Cüneyd-i Bağdâdî’nin sohbetlerine katılıyor fakat Hallâc-ı Mansûr’un manevi sarhoşluğu çok fazla olduğundan dolayı sohbet halkasından ayrılarak kendi yolunu çizdi.
Hindistan’a kadar süren uzun yolculuklara çıktı. Dini ve tasavvufi fikirlerini her gittiği ortamda ilan etti ve yaydı. Bu esnada hilafet merkezi olan Bağdat’taki yöneticiler, ülkelerinde çıkan karışıklıklardan, isyanlardan, ideolojik fikirlerden ve haliyle her türlü grup ile içli- dışlı olan Hallâc’ın faaliyetlerinden son derece rahatsız oluyorlardı.
297/910 yılında faaliyetlerinden endişe duyularak tutuklandı. Fakat Hallâc bir yolunu bulup hapisten kaçtı. Ortalıkta görünmedi. Muhtemelen bir tanıdığının ihbarı üzerine 301/914 yılında Ahvaz’da yakalandı. Mahkeme heyeti hakkında ciddi bir suçlama bulamadı. Onu bâzan hulûl (Tanrı ile özdeşleşmek) ile bâzan Abbasi Devleti ve Ehl-i sünnet karşıtı olan Karmatiliğin ajanı olmakla suçladılar. Karmatiler’in çıkardığı isyana katıldı. Fakat hakkında idam hükmü verebilecekleri bir suç isnat edemediler. Nihayet 309/922 yılında, Hallâc meselesini bir an önce halletmek isteyen vezir Hâmidoldu-bittiye getirerek, kadı Ebû Ömer’e onun hakkında idam kararı verdirtti ve Hallâc zındıklıkla suçlanarak idam edildi.
İbn Atâ, Hallâc-ı Mansûr’un en sadık dostlarından biri olup onun idamına karşı çıkmış ve Hallâc gibi kendisi de zındıklıkla suçlanmıştır.
Hallâc’ın en önemli düşüncelerinden biri nur-i Muhammedîdir.
Nur-i Muhammedî Hz. Muhammed’in nuru demektir. Mutasavvıflara göre yüce Allah, önce Hz. Muhammed’in nurunu yarattı. Binlerce yıl Allah’ın huzurunda ibadet halinde duran bu nurdan bütün evreni yarattı anlayışıdır.
Hallâc’ın düşüncelerinden biri de şatahattır. Şatahat, manevi vecd sırasında kişinin kendisini tutamaması aynı zamanda ağzından çıkan sözlerin hangi manaya geldiğini bilememesidir.
Hallâc-ı Mansûr’un en çok üzerinde durulan fikri şüphesiz ki ‘Ene’l-Hak’ sözüdür. Zira ona itiraz edenler onun bu sözüyle hulûl ve ittihâd iddiasında bulunduğunu ileri sürmüşlerdir. Buna karşılık sufiler bu sözün ilahlık iddiası taşımadığını, tam tersine bu sözün Cenâb-ı Hakk’ın sıfatlarında beşerin sıfatlarının yok olduğu belirtilmiştir.