İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə51/169
tarix15.01.2018
ölçüsü13,72 Mb.
#38491
1   ...   47   48   49   50   51   52   53   54   ...   169

1169/1- “Din-i İslâm’da hamrın ve müskiratın men’i tedricen vaki ol­muştur. Bidayet-i İslâm’da hamr henüz mübah idi. Bu babda aledderecat dört âyet nazil ol­muştur.

Evvela Mekke’de ~®‡_«U«, ­y²X¬8 «–—­g¬FÅB«# ¬_«Q²9«ž²~ «— ¬u[¬FÅX7~ ¬€~«h«W«$ ²w¬8 «—

_®X«K«& _®5²ˆ¬‡«— (16.67) âyeti nazil olmuştu.

O zaman müslümanlar da içerler, Hz Peygamber sükût buyururdu. Sani­yen ber-vech-i bîlâ Hz. Ömer Muaz ve diğer bazı asbab-ı kiramın

¬u²T«Q²V¬7 °}«A¬;²g­8 _«ZÅ9¬_«4 ¬h²W«F²7~ |¬4 ¬yÅV7~ «ÄY­,«‡ _«< _«X¬B²4«~ diye istiftalarına binaen bu âyet nazil oldu ve ilk tahrim bununla başladı. Bundan memnuiyet zahir olmakla be­raber, cevaz ihtimali de yok değil idi. Bunun üzerine hemen terk edenler bulun­duğu gibi, henüz etmiyenler de vardı. Sonra bir namaz hâdisesi üzerine (4:43)

>«‡_«U­, ²v­B²9«~«— «?«ŸÅM7~ ~Y­"«h²T«# «ž âyet-i nazil oldu. Bunun üzerine içenler pek azaldı ise de yine vardı. Bir gün İtban ibn-i Mâlik, Sa’d ibn-i Ebî Vakkas ile beraber birkaç kişiyi davet etmiş, işret de olmuş, sarhoş oldukları zaman tefahura ve şiirler inşadına baş­lamışlar. Bu sırada Sa’d, Ensardan birinin hic­vini mutazammın bir şiir okumuş, o da bir çene kemiğiyle vurup başını yar­mış. Binaenaleyh Sa’d, Hz.Peygamber’e gide­rek şikayet etmiş. Bunun üze­rine Resulullah;

_®Q¬4_«- _®9_«[«" ¬h²W«F²7~ |¬4 _«X«7 ²w¬±[«" Åv­ZÅV«7~ (125) diye dua etmesi üzerine (5:90,91) âyetleri nazil ol­muş ve bununla hurmet-i hamr son derece teşdid edilmiştir.” (E.T.763)

1170- “Hamr, esasen örtmek manasına masdar olduğu halde çiğ üzüm şirasından iştidad etmiş ve köpüğünü atmış olan şaraba isim olmuştur. Çünki aklı bürüyüp örter ve bir tabir ile kafayı dumanlar ki buna humar denilir. Hamrın bu üzüm şarabına ıtlakı, ıtlak-ı hastır. Bu münasebetle hamr, bir de alelumum akla hu­mar veren şey manasına kullanılır ki, bu manaca müskira­tın hepsi hamrdır. İbn-i Ömer hazretlerinden mervidir ki, tahrim-i hamr na­zil olduğu gün hamr beş şeyden: Üzümden, hurmadan, buğdaydan, arpadan, darıdan idi ve hamr, akla humar veren demektir. Ebu Davud’da Nu’man ibni Beşir’den rivayet olunduğu üzere Resullullah

¬u«K«Q²7~ «w¬8 Å–¬~¬— ~®h²W«' ¬h²WÅB7~ «w¬8 Å–¬~«— ~®h²W«' ¬`«X¬Q²7~ «w¬8 Å–¬~

~®h²W«' ¬h[¬QÅL7~ «w¬8 Å–¬~«— ~®h²W«' ¬±h­A²7~ «w¬8 Å–¬~¬— ~®h²W«'

buyurmuştur ki: “Üzümden bir hamr, hurmadan bir hamr, baldan bir hamr, buğ­daydan bir hamr, arpadan bir hamr vardır” demektir. Buna binaen İmam Malik ve Şafii ve bunlardan mukaddem veya muahhar bir hayli ülema ve fukaha, Kur’andaki “hamr”ın mana-yı eammı ile alelıtlak müskir demek ol­duğuna ve binaenalyh her nevi müskiratın nass-ı Kur’an ile aynen haram bulunduğuna ve her birinin yalnız sekir derecesi değil katrelerinin bile şürb ü isti’mali ve bey’u şirası asla caiz olamıyacağına hükmetmişlerdir.” (E.T.761)



1171- Bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulur:

«w[¬& «h²W«F²7~ ­«h²L«< «ž«— °w¬8²¶Y­8 «Y­;«— |¬9²i«< «w[¬& |¬9~Åi7~ |¬9²i«< «ž

°w¬8²¶Y­8 «Y­;«— ­»¬h²K«< «w[¬& ­»¬‡_ÅK7~ ­»¬h²K«< «ž«— °w¬8ÌY­8 «Y­;«— _«Z­"«h²L«<

Yani: Zinakâr (mü’min) kişi zina ettiği sıra, (tam ve kâmil bir) mü’min olduğu halde zina edemez. İçki içen de içki içtiği zamanda (kâmil bir) mü’min olarak içe­mez. Hırsız da sirkat ettiği sıra (kâmil bir) mü’min olduğu halde sirkat edemez. (Bak: 906.p. sonu)

Şârih İbn Battal der ki: Şürb-ü hamr hakında varid olan haberler içinde en şid­detli rivayet, Ebu Hüreyre’den mervi bu hadistir. Çünki hadiste zikro­lunan dört nevi fazihayı irtikâb edenlerden irtikâb ettikleri cürmü ika ettikleri sırada iman şuu­runun kendilerinden münselib olduğu bildiriliyor ki, zâhir şekline göre çok ağırdır. Tebliğin bu zâhir şekline bakarak Haricîler: Bu bü­yük cürümleri-haram olduklarını bilerek amden-irtikâb edenleri tekfir et­mişlerdir. Ehl-i Sünnet üleması ise bu hu­sustaki imanı, kemale hamlederek: Büyük günahları ve bu meyanda şürb-ü hamrı irtikâb edenlerin imanı tam ve kâmil olmaz” suretinde tefsir etmişlerdir. Şârih Hattabî de: “Şürb-ü hamrı ve diğer fazihaları helal addederek irtikâb edenler” diye tavsif etmiştir. Bazı âlimler de, büyük bir tehdiddir, demişlerdir.” (S.B.M. cild 12, hadis: 1889)

Bir atıf notu:

-Kebairi işlemek imansızlıktan gelmiyor, bak: 2673.p.

1172- Diğer bir hadiste de mealen şöyle buyruluyor: “Resulullah Sallallahü Aleyhi Vesellem’den biti’ (içkisinin hükmü) sorulmuştu- ki bu biti’ Yemen halkının içtikleri baldan mamül içkiydi-Resulullah Sallallahü Aleyhi Vesellem: “Sekir veren her içki haramdır” diye cevab verdi.” (S.B.M. hadis: 1891)

Diğer bir hadis meali: “Sarhoşluk veren her şey haramdır. Ve çok mik­tarı sar­hoşluk veren bir şey’in az miktarı da haramdır.” (H.G. hadis: 288) (İçki, yedi büyük günahların içinde sayılıyor, bak:2492.p.)



1172/1- İçki, domuz, put ve şarkıcılığın haramiyeti: i.M. 12. kitab-üt ticare, bab: ll. Yine i.M. 30. kitab-ül eşribe, bütün bablarıyla içki yasağının çeşitli yönlerini kay­deder. S.M. 36. kitab-ül eşribe, de aynı mevzuya dairdir. Diğer hadis kitabları da aynı şekilde içkinin haramiyetini kaydederler. T.T. ci: 3 sh: 259,5. bölüm de aynı mevzu hakkındadır. S.M. 22.kitab-ül musakat, 12. babı, içki satmanın haramiyeti ve 54. kitab-üt tefsir, 6. babı şarabın haramiyet hükmünün nüzulü hakkındadır.

Bir atıf notu:

-Şeriat-ı İseviyede şarabın mübahiyeti, bak: 2360.p. sonu

qqHAMSE-İ AL-İ ABA š_A2 ij~ šyKW' : (Bak: Âl-i Aba)

1173- qqHAMZA (R.A.) ˜iW& : Abdulmuttalib’in oğlu olup, Resulüllah’ın (A.S.M.) amcasıdır. Önceleri, İslâm dinine karşı olanlarla berablerdi. Ebu Cehil’in İslâm düşmanlığını çok ileri götürmesi karşısında, imana girip, Ebu Cehil ve din düşmanlarına karşı çıktı ve İslâm’a büyük hizmetleri oldu. Uhud gazasında 57 ya­şında iken şehid edildi.

qqHANBELÎ |VAX& : Dört hak mezhebden birisi. İmam-ı Ahmed bin Hanbel Hazretlerinin mezhebinden olan. (Bak: Mezheb, İmam-ı Hanbelî)

1174- qqHANDEK (Hendek) GAZVESİ |, ˜—i3 »fX& : Peygamberi­miz’in (A.S.M.) büyük muharebelerinden birisi olup, hicretin beşinci sene­sinde Şevval ayında vuku bulmuştur. (Mi. 626). Asıl muharebeyi uyandıran­lar Beni Nadir kabilesi olup, bunlar Kureyş ve Gatafan kabilelerini de davet etmekle hepsi birden Medine-i Münevvere’ye hücuma geçtikleri vakit Haz­ret-i Resulullah Efendimiz Selman-ı Fa­risî’nin (R.A.) reyiyle Medine’nin etra­fına hendek kazılmasını emretti. Bu münase­betle Gazve-i Handek denmekle meşhur oldu. Muharebe bir ay kadar devam edip, nihayet Yahudilerle Kureyş arasına nifak düşmüş ve kâfirler şiddetli bir fırtınaya tutulup perişan bir halde dönmüşlerdir. Kur’anda (33:10.ll) âyetlerinde harbin şid­det ve cid­diyeti ifade edilmektedir.

qqHANEFÎ zSX& : İmam-ı A’zam mezhebinden olan. (Bak: İmam-ı A’zam)

1175- qqHANİF r[X& : İslâmiyet’ten evvel Allah’ın birliğine inanan ve Hz. İb­rahim’in (A.S.) dininden olanların vasfı. *İslâmiyet’e kuvvetle bağlı olan ve ilmiyle âmil olan kimse.

“Hanif, hanef masdarından bir sıfattır. Asl-ı lügatta (hanef) ise dalalden istika­mete, çarpıklıktan doğruluğa meyildir. Nitekim doğruluktan eğriliğe, haktan nâhakka meyletmeğe, cim ile cenef denilir. Şu halde hanifin asıl mef­humu, eğriliği bırakıp doğrusuna giden demektir. Bu mefhum ile örfte, İbra­him milletine isim ol­muştur ki başka dinlerden, bâtıl ma’budlardan çekilip yalnız bir Allah’a eğilen muvahhid demektir.” (E.T. 3821)



1175/1- Hanif hakkında âyetlerden birkaç not:

-Millet-i İbrahim’e “hanifen” ifadesi ki, bu yola uyulması emredilir: (2:135) (3:97) (4:125) (6:161) (16:12)

-”Hanifen müslimen” ifadesi: (3:67)

-İbrahim A.S.ın hanif (tam muvahhid) olarak Fatır-is Semavatı ve-l Arz’a (Al­lah’a) te­veccühü: (6:79) (16:120) Bu yolu takib etmek: (30:30)

-Dini hanif: (10:105)

-Allah için (ihlas ile) hunefa (tevhid-i hakka tam bağlı bir cemaat) olmak: (22:31) (98.5)

1176- qqHANİN-ÜL CİZ’ gD7~ w[X& : Resulullah’ın mescid-i şerifte hutbe okurken dayandığı direğin mu’cize olarak ağlaması. Şöyle ki:

“Mescid-i şerifte, hurma ağacından olan kuru direk, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm hutbe okurken ona dayanıyordu. Sonra minber-i şe­rif ya­pıldığı vakit, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm minbere çıkıp hut­beye başladı. Okurken, direk deve gibi enin edip ağladı; bütün cemaat işitti. Ta Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm yanına geldi, elini üstüne koydu, onunla konuştu, teselli verdi; sonra durdu. Şu mu’cize-i Ahmediye Aleyhissalatü Vesselâm, pek çok tarik­lerle, tevatür derecesinde nakledilmiş­tir.

Evet, ¬²i¬D²7~ ­w[¬X«& mu’cizesi çok münteşir ve meşhur ve hakiki mütevatirdir. Sahabelerin bir cemaat-i âlîsinden, onbeş tarik ile gelip, Tabiîn in yüzer imamları; o mu’cizeyi, o tariklerle, arkadaki asırlara haber vermişler. Sahabenin o cemaatinden ülema-i sahabe namdarları ve rivayet-i hadisin re­islerinden Hazret-i Enes İbn-i Ma­lik (hadim-i Nebevi), Hazret-i Cabir Bin Abdullah-il Ensari (hadim-i Nebevi) Haz­ret-i Abdullah İbn-i Ömer, Hazret-i Abdullah Bin Abbas, Hazret-i Sehl Bin sa’d, Hazret-i Ebu Said-il Hudri, Hazret-i Übey İbn-il Kâ’b, Hazret-i Büreyde, Hazreti-i Ümmü-l Mü’minin Ümm ü Seleme gibi meşahir-i ülema-i sahabe ve rivayet-i hadi­sin rüesaları gibi, herbiri bir tarikin başında, aynı mu’cizeyi ümmete haber vermiş­ler. Başta Buhari, Müslim, kütüb-ü sahiha; arkalarındaki asırlara, o mütevatir mu’cize-i kübrayı, tarikleriyle haber vermişler.

1177- İşte Hazret-i Cabir tarikında der ki: Resül-i Ekrem Aleyhissalatü Vesse­lâm hutbe okurken, Mescid-i Şerifte ¬u²FÅX7~ ­²i¬% denilen kuru direğe dayanıp, okurdu. Minber-i şerif yapıldıktan sonra, minbere geçtiği vakit; di­rek tahammül edemiyerek, hamile deve gibi ses verip inleyerek ağladı. Haz­ret-i Enes tarikında der ki: Camus gibi ağladı, mescidi lerzeye getirdi. Sehl İbn-i Sa’d tarikında der: Hem onun ağlaması üzerine, halklarda ağlamak ço­ğaldı. Hazret-i Übey İbn-il Kâ’b tarikında diyor: Hem öyle ağladı ki, inşikak etti. Diğer bir tarikte, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm ferman etti:

¬h²6¬±g7~ «w¬8 «f«T«4 _«W¬7 |«U«" ~«g«; Å–¬~ Yani: “Onun mevkiinde okunan zikir ve hut­be­deki zikr-i İlahînin iftirakındandır ağlaması.” Diğer bir tarikte ferman etmiş:

¬yÁV7~ ¬ÄY­,«‡ |«V«2 ®_9Çi«E«# ¬}«8_«[¬T²7~ ¬•²Y«< |«7«~ ~«g«U«; ²Ä«i«< ²v«7 ­y²8¬i«B²7«~ ²v«7 ²Y«7

Yani: “Ben onu kucaklayıp teselli vermeseydim, Resulullah’ın iftirakından kı­yamete kadar böyle ağlaması devam edecekti.” Hazret-i Büreyde tarikında der ki: Ciz’ ağladıktan sonra, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm, elini üstüne koyup ferman etti:

«t­T²V«' ­u­W²U«<«— «t­5—­h­2 «t«7 ­a­A²X«# ¬y[¬4 «a²X­6 >¬gÅ7«~ ¬n¬=_«E²7~ |«7¬~ «¾Ç…­‡«~ «a̬- ²–¬~

«¾¬h«W«$ ²w¬8 ¬yÁV7~ ­š_«[¬7²—«~ ­u­6 ²_«< ¬}ÅX«D²7~|¬4 «t­,¬h²3«~ «a̬- ²–¬~«— «¾­h«W«$«— «t­.Y­' ­…¬±f«D­<«—

Sonra, o ciz’i dinledi ne söylüyor; ciz’ söyledi, arkadaki adamlar da işitti.

|«V²A«< «ž ¯–_«U«8|¬4 ¬yÁV7~ ­š_«[¬7²—«~ |¬±X¬8 ­u­6²_«< ¬}ÅX«D7²~ |¬4 |¬X²,¬h²3¬~

Yani “Cennet’te beni dik ki; benim meyvelerimden Cenab-ı Hakk’ın sevgili kulları yesin. Hem bir mekân ki, orada beka bulup, çürümek yoktur.”

Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm ferman etti: ­a²V«Q«4 ²f«5 Sonra fer­man etti: ¬š_«X«S²7~ ¬‡~«… |«V«2 ¬š_«T«A²7~ «‡~«… «‡_«B²'¬~ (126)

İlm-i Kelâm’ın büyük imamlarından meşhur Ebu İshak-ı İsferanî nakle­diyor ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm direğin yanına gitmedi; belki direk onun em­riyle, onun yanına geldi. Sonra emretti, yerine döndü. Hazret-i Übey İbn-i Kâ’b der ki: Şu hâdise-i hârikadan sonra Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm emretti ki: “Direk minberin altına konulsun.” Min­berin altına konuldu; ta mescid-i şerif’in ta­miri için hedmedilinceye kadar. O vakit Hazret-i Übey İbn-i Kâ’b yanına aldı, çürü­yünceye kadar muhafaza edildi. Meşhur Hasan-ı Basri, şu hâdise-i mu’cizeyi şakirdlerine ders verdiği vakit, ağlardı ve derdi ki: “Ağaç Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’a meyl ve iştiyak gösteriyor. Sizler daha ziyade iştiyaka, meyle müstahaksınız.” Biz de deriz: Evet, hem ona iştiyak ve meyl ve muhabbet, onun Sünnet-i Seniyyesine ve Şeriat-ı Garrasına ittiba’ iledir.” (M.129-133)

1178- qqHANNAS ‰_X' : (El-Hannas( (Hunus’dan) Geri çekilerek veya bü­zülerek, sinerek fırsat bulunca vesvese vermek için dönüp gelen. Sinsi şeytan. Mü’minin ferasetli halinde kaçan, gaflete dalınca musallat olan şey­tan. Aynı şekilde münafık insî hannaslar da vardır ki, bunlar daha zararlıdır. (Bak: Münafık, Vesvese)

Bir âyette şöyle buyrulur: “(l14:4) ¬‰_ÅX«F²7~ ¬‰~«Y²,«Y²7~ ¬±h«- ²w¬8 Şerrinden o hannas vesvasın ya’ni geri geri çekilip sinen, sinip sinip aldatmak, Hak yo­lundan ge­riletip fenalığa sürüklemek için döne döne vesvese vermek âdeti olan o dönek, o sinsi, o geriletici vesvese kaynağının şerrinden sığınırım. ²‰~«Y²,«— Esasen vesvese ma’nasına ism-i masdar veya muzaaf rubainin masdarı bu vezinde de geldiğine göre, masdar olmakla beraber çok vesve­seci, müvesvis ma’nasına mübalağa için sı­fat ve isim olarak kullanılmıştır ki, ayn-ı vesvese kesilmiş vesvese kaynağı demek gi­bidir.



1179- Vesvese nedir? Keşşaf’ın ve Ragıb’ın söyledikleri vechiyle vesvese; esasen fis, hiş demek, yavaş fısıltı yapmak, fiskos etmek gibi gizli sese, hems -i hafiye deni­lir. Hulliyat hışıltısına vesvas-ül huliy denilmesi bundandır.

Kamus’un kaydettiği vechile, avcının ve köpeklerin yavaşça seslerine vesvese ve vesvas denilmesi de bundandır. Bundan hatıra-i redi’eye, ya’ni nefsin veya şeytanın kalbe ilka ettiği hayırsız, faidesiz, alçak hatıra ve dağda­ğaya vesvese denilmek, mütearef ve meşhur olmuştur; dilimizde ma’ruf olan da budur:

(50:16) ­y«K²S«9 ¬y¬" ­‰¬Y²,«Y­# _«8 ­v«V²Q«9 «— âyeti, nefsin vesvesesi hakkında (20:120) ­–_«O²[ÅL7«~ ¬y²[«7¬~ «‰«Y²,«Y«4 âyeti de şeytanın vesvesesi hakkındadır.

1180- El-Hannas’a gelince: Hunustan mübalağalı ism-i fail veya o ve­zinde ism-i mensub olarak vesvasın sıfatıdır. Çok hunûs edici, hunûs âdeti olan demektir.

Küvvirat Suresinde (81:15-16) ¬jÅX­U²7~ ¬‡~«Y«D²7~ ¬jÅX­F7²_¬" âyetinde dahi geç­miş olan hunûs, lügatta lâzım olarak taahhur ve rücu’ ya’ni gerilemek ve geri dön­mek ve inkıbaz ve gaybubet, ya’ni sıkılıp büzülmek, sinip gaib ve nabedid olmak manala­rıyla alâkadar olduğu gibi; müteaddi olarak, gerilet­mek, münkabız etmek, sindirip gaib etmek manalarına gelir. Müfessirîn ek­seriyetle lâzımdan teahhür ve in­kıbaz ve sinmek manasını esas tutarak tefsir eylemişlerdir ki; bundan hannas, geri çekilerek veya büzülüp sinerek fırsat bulunca dönmek âdeti olan, demek oluyor. Onun için biz bunu sinsi diye terceme etmeyi muvafık bulduk. Keşşaf’da: Hunûsa mensup, âdeti hunûs ya’ni teahhür etmek olandır. Çünki Said İbn-i Cübeyr’den ri­vayet olunmuş­tur ki, insan Rabbini zikrettiği vakit şeytan hunûs eder, geri kaçar; gaflet edince de döner, vesveseye başlar... ilh..” (E.T.6422-6424)



1181- İngiliz’in İstanbul’u işgal ettiği zaman yaptığı aldatıcı telkinlerine karşı Bediüzzaman’ın verdiği cevabın bir parçası şöyledir:

“Herbir zamanın insî bir şeytanı vardır. Şimdi beşerde insan suretinde şeytanın vekili olan ruh-u gaddar, fitnekârane siyasetiyle cihanın her tarafına kundak sokan “elhannas “ altı hutuvatıyla âlem-i İslâmı ifsad için insanlar­daki ve insan cemaatle­rindeki habis menbaları ve tabiatlarındaki muzır ma­denleri fiilî propaganda ile işlet­tiriyor, damarları buluyor. Kiminin hırs-ı inti­kamını, kiminin hırs-ı cahını, kiminin tamaını, kiminin humkunu, kiminin dinsizliğini, hatta en garibi kiminin de taassu­bunu işletip siyasetine vasıta ediyor.” (A.B.114)

İşte her zaman böyle nifak perdesinde insî şeytanlar ifsada çalıştıkların­dan, Kur’an küllî manada âlem-i İslâmı ehemmiyetle ikaz eder.

1182- qqHARAM •~h& : Yapılması , kullanılması, yenilip içilmesi , şer’i şe­rifte kat’i bir delil ile men’edilmiş olan herhangi bir şeydir ki “haram liaynihi” ve “haram ligayrihi” kısımlarına ayrılır.

Liaynihi haram: Haddizatında herkese karşı haram olan şeydir, Laşe, şa­rap, akan kan gibi.

Ligayrihi haram: Haddizatında helal olup başkasının hakkından dolayı haram olan şeydir ki, sahibinin meşru surette izni bulunmadıkça ondan baş­kaları için isti­fade caiz olmaz.Komşularımıza, vatandaşlarımıza ait olan her­hangi kıymetli bir mal veya bir taam gibi..

Haram olan şeylere “muharremat” denir.Haramın terkinden dolayı se­vap, ya­pılmasından dolayı da azab vardır.Haram olduğu ittifak ile kat’iyyen sabit olan bir şeyi helal saymak ise, insanı imandan mahrum eder.” (B.İ.İ.44)

“Müslümanlıkta yapılmaları caiz olmayan şeyler:

Ferdlerin ve cemiyetlerin selâmetine, nezahetine, saadetine muhalif olan şeyler, din-i İslâm’da memnu’dur, haramdır. Bunların yapılması dünyevî veya uhrevî mes’uliyeti müstelzimdir. Bunlara “günah, ma’siyet, ism”dir.

Günah olan şeyleri bizzat yapmak caiz değildir. O gibi şeylere razı ol­mak, ve bir cebre mukarin olmadıkça yardım etmek de caiz değildir.

Mesalâ: Bir kimse, bir şey çalamaz. Bu haramdır, cezayı müstelzimdir. Bir şeyin çalınmasına razı da olamaz yardım da edemez. Bu da haramdır, memnu’dur.

Günah olan şeylere razı olmak veya yardım etmek, yerine göre ya haram veya mekruh olur. Bu şer’-i şerifte bir asıldır. Buna binlerce mes’ele teferru’ edebilir.

Meselâ: Bir şahıs herhangi bir haksızlığı tervic için bir kimseden bir mal alamaz. Bu rüşvettir, haramdır. Binaenaleyh bir haksızlığı tervic ettirmek için bir mal da ve­remez.Ve böyle bir malın verilmesine vasıta da olamaz. Bunlar da haramdır, mennu’dur. Çünkü böyle alınması memnu’ olan bir şeyin ve­rilmesi de, verilmesine delâlet edilmesi de haramdır, memnu’dur. Nitekim bir hadîs-i şerif “Allah Teala rüşvet alana da, rüşvet verene de, bunların ara­sında rüşvete vasıta olana da lânet buyursun.” mealindedir.

Bir kimse müverrisinin gayr-ı meşru’ bir sebeble elde etmiş olduğu bir malın­dan irs hissesi almamalıdır. Evlâ olan budur. Bu bir vera’ ve zühd fazi­letidir. O his­seyi almak meşru’ olmayan bir harekete razı olmak demektir.

Binaenaleyh insan, helal ve meşru olan hisse ile iktifa etmeli, o mal asıl sahibi malum ise ona reddedilmelidir. Malum değilse, fakirlere sadaka olarak dağıtılmalı­dır. Çünkü böyle habis bir, maldan kurtulmanın çaresi, sahibine reddi müteazzır olunca, tasadduk etmektir.

Alacağı bir gıda maddesini gayr-ı meşru’ bir hale getireceği veya alacağı genç bir köleye fena muamelede bulunacağı veya satın alacağı silahı fesada âlet edeceği anla­şılan bir kimseye bunları satmamalıdır. Bu satış tenzihen ol­sun kerahetten hâlî de­ğildir.” (B:İ.İ. 424)

1182/1- Bir kimsenin elinde meşru olmayan bir mal bulunsa bakılır. Mal sahibi biliniyorsa mutlaka onu sahibine iade etmesi gerekir. Yoksa mal sahibi bilinmiyorsa veya ölmüş veya vârisi kalmamış ise onu, vebalden kurtulmak gayesiyle tasadduk edecektir. Ancak eldeki helâl olmayan mal miras olarak intikal etmiş ise ve sahibi bilinmiyorsa varis için mübah olup olmadığı husu­sunda ihtilaf vardır. Vâris için mübahtır diyen olduğu gibi haramdır diyen de olmuştur. İhtiyaten onu tasadduk etmek daha evladır. (İbn-i Abidin c.5, sh: 247)

Herhangi bir şekilde kazancına haram karışırsa iki durumla karşılaşırız. Ya ha­ramın miktarı bellidir veya değildir. Eğer haramın mikdarı belli ise bunu derhal ma­lından ayırır!... Değilse zann-ı galiple hüküm verir!... Mülke dahil olan haram, ‘liaynihi’ cinsinden ise (şarap, domuz eti vs. gibi) bunu herhangi bir fukaraya tasadduk edemez, imha eder. Ancak haram ligayrihi ise, herhangi bir sevap bekle­meksizin fakir-fukaraya verir. Bir kısım İslâm üleması “Haramı kendimiz yemedi­ğimiz halde nasıl fakir-fukaraya verebili­riz?...” sualine ceva aramıştır. (geniş bilgi için: Bedrüddin Mahmud b. Ahmed el Ayni- Umdetü’l Kâri, Şerhü Sahih-i Buhari İst. 1308 11matb. Amire tb. c.5 sh. 575)



(Bak: Avret, Fısk, Fücur, Gıybet, Günah, Hamr, Hürmet-i Musahare, Kizb, Kumar, Mubikat-ı Seb’a, Muharremat, Musiki, Nazar-ı Haram, Riba, Rüşvet, Sanemperest, Sihir, Sirkat, Zaruret, Zina)

1183- Bazı şeylerin haram edilmesinin hikmetleri vardır. Meselâ Kur’anda (2:29) _®Q[¬W«% ¬Œ²‡«ž²~ |¬4 _«8 ²v­U«7 «s«V«' >¬gÅ7~ «Y­; âyetinde “menfaat için kul­lanı­lan ²v­U«7 deki Ä eşyanın hilkaten mübah, helal, menfaatli olarak yaratılıp, bazı arı­zalardan dolayı haram olmuş olduklarına işarettir. Meselâ ağyarın malı, ismet-i şer’iyye için haram olmuştur. İnsanın eti, hürmet ve ke­ramet için; zehir, zarar için; laşe eti, necaset için haram olmuşlardır. Ve keza herbir şeyde bir faide, bir menfaat olduğuna remzdir.” (İ.İ.193)

1184- “Me’murat ve menhiyat-ı şer’iyede illet, emr-i İlahîdir ve nehy-i İlahîdir. Maslahatlar ve hikmetler ise, müreccihtirler. Emir ve nehyin taal­luklarına İsm-i Ha­kîm noktasında sebeb olabilirler.

Meselâ, sefer eden namazını kasreder. Bu namazın kasrına, bir illet ve bir hik­met var. İllet, seferdir; hikmet, meşakkattir. Sefer bulunsa, meşakkat ol­masa da na­maz kasredilir. Sefer olmasa, hanesinde yüz meşakkat görse yine namaz kasredilmez. Çünki meşakkat filcümle bazan seferde bulunması, kasr-ı namaza hikmet olmasına kâfidir ve seferi, illet yapmasına da yine kâfidir.

İşte bu kaide-i şer’iyeye binaen ahkâm-ı şer’iye hikmetlere göre tagayyür etmi­yor. Hakiki illetlere bakar.

Meselâ, o doktorun bahsettiği gibi, hınzırın etinde bildiği zarardan, has­talıktan başka “Hınzır eti yiyen bir cihette hınzırlaşır.” (*) kaidesiyle o hay­van, sair hayvanat-ı ehliye gibi zararsız sayılmıyor. Etinden gelen menfaatin­den ziyade çok zarar iras etmekle beraber, etindeki kuvvetli yağ, kuvvetli so­ğuk memleketi olan Frengis­tan’dan başka tıbben muzır olduğu gibi; manen ve hakikaten çok zararlı olduğu ta­hakkuk etmiş, işte bu gibi hikmetler onun haram olmasına ve nehy-i İlahî taallu­kuna bir hikmet olmuştur. Hikmet her ferdde ve her vakitte bulunmak lâzım değil­dir. O hikmetin tebeddülü ile illet değişmez. İllet değişmezse, hüküm değişmez.” (O.L.127)



1185- Müslümanları haramlara düşürerek ifsad etmek isteyen müfsidler şöyle tavsif ediliyor: “Müslümanları lehviyat-ı nevmiye mesabesinde olan dünya hayatına davet etmekle, Cenab-ı Hakk’ın helal ettiği tayyibat dairesin­den, haram ettiği habisat mezbelesine teşvik eden adamın meseli öyle bir sarhoşa benzer ki:

Parçalayıcı arslan ile, ünsiyetli ehlî atı birbirinden tefrik edemiyor. Sehpa ağacı ile jimnastik ağacını birbirinden ayıramıyor. Kanlı yarayı kırmızı gülden temyiz edemediği halde, kendisini mürşid bilerek irşad ve nasihata çıkıyor.

Esna-yı irşadda bir adama rastgelir. Zavallı adamın arka tarafında kor­kunç bir arslan duruyor. Ön tarafında da sehpa ağacı kurulduğu gibi, her iki yanında da deh­şetli yaralar var. Fakat adamcağızın elinde iki ilaç vardır. Ve lisaniyle kalbinde iki tıl­sım vardır. Onları istimal ederse şifayab olur. Ve o arslan, ata inkılab eder; burak gibi bineği olur. O sehpa ağacı da; daima teceddüd etmekte olan ahval-i âlemi, sey­yal manzaraları seyretmeğe âlet ve vasıta olur. O sarhoş, herif, o zavallı adamcağıza diyor: “Yahu nedir o ilaç­ları, tılsımları saklıyorsun? Onları at keyfine bak.”

Adamcağız: “Yok baba! Bu ilaçlar ve tılsımların hıfz ve himayelerinde­yim. On­lardan almakta olduğum haz, lezzet, keyif bana kâfidir. Fakat o arslan gibi parçala­yıcı ölümü öldürebilirsen ve sehpayı kırmakla kabir ağzını kapatabilirsen ve hayatı­mın maruz kaldığı fena ve zeval yaralarını bir hayat-ı bakiyeye tebdil etmekle tedavi edebilirsen, pekâla seninle beraber dans oyna­yalım. Ve illâ gözümün önünden defol git. Sen ancak kendin gibi sarhoşları kandırabilirsin.” (M.N. 218)



1185/1- Birkaç atıf notu:

-Nefsanî tesiri bulunan âletin haramiyeti, bak: 766.p

-Erzak-ı umumiyeye haramın karışması bak: 3042.p.

-Rızk-ı mecazî, bak: 3041.p.

-Haram ve şüpheli şeylerden içtinab, bak: 329/1.p

-Yahudilerin zulüm ve idlalleri sebebiyle kendilerine bazı helâl şeylerin haram kı­lınması, bak: 3143.p

Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   47   48   49   50   51   52   53   54   ...   169




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin