İslam’in etrafindaki ŞÜpheler



Yüklə 0,89 Mb.
səhifə20/31
tarix27.12.2018
ölçüsü0,89 Mb.
#87561
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   31

İslâmda Suç Ve Ceza

İslâm, suç ve ceza meselesini şu yönden ele alır.-İslâm, cezaları ölçüsüz olarak takrir etmediği gibi öl­çüsüz olarak da infaz etmez. Bu meselede İslâmın ken­dine has bir görüşü vardır ki, onunla İslâm, bütün dünya nizamları arasında farklı bir durum alır. O öy­le bir nizamdır ki, bazı hallerde ferdiyyetçi devletle­rin görüşüne uygun, bazan da toplumcu devletlerin görüşüne... lâkin o adalet terazisini tam ortasından tutar. Aynı zamanda şartları, sebebleri ihata eder ve cünne, onu işleyen ferdin ve içinde cürüm işlenen top­lumun gözüyle bakar. Bundan sonra İslâm, akl-ı se­lim mantığı ile mutabakat halinde olan âdil bir ce­zayı tesbit eder. Hiç bir vakit ne sapık görüşlere, ne fertlerin ne de milletlerin şehevî arzularına yönelir.

İslâm, bir takım yerleşmiş ve mütekâmil cezalar tesbit ve tâyin eder ki, bazı hallerde, meselenin de­rinliğine inmeyen, doğru düşünceden mahrum, mese­leyi sathî bir tarzda ele alan bir kimseye kaba ve kas­vetli görünür. Lâkin islâm o cezaları, suçu işleyen fer­din, bir zaruret ve mecburiyyet karşısında kalmadan suçu irtikâp ettiğine tam olarak kanaat getirdikten sonra ancak tatbik eder.

îslâm, el kesmeği emreder. Fakat hırsızlığın açlık­tan neşet etmiş olduğunu bilir veya meselede böyle bir şüphe olursa o zaman aktiyyen el kesmez. İslâm, zina eden erkek ve kadını recmetmeği emreder. Lâ­kin her ikisi de iffetli ve evli olmadıkça ve suç sayı­lan fiili işlediklerini tam bir müşahade ile gördükle­rine dört şahit tarafından şehadet edilmedikçe onla­rı recmetmez. Yâni zâniler her ikisi de evli oldukları halde suçu, şahitlerin göreceği bir tarzda ahlâksızlık derecesine vardıkları zaman ancak recin ile emreder. îşîâmm takrir ettiği bütün cezalarda durum böy­ledir.

Biz bunu Hz. Ömer'in tatbik ettiği sarih bir pren­sipten alıyoruz. Malûm olduğu veçhile Ömer, îslâm muctehitlerinin en bariz şahsiyyetlerindendir. O, bun­dan başka şeriatı tatbik ve onun hükümlerini infaz hususunda oldukçasert bir halife idi. Tatbikatta onu, tahakküm zihniyetiyle itham etmek mümkün olmaz.

Hz. Ömer, açlık senesinde hırsızlık yapanların aç­lık sebebiyle mecbur kalarak yapmış olacakları şüphesi mevcut olduğu gerekçesiyle hırsızlığın haddi ka-: minisi olan el kesmeği tatbik etmedi.

Aşağıda zikredeceğimiz hâdise, işaret etmekte ol­duğumuz prensibi tesbit ve takrir hususunda ve ger­çeklere delâleti bakımından daha beliğ ve daha sarih­tir:

«Rivayet olunur ki, İbni Hatip ibni Ebî Beltea'nın çalıştırdığı çacuklar, Müzeyne Kabilesinden bir ada­mın devesini çalmışlardı. Çocuklar Hz. Ömer'e geti­rildi, suçlarını itiraf ettiler. Hz. Ömer, Kesir ibni Savt'a çocukların ellerini kesmesini emretti. Kesir, vazifelen­dirildikten sonra bunu reddetti ve sonra onlara dedi ki; Sizin onları yani hırsızlık yapanları çalıştırdığını­zı, fakat, onları, Allah'ın haram kıldığı şeylerden birW sini yese helâl olacak derecede aç bıraktığınızı bilme-miş olsaydım, mutlaka onların ellerini keserdim. Son­ra sözü îbni Hatıb'a çevirdi ve dedi ki.- Allah'a yemin: ederim ki, onu (el kesmeği) tatbik etmediğim takdir­de sana ödemesi acı verecek bir para cezası veririm!.. Sonra dedi ki: Ey müzeni, deven senden kaça satın alınmak istendi.. O da dört yüze, dedi. Orada bulunan Hz, Ömer, İbni Hatıb'a «git, deve sahibine 800 ver dedi.

Şu halde burada tevile ihtimali olmayan sarih bir prensip vardır. Rasûlüllah'ın «Şüpheli olan durumlar­da hadleri tatbikten çekininiz.123 hadîsi şerifleriyle amel ederek, meseleyi ele aldığımızda görürüz ki,

suç işlemeğe sevk eden şartların ortaya çıkması, eğer zaruret veya elde olmayan bir sebeb ile suç işlemişse hadleri tatbik etmeği meneder.

İslâmm takrir etmiş olduğu bütün cezalan tatbik etme şekil ve siyasetini gözden geçirdiğimiz zaman gö­rürüz ki, ilk olarak İslâm, suç işlemeğe götüren sebeblerden cemiyeti koruma, çarelerine baş vurur. Ondan sonra - önce değil ferdin işlediği suçu makûl ve zarurî bir sebep zorlamadığı halde işlediğine ve ceza­nın da adaletle verildiğine mutmain olarak değişmez cezasını takrir eyler.

Sebeblerden her hangi bir sebebe müstenid ola­rak cemiyet, suçun gerekçelerini çürütmekten âciz ol­duğu veya herhangi bir şekilde suçun işleniş tarzında şüphe anz olduğu zaman, hafifletici sebeblerin bulun­ması doîayısiyle haddin tatbiki sukut eder. Böylece kanun, suçluyu serbest bırakmak, ıstırar derecesine veya suçtan sorumluluk derecesine göre döğmek ve hapis gibi tazir cezalarını uygulamak yoluna gider.

Meselâ: İslâm, âdil bir tevzi ile serveti taksim et­meğe çalışır. Ömer ibni Abdulaziz devrinde bu durum, cemiyetten fakirliği kaldırma derecesine kadar ulaş­mıştır.

İslâm; dinine, cinsine, diline rengine ve sosyal ya­şama düzeni içindeki mevkiine" bakmıyârak devlet dü­zeni içinde yaşayan her ferdin, her türlü emniyet ve kefaletinden devleti sorumlu sayar.

Devlet, fertlerinin hepsine normal iş sahası ihdas etmek suretiyle fertlerinin çalışma ve yaşamalarını kefalet ve teminat altına alır. Eğer, herkese yetecek

kadar iş sahalan temin edilemezse veya iş sahaları mevcut olmasına rağmen fertlerden bir kısmı çalış­maktan âciz durumda ise, o zaman devlet, onların ya­şama masrafını Beytü'l-Malden temin eder. İşte İslâm, bu düzeni ile toplumda hırsızlığa, sürükleyici makûl veya gayri makûl âmilleri yok eder. Fakat bunlara rağmen cezayı uygulamadan önce suç işleyenin, işle­diği suçu ıztırari (elde olmayan) sebeblerin tesiri al­tında kalarak işlemediğini tam olarak tesbit etmek gayesiyle her suçta tahkikat yapar.

İslâm, cinsî faktörün kuvvetini ve insan üzerin--deki şiddetli baskı ve ısrannı kabul ve itiraf eder. Fa­kat İslâm, bu ihtiyacı meşru yoldan gidermeğe çalı­şır. O meşru yol ise, evlenme yoludur. Böylece İslâm, insanları erken evlenmeğe çağırır. Bir takım özel du­rumlar; evlenmeğe engel olduğu zaman bu engellerin bertaraf edilerek evlenmenin tamamlanması için, ev­lenmek isteyenlere Beytü'l-Mal'den yardım eder. İs­lâm şehveti gıdıklayan kandırıcı vesilelerin hepsin­den cemiyeti temizlemek, fazla gelen hayat enerjisini tüketmek ve onu hayır yollarına yöneltmek için en yüce gayeleri vazetmeğe ve boş zamanları Allah'a ibadetle değerlendirmeğe dikkat eder ve buna önem verir. Bu saydıklarımızın hepsiyle suç işlemeğe sevke-den veya suç işlemeği doğru bir hareket gibi göste­ren sebeb ve âmilleri meneder. Bununla beraber İslâ­miyet, işlenen suçu, dört şahidin alenen göreceği hay­vanı mertebeye vardırmakta ısrar ederek toplumun geleneklerini yıkmak, işlediği suçla iftihar etmek du­rumuna düşünceye kadar cezayı uygulamakta acele etmez.

Zihinlere ilk gelen şey, «bugün mevcut iktisadî, içtimai ve ahlâkî durumların, gençlerle evlenme arasmdaki mesafeyi açtığı, kötülüklere yaklaştırdığı» dü­şüncesidir. Bu maalesef doğrudur. İslama gelince onun, ya tamamı alınmalı veya tamamı terk edilme­lidir. İslâm hâkim olduğu zaman, hiç bir vakit, genç­liği seviyesizliğe hızla iten bu çılgın tahrikler elbette-ki mevcut olmayacaktır. Elbette açık saçık filmler, müstehcen gazeteler ve hayâsız mecmualar, müptezel şarkılar ve sokakta dalga dalga kaynaşan fitneler mev­cut olmayacaktır. Elbette ki, insanları evlenmekten meneden fakirlik de mevcut olmayacaktır. İşte ancak o zaman İslâm insanlardan, yapmağa muktedir olduk­ları fazileti ister, sadece özürsüz işlenen suçlarda ce­zaların uygulanmasına rıza gösterir.

Geri kalan cezalarda da Islâmın durumu böyle­dir. O, ilk önce toplumu suç işleme sebep ve âmille­rinden kurtarmağa çalışır. Bundan sonra ihtiyatta fazlalık olarak şüpheli hallerde de hadleri tatbikten vazgeçer.

Sorarım, yeryüzünde hangi nizam, bu yüksek ada­lete ulaşmıştır?..

Muhakkak ki, İslama karşı kötüleyici hücumların­dan müslümanların korktuğu frenkler (batılılar), bu cezaların tatbikini çirkin addederler ve bunda, insa­nın şahsiyetini heder etme ve insanî durumunu hiçe sayma vardır, derler. Çünkü onlar, İslâmın suç ve ce­za görünüşü okumamışlar, bu yüzden gerçeği farke-dememişlerdir. Yine onlar, büyük bir hata eseri' olarak kendi medenî cezalan gibi her gün tatbik olu­nacağını zannederek, İslâm toplumunda korkunç bir mezbaha hayal ediyorlar : Şu değneklenir, bunun eli. kesilir, o recm olunur, şeklinde... Halbuki vakıa böy­le değildir. Bu cezalar, kasvet ve şiddetinden dolayı

neredeyse tatbik olunmazlar. Zira bu cezaların, baş­langıçtan itibaren suçların vukuunu meneden bir ta­kım cezalar olduğunu anlamamız gerekir ki, hırsız­lık haddi olan el kesmenin, 400 senede ancak altı de­fa tatbik edildiğini bilmek kâfi gelir. îslâmın cezayı uygulamazdan önce suçu işleten sebeb ve sâiklerden cemiyeti korumak hususundaki takip ettiği yolu bil­memiz, bizi hadlerin uygulandığı nadir hallerdeki ada­let hakkında tam bir gönül îerahlığına garkeder.

Suç işlemeğe sevkeden sebeblerin ortadan kalk­masına rağmen, onların hepsinin suçlu veya suç üze­rinde musir olmaları müstesna, îslâm nizamının tat­bikinde kendilerini korkutan her hangi bir şey oldu­ğunu batılılar elbette söyleyemezler.

Muhtemelen bazı insanların hatırlarına gelebiliı ki, hal böyle olunca bu cezalar, tatbik sahası pek bu­lunmayan bir takım formaliteden ibaret şeylerdir. Bu çeşit mütalâa elbetteki doğru değildir. Zira bu ceza­lar, makûl bir sâikin suç işlemeğe zorlamadığı haller­de bazı fertleri korkutmak için mevcuttur. Fakat, bu­nunla beraber onlar suça bir temayül ve suçu işleme­ğe karşı bir yönelme hissi taşırlar. Fakat suçu işleye­mezler. Suça sevkedici duygunun sebebi ne olursa ol­sun bu fertler cezadan korktukları için suçu işleme­den önce bir defa kendi akıllarına müracaat edecek­lerdir.

Bazan onlara kebt (ihtiraslarını baskı altında tut­ma yani şuuraltı haleti) isabet eder. Lâkin ceza yo­lunda çahşma devam ettiği ve ilgisiyle herkesi gözet­tiği müddetçe, canlarına, ırz, namus ve mallarına te­cavüz elinin uzanmaması ve bundan emin olması ce­miyetin en tabii haklarındandır. Sonra îslâm, açık bi saik olmadan suç işlemeğe mütemayil olanlan tedavi etmekten geri durmaş. Onların duçar oldukları sa­pıklığa kurban gitmelerine de göz yummaz.

İşte bunlar, aydın gençlerin ürktükleri, kendileri­ni frenklerin kabalık ve düşüklükle ayıplamamaları ıçm bir kısım kanun adamlarının nefretle kaçtığı İs­lâm cezalandır.

Bu yüksek İslâm .kanununun hikmetini şu veya bu, herkesin hakkiyle anlayıp takdir edemiyeceği de bilinmelidir. 124


Yüklə 0,89 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   31




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin