Medenî Çağda Barbarlıklar
Kimi sosyologlar savaşın insan hayatının ayrılmaz bir parçası olduğunu ve insanoğlunun yaşamının öteden beri savaş, çatışma ve kanla yoğrulduğunu söylese de sosyoloji ve psikoloji uzmanlarının yaptığı ciddi araştırmalar bu görüşü reddetmede; savaş ve çatışmanın insan hayatının vazgeçilmez unsuru olmadığını, bilâkis, ahlâkî bozulmalarla sosyal ve ekonomik yozlaşmaların savaş ve çatışmalara neden olduğunu ortaya koymaktadır. Bu nedenledir ki niza ve çekişmelerin asıl sebebi insan doğası ve insanî fıtratın dışında aranmalıdır. Sağlıklı bir eğitim ve öğretim programı uygulayıp sosyal ve ekonomik bozuklukları gidermek suretiyle niza ve çatışmanın nedenlerini ortadan kaldırmak ve insanlığın bu yolla aldığı ağır ve telâfisi imkânsız darbe ve hasarları önlemek gerekir.
Çağımız insanının elde ettiği muazzam ilmî başarılar ve teknolojik gelişmelere rağmen, bir avuç bencil ve müstekbir güruhun yayılmacı, maddeci ve şehvetperest emelleri sonucu 20. yy'da insanlık tarihinin yüzkarası denilebilecek en kanlı savaşlar, toplu katliamlar vuku bulmuştur.
Yirminci yüzyılın 79 yılını geride bıraktığımız şu sırada söz konusu insanlık dışı savaşların kara karnesine kısaca bir göz atıldığında, adına medeniyet denilen bu kısa zaman diliminde şahit olunan cinayet ve toplu katliamların bütün bir tarih boyunca işlenen cinayet ve katliamlardan daha fazla ve çok daha barbarca olduğu görülecektir.
En ileri teknoloji ve onun getirdiği atom bombasına sahip olan batı dünyası bilim gücüyle insanları kitleler hâlinde imha edip ortalığı kan deryasına çevirmekte, yeryüzünün mamur beldelerini göz açıp kapayıncaya kadar viran etmekte ve sonuçta batının bu fikrî zaaf ve ahlâkî çöküşünün ardından mazlumların feryadı arşı inletmektedir.
Sömürücü ülkelerin çıkar çatışmalarının ürünü olan iki dünya savaşının insanlığa maliyeti çok ağır ve uğursuz oldu. Bu iki yıkıcı savaşı insanlığa dayatanların alnındaki iğrenç lekenin silinmesi mümkün değildir.
Aşağıdaki rakamlar, bu korkunç çağdaş barbarlığı kısmen de olsa tavsif etmektedir:
Birinci Dünya Savaşı 1565 gün sürdü. Bu süre zarfında savaş meydanlarında 9 milyonu aşkın insan canından oldu, 22 milyon kişi sakat kaldı ve beş milyon kişinin akıbeti meçhul oldu... Bunlar, sadece savaş meydanlarındaki askeri rakamları teşkil ediyor; sivil ölü ve yaralı sayısı ise çok daha fazla ve yakılıp yıkılan, harabeye çevrilen nice ülke ve şehirler de cabası...
O günün şartlarında bu savaşın 450 milyon dolarlık bir bütçeye mal olduğunu belirten "Uluslararası Barış İçin Vakıf" adlı "Karengy" kuruluşunun istatistiklerine göre bu parayla İngiltere, İrlanda, İskoçya, Belçika, Rusya, Amerika, Almanya, Kanada ve Avustralya'da yaşayan bütün ailelere dayalı döşeli lüks birer ev satın alınabilirdi!... [1]
Evet, Birinci Dünya Savaşı çok ağır maddî ve manevî hasarlar bırakarak son buldu; ama bu savaşta ölenlerin, evsiz barksız kalan yetimlerin henüz gözyaşları kurumadan İkinci Dünya Savaşı olanca dehşet ve vahşi görünümüyle patlak verdi ve birincisini mumla aratan bu savaş, baştanbaşa bütün dünyayı tekrar kan ve gözyaşına boğdu.
İkinci Dünya Savaşı'nda resmî rakamlara göre tam 35 milyon insan öldü, 20 milyonu aşkın insan sakat kaldı, 17 milyon litre insan kanı döküldü, 12 milyon bebek, dünyaya gelme şansına kavuşmadan düşük doğdu; 13 bin ilk, orta ve lise binası, 6 bin üniversite, 8 bin laboratuar yerle bir oldu, havada patlayan roket ve kurşun sayısı 390 trilyonu aştı...
1945'te Amerikalılar Japonlarla baş edemeyeceklerini anlayınca, bu ülkeye iki küçük atom bombası attılar; bunlardan biri Hiroşima'ya, diğeri de üç gün sonra Nagazaki'ye atıldı. Hiroşima'da 70 bin kişi hemen ölürken, bir o kadar insan da korkunç yaralar aldı. Nagazaki'de 40 bin sivil öldü, bir o kadarı da yaralandı veya bir ömür boyu sakat kaldı. Bu iki şehir tam anlamıyla harabeye döndü, hayvanlarla bitkiler bile atomun tesiriyle küle döndü, binlerce çocuk öldü, binlercesi nükleer hastalıklara yakalandı. Bu insanlık dışı faciadan beş gün sonra Japonya, kayıtsız şartsız Amerika'ya teslim oldu. İkinci Dünya Savaşı'nın sonuna doğru gazeteler şu haberi geçtiler:
"Sovyetler Birliği, savaşta ayağını kaybeden askerler için, Amerika fabrikalarına 4 milyon takma bacak ısmarladı. Bu dehşetengiz haber bile, başka organlarını kaybeden milyonlarca sakatın acı durumunu gözler önüne sermeye yetmektedir."
"Kaldı ki, Sovyetler Birliği'ndeki ortopedi atölyeleri, ihtiyacı karşılayamayınca Amerika'ya bu siparişi vermek zorunda kalmıştır. Yani gerçek rakamlar, bunun çok daha üzerindedir. Sırf bu rakam bile diğer uzuvlarını kaybedenlerle, savaşta hayatını yitiren Sovyet ve Avrupa ülkeleri askerlerinin ne kadar fazla olduğunu göstermekte, dünya savaşından sonraki durumun ne kadar feci olduğunu ifade etmektedir."
1945 Ağustos'unda Hiroşima'yla Nagazaki'ye atılan bomba sadece 235 birim uranyumla 239 birimlik plütonyum ve 335 bin birimlik TNT patlayıcısına sahip bir bombaydı. Normal bir atom bombası, Hiroşima'ya atılan bu bombadan 5 bin kat daha etkili ve yıkıcıdır. Keza bir hidrojen bombasının tahrip gücü, atom bombasının gücünden 5 milyon kat fazladır... New York, Paris, Londra ve Moskova'yı yerle bir etmek için bir tek atom bombası yeterlidir. Dahası, bu bombaları kullanmak için, düşmanın hava savunmasını yarabilecek kahraman pilotlara da gerek kalmamıştır artık. Binlerce mil menzilli kıtalararası nükleer başlıklı füzelerle, istenilen noktaya atom bombası atmak mümkündür artık...
Atom denemelerinin etkisi, 7 bin millik bir mesafeye kadar uzanmaktadır...
Nobel ödülü alan Amerikalı ünlü kimyager Dr. Linous Poling'in araştırmalarına göre mega bombaların tahrip gücü o kadar yüksektir ki, on bin megatonluk bir bombayla, bir saat zarfında, kalabalık nüfuslu ülkelerde 175 milyon kişiyi yok etmek kabildir!
Yayınlanan resmî istatistiklere göre Amerika'da 240 bin, Sovyetler'de 80 bin ve İngiltere'de yaklaşık 15 bin megaton bomba bulunmaktadır.
Amerika genelkurmayından "Neumann" geleceğin savaşları hakkında şöyle yazıyor:
"Geleceğin savaşlarında sadece askerler ölmeyecektir artık; üçüncü bir dünya savaşı vuku bulacak olursa yeryüzünde hiçbir millet sağ kalmayacak; kadınlarla çocuklar da yok olacaktır. Zira fizik biliminin dâhileri, savaşın iplerini artık askerlerden alıp bilinçsiz savaş gereçleri, fizik ve kimya terkiplerine aktarmışlardır. Bilinç ve duygudan yoksun bu korkunç silâhlar asker-sivil, kadın-çocuk ayrımı yapmamakta, bütün canlıları yok etmektedir.
Artık ordular savaş meydanlarında göğüs göğse çarpışmamakta veya kaleler kuşatılmamaktadır; çağdaş savaşların meydanı bütün şehirler, kasabalar ve köylerdir; zira yeni savaş teorisine göre asıl güç ordu değil, kalkınmış şehirlerdir, yüksek üretimli fabrikalar, trafolar ve ticaret merkezleridir. Bu nedenledir ki bir savaş durumunda artık öncelikle bu tür merkezler bombalanacaktır; hem de tahrip gücü yüksek zehirli gazlar, kimyasal ve mikroplu biyolojik bombalarla..."
Bütün dünyayı kan ve ateşe boğan felâket kaynağı bu iki dünya savaşı, onca tahribat ve hasara rağmen batı insanının ahlâk ve gidişatını zerrece değiştirmedi, para, zevk ve içki batağında debelenen batılı hiç değişmedi; bu iki büyük ve acı felâketten ders almadı... Artık her gün dünyanın bir köşesinde bir savaş patlak vermekte, giderek çeşitli bölgelere yayılan bu savaşların bütün dünyayı içine çekeceği bir anafora doğru hızla yaklaşılmaktadır.
Çağdaş medenî toplumlar; insanlığın kalkınma, saadet ve refahı için kullanılması gereken maddî ve fikrî sermayeleri yeni kitle imha silâhları üretme yolunda harcamakta ve aslında kendi sonlarını hazırlamaktadırlar. Her gün devlet bütçelerinin önemli bir kısmının harcandığı onca tehlikeli silâhların sırf eğlence olsun diye üretilmediği bilinmektedir...
İngiliz düşünür Bertrand Russel şöyle diyor:
"Aya uzay araçları gönderip çeşitli yörüngelere sun'î uydular yerleştirme yarışına giren süper güçlerin bu yarışı bütün dünyanın hayatına mal olacaktır. Geçmişte vuku bulan savaşlar ve talanların kimi toplumların hayatının devamı için gerekli olduğu söylense de, bugünün savaş ve talanları bütün toplumların kalkınma ve ilerlemesi yolunda birer engel rolü oynamaktadırlar. Bu gidişat çok geçmeden bütün insanlığın izmihlâl ve helakiyle sonuçlanacaktır. Bugün dünyada yaygın olan ekonomik üretim yarışı bile, toplumların sonunu hazırlayan faktörlerden biri durumuna gelmiştir."
"Ekonomik Araştırmalar" dergisinde yayınlanan bir rapora göre 20. yy'ın ilk yarısında silahlanma ve savaşa harcanan meblağların toplamı 4 trilyon doları aşmaktadır ki, bu parayla 50 yıl bütün dünyayı bedava doyurmak ve dünya nüfusunun üçte ikisini ev sahibi yapmak mümkündür!
Silâh ve ölüme bunca para harcanırken yeryüzü nüfusunun üçte ikisi hâlâ açlık çekmekte, karnını bile doyuramamakta, okuma yazma bilmemektedir... Bu şartlar altında her yıl 120 milyar doları aşkın bir meblağın askerî harcamalara gidiyor olması çok düşündürücüdür. Başka bir deyişle her gün 350 milyon dolarlık bir emek ve zahmet, tahribat ve öldürme amaçlarına ayrılmaktadır. Ekonomi uzmanları bu meblağın, gelişmekte olan ülkelerin millî gelirlerinin toplamının üçte birine denk olduğunu belirtmektedirler.
Aynı rakam, bütün dünyanın tam bir yıllık ihracatına denk düşmektedir. Yine dünyanın bir yıllık sermaye birikiminin yarısına denk bir rakamdır bu...
Dünya İşçiler Federasyonu'nun yayınladığı bir istatistiğe göre dünyadaki bilim adamlarının %70'i, savaş sanayisine hizmet vermektedir.
Çağdaş medeniyetin ürettiği silâhlar o kadar tehlikelidir ki, üçüncü bir cihan harbinin vukuu hâlinde bu savaşın ne galibi, ne de mağlubu kalmayacak, bütün insanlığın defteri tek kalemde dürülmüş olacaktır.
Ünlü Rus bilim adamı, "Peter Yoim A. Sorokin" şöyle diyor:
"Çağımızın temel sorunu kapitalizmin mi yoksa komünizmin mi daha iyi olduğu veya nasyonalizm mi olsun, yoksa enternasyonalizm mi sorusuna verilecek cevap değildir; bilâkis, çağımızın en önemli meselesi bugünkü maddeci kültürün yerini bir başka kültürün almaya başlamasıdır. Defalarca belirttiğim gibi bu kaçınılmaz bir değişim çağıdır."
"Birinci ve İkinci Dünya Savaşları'nda tarafların, düşman ilân ettiği diğer tarafı yenmesi hâlinde dünyanın barış ve huzura kavuşacağını iddia ettiğine defalarca şahit olduk. Birinci Dünya Savaşı'nda pek çokları, Almanya İmparatoru Kayser Albert Victor Wilhelm'in ölmesi veya İngiltere'nin yenilmesi hâlinde savaşın son bulacağına inanmadaydı. İkinci Dünya Savaşı'nda da öyle oldu; eğer Hitler olmasa veya ortadan kalksa, ya da Chirchill bir kalp krizinden gitse veya Musolini dünyaya hiç gelmemiş, ya da Japon güneşinin oğlu olan Hirohito imparatorluktan devrilse ve Sovyetler'de Stalin'in yerine Troçki yönetimde olsaydı kesinlikle savaş çıkmazdı, denildi..."
"Hâlbuki bugün onların hiçbiri artık hayatta olmadığı hâlde hâlâ savaş bitmiş değil ve insanlık, düne nazaran bugün çok daha tedirgin ve geleceğin ne olacağı çok daha belirsiz... Zira 20. yy'ın buhranlarının nedenleri aslında Kayser Wilhelm, Hitler, Mussolini, Stalin veya Chirchill değildi; tam tersine, onlar söz konusu buhran ve krizlerin ortaya çıkarıp doğurduğu ve bu krizlerin oyuncağı hâline gelen vesilelerdi sadece. Nitekim onlar olmasaydı mutlaka başka Hit-ler'ler, başka Stalin'ler, Mussolini'ler, Ruzvelt'ler ve başka Chirchill'ler çıkacak ve belki de onlar çok daha sert olacaklardı."
"Bütün bu isimler, kanı iyice kirlenmiş iltihaplı bir bünyede baş gösteren çıbanlar gibidirler; çıbanı sıkar yok edersiniz ama yerine hemen başka bir çıban çıkar. Çıbanı engellemenin tek yolu o hastayı tedavi etmek, iltihabı kurutmak ve damarlardaki kanın temizlenmesini sağlamaktır." [2]
Bir taraftan hayvanlara haksızlık yapılmasın diye "Hayvanları Koruma Derneği" kuran ve bir hastayı kurtarabilmek için canlı organ nakli yapan, diğer taraftan da savunmasız sivil halkın tepesine tonlarca bomba döküp suçsuz, günahsız kitleleri acımasızca imha eden bir dünyada yaşıyoruz bugün...
Bir yandan "Birleşmiş Milletler Teşkilatı" ve "Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu" gibi cafcaflı adlara sahip kurum ve kuruluşlar oluşturup diğer yandan milyonlarca çocuğun açlıktan kırılmasını veya iğrenç politikaların çıkardığı çıkar çatışmalarında yüz binlerce suçsuz insanın canını yitirmesine seyirci kalan medenî (!) bir dünyada ve medenî (!) bir çağda yaşıyoruz.
Dahası, insan haklarını savunma adı altında şurada burada oluşturulan ve savaşa karşı olduğunu iddia edip barış havarisi kesilen bu kuruluşlar bizzat savaşları çıkaran odakların ta kendisi değiller mi? Her türlü anlaşmazlığın sadece diplomasi ve müzakere yoluyla çözülmesi gerektiği tekerlemesini diline dolayıp dünya barışından dem vuran bu malum kuruluş ve zevat, o cazip isimler ve cafcaflı sözlerin arkasına gizlenerek zayıf buldukları herkesi kendi boyunduruklarına almak için olmadık hile ve komplolara başvuran ve baskı, ambargo, savaş vb. çarkları harekete geçirenlerin ta kendisi değiller midir?...
Bugün Hıristiyanlık dünyasının ileri gelenleri, çağın insanının kulağına hoş gelen her şeyi propaganda aracı olarak kullanmakta ve din adına din sömürüsü yapmaktadır. Kilise erbabının sloganı "savaş değil, barış"tır, ama kilisenin bunda samimî olmadığı herkesçe bilinmektedir artık; çünkü "barış" kelimesini diline dolamakla barış gerçekleşmemektedir. Barışın gerçekleşmesi için, savaş ve kan dökülmesine neden olan faktörlerin ortadan kaldırılması gerekir... Oysa bugün Avrupa'da yaşayan orta yaşın üzerindeki kesim, Vatikan'ın nazizm ve faşizmle yaptığı iğrenç işbirliğini unutmuş değildir henüz. [3]
[1]- 20. yy. Dünyası
[2]- İki Kâbe'nin İlâhı, s. 150- 151
[3]- Bosna, Hersek, Kosova, Sancak ve Filistin'de Müslümanlara açıkça bir soykırım uygulanırken de kilise ve yardakçılarının tavrı yine aynı olmuştur. -çeviren-
Dostları ilə paylaş: |