İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə71/169
tarix15.01.2018
ölçüsü13,72 Mb.
#38491
1   ...   67   68   69   70   71   72   73   74   ...   169

1664- “Hem İncil’de, esma-i Nebevîden: ¬?«—~«h¬Z²7~«— ¬`[¬N«T²7~ ­`¬&_«. yani: “Seyf ve asâ sahibi.” Evet sahib-üs seyf enbiyalar içinde en büyüğü; ümme­tiyle ci­hada me’mur, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’dır.

Yine İncil’de: “Sahib-üt Tac”dır. Evet “Sahib-üt Tac” ünvanı, Resul-i Ekrem aleyhissalatü Vesselâm’a mahsustur. Tac; imame, yani sarık demektir. Eski za­manda, milletler içinde, milletçe umumiyet itibariyle sarık ve agel sa­ran Kavm-i Arabdır. İncil’de “Sahib-üt Tac” kat’i olarak “Resul-i Ekrem” (Aleyhissalatü Ves­selâm) demektir.



1665- Hem İncil’de n[¬V²5«‡_«A²7~ veyahut ²n[¬V²5«‡_«S²7«~ ki İncil tefsirle­rinde; “Hak ve batılı birbirinden tefrik eden hak-perest” manası verilmiş ki, sonra gelecek insanları hakka sevkedecek zatın ismidir.

İncil’in bir yerinde, İsa Aleyhisselâm demiş: “Ben gideceğim; ta dünya­nın reisi gelsin.” Acaba Hazret-i İsa Aleyhisselâm’dan sonra dünyanın reisi olacak ve hak ve batılı fark ve temyiz edip Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın ye­rinde insanları irşad ede­cek, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’dan başka kim gelmiştir?

Demek Hazret-i İsa Aleyhisselâm, ümmetine daima müjde ediyor ve ha­ber ve­riyor ki: “Birisi gelecek; bana ihtiyaç kalmıyacak. Ben onun bir mukaddemesiyim ve müjdecisiyim.”

Nasılki şu Âyet-i Kerime:

_®5¬±f«M­8 ²v­U²[«7¬~ ¬yÁV7~ ­ÄY­,«‡|¬±9¬~ «u[¬¶<~«h²,¬~|¬X«" _«< «v«<²h«8 ­w²"~ |«K[¬2 «Ä_«5 ²†¬~«—

­f«W²&«~ ­y­W²,~ >¬f²Q«" ²w¬8 |¬#²_«< ¯ÄY­,«h¬" ~®h¬±L«A­8«— ¬}<«‡²Y«B7~ «w¬8 Å>«f«< «w²[«" _«W¬7

(61:6) (**) Evet İncil’de Hazret-i İsa Aleyhisselâm, çok defalar ümmetine müjde ve­riyor. İnsanların en mühim bir reisi geleceğini ve o zatı da, bazı isimler ile yadediyor. O isimler, elbette Süryanî ve İbranîdirler. Ehl-i tahkik görmüşler. O isimler, “Ahmed, Muhammed, Fârık-un Beyn-el Hakk-ı Ve-l Batıl” manasındadır­lar. Demek İsa Aleyhissalâm, çok defa Ahmed Aleyhissalatü Vesselâm’dan beşaret veriyor.

1666- Sual: Eğer desen: “Neden Hazret-i İsa Aleyhisselâm, her Nebiden ziyade müjde veriyor; başkalar yalnız haber veriyorlar, müjde sureti azdır.”

Elcevab: Çünki Ahmed Aleyhissalatü Vesselâm; İsa Aleyhisselâm’ı Ya­hudilerin müdhiş tekzibinden ve müdhiş iftiralarından ve dinini müdhiş ve tahrifattan kur­tarmakla beraber, İsa Aleyhisselâm’ı tanımayan Benî İsrail’in suubetli şeriatına mu­kabil, sühuletli ve cami’ ve âhkamca Şeriat-ı İseviyenin noksanını ikmal edecek bir şeriat-ı âliyeye sahibdir. İşte onun için çok defa, “Âlemin Reisi geliyor!” diye müjde veriyor.” (M.170) (Bak: 2593.p.)



1667- İncil hakkında Kur’andan notlar:

-Hidayet için inzal olan İncil’in Kur’anda tasdiki: (3:3)

-İncil’in nur, hidayet ve Tevrat’ı tasdik edici vasıflarıyla gönderildiği ve zamanında İncil hükümleriyle hükmedilmesi emri: (5:46,47,68)

-İncil’de Peygamberimiz’in (A.S.M.) ismi yazılı olduğu: (7:157)

qqİNKÂR ‡_U9~ : Bilmeme, tanımama. Yaptığını ve söylediğini giz­leme. Reddetme. İnanmama. (Bak:Küfr)

1668- qqİNSAN –_K9~ : (Bu kelimenin aslı bir kısım lügat âlimlerince “ins”den geldiği söylenir. Kamus’ta da Kûfiyyuna göre, unutmak manasında “nis­yan” kelimesinden geldiği zikredilmektedir.

Akıl, iman, vicdan, irade gibi insaniyet vasıflarıyla hayvanlardan farklı, Cenab-ı Hakk’ın en mükerrem yarattığı mahluku olup, Rabbanî ni’metleri unutkanlığı dola­yısıyla “İnsan” (yani unutkan) denilmiş. (Bak: Acz, Âdem, Antropoloji, Kemalat, Müşebbihe)



Birkaç atıf notu:

-İnsan nisyandan alındığı için nisyana mübteladır, bak: 2830.p.

-İnsanın kıymeti Sani’a nisbetle tezahür eder, bak: 2155.p.

-İnsanın manen tedennisi, bak: Mesh

-İnsan ile hayvan arasındaki farklar, bak: 1255,1258.p.lar

1669- Kur’anın (2:21) âyetinde geçen ‰_9 aslında nisyandan alınmış bir ism-i faildir, vasfiyet-i asliyesi mülahazasıyla insanlara bir itaba işarettir. Yani: ey insanlar! Ne için misak-ı ezelîyi unuttunuz... Fakat bir cihetten de insan­lara bir mazeret yo­lunu gösteriyor. Yani: Sizin o misakı terketmeniz amden değil belki sehiv ve nis­yandan ileri gelmiştir.” (İ.İ.97)

“Cenab-ı Hak hayr-ı mahz olarak melaikeyi yaratmıştır, şerr-i mahz ola­rak da şeytanı yaratmıştır, hayır ve şerden mahrum olarak behaim ve hayva­natı halketmiştir. Hikmetin iktizasına göre, hayır ve şerre kadir ve cami’ ola­rak dör­düncü kısmı teşkil eden beşerin yaratılması da lâzımdır ki; beşerin şe­heviye ve gazabiye kuvvetleri kuvve-i akliyesine münkad ve mağlub olursa, beşer mücahedesinden dolayı melaikeye tefevvuk eder. Aksi halde hayva­nattan daha aşağı olur, çünki özrü yoktur.” (İ.İ.205)



1670- “İnsan ahsen-i takvimde yaratıldığı ve ona gayet cami bir istidad verildiği için; esfel-i safilînden ta âlâ-yı illiyyîne, ferşten ta arşa, zerreden ta şemse kadar di­zilmiş olan makamata, meratibe, derecata, derekâta girebilir ve düşebilir bir mey­dan-ı imtihana atılmış, nihayetsiz sukut ve suuda giden iki yol onun önünde açılmış bir mu’cize-i kudret ve netice-i hilkat ve acube-i san’at olarak şu dünyaya gönderil­miştir.” (S.319)

1671- Hem bütün zihayatlar içinde insan intihab edilmiştir. Evet “hilkat-ı âlemde görüyoruz ki; mevcudat-ı âlem bir daire tarzında teşkil edilip, içinde nokta-i merkeziye olarak hayat halkedilmiş. Bütün mevcudat hayata bakar, hayata hizmet eder, hayatın levazımatını yetiştirir. Demek kâinatı halkeden Zat, ondan o hayatı intihab ediyor. Sonra görüyoruz ki: Zihayat âlemlerini bir daire suretinde icadedip, insanı nokta-i merkeziyede bırakıyor. Adeta zi­hayatlardan maksud olan gayeler onda temerküz ediyor; bütün zihayatı onun etrafına toplayıp, ona hizmetkâr ve müsahhar ediyor. Onu onlara hâkim edi­yor. Demek Hâlik-ı zülcelal, zihayatlar içinde insanı intihab ediyor, âlemde onu irade ve ihtiyar ediyor.” (M. 364)

1672- “Hem deme ki: “Ben hiçim; ne ehemmiyetim var ki, bu kâinat bir Ha­kîm-i Mutlak tarafından kasdî olarak bana teshir edilsin; benden bir şükr-ü küllî is­tenilsin?”

Çünki, sen çendan nefsin ve suretin itibariyle hiç hükmündesin. Fakat vazife ve mertebe noktasında, sen şu haşmetli kâinatın dikkatli bir seyircisi, şu hikmetli mev­cudatın belagatlı bir lisan-ı natıkı ve şu kitab-ı âlemin anla­yışlı bir mütalaacısı ve şu tesbih eden mahlukatın hayretli bir nazırı ve şu ibadet eden masnuatın hürmetli bir ustabaşısı hükmündesin.

Evet ey insan! Sen nebatî cismaniyetin cihetiyle ve hayvanî nefsin itiba­riyle; sagîr bir cüz, hakîr bir cüz’î, fakir bir mahluk, zaif bir hayvansın ki; bütün dehşetli mevcudat-ı seyyalenin dalgaları içinde çalkanıp gidiyorsun. Fakat mühabbet-i İlahiyenin ziyasını tazammun eden imanın nuruyla mü­nevver olan İslâmiyetin ter­biyesiyle tekemmül edip; insaniyet cihetinde, abdiyetin içinde bir sultansın ve cüz’iyetin içinde bir küllîsin, küçüklüğün içinde bir âlemsin ve hakaretin içinde öyle makamın büyük ve daire-i neza­retin geniş bir nazırsın ki, diyebilirsin: “Benim Rabb-ı Rahimim dünyayı bana bir hane yaptı. Ay ve güneşi o haneme bir lamba ve baharı bir deste gül; ve yazı, bir sofra-i ni’met; ve hayvanı, bana hizmetkâr yaptı. Ve nebatatı, o hanemin zinetli levazımatı yapmıştır.”

Netice-i kelâm: Sen eğer nefis ve şeytanı dinlersen, esfel-i safilîne düşer­sin. Eğer Hak ve Kuran’ı dinlersen, âlâ-yı illiyyîne çıkar, kâinatın bir güzel takvimi olur­sun.” (S.328)



Atıf notları:

-İnsanın hem mükerrem, hem çok zalim ve cahil olduğu mealindeki âyetin izahı, bak. 144.p.

-Semavî dinler gelmeseydi, insan hayvan olarak kalacaktı, bak: 143.p.

-İman, İslâmiyet ve insaniyet mideleri, bak.2988.p.

-İnsanda nebatî, hayvanî, insanî mertebeler, bak: 2883.p.

-İnsanı manen tekemmül ettiren ibadettir, bak: 1434.p.

-İnsanın fıtratı medenidir, bak: 2342.p.

-İnsanın kalben tekâmül etmesi, bak: 3665.p.

1673- İşte bu hakikatı tenvir eden bir âyette şöyle buyuruluyor.

>«Y«B²,~ Åv­$ _®Q[¬W«% ¬Œ²‡«ž²~|¬4 _«8 ²v­U«7 «s«V«' >¬gÅ7~«Y­;

°v[«V«2 ¯š²|«-¬±u­U¬" «Y­; «— ¯€~«Y«W«, «p²A«, Åw­Z< ÅY«K«4 ¬š_«WÅK7~|«7¬~

(2:29) “Kuran-ı Kerim, bu âyetin işaretiyle diyor ki: “İnsanın pek yüksek bir kıymeti olmasaydı, semavat ve arz onun istifadesine muti’ ve müsahhar ol­mazdı. Ve keza insan ehemmiyetsiz olsaydı, mahlukat onun için halkedilmezdi. Eğer insan ehem­miyetsiz ve kıymetsiz olsa idi, o vakit insan, mahlukat için halkolunacaktı. Ve keza insanın Hâlikı yanında mevkii pek bü­yük olduğu içindir ki; âlem -i dünyayı kendisi için değil, beşer için; beşeri de ibadeti için halketmiştir.

Hülasa: İnsan mümtaz ve müstesnadır; hayvanlar gibi değildir. Onun için insan «–Y­Q«%²h­# ¬y²[«7¬~«— cevherine bir sadef olmuştur.” (İ.İ. 185)

Hem (22:65) (31:20) âyetlerinde geçen ²v­U«7 «hÅF«, gibi ifadeleriyle, mah­lukatın insana teshir edildiğini bildiren âyetler de çoktur.



1674- “Sual: İnsan, Arza nisbeten bir zerredir; Arz da, kâinata nazaran bir zer­redir; ve keza insanın bir ferdi, nev’ine nisbeten bir zerredir; nev’ide, sair ortakları bulunan enva’içinde bir zerre gibidir. Ve keza aklın düşünebil­diği gayeler, faideler hikmet-i ezeliye ve ilm-i İlahîdeki faidelere nisbeten bir zerreden daha aşağıdır. Bi­naenaleyh, böyle bir âlemin insanın istifadesi için yaratılmış olduğu akla giremez?

Cevab: Evet zahire bakılırsa insan bir zerre hükmündedir. Fakat insanın taşıdığı ruha, kafasına taktığı akla, kalbinde beslediği istidadlara nazaran bu âlem-i şehadet dardır, istiab edemez. Ancak o ruhun arzularını ve o aklın fi­kirlerini ve o istidadların meyillerini tatmin ve te’min edecek âlem-i âhirettir. Ve keza istifade hu­susunda müzahame mümanea ve tecezzi yoktur; bir kül­lînin cüz’iyatına nisbeti gi­bidir. Nasılki bir küllî bütün cüz’iyatında mevcud olduğu halde, ne o küllîde tecezzi ve inkısam olur ve ne de cüz’iyatında müzahame ve müdafaa olur. Küre-i Arzdan da binlerce müstefid olsa, ne aralarında bir müzahame olur ve ne Küre-i Arzda bir noksaniyet peyda olur. Yalnız insanın indallah kerameti olduğu için, âlem-i şehadetin yaratılışında insan, ille-i gaiye menzilesinde gösterilmiştir. Ve insanın ha­tırı için, bütün envaa bir umumi ziyafet verilmiştir. Bu ise, bütün âlemin faideleri insana münhasır olup başkalara hiçbir faidesi yoktur demek değildir.” (İ.İ.101)



1675- “İnsanı hayvandan ayıran şeylerden biri, mazi ve müstakbel ile alâkadar olmasıdır. Hayvan bu iki zamanı bihakkın düşünecek bir idrake malik değildir..

İkincisi, gerek enfüsî, gerek afakî, yani dahilî ve haricî şeylere taalluk eden id­raki, küllî ve umumîdir.

Üçüncüsü,inşaata lâzım olan mukaddemeleri keşf ve tertib etmektir. Me­selâ: Bir evin yapılması için lâzım olan taş, ağaç, çimento misillü lüzumlu mukaddemeleri ihzar ve tertib etmek gibi.

Binaenaleyh, insanın en evvel ve en büyük vazifesi, tesbih ve tahmiddir. Evvela mazi, hal ve istikbal zamanlarında görmüş veya görecek nimetler li­sanıyla, sonra nefsinde veya haricinde görmekte olduğu in’amlar lisanıyla, sonra mahlukatın yap­makta oldukları tesbihatı şehadet ve müşahede lisanıyla Sanii hamd ü sena etmek­tir.” (M.N.206)



1676- “İnsanı fıtraten bütün hayvanlara tefevvuk ettiren camiiyetinin meziyetle­rinden biri, zevilhayatın Vâhib-ül Hayat’a olan tahiyye ve tesbihlerini fehmetmektir. Yani insan kendi kelâmını fehmettiği gibi, iman kulağıyla zevilhayatında, belki ce­madatın da bütün tesbihlerini fehmeder. Demek her şey sağır adam gibi yalnız kendi kelâmını anlar. İnsan ise, bütün mevcudatın lisanlarıyla tekellüm ettikleri esma-i hüsnanın delillerini fehme­der. Binaenaleyh herşeyin kıymeti, kendisine göre cüz’îdir. İnsanın kıymeti ise küllîdir. Demek bir insan, bir ferd iken bir nevi gibi olur.” (M.N.212)

Birkaç atıf notu:

-İnsan nevi, pekçok envaı tazammun edecek fıtratta yaratılmıştır, bak: 3430.p.

-Zihayatlar içinde insan intihab edildi, bak: 3601.p.

-Nev- i beşere insan-ı kâmil yüzünden gelen şeref, bak: 3540.p.

-İnsan-ı kâmilin tarifi, bak: 3667.p.

-İnsanın yeryüzündeki hilafeti, bak: l139,l140.p.lar.

“İnsanın efradı arasında cismen ve sureten ayrılık varsa da pek azdır. Amma manen ve ruhen, aralarında zerre ile şems arasındaki ayrılık kadar bir ayrılık vardır. Fakat sair hayvanat öyle değildir. Meselâ, balık ile kuş, kıymet-i ruhiyece birbirine pek yakındırlar. En küçüğü en büyüğü gibidir. Çünki insa­nın kuvve-i ruhiyesi tahdid edilmemiştir.” (M.N.128)



Bir atıf notu:

-İnsanlarda tehalüf ve tevafuk cihetleri, bak: 3804.p.

1677- “İnsanın cihazat cihetiyle zenginliği şu sırdandır ki: Akıl ve fikir sebebiyle insanın hasseleri, duyguları fazla inkişaf ve inbisat peyda etmiştir. Ve ihtiyacatın kesreti sebebiyle çok çeşit çeşit hissiyat peyda olmuştur ve hassasiyeti çok tenevvü etmiş. Ve fıtratın camiiyyeti sebebiyle pek çok makasıda müteveccih arzulara medar olmuş ve pek çok vazife-i fıtriyesi bu­lunduğu sebebiyle, âlât ve cihazatı ziyade inbi­sat peyda etmiştir. Ve ibadatın bütün envaına müstaid bir fıtratta yaratıldığı için bütün kemalatın tohumla­rına cami’ bir istidad verilmiştir.” (S.325)

1678- “İnsan, kâinatın ekser envaına muhtaç ve alâkadardır. İhtiyacatı âlemin her tarafına dağılmış; arzuları ebede kadar uzanmış. Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister. Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedî Cennet’i de arzu eder. Bir dostunu görmeğe müştak olduğu gibi, Cemil-i Zülcelal’i de görmeğe müştaktır.

Başka bir menzilde duran bir sevdiğini ziyaret etmek için o menzilin ka­pısını açmaya muhtaç olduğu gibi; berzaha göçmüş yüzde doksandokuz ah­babını ziyaret etmek ve firak-ı ebedîden kurtulmak için koca dünyanın kapı­sını kapayacak bir mahşer-i acaib olan âhiret kapısını açacak, dünyayı kaldı­rıp âhireti yerine kuracak ve koyacak bir Kadir-i Mutlak’ın dergahına ilticaya muhtaçtır.

İşte şu vaziyette bir insana hakiki mabud olacak; yalnız, herşey’in dizgini elinde, herşey’in hazinesi yanında, herşeyin yanında nazır, her mekânda ha­zır, mekândan münezzeh, acizden müberra, kusurdan mukaddes, nakıstan mualla bir Kadir-i Zül­celal, bir Rahim-i Zülcemal, bir Hakîm-i Zülkemal olabilir. Çünki nihayetsiz hacat-ı insaniyeyi ihsan edecek, ancak nihayetsiz bir kudret ve muhit bir ilim sahibi olabilir. Öyle ise, mabudiyete lâyık yalnız O’dur.” (S.319)

Birkaç atıf notu:

-İnsan onsekiz bin âlemi cami bir nüshadır, bak: 207, l159.p.lar

-İnsanın kâinat üstündeki ihtiyacatıyla kazandığı camiyeti, bak:538.p.

-İnsan bilmediği şeye düşmandır, bak: 2550.p.

1679- “İnsanda iki vecih var: Birisi, enaniyet cihetinde şu hayat-ı dünyeviyeye nazırdır. Diğeri, ubudiyet cihetinde hayat-ı ebediyeye bakar.

Evvelki vecih itibariyle öyle bir biçare mahluktur ki; sermayesi yalnız ih­tiyardan bir şa’re (saç) gibi cüz’î bir cüz-i ihtiyarî ve iktidardan zaif birkesb ve hayattan ça­buk söner bir şule ve ömürden çabuk geçer bir müddetçik ve mevcudiyetten çabuk çürür küçük bir cisimdir. O haliyle beraber kâinatın tabakatında serilmiş hadsiz envaın hesabsız efradından nazik, zaif bir fert olarak bulunuyor.

İkinci vecih itibariyle ve bilhassa ubudiyete müteveccih acz ve fakr cihe­tinde pek büyük bir vüs’ati var. Pek büyük bir ehemmiyeti bulunuyor. Çünki Fatır-ı Ha­kîm, insanın mahiyet-i maneviyesinde nihayetsiz azîm bir acz ve hadsiz cesîm bir fakr dercetmiştir. Ta ki, kudreti nihayetsiz bir Kadir-i Ra­him ve gınası nihayetsiz bir Ganiyy-i Kerim bir zatın hadsiz tecelliyatına cami’ geniş bir ayine olsun.” (S.321) (Bak: Acz)

1680- “İnsanın bu ehemmiyetli camiiyetidir ki: Zat-ı Hayy-ı Kayyum, in­sana bütün esmasını ihsas etmek ve bütün enva-ı ihsanatını tattırmak için öyle iştihalı bir mide vermiş ki, o midenin geniş sofrasını hadsiz enva-i mat’umatıyla kerimane dol­durmuş. Hem bu maddî mide gibi, hayatı da bir mide yapmış. O hayat midesine duygular eller hükmünde gayet geniş bir sofra-i nimet açmış. O hayat ise duyguları vasıtasıyla o sofra-i nimetten her çeşit istifadeler ile teşekküratın her nev’ini yapar.

Ve bu hayat midesinden sonra bir insaniyet midesini vermiş ki, o mide, hayat­tan daha geniş bir dairede rızk ve nimet ister. Akıl ve fikir ve hayal, o midenin elleri hükmünde, semavat ve zemin genişliğinde, o sofra-i rahmet­ten istifade edip şükre­der.

Ve insaniyet midesinden sonra hadsiz geniş diğer bir sofra-i nimet aç­mak için, İslâmiyet ve iman akidelerini, çok rızk ister bir manevi mide hük­müne getirip, onun rızk sofrasının dairesini mümkinat dairesinin haricinde genişletip, Esma-i İlahiyeyi de içine alır kılmıştır ki, o mide ile ism-i Rah­man’ı ve ism-i Hakîm’i en büyük bir zevk-i rızkî ile hisseder.

¬y¬BÅ[¬W[¬U«&|«V«2«— ¬y¬BÅ[¬9_«W²&«‡ |«V«2 ¬y±V¬7 ­f²W«E²7«~ der ve hakeza... bu manevi mide-i kübra ile hadsiz nimet-i İlahiyeden istifade edebilir; ve bilhassa o mi­dedeki muhabbet-i ilahiye zevkinin daha başka bir dairesi var:



1681- İşte Zat-ı Hayy-ı Kayyum, insanı bütün kâinata bir merkez, bir medar yaparak, kâinat kadar geniş bir sofra-i nimet insana açtığının ve kâi­natı insana müsahhar ettiğinin ve kâinatın insan ile mazhar olduğu sırr-ı Kayyumiyetle bir ci­hette kaim olduğunun hikmeti ise, insanın mühim üç va­zifesidir:

1682- Birincisi: Kâinatta münteşir bütün enva-ı nimeti insanla tanzim etmek ve insanın menfaatı ipiyle tesbih taneleri gibi tanzim eder, nimetlerin iplerinin uçlarını insanın başına bağlar, rahmet hazinelerinin umum çeşitle­rine insanı bir liste hük­müne getirir.

1683- İkinci Vazifesi: Zat-ı Hayy-ı Kayyum’un hitabatına, insan, camiiyeti hay­siyetiyle en mükemmel muhatab olmak ve hayretkârane san’atlarını takdir ve tahsin etmekle en yüksek sesli bir dellal olmak ve şuurdarane teşekküratın bütün envaiyle, bütün enva-ı nimetine ve çeşit çeşit hadsiz ihsanatına şükür ve hamd ü sena etmek­tir.

Üçüncü Vazifesi: Hayatı ile, üç cihetle Zat-ı Hayy-ı Kayyum’a ve şuunatına ve sıfat-ı muhitasına ayinedarlık etmektir.



1684- Birinci Vecih: İnsan kendi acz-i mutlakıyla, Hâlikının kudret-i mutlakasını ve deracatını, ve acz’in dereceleriyle, kudretin mertebelerini his­setmek­tir. Ve fakr-ı mutlakıyla rahmetini ve rahmetinin derecelerini idrak etmek; ve za’fiyle onun kuvvetini anlamaktır. Ve hakeza... Noksan sıfatla­rıyla Hâlikının evsaf-ı kemaline mikyasvarî ayine olmak. Gecede nurun daha ziyade parlamasına nazaran, gece zulmetinin elektrik lambalarını göstermeğe mükemmel bir ayine olduğu gibi, insan dahi, böyle nâkıs sıfatlarıyla kemalat-ı İlahiyeye ayinedarlık eder.

1685- İkinci Vecih: İnsan cüz’î iradesiyle ve azıcık ilmiyle ve küçücük kudretiyle ve zahirî malikiyetiyle ve hanesini bina etmesiyle, bu kâinat ustası­nın malikiyyetini ve san’atını ve iradesini ve kudretini ve ilmini, kâinatın bü­yüklüğü nisbetinde anlar, ayinedarlık eder.

1686- Üçüncü Vecih’deki ayinedarlığın iki yüzü var:

Birisi: Esma-i İlahiyenin ayrı ayrı nakışlarını kendinde göstermektir. Adeta in­san, camiiyetiyle kâinatın küçük bir fihristesi ve bir misal-i musaggarası hükmünde olup, umum esmanın nakışlarını gösteriyor.

İkinci yüzü, şuunat-ı İlahiyeye ayinedarlık eder. Yani: Kendi hayatıyla Zat-ı Hayy-ı Kayyum’un hayatına işaret ettiği gibi, kendi hayatında inkişaf eden sem ve basar gibi duyguların vasıtasıyla, Zat-ı Hayy-ı Kayyum’un sem ve basar gibi sıfatla­rına ayinedarlık eder, bildirir.

1687- Hem insan hayatında bulunan ve inkişaf etmiyen ve his ve hassa­siyet su­retinde galeyan eden ve kesretli bir surette olan çok ince hayatî duy­gular, manalar ve hisler vasıtasıyla, Zat-ı Hayy-ı Kayyum’un şuunat-ı kudsiyesine ayinedarlık eder. Meselâ: o hassasiyet içinde sevmek, iftihar et­mek, memnun olmak, mesrur olmak, müferrah olmak gibi manalar ile, Zat-ı Akdes’in kudsiyetine ve gına-yı mutlakına münasib ve lâyık olmak şartıyla, o neviden olan şuunatına ayinedarlık eder. Hem in­san, nasılkı hayat-ı camia­sıyla Zat-ı Zülcelal’in sıfat ve şuunatına bir mikyas-ı mari­fettir ve cilve-i es­masına bir fihristedir ve şuurlu bir ayinedir. ve hakeza çok cihet­lerle, Zat-ı Hayy-ı Kayyum’a ayinedarlık eder.” (L. 353-354) (Bak: 860.p)

Birkaç atıf notu:

-İnsanın sema-i dünyada akliyle tasarrufu, bak: 3357.p.

-Arz’ın insanla kazandığı kıymet, bak: 274.p.

-İnsanın vazife-i asliyesi, bak: 371l.p.

1688- “Bir Hadis-i Şerifte varid olmuş ki:

¬–_«W²&Åh7±~ ¬?¬‡Y­. |«V«2 «–_«K²9¬ž²~ «s«V«' «yÁV7~ Å–¬~ (167) -ev kema kal- Bu Hadis-i Şe­rif, bir kısım ehl-i tarikat, akaid-i imaniyeye münasib düşmiyen acib bir tarzda tefsir etmişler. Hatta onlardan bir kısım ehl-i aşk, insanın sima-yı ma­nevîsine bir suret-i Rahman nazarıyla bakmışlar. Ehl-i tarikatın bir kısm-ı ek­serinde sekir ve ehl-i aşkın çoğunda istiğrak ve iltibas olduğundan, hakikata muhalif telakkilerinde belki ma­zurdurlar. Fakat aklı başında olanlar, fikren onların esas-ı akaide münafi olan ma­nalarına kabul edemez. Etse hata eder. Evet bütün kâinatı bir saray, bir ev gibi muntazam idare eden ve yıldızları zerreler gibi hikmetli ve kolay çeviren ve gezdi­ren ve zerratı muntazam me­murlar gibi istihdam eden Zat-ı Akdes-i İlahî’nin şeriki, naziri, zıddı, niddi olmadığı gibi,

(42:ll) ­h[¬M«A²7~ ­p[¬WÅK7~ «Y­;«— °š²|«- ¬y¬V²C¬W«6 «j²[«7 sırrıyla sureti, misli, misali, şebihi dahi olamaz. Fakat

(30:27) «Y­;«— ¬Œ²‡«ž²~«— ¬€~«Y«WÅK7~|«4|«V²2«ž²~­u«C«W²7~ ­y«7«— ­v[¬U«E²7~ ­i<¬i«Q²7~



sırrıyla mesel ve temsil ile şuunatına ve sıfat ve esmasına bakılır. Demek me­sel ve temsil, şuunat nokta-i nazarında vardır. Şu mezkûr Hadis-i Şerifin çok makasıdından birisi şudur ki: İnsan, İsm-i Rahman’ı tamamıyla gösterir bir surette­dir. Evet sabıkan beyan ettiğimiz gibi kâinatın simasında binbir ismin şualarından tezahür eden İsm-i Rahman göründüğü gibi, zemin yüzünün si­masında rububiyet-i mutlaka-i İlahiyenin hadsiz cilveleriyle tezahür eden İsm-i Rahman gösterildiği gibi, insanın suret-i camiasında küçük bir mik­yasta zeminin siması ve kâinatın siması gibi yine o İsm-i Rahmanın cilvesi etemmini gösterir demektir. Hem işarettirki zatrı Rahmanurrahim’in delilleri ve ayineleri olan zihayat ve insan gibi mazharlar o kadar o Zat-ı Vacib-ül Vücud’a delaletleri kat’î ve vâzıh ve zâhirdir ki; Güneşin timsalini ve aksini tutan parlak bir ayine parlaklığına ve delaletinin vuzuhuna işareten”o ayine Güneştir” denildiği gibi, “insanda suret-i Rahman var” vuzuh-u delaletine ve ke­mal-i münasebetine işareten denilmiş ve denilir. Ve ehl-i Vahdet-ül Vücud’un mu­tedil kısmı «Y­; ެ~ «…Y­%²Y«8 «ž bu sırra binaen, bu delaletin vu­zuhuna ve bu müna­sebetin kemaline bir ünvan olarak demişler.” (L.100) (Bak: Müşebbihe)

Atıf notları:

-Esma-i hüsnada cereyan eden hakikatların nümunecikleri insaniyette de cereyan eder, bak: 886.p.

-İns ü cin şeytanlarından taavvüz, bak: 590.p.

-İns ü cin şeytanları peygamberlere düşman olagelmişlerdir, bak: 595.p.

-İnsî şeytan, bak: 345/1. p.da bir âyet notu ve 3537.p.

1689- İnsan hakkında Kur’andan birkaç not:

-İnsanın yaradılış başlangıcı bir “tîn” : (32: 7) (bak. 99.p.)

-İnsanın mebde-i hilkat devreleri, bak: Kur’an (22.5) (32: 7,8,9) âyetleri ve 968.p.

-İnsanın nankörlüğü: (42: 48) (43:15)

-İnsana nefsinin vesveseleri: (50: 16)

-İnsanın hırsı ve cimriliği: (70:19)

-İnsanın mahşerde kendine şahitliği, (tarih-i hayatının mahfuziyetine ve zabtetmek kabili­yetine işaret) : (75:14) (Bak: l123.p.)

-İnsan kebed (şerait-i hayat ve zor imtihanlar cihetleri gibi) meşakkatler içinde ya­ratıldı: (90:4)

-İnsan ahsen-i takvimde yaratılmıştır: (95:4)

-İnsanın fıtrat-ı asliyesi İslâmîdir: (30:30) (Bak: Fıtrat)

-İnsanlar arasında tefadul (üstünlük farkları): (17:21)

-Hilkatta ziyadelik: (7:69) (35:l)

-İnsanların mahlukat üstünde tafdili: (17:70)

-Erkek kadından üstün kılınması: (4:34)

-Rızıkta (zenginlikte) üstün kılınanlar: (16:71)

-Peygamberler arasında tefadul (Bak: 826.p.)

-Peygamberlerin mü’minlerden tafdilleri: (27:15)

Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   67   68   69   70   71   72   73   74   ...   169




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin