Fakirlik Mi?!
Ömer ibn Abdulâziz devrinde cemiyeti, içinde zekât isteyen veya zekâtı kabul eden hiç bir fakirin bulunmadığı bir seviyeye ulaştıran o İslâm değil midir?. İşte, o İslâm, bu yerin üzerinde tatbik edilen ve bugün de tatbik edilmesini ister olduğumuz İslâm.
O, «Servetin sadece zenginler arasında el değiştiren bir şey olmaması için...» buyuran, halk sınıfları arasında âdil bir dağıtım yoluyla servetleri tevzi eden ve böylece insanların seviyelerini birbirlerine yaklaştiran nizamdır. Çünkü o, lüksü sevmez, onu yasaklar Fakirliği sevmez; onun izalesi (ortadan kaldırilmasi) için çalışır.
Şarklı kadının meselesinde birinci âmil fakirliktir. O ortadan kalktığı zaman en büyük düğüm çözülür, Kadın kendi haysiyet ve şahsiyetini bulur Ka zanmak maksadıyla kadının çalışması, zarurî olan şeylerden değildir, her ne kadar bu onun normal hakkı ise de... Lâkin milletin hepsi için servet seviyesini yükseltmek, kadının -ki, o kendi şahsı müstesna hiçbir kimseyi doyurmakla vazifeli değildir-mirastan olan nasibini erkeğin nzasiyle teminat altına aiır ve fakirlikle karşı karşıya kalmak korkusundan dolayı bırakmak mecburiyetinde kaldığı haklarına sarılmak hususunda kadını teşvik eder.
Acaba erkeği hakir duruma düşürüp şuur altı aşağılık duygularını aşılayan ve sonunda onu evde boşalttıran siyasî zulüm ve baskı mıdır?.. İslâm zulme isyan etmek ve zalimlere karşı mukavemete çağırmaktan başka bir şey midir?.. İdare edenler ve edilenler olarak beşeri terbiye hususunda şu örnek dereceye varmış olan İslâm değil midir ki, Hz Ömer «Dinleyiniz ve itat ediniz, deyince, müslümanlar topluluğu arasında biri Hz. Ömer'e «Giymekte olduğun şu elbisenin sana nereden geldiğini bize haber verinceye kadar seni dinlemek ve sana itaat etmek biz»m üzerimize lâzım değildir» der. Bu durum karşısında Hz. Ömer, gazaplanmaz, üstelik soranın sorusunu ka bul eder onu tatmin edip inandmncaya kadar meselenin hakikatim açıklar. Nihayet adam : «Emret sim di, dinler ve itaat ederiz.'» der.
Bir zamanların tanıdığı ve ikinci olarak da bugün bizim özlediğimiz İslâm, işte budur. Bu İslâm, tatbik edildiği zaman insanlar, tepeden inme baskıların meydana getirdiği içe dönüklüğü, bu sebeble ters nefes almaya zorlayan zillet ve hakareti elbette görmiyecek-lerdir. İşte o zaman âmirin memura ve idarecinin idare edilenlere muamelesi, her şahsın başka bir şahsa muamelesi, erkeğin eşine ve çocuklarına adalet, sevgi, güzellik ve kardeşçe muamele etmesi hususunda örnek ve rehber yapacağı bir ışık olacaktır.
Acaba bu hallere sebep insanî kıymet ve değerlerin düşük olması mı?..
İslâm insanları düşük seviyeden kaldırmak, insanı insan yapan hakikî kıymet ve değerleri insan için vazetmekten başka bir şey için mi geldi?.. «Allah katında en değerli olanınız, en muttaki olanınızdır.» 112En zengin olanınız, en kuvvetli olanınız, sulta ve hakimiyet bakımından en üstün olanınız değil.... İşte insanî kıymet ve değerler bu seviyeye yükseldiği zaman, orada zayıflığından dolayı kadına kötü muamele etmeğe bir mecal kalmaz. Kaldı ki, îslâmm insanlık ölçüsü, ancak erkeğin kadına karşı güzel muamelesidir. Bu ölçü ise, Resûlüllahın şu hadisi söylemek suretiyle sarahaten koymuş olduğu ölçüdür: «Sizin en hayırlınız, ehline en hayırlı olanınizdır. Ben içinizden ehline en hayırlı olanınızım.» 113Arap dilinde ehil kelimesinden murad ailedir. Böylece Resûlüllahın, ruhların hakikatini idrak melekesi derindi. Hal böyle olunca kefaleti altında bulunan hiç bir insana kötü muamele edemezdi. Herkesin, böyle hareket etmesini, aksine hareket edenlerin insanî ölçülerin altına düşeceklerini, bu yüzden ruhlarını bir ızdırap ve ukdenin kap-hyacağını ifade etti. 114
Acaba İçgüdüler Âlemine İnmek Mî?..
İslâm, insanların, terbiye prensiplerinden uzak olarak içgüdüleriyle yaşamalarını ne zaman mubah kıldı?.. Şüphesiz ki İslâm, apaçık bir ifadeyle onların varlığını ve tesirini kabul eder... Fakat ahlaken düşüşlerinde ona ayak uydurmaz ye içgüdülerin insanlara tahakküm etmesini istemez. Tâ ki, içgüdülerin tesiriyle meydana gelen davranışlar, hayata bakacakları bir pencere olmasın. îslâmın, kadın ve erkekten her birini, diğerinin hacetini gidermeğe mecbur etmesi, insanı içgüdüler seviyesine düşürmek değildir. İslâm bundan ancak insanları kendi zarurî ihtiyaçlarında serbest hale getirmeği kast ve irade eder. Yeter ki, bu zaruretler, onların şuur ve sinirlerini meşgul edip de güçlerini en yüksek istihsal sahalarına teksif etmekten alıkoymasın. Bunun bir işte veya ilimde veya fende veya ibadette veyahut meşru bir yol ile kendini doyurmak mümkün olmadığı zaman kötülüğe tevessül etmekte olması müsavidir. Lâkin İslâm, insanların hiç bir vakit şehvetlerin esiri olmalarına, o şehvetlere dalarak yüksek insanî hayat tarzından uzaklaşmalarma müsaade etmez. İslâm, erkeği bitmek tükenmek bilmeyen bir cihad ile Allah yolunda cihad etmekle; kadını çocuklarını terbiye ve evini tertip ve tanzim cihadiyle vazifeli kılar ki, her ikisinin de zaruretler ve şehvetler hududunda durup kalmayan bir takım hedef ve gayeleri olsun. 115
Yoksa Kötü Terbiye Mı?
Ümit edilir ki, hiç bir kimse İslâmdan bahisle, bunu söylemeğe cüret edemez. Kur'an'm tamamı ve hadîslerin hepsi insanları terbiye etmeğe ve onları, nefis bakımından zapt-u rapt altına almağa, adaleti benimsemeğe, başkalarına hürmet etmeğe ve insanı, kendi canını sevdiği gibi başkalarını da sevmeğe alıştırmak hususunda ilâiıî bir davettir.
Bugünün yazarlarının, kadını geri bırakan, onu örtülere, kabalığa, dar görüşe cehalet ve hurafeye bü-rüyen ancak odur, diye iddia ettikleri gelenekler hakikatte nedir acaba?!..
Hiç bir vakit, ilme mâni, çalışmağa engel olmayan, toplumla beraber yürüyen teamüle karşı koymayan âdetlerin aybı nedir?.. Onlardan ne gibi zararlar, meydana gelmektedir? 116
Bu gelenekler, sadece ahlâkî müptezeîliği, hayâsızlığı, taşkınlığı, fitneyi, ahlâki bağlardan çözülmeyi, kötülükleri yaygın hale getirmeye ve sokaklara dökülmeyi yasaklar. 117
Dostları ilə paylaş: |