer bir ifade ile Allah'ın kudreti kötü fiillere taalluk eder mi?

Bu konuda Mutezilenin muhtelif ricali arasında az çok farklı görüşler müşahede etmekteyiz:

Ebu'l-Hüzeyl el-'Allâf (226/840) a göre: Allah zulme ka­dirdir ama hikmetinden dolayı bunu işlemez. 523 Zulüm: «bir şeyi konulması gereken yerin dışına koymaktır».524

İbrahim en-Nezzâm (220/835) a göre ise: Allah zulme de «aslah» (kula en yararlı ve uygun) olanı terke de kadir de­ğildir. Çünki zulüm ancak ya âfete uğramışlardan veya ca­hillerden neş'et eder. 525

Kâdî 'Abdülcebbâr (415/1025), Allah'ın zulme de kadir olduğunu fakat bunu yaratmadığını ifade etmektedir. 526

Mutezilede yaygın umumi kanaate Allah «kötü» (kabîh) surette olan şeyleri de yaratmağa kadirdir. Bunda gü­zel ve mükemmel bir gaye vardır. Böyle «kötü» surette yara­tılması «hikmet» li bir maksada mebnidir. Bu maksat, bizim vâcibâtı edamızda bize lütuf olsun diyedir. 527

Demek oluyor ki bize göre ilk bakışta kabîh gibi gördü­ğümüz bazı şeyler «hikmet)) açısından mütalaa edildiğinde yine «hasen» dirler. O halde Mutezileye göre Allah'ın fiilleri hep «hasen» dir.

Burada Mutezilenin «salâh-aslah» anlayışına da temas etmekte fayda vardır.

Mutezileye göre «salâh» kelimesi ile «fayda, menfaat» kelimeleri gerçekte aynı manayı ifade ederler. Mahiyetleri itibariyle bazen «savâb» (doğru), «hikmet» gibi kelimeler aynı gerçeği ifade ederler. «Aslah» ise «salâh» kelimesinin îazlalık ifade eden şeklidir. Allah'ın fiilinde fayda lezzet, se­vinç, salah-aslah gibi vasıflar bulunur. Tabîî bunlar kullara göredir. Kendisi için bunları düşünmek caiz değildir. Allah'­ın yapacağı teklifler de salah-aslah vasfını taşımalıdır. Sa-las-aslah vasfını taşımayan fiiller Allah'a nisbet edilemez.528

Görülüyor ki salah-aslah anlayışı da fiillerdeki hüsün-kubuh anlayışına, hikmet anlayışına dayanmaktadır. Allah'­ın fiillerinde ve tekliflerinde salah-aslah vardır. Çünki Al­lanın fiilleri hikmete bağlıdır. Dolayısıyla hep hasendir.

Halbuki kulların fiilleri böyle değildir. Kulların fiille­rini incelediğimizde bunların, yerine göre hasen, yerine gö­re de kabîh olduklarım görmekteyiz. Bu açıdan onların Al­lah'a nisbet edilmesi doğru değildir. 529

Nitekim kulların fiilleri sonucunda onların yahudi, hris-tiyan, mecusi oldukları görülmektedir. Bu fiillerde Allah'ın fiillerindeki «itkân» vasfının bulunduğu söylenemez. O hal­de kulların bu fiillerini Allah yaratıyor demek de mümkün değildir. 530

Kulların fiilleri iki çeşittir:

a - Hudusuna ve cinsine ilâve bir vasfı bulunan fiiller

b - Hudusuna ve cinsine ilâve bir vasfı bulunmayan fiiller.

Birinci guruba dahil fiilleri de iki nev'a ayırmak müm­kündür:



a - Kabîh fiiller.

b - Hasen fiiller.

Kabih fiillerde elbette Allah'ın irâdesi yokturBfeilakis bunlardan hoşlanmaz ve gazab eder.

Hasen fiiller ise iki çeşittir: a - Hüsnüne ilâve bir vasfı bulunan hasen fiiller,

b - Hüsnüne ilâve bir vasfı bulunmayan hasen fiiller. Bunlar mubah olan fiillerdir.

İşte bu ikinci gurup fiiller de Allah tarafından irâde olunmamaktadırlar.531

Kulların fiilleri ya «medh» (öğülme) veya «zem» (yeril­me) gerektirir ki bunların peşinden «sevâb» veya «ikab» gelir.

Zem iki çeşittir:



a - Allah'ın ikabmı gerektiren zem ki ma'sıyetin zem-mi bu çeşittir. md

b - Allah'ın ikabını gerektirmeyen zem. Medih de iki çeşittir:

a - Allah'ın sevabını gerektiren medih.

b - Allah'ın sevabını gerektirmeyen medih. Birinci guruba tâatler girer. İkinci gurup ise, nimetle­re şâmildir.

Sevâb ve ikâbın kazanılmasına ait şartlar ile medih ve zemmin kazanılmasına ait şartlar aynıdır. 532

Sevâb ve ikâbın kazanılması için ikişer şart vardır:

a - Fiile taalluk eden şart.

b - Faile taalluk eden şart.

Birinci şart, fiillerin yerine göre kabîh veya hasen ol­malarıdır.

İkinci şart ise, failin bu durumu bilmiş ve kasdetmiş ol­ması şartıdır.533

İşte kulun sorumluluğunu temellendiren nokta da bu noktadır.

Kulun fiillerini, «Allah'ın fiili» yahut «Allah tarafın­dan» diye vasfetmek caiz değildir. Bu da açıktır. Çünki kul­ların fiilleri, kullar cihetinden hadis olmuştur. Onların is­tekleri yahut kusurlarıyla hasıl olmuşlardır., Bu yüzden me-dih ve zemme hak kazanmışlar, sonunda da sevab ve ika-ba maruz kalmışlardır. Eğer bu fiiller Allah teâlâ cihetinden, onun katından, olmuş olsalardı bu sevab ve ikab caiz olmaz­dı. O halde bu fiillerin Allah'a nisbeti bir çeşit mecaz ve me­seleyi çok geniş plânda ele almak suretiyle mümkündür ve bu da ancak tâatlerle mukayyeddir. Meselâ tâatler konusun­daki fiillerimizi Allah'a nisbet etmek ve bunların Allah ta­rafından olduğunu söylemek, Allah'ın bu fiiller için bize yar­dım ettiği, bize lütfettiği, bizi muvaffak kıldığı, aksini yap­maktan bizi koruduğu manasına gelir. 534

Kulların fiilleri, her çeşit tasarrufları, kullarda hadis olduğuna göre, kullara taalluk eder ve kullara muhtaçtır. 535 Bu fiille.re «kesb» denmesi de mümkün değildir.

Kulların fiilleri için «kesb» kelimesinin kullanılması iki yönden mahzurludur:

a - Kelime itibariyle, Arapların kullandığı lügat ma­nasını ifade etmez.

b - Haddi zatında, ıstılah olarak bile, manası anlaşıl­maz bir durumdadır. 536

«Kulların fiillerinin yaratılması» (Halku ef'âli'l-'ıbâd) tabirinden maksat «kulların fiilleri kullarda yaratılmaz, biz--zat kullar o fiilleri ihdas ederler» demektir.537

Mutezileye göre Kur'ân-ı kerîm âyetleri kulların fiill rini Allah'ın yaratmadığına delâlet etmektedir. 538

Cenâb-ı Hak Kur'ân-ı kerîmde: «İnsanlara doğruluk rehberi geldiği zaman, inanmalarına engel olan, sadece: «Al­lah peygamber olarak bir insan mı gönderdi» demiş olma­larıdır.» 539 buyurmaktadır. Eğer îman, Allah teâlâ cihetin­den olsaydı ve Allanın ihtiyarına bağlı bulunsaydı, onun ya-ratmasıyla var, yaratmamasıyla da yok olsaydı, bu kelâmın bir manası kalmazdı. 540

Bir başka âyette: «Göğü yeri ve ikisinin arasında bulu­nanları ((boşuna» (bâtıl) yaratmadık. Bunun boşuna olduğu, inkâr edenlerin zannıdır. Vay ateşe uğrayacak inkarcıların haline.» 541 buyurulmaktadır. Bu âyette Cenâb-ı Hak «bâtıl» yaratmadığını beyan etmektedir. Eğer kabîh fiiller ve bu cins diğer tasarruflar bizim cihetimizden ve bize bağlı ol­masaydı, bütün bu batılların hepsinin Allah cihetinden ol­ması ve neticede batılı yaratıcı ve yalancı olması gerekirdi ki Cenâb-ı Hak bütün bunlardan münezzeh ve yücedir. 542

Yine Kur'ân-ı Kerîmde: «Sizi yaratan odur. Kiminiz in­karcı, kiminiz mü'mindir. Allah yaptıklarınızı görendir.» 543 mealindeki âyeti kerîme tevbih sadedindedir. Eğer îman vs küfür bize bağlı değilse, bu tevbihin doğru olduğunu söyle­mek mümkün değildir. Bize .bağlı olmayan îman ve küfür­den dolayı tevbih etmek boyumuzun uzun veya kısa olma­sından dolayı tevbih etmekten başka bir mana ifade etmez. Bu durumda söz sanki şöyle olur: «Biz sana nimet olarak verdik, yahut, senin üzerinde icra ettik de boyun uzadı veya kısaldı» Tabîî bundan sonra da «boyunu iıiye uzattın ve­ya kısalttın» diye bir tevbihin manası kalma?.

el-Kehf sûresinin 29. âyetinde' «Dileyen inansın, dileyen inkâr etsin»544 kavl-i kerîminde mesele, bizim ihtiyarımıza «tefviz» edilmektedir. Küfür ve îman bize bağlı bulunmasay-dı yine bu kelama bir mana vermek mümkün olmazdı. «Di­leyen kapkara olsun, dileyen bembeyaz» sözünden farklı bir mana taşımazdı. Bu söz saçmadır. Çünki kişinin cilt rengi­nin siyahlığı veya beyazlığı bize bağlı olan şeylerden değil­dir, îman ve küfür konusundaki durum da aynen böyle­dir. 545

«Cinleri ve insanları ancak bana ibadet etmeleri için yaratmı§ımdır»546 âyet-i kerîmesi delâlet etmektedir ki Al­lah teâlâ kullarından sadece ibâdet ve tâati irâde etmekte­dir. Çünki «li ya'büdûn» daki «lâm», dil âlimlerinin «key lamı» ismini verdikleri «garaz bildiren lâm» dır. Çünki dil kaidelerine göre «ilim talebi için Bağdad'a gittim» cümlesi ile «maksadım ilim talebi olarak Bağdad'a gittim» cümlesi arasında fark yoktur. Âyetin delaletiyle ibâdet ve tâat fiil­lerinin bizim cihetimizden ihdas edildiklerini ve bize bağlı bulunduklarını anlıyoruz. Aksi takdirde bu kelamın da bir manası kalmaz. 547

Bu arada akla gelen sorulardan biri de Allah'ın kulla­rına lütuf ve tevfikinin insanın hür irâdesi ve fiiliyle nasıl bağdaştırılacağıdır.

Mutezile, hikmet, salah-aslah ve hüsün gibi prensipler­den hareket ederek meseleyi açıklamaktadır. Onlara göre Allah ilmi ile insanın itaat edeceğini bildiğinden ona iyiyi, doğruyu, güzeli seçmesi için lutûf ve yardımda bulunur. Ama bu lutûf sadece kulun haseni seçmesinde rol oynar. Kabîhi seçmesinde yardımcı olmaz ve bu lutûf insanın hür irâdesi­ne engel değildir. 548

Mutezilenin lutûf anlayışının irâde hürriyeti konusundaki görüşlerinin genel karakteriyle pek Bağdaştığını söyle! mek mümkün değildir.

Mutezilenin fiülerimizdeki hürriyetimiz konusundaki' bu fikirlerinin izahından sonra bu kanaatlerinin kaza ve ka­der inancı ile nasıl bağdaştırıldığım görmek uygun olacak­tır. 549



Yüklə 1,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   29




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin