3. Allah Teâlâ'nın Semî, Basîr ve Müdrik Oluşu
Allah Teâlâ işitilecek, görülecek ve idrak edilecek şeylerin tümünü işitici (semî), görücü (basîr) ve idrak edici (müdrîk) dir. O, ezelde semî ve basîrdir fakat sâmî (sesleri işitici) ve mubsır (nesneleri görücü) değildir. Çünkü birinci sigalar lazım, ikinciler ise müteaddidir. Allah ezelden ebede semî ve basîrdir. Bu sıfatlar Cenab-ı Hak'da lazım sigasıyla mevcut oldukları için işitilen ve görülen şeylerin ezelî olmasını gerektirmez, reddedilmeleri ise hay sıfatını ortadan kaldırır. Öte yandan işitilen ve görülen şeyler ezelde olmadığı için, Allah Teala’nın ezelde sâmî ve mubsır olduğunu söylemek gerekmez.
Mu'tezililer, müdrik olmayı da zâtı sıfatlar içinde sayarlar. Basra Mu'tezililerine göre Allah Teala’nın müdrik oluşu hay oluşu üzerine zaid (diri oluşu üzerine ilave) bir sıfattır. Bağdat Mu'tezililerine göre ise müdrik, âlim manasınadır. Allah şu anda mevcut olan bütün müdrekatı (idrak edilebilecek bütün varlıkları) idrak edicidir. Kadı Abdülcebbâr bu konuda Basra Mu'tezililerinin görüşünü benimseyerek Allah'ın müdrik oluşunun âlim oluşundan farklı olduğunu söyler ve bu görüşünü çeşitli delillerle ispat etmeye çalışır. Allah Teala’nın elem ve lezzetleri idrak etmediğini iddia eden Ebü'l-Kasım b. Sehleviyye'nin aksine, O'nun şu anda mevcut olan idrak edilebilecek türden her şeyi idrak edici olduğunu söyler. 522
Zâtta Bulunması Muhal Olan (Selbî) Sıfatlar
Bunlar, Allah Teala’nın kendileri ile nitelendirilemeyeceği sıfatlar olup, Kadı Abdülcebbâr onları zatî sıfatlar içinde değerlendirir. Allah Teâlâ'ya cehl, fena, acz, adem gibi olumsuz sıfatlar yanında el, yüz, göz, ayak gibi haberi sıfatların nisbeti de caiz değildir. Ayrıca O cisim ve araz olmadığı gibi, cisimlere hulul etme, mekânda yer tutma ve başkalarına muhtaç olma gibi nitelemelerden münezzehtir. 523
Kadı Abdülcebbâr'ın Allah Teâlâ'dan nefyettiği belli başlı selbî sıfatlar şunlardır: 524
1. Muhtaç Olma (Ganî olmama)
Ganî sıfatı ile Allah Teâlâ'nın başkalarına muhtaç olması nefyedilmektedir. Kadı Abdülcebbâr, “Gına”nın mutlak ve mukayyad olmak üzere ikiye ayrıldığını kaydetmekte; birincisinin Allah'a ait olduğunu, ikincisinin ise insanlarda da bulunabileceğini söylemektedir. Ganî sıfatına ezelden beri ve ebediyyen sahip olan Allah sevinmek, ferahlamak, ummak, korkmak, sıkılmak gibi lezzet ve elem içeren ve ihtiyacı çağrıştıran beşeri sıfatlarla vasıflanamaz. Ayrıca başkalarını kıskanma anlamına gelen “Gayur”, zorluklar karşısında cüretli olmak anlamına gelen “Şücâ” sıfatları da Allah için muhaldir. 525
2. Cisim Olma
Kadı Abdülcebbâr'a göre cisim en, boy ve derinlik gibi özellikleri olan ve sekiz kenardan meydana gelen şeydir. Allah Teâlâ'dan cismiyeti hem anlam (mâna) hem de lafız (ibare) yönünden nefyetmek gerekir. Allah Teâlâ'yı cisimlerde olduğu gibi uzunluk, derinlik ve genişlik gibi özelliklerle ve yükselme, inme, durma, hareket etme gibi niteliklerle niteleyen Mücessime'nin 526 tecsimi, mâna yönünden cisimlendirmedir. Bu özellik ve niteliklere sahip olmaksızın cisim olarak isimlendiren Selefiyye'nin tecsimi ise ibare yönünden cisimlendirmedir. Kadı bu iki anlayışın da ezelde ve ebedde Allah için söz konusu olamayacağını kaydeder. 527
Karşıtlarının, Allah'ın âlim ve kadir oluşunu insanların bu sıfatlara sahip oluşlarına benzeterek (gaibi şahide kıyas ederek), insan gibi, Allah'ın da cisminin olması gerektiği şeklindeki itirazlarına Kadı Abdülcebbâr “İnsan ilimle alim, kudretle kadirdir; Allah ise zatı ile kadir ve alimdir, dolayısıyla O'nun için cisimlik söz konusu olamaz” şeklinde cevap vermektedir. 528
Kadı Abdülcebbâr, Allah'a aklen değil, naslarda geçmesi dolayısıyla nisbet edilen haberi sıfatları da bu çerçevede değerlendirir. İstiva, ayn, vech, yed, cenb, yemîn, sâk, merî, gibi cisimliği çağrıştıran müteşabih ifadeleri ele alarak, bu konuda vahiyle istidlalin caiz olmadığını kaydetmektedir. Ona göre Allah'ı bilmeden O'nunla ilgili nasları anlamak mümkün değildir. Allah'ı bilmek ise nassa değil akla dayanır. 529
3. Araz Olma
Kadı arazı, varlıklara arız olan fakat cevher ve cisimler gibi devamlı değil, değişken olan şey diye tanımlar. Arazları bakî olan ve bakî olmayan, idrak edilen ve edilmeyen (müdrek ve gayr-i müdrek), bir başkasına sebep olan (illet) ve illet olmayan diye sınıflandırdıktan sonra bunların hiç birinin Allah için söz konusu olmayacağını kaydetmektedir. Ezelî ve ebedî olan Allah Teâlâ'nın, ne geçmişte ne de gelecekte araza dönüşmesi söz konusu değildir. 530
4. Birden Fazla Olma
Kadı Abdülcebbâr, Allah'ın birliği ile O'nun subûtî ve selbî sıfatlarında başka bir varlığa benzememesinin kastedildiğini ve “Bir” kavramının, bölünüp parçalanamayan en küçük cüz' (cüz lâ yetecezza) ve sahip olduğu özellikler yalnızca kendine has olan varlık anlamlarından biri için kullanıldığını kaydetmekte, bu kavramın Allah için her hangi bir medih içermeyen birinci anlamda değil, yalnızca ikinci mânada kullanılmasının söz konusu olduğunu bildirmektedir. Bu bağlamda birlik anlamı ifade etmeyen vitr, cüz, sağîr ve şaz terimlerinin Allah için kullanılmalarının caiz olmadığını belirtmektedir. 531
Mu'tezilîler, Allah'a kAdlm mânâlar halinde sıfat nisbet edilmesini (sıfât-ı meânî), ru'yetullah'ı ve Allah'ın kelâmının kAdlm olduğu inancını reddedip hayır, şer, hüsün, kubuh, elem, lezzet gibi işlerin her birinin Allah tarafından yaratılmasını tevhide aykırı görmediler. Aksine bunların bir failde toplanmasını, zıdların bir araya getirilmesi (içtimau'z-zıddeyn) olarak telâkki ederek reddettiler. 532
5. Gözle Görülme
Ru'yetullah konusu, Allah'ın görülmesini keyfiyet olarak tavsif etmeyen Eş'ârîlerle, “Allah, cisim olmasaydı görülmezdi” diyen Mücessime ve “Eğer o cisim olsaydı görülürdü” diyen Mu'tezile arasında ihtilaflı bir meseledir. Ayrıca Mu'tezile içinde Ebü'l-Hüzeyl el-Allâf ru'yetullahı, Allah Teâlâ'yı kalben bilmek, Ahmed b. Habit (ö. 237/846) akl-ı evvelin akl-ı faali görmesi şeklinde aklî bir ru'yet olarak yorumlarken, Zemahşerî ilgili ayetleri ilâhî vaadlerin gerçekleşmesini bekleme (intizar) şeklinde ele almaktadır. Allah Teâlâ'nın sânî ve hakîm olduğunu aklen, görülüp görülemeyeceğini ise tek başına aklen değil, hem aklen hem de naklen bilmenin mümkün olduğunu söyleyen Kadı Abdülcebbâr, kendi gibi düşünerek ru'yetullaha kail olmayanları tekfir etme yoluna gitmemektedir.
Kadı Abdülcebbâr, başlangıçta hem teşbih hem de ru'yetullah iddiasında bulunan bir topluluğun, zamanla teşbihi red fakat ru'yetullahı kabul etmeye başladığını ve çeşitli ayet ve hadisleri delil getirdiklerini kaydettikten sonra söz konusu ifadelerde belirtilen ruyetin ilim ve intizar anlamlarına geldiğini belirtir. Ayrıca bu bağlamda gündeme getirilen hadislerin âhâd haberler olduklarını ve tam aksini ifade eden rivayetlerin de bulunduğunu ifade eder. Resûlullah'ın,
“O nurdur nasıl görebilirim?” dediğini, Hz. Aişe'nin, ru'yetullah iddiasında bulunan birine “Bu sözlerden dolayı tüylerim diken diken oldu” diye tepki gösterdiğini kaydeder. 533 Karşıt görüştekilerin ru'yetullahla ilgili olarak ileri sürdükleri nakli delilleri sıraladıktan sonra bu delillerde geçen “Nazar”, “Lika”, “İdrak”, “Ru'yet” gibi kelimelere baş gözü ile görme yerine, kalben görme (ilim), bekleme, nimetlere bakma gibi anlamlar verir. Allah'ın görüleceği hususunda sahabenin icmâı olduğuna ilişkin haberlerin doğru olmadığını, böyle bir iddianın, Kur'an'ın, “Allah'ın bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuştuğunu yahut elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyettiğini” 534 bildiren beyanına ve Hz. Aişe'den rivayet olunan haberlere aykırı olduğunu kaydeder. Ru'yetullahla ilgili hadisleri Müşebbihe ve Mücessime gibi mezheplerden hikâye edilen haberler olarak düşünmenin en doğru yol olduğunu, bu tür sözleri Hz. Peygamber'in söylemiş olabileceğinin kabul edilmesi durumunda da onun bu sözleri başkalarından hikâye etmiş olabileceği, tam aksi rivayetlerin de mevcut olduğu ve haber-i vahid türünden olan bu rivayetlerin kesin bilgi ifade etmediklerini kaydeder. 535
Kadı Abdülcebbâr, Tenzihti'l-Kur'an da Kıyame suresinin 22-23. ayetlerini tefsir ederken “Yüce Allah'ın cisim olduğunu söyleyen kimse ile ru'yetullah konusunu tartışmayız. Çünkü o Allah'la musafaha da edebileceğini, boynuna sarılabileceğini, eliyle dokunabileceğini de iddia edebilir. Biz, Allah ın cisim olmadığını söylediği halde O'nun görüleceğini iddia edenle tartışırız. Çünkü o Allah'tan teşbihi reddettiğine göre O'nun görülmesinin mümkün olmadığını söylemesi gerekir. Zira nazar, gözün görülmesi istenen şeye çevrilmesi demektir. Bu da ancak cisimlerde olur. Öyleyse “Allah'a nazar etme” ifadesini tevil etmek gerekir, bizce en uygun tevil de “O'ndan sevap beklemek” demektir. 536
Kadı Abdülcebbâr, ru'yetullah konusundaki naklî delilleri bu şekilde tartıştıktan sonra onu reddetmek için aklî delillere de baş vurur. Bunların başında da gaibin şahide kıyas edilmesi yöntemi gelmektedir. O, bu yönteme dayanarak mukabele, mevâni' ve mevcut durum delillerini dile getirmektedir.
a) Mukabele Delili: Bizden birinin gözüyle bir şeyi görebilmesi için o şeyin karşısında veya karşısında hükmünde olması gerekir. Halbuki Allah Teâlâ'nın bu konumda olması caiz değildir.
b) Engellerin Bulunması (Mevani') Delili: Görünmeyen şey ya bir manîden dolayı yahutta görülmesi muhal olduğu için görülmez. Allah Teâlâ ise engeller olduğu için değil, görülmesi muhal olduğu için görülemez. Ayrıca bizden birinin onu görmemiş olması da onun zâtı itibariyle görülemez olduğunun bir kanıtıdır.
c) Şu Anda Görülmemesi Delili: Eğer Allah Teala’nın her hangi bir durumda görülmesi caiz olsaydı, bizim de şu anda O'nu görmemiz mümkün olurdu. Halbuki böyle bir şey vuku bulmuş değildir. 537
Mu'tezile Allah'tan tecsim ve teşbihi reddi de tevhidin gereği gördüler. Bunların başında cihetin nefyi gelmektedir. Çünkü Allah'a cihet nisbeti mekân ve cismiyyeti gerekli kılmaktadır. Bu nedenle Mu'tezile'nin çoğunluğu Allah'ın her yerde olduğunu, Fuvetî ve Cübbâî ise mekândan münezzeh bulunduğunu söylediler. Allah Teala’nın her yerde oluşunun hululü gerektirip gerektirmeyeceğini tartıştılar ve “Vesia”, “Muhît” gibi ifadelerden hareketle “Allah'ın her yerde oluşu”na bilgisi ile kuşatması anlamını verdiler. Buna paralel olarak da “İsteva”, “Fevk”, “Merî”, “Maiyet” gibi kelimeleri ilim, nusret ve teyid etme anlamlarına; “Vech”, “Yed” ve “Cenb” kelimelerini de kıble, sevap, mükâfat; kudret, nimet; Allah'ın emri gibi uygun mânalara tevil ettiler. 538
Mu'tezile, ru'yetullah konusunda aklî ve ilmî bakımdan daha tutarlı görülen bir yaklaşımda bulunmuştur. Ancak bazı Mu'tezililer, halku'l-Kur'an konusunda olduğu gibi ru'yetullah konusunda da aşırılığa giderek taassuba kapılmışlar ve Allah'ın gözle görüleceğini iddia edenlerin küfre gireceğini ileri sürmüşlerdir. Nitekim Mu'tezilî alimlerden Ebû Musa el-Murdar (ö. 226/841) Allah'ın, niteliğini belirtmeden (bilâ keyf) gözle görüleceğini söyleyenin bile küfre gireceğini, hatta bu durumdaki kişinin küfre gireceğinde şüphe edenin bile kâfir olacağını iddia etmiştir. 539
Dostları ilə paylaş: |