Acaba Kadın Sadece Bu Yollarla Mı Yükselir Ve Şahsiyetine Kavuşur?
Kim diyebilir ki, kadının kişiliğini olgunlaştırması, bilgi ve tecrübesini çoğaltması için biricik yol, gönül pazarlarına çıkması ve kendini oradaki gençlerden birine peşkeş .çekmesidir. Kendini teslim ettikten sonra o gencin âdi ruhlu, evlenmek arzusu olmayan, sadece cinsî ihtiyacını tatmin etmek isteyen, kadının kişiliğine hürmet etmeyen birisi olduğunun meydana çıkması üzerine o genç kadın, çıplaklaşmış medeni garbm genç kızlarının yaptığı gibi bir başka £ence dönmeyi düşünmesini kim ve nasıl isteyebilir?
Bunu, hiç kimse isteyemez. Ancak olsa olsa bunu, kötü maksatlarına set çeken âdet ve - geleneklerden kurtularak en kısa yoldan düşük arzularına nail olmayı düşünen ve böylece cemiyette fahişeliğin yayılmasını sevip arzu edenler isteyebilir.
Öğretimin vazifesi nedir?.. En azından hayatla ilgili işler hakkında nazarî bilgi vermek değil midir?..
Evlenmek?.. O ruhları olgunlaştıran, akılları geliştiren temiz amelî bir tecrübe değil midir?..
Mısır'da gayri müslim bir yazar, bazan imâ ederek, bazan da açıkça îslâmı kötülemek ve onunla alay etmek için haftalık bir gazetede her hafta kadınlara hıtab ederek şöyle diyordu: «Çürümüş (!) geleneklerinizi bozdunuz. Büyük bir cür'etle erkeklere karıştınız. Çalışmak için fabrika ve ticarethanelere daldınız. Siz bunu bir zarureti gidermek için yapmadınız. Ancak sizi, yalnız analığa ve beşeri üremeği korumağa mecbur eden geleneklerinize karşı harb ilân ederek onları parçalamak için bunu yaptınız!.»
Bu yazar diyor ki: «Kadın sokakta yere bakarak yürür, çünkü o kendi varlığından emin değildir ve onu erkekten ve toplumdan gelen bir korku çemberi içine alır! Lâkin tecrübeler (i) onu geliştirince her şeye meydan okuyarak başını kaldırır ve erkeklere sabit gözlerle bakar...»
Tarih der ki: Sadr-ı İslâmda umumî siyasete karışan, ordulara kumanda eden ve harplere giren Hz. Âişe, erkeklerle perde arkasından konuşurdu. Gözü bakmaktan alıkoymak, sadece kadınlara mahsus bir ahlâk değildi. Şüpheden âri olarak tarih rivayet eder ki, Resûlüllah (S.A.) bakire kızlardan daha fazla haya sahibi idi. Acaba o varlığından emin olmadığı ve bütün beşeriyyete ait olan peygamberliğinin hakikatim bilmediği için mi öyle haya 118sahibi idi?.. Acaba bu hayâsız yazarlar, bu gibi hayâsızlıklarından ne zaman vazgeçecekler?!..
Kadının kötü bir durumda olduğunda şüphe yoktur. Lâkin onun durumunu düzeltmenin yolu kendine göre özel şartları ve özel ayrılıkları bulunan garplı kadının yolu değildir.
Şüphesiz bizim eşit olarak kadın ve erkeğin hayatındaki hataları düzeltme yolumuz, ancak ve ancak İslâm nizamına dönmektir. Bizim yolumuz, erkek, kadın, genç, ihtiyar hep birlikte insanları, İslâm hükmüne ve İslâm kanununa çağırmamız, bu dâvaya hak-kiyle İman etmemiz ve ona gücümüzü, temayüllerimizi ve düşüncelerimizi adamamızdır. İşte o zaman, yani inandıklarımızı tatbik etmek için inanıp ve ona göre çalıştığımız zaman İslâm hükümran olur; zuîüm-süz ve işkencesiz her şey doğruca yerli yerine yerleşir.119
İslâm Ve Cezalar
Deniliyor ki:
Çölde tatbik edilmiş olan düzensiz cezalar sistemini bugün tatbik etmek, çeyrek dinar çalanın elini kesmek; suçlunun, cemiyetin kur bani arından bir kurban sayıldığı 20. asırda onu tedavi etmek lâzım geldiği kanaati hâkim iken, ceza elini ona uzatmak caiz olur mu ?
Biz de buna cevaben deriz ki, meselâ, 20. asır me-deniyyeti Kuzey Afrika'da suçsuz oldukları halde kırk bin insanı öldürmenizi hoş görür. Buna mukabil, günahkâr ve mücrim olduğu halde bir tek ferdi cezalandırmanıza müsaade etmez, öyle mi?.
Yazıklar olsun isimlere ve kelime oyunlarına al-danan insanlara!.. Ki onları sahte, medeniyet ne kadar aldatıyor ve hakikatlerden uzaklaştırıyor?!..
Bırakalım 20. asır medeniyetini! Yürüsün kör dö-ğüşü cürümlerinde! Biz şimdi, İslâmın suç ve ceza görüşünü ele alıp inceleyelim : 120
Ekseriya suç, fertten cemiyete yöneltilmiş bir düşmanlık ve tecavüzdür. 121Onun için suç ve ceza anlayışı, milletlerin fert ile toplum arasındaki alâkaya bakışıyla sıkı irtibat halindedir.
Ferdiyetçi milletler, kapitalist garp devletleri gibi- ferdi aşırı derecede takdis eder ve onu, bütün sosyal hayatın mihveri telâkki eder. Meselâ ferdin . hürriyetine kayıtlar koymak hususundaki toplumun hakkını kötülemekte aşın dereceye varmış olması gibi. Bu ferdiyyetçi nazariye, suç ve cezaya kadar uzanır ve bu düzeni benimseyen devletler, suçluya fazlaca merhamet gösterir. Suçluyu, fasit mevzuatın veya ruhî ukdelerin veya yenmeğe kaadir olamadığı sinir buhranlarının bir kurbanı itibar etmesi sebebiyle onu korumağa, böylece imkân, nisbetinde ferde verilecek cezayı hafifletmeğe çalışır. Bilhassa ahlâkî suç-; larda cezanın hafifletilmesine gayret eder. Hattâ o derece ki, o hafifletmelerle neredeyse verilen ceza, ceza olmaktan çıkar. îşte burada, suçu hoş göstermek için Tahlilci Psikoloji, işe müdahale eder.
Toplumun suçluya, ahlâk, din ve geleneklerin; kösteklenmesinden meydana gelen cinsî düğümlerin kurbanı olarak bakması hususundaki tarihi inkılâbın kahramanı Freud idi. Çünkü, «Hayatın merkezi, ancak cinsî enerjidir.» diye itiraf etsin veya etmesin Tahlili Psikoloji Ekollerinin pek çoğu, ona tâbi oldu. iş-' te onların hepsinin nazarında suçlu, menfî bir mahlûktur. Çocuk olarak içinde yetiştiği özel şartlar ve genel çevre ve muhitin tesirinden kurtulup kendi hareketine mâlik olamaz. Onlar, bizim ruhi cebrilik» dediğimiz şeye inanıyorlar. Yani cebri bir yol ile tasarruf ettiği ruhî takatmda insan için ne bir irade ve ne de bir tasarruf vardır.
Toplumcu milletlere göre, bunun tam aksine olarak toplum, hiç bir ferdin karşı durması ve isyan etmesi doğru olmayan mukaddes bir varlıktır, İşte bu sebebten dolayı, toplumcu görüş devlete isyan 'eden bir ferdin cezalandırılmasında, öldürme ve işkence derecesine varacak kadar şiddet kullanır.
Tahlilci ilim adamlarından Freud ve başkasının inandığı gibi özel olarak komünizm, bütün suçların aslının psikolojik sebeblerden değil, iktisadî sebeplerden meydana geldiğine inanır. Buna göre, iktisadi sistemi bozuk toplumda faziletlerin meydana gelip gelişmesi mümkün olmaz. Bu yüzden mücrimi cezalandırmak caiz olmaz. Amma Rusya'da, iktisadın mutlak adaletle (!) yürür olduğu yerde anlıyamıyorum niçin cürümler işlenir, orada neden mahkemeler ve hapishaneler kurulur. Keza anlamıyorum. Neden Yahudi doktorlar, Sovyet şeflerini öldürmekle itham edilir?!.. Sonra Malenkof, onları serbest bırakır, buna mukabil itham edenleri cezalandırır!..
Şüphe yoktur ki, her iki görüş bazı hakikatleri içine aldığı gibi bazı mugalataları da içine alır. Evet ferdî ihata eden şartlar, onun yapısında mühim tesir sahibidir. Şuur altındaki ukdeler onu bazan cürüm işlemeğe sevkeder. Fakat bununla beraber insan, şartların karşısında sırf menfî bir mahlûk değildir. Muhakkak tahlilci psikologların hatası şudur ki, onlar işleri icabı insandaki muharrik güce dinamoya bakıyorlar. Beşerin ruhî yapısından olmasına, dış tesirlerin altında kalmasına ve asıldan ayrılmaz bir parça olmasına rağmen zapt edici takate frenlere bakmıyorlar. Şüphesiz çocuğun ifrazatını ayarlayan bir kimse ona öğretmemiş olsa dahi muayyen bir yaştan sonra yatağına bevl ettirmeyen güç ve takat var ya, işte çocuğun infiallerini ve tasaruflarını zaptu rabt altına alan bizzat o veya onun benzeri bir takattir. Böylece çocuk daima azgın şehvetin veya gelip geçici temayüllerin arkasından sürüklenmez. Başka bir yönden şüphe yoktur ki, iktisadi şartlar, fertlerin duyguları ve hareketlerinin yapısında mühim bir tesire sahibdir. Ruhun yapısından bozduğu ve kinlerden orada depo edip geliştirdiği faktörler sebebiyle açlık, ahlâkî düşüklüğe sevk ettiği gibi suç işlemeğe de sevkeder. Fakat «iktisadî âmil, beşerin hareketlerinde müessir olan biricik âmildir.» sözü mübalâğalı bir sözdür... Hayatın gerçekleri onu yalanlar, ayrıca solcuların, fakirlik ve açlığı öldürdüğünü iddia ettikleri Sovyet Rusya Cumhuriyetlerinde işlenmekte olan cürümler de onu tekzip eder.
Geriye soracağımız şunlar kaldı: Öyle ise cezalar vermemiz veya vermememiz hususunda, mücrimin cürmündeki sorumluluğunun derecesi nedir? 122
Dostları ilə paylaş: |