Müslüman Göçleri: Kırımlıların ve Çerkezlerin Osmanlı İmparatorluğu’na Göçü:
Kırımlıların ya da Tatarların kendi vatanlarından göç etmeleri belki de Osmanlı devletine yönelik ilk Müslüman göçüydü. Sadece 1783-84 yılında yaklaşık 80.000 Tatarın Besarabya ve Dobruca’ya ve ardından Anadolu’ya yerleştiği tahmin edilmektedir. (Kırım’dan göç edenlerle ilgili olarak yayımlanmış rakamlara, Perkop –Orkapi- kıstağının doğusundaki bölgeden gelen göçmenler genelde dahil edilmemiştir.) Bu göç, 1812 yılındaki Türk- Rus Savaşı’ndan sonra yoğunlaşmış ve 1853 yılında büyük savaşın yeniden başlamasına dek sürmüştür. Ayrıca, daha kuzeydeki ve Kazan, Orenburg, Ufa ve Kuzey Kuban gibi doğu Rusya’daki bölgelerde bulunan büyük Müslüman toplulukları, 19. yüzyıl boyunca Osmanlı devletine göç ederek yerleşmişlerdi.
Kırım’dan yapılan ilk göçlerde, kişisel kararlar harekete geçmekte etkili olmuştu; göçlerin bir kısmı ise 1803 yılında olduğu gibi Rus-Osmanlı anlaşmasının getirdiği bir sonuçtu. Her ne kadar valilerin Müslüman karşıtı, düşmanca bir tutumu olmasına karşın, Rusların bu ilk dönemde Tatarları atalarının topraklarından sürmeyi tasarladıklarına ilişkin pek fazla kanıt yoktur. Zorunlu tahliye ancak 1856 yılından sonra, Rusların azınlıklarına karşı resmi tutumunu ayrımcı bir yola saptığında devlet politikası haline gelmişti. (Kırım Müslümanlarına sürekli olarak zulüm uygulanması, 1944 yılında Tatar halkının ayaklanmasıyla sona erdi; yaklaşık 300.000 kişi Sibirya’ya sürüldü ve yarıdan fazlası burada öldü.) Ruslar, Kırım Savaşı sırasında ve sonrasında Tatarların vefasızlığından kuşkulanmaya, Tatarlar ise Ruslaştırma politikasından ve başka bölgelere yerleşmek zorunda bırakılmaktan endişe duymaya başlamışlardı. 1860 yılına gelindiğinde, 100.000 kadar daha “vergilendirilebilir kişi” ve 46.000 ila 50.000 kadar Nogay Tatarı, ağır vergiler ve pasaport bedeli ödemek zorunda kalmış olmalarına karşın göç etmişlerdi. Bunlar ağırlıklı olarak Dobruca’ya yerleştiler. 1861-1864 yılları arasına Kırım göçü iyice yoğunluk kazandı; bir kaynağa göre 101.605’i kadın ve 126.002’si erkek olmak üzere toplam göçmen sayısı 227.607 idi. Göç yüzyıl sonuna dek sürdü ama Kırımlı milliyetçi eğitimci ve Tercüman gazetesinin yayımcısı İsmail Gaspıralı’nın yurttaşlarını kendi topraklarında kalmaya ve kendilerini kültürel ve ekonomik açıdan geliştirmeye teşvik etmesinden sonra daha sınırlı bir sayıda gerçekleşti. 1783-1922 yılları arasında Osmanlı topraklarına göç eden Tatarların toplam sayısı muhtemelen 1.800.000 civarındaydı.
Çok sayıda Tatar, 1877-1878 yıllarında Dobruca ve Bulgaristan’dan ayrılarak Anadolu’ya yerleşti.Bir bölümü doğrudan Anadolu’nun kırsal kesime yerleşti; diğerleri ise İstanbul ve İzmir gibi büyük kentlere ya da İzmit, Bandırma, İnegöl ve Eskişehir gibi küçük kasabalara yerleştiler. Eskişehir ve Ankara arasındaki bölgede hala Tatarların yaşamakta olduğu çok sayıda köy bulunmaktadır; 1970 yılında yaklaşık 200.000 olan nüfusuyla Orta Anadolu’nun önemli bir ticaret yerleşim merkezi olan Eskişehir’de ise Tatarlar nüfusun büyük bir yüzdesini oluşturmaktadırlar. Günümüz Türkiye’sine Kırım kökenlilerin toplam nüfusuna ilişkin istatistikler, Tatarların çoğunluğunun tümüyle asimile olmuş olması nedeniyle nedeniyle mevcut değildir. Tatarların Anadolu Türkleriyle kültürel, dini ve dinsel açıdan sıkı bağları vardı. (Aslında “Tatar” sözcüğünü esas olarak Ruslar kullanmaktadır. Kırımlılar kendilerinden “Kırım Türkleri” olarak söz ederler.) Üstelik kültürleri Selçuklu ve Osmanlı etkisi altına oluşan Anadolu kökenli çok sayıda Müslüman, imparatorluğun hala bir parçası olduğu sırada Kırım’a özellikle de kıyı kesimine yerleşmişti. Çeşitli tahminlere göre günümüzde Tatar soyundan gelen Türklerin nüfusu 1 ila 3 milyon arasındadır. Bununla birlikte, çoğu köylerde yaşamakta olan ancak 200.000 kadar kişi, Anadolu Türkçe’sine çok yakın olan Kırım lehçesini konuşmayı sürdürmektedir.
Çerkezlerin 1862/63 yılı başlarında Kafkaslar’dan Osmanlı topraklarına kitleler halinde zorunlu göçü Osmanlı devletinin toplumsal, etnik ve dini bileşimini köktenci bir şekilde etkilemiş olan önemli bir nüfus hareketiydi. Bu olay, hem büyüklüğü hem de Rusların bunu gerçekleştirmek üzere baskıcı yollara başvurmuş olmaları yüzünden dünya çapında bir ilgi uyandırmıştı; bu göçle ilgili olarak zengin bir literatür vardır. Çoğu kaynakta Çerkez ve Türk aşiretleri arasında bir ayrım yapılmıyor olsa da Kafkas bölgesinde Türkçe konuşan çok sayıda topluluğun yaşadığı dikkate alınmalıdır.
Çerkezler, Karadeniz kıyıları boyunca uzanan bölgede ve Hazar Denizi’nin batı kıyılarındaki Apsheron Yarımadası’ndan yaşayan en önemli ve en eski Türk olmayan topluluklardan biriydi.Aşiretler halinde örgütlenmişlerdi ve toplumsal yapıları prensler, soylular, hür köylüler ve serfler gibi kesin olarak ayrışmış sınıflardan, seçilmiş önderlerin idaresi altındaki gerçek anlamda demokratik örgütlenmelere dek çeşitlilik gösteriyordu. Çerkezler 19. yüzyıla dek ulusal bir ortak siyasal kimlik geliştirmemişlerdi. Kabartaylar ve Abazalar gibi bazı Çerkez toplulukları, 16. yüzyıldan itibaren İslamiyeti kabul etmeye başladılar. Bu gelişmede, Anapa’daki Osmanlı idarecilerinin zımni desteğini arkalarına almış olan kuzeyli Tatar mollalarının öğretisinin büyük etkisi olmuştu. Müslüman Çerkezler sonunda Sultanı, Halife yani Müslüman cemaatinden sorumlu ve en yüksek mertebedeki dünyevi lider olarak kabul ettiler. Şeyh Şamil’in Rus işgaline karşı uzun süre yürüttüğü (1830-1859) müridist isyan, ki eşitlikçi bir toplumsal felsefeye dayanıyordu, Çerkezler ve Kuzeydoğu Kafkasya’daki diğer Müslümanlar için ortak bir kimliği oluşmasında önemli bir rol oynamıştır.
Ruslar, 1796 yılında Bakü ve Kuba hanlıklarını işgal ettiler; Erivan, Nahçıvan ve Taliş’i de, İran’la 1828 yılında imzaladıkları Türkmençay Antlaşması sayesinde elde ettiler ve Babıali ile 1829 yılına imzaladıkları Edirne Antlaşması ile de Anapa’yı ve Poti’yi kazandılar. Bununla birlikte, Müslümanların dağlardaki kalesi Ruslara karşı başarıyla direndi ve Çerkezistan, 1859 yılında Şeyh Şamil’in ele geçirilmesine rağmen direnişin bel kemiği kırılıncaya dek zaptedilemedi. Ruslar bunun üzerine Anapa kıyısı boyunca Novorossiysk’e ve aşağıda Sukhumkale’ye kadar ilerlediler. 1862 yılında Çerkezistan işgal edilmişti; Ruslara karşı mücadele 1860’lı yılların sonuna dek yer yer devam etmiş olmakla birlikte dağlardaki büyük direniş 1865 yılında bastırılmıştı.
Ruslar Çerkezistan’ı Kafkasya’nın güvenliği ve savunması, Karadeniz’de dolaşım ve ticaret özgürlü, Karadeniz ve Hazar denizleriyle İran arasına güvenli bir demiryolu bağlantısına ihtiyaç duyması gibi önemli askeri ve stratejik nedenlerle işgal etmişti. Bunun yanı sıra, Kedisini bir kurtarıcı olarak gören Rusya’nın bu imgesinden kaynaklanan köklü ideolojik ve kültürel düşünceler de işgali ve Çerkezlerin topraklarından sürülmesini hızlandırmıştı. Rusya, yüksek bir Ortodoks Hıristiyan kültürüne sahip olduğunu iddia ediyor ve İslamiyet’i, alt etmiş olduğu ve demir yumruk altında yönettiği bir halkın daha alt düzeydeki kültürel düzeni olarak görünüyordu. Çerkezler ve aşiret örgütlenmeleri “ilkel” olarak değerlendiriliyordu. Rusya Çerkezleri Kuban’ın kuzeyindeki bataklık düzlüklere yerleştirerek (topraklarını da Kazaklara vererek) vergi ve askerlik hizmetleriyle yükümlü kılarak ve onların Hıristiyanlığa geçmelerini sağlayarak “medenileştirmeye” çalıştı. Çerkezler bu programı kabul etmeyerek Rus işgalcilerine karşı mücadeleyi sürdürdüklerinde ise göç etmeye zorlandılar.
1850’li yılların başında bazı Çerkezler,kendi girişimleriyle ve gönüllü olarak göç ettiler ya da barışçıl yollardan göçe ikna edildiler. Kırım Savaşı sırasında göç, kitlesel bir harekete dönüştü ve 1862-1865 yılları arasında doruk noktasına çıkı; 1877-1878 ve 1890-1908 yılları arasında yoğunluk kazanan bu göç 1920’li yıllarda duruldu.
1859 yılında Rus idaresi, bir grup Çerkezin kabul edilmesi ile ilgili olarak Türk yetkileri ile bağlantıya geçti; Loris Melikov, 1860 yılında çar idaresi adına bu konuyu görüşüyordu. Rusların tahminlerine göre Türkiye’ye göç edenlerin toplam sayısı 40.000 ila 50.000’den daha fazla olamazdı.Osmanlı idaresi meseleyi tartıştı ve Rus birliklerinin baskısından kaçarak kendi topraklarına yerleşmek isteyen Çerkezlere konukseverlik göstermekten kaçınmamaya karar verdi. Sultan halife olarak asıl görevinin, yabancı bir güç tarafından işgal edildikten sonra bile kendisine bağlılığını sürdürmüş olan bütün tebaasını korumak ve onlara konukseverliliğini göstermek olduğu kanısındaydı. Üstelik hükümet, göçmenlerin insan gücü açığını gidermeye yarayacağını düşünüyor ve onlardan yol yapımında, pamuk ekiminde ve özellikle de orduda yararlanabileceğini umuyordu.
Osmanlı idaresi, Rusya ile anlaşmasının bağlayıcı olduğunu düşünüyordu; Rusların sözünü ettiği gibi yalnızca 40.000 ila 50.000 Çerkezin gelmesi bekleniyordu ve onların ülkeye düzenli ve kademeli olarak getirmeyi umuyordu. Bununla birlikte, 1862 yılında Kazak birlikleri Kuban’ın içlerine doğru ilerlemekteydiler ve 1863 yılında dağlı Çerkezlerin kalelerine yönelerek silah donanımı zayıf olan Çerkezleri denizden yada kimi kez karadan güneye kaçmak zorunda bıraktılar. Göç, bir kitle hareketine dönüştü.
Rusya’nın dini gerçeklerle Osmanlı devletine karşı yürüttüğü Slavcı politikanın doruk noktası olarak değerlendirilen 1877-1878 Savaşı, Çerkez göçüne yeni bir ivme kazandırmıştı. Osmanlı idaresi, Trabzon’da karaya çıkmış olan 18.000 Çerkez gencini orduya aldı. Savaş başladıktan sonra aynı kentten 3.000 Çerkez daha kendi isteği ile Rusya’ya karşı savaşmak üzere Osmanlı ordusuna katıldı. Çerkezlerden oluşan altı atlı taburunu yöneten Çerkez general Kundukov, Osmanlının doğu cephesinde savaşırken, Çerkezistan ve Abazya’da kalan diğer Çerkez ve Abaza aşiretleri de isyana hazırlandı. Adler ve Gudati’de iki Çerkez asker grubu karaya çıktı ve burada kendilerine yerel halktan isyancılar da katıldı. Ruslar Osmanlı güçlerini yendikten sonra kısmen Çerkezlerin savaş sırasındaki tutumlarına bir tepki olarak yine hınçlarını ana vatanlarından ayrılmamış olan Çerkez ve Abazalardan çıkardılar. Bunun üzerine yeni bir göç dalgası başladı. Kafkaslar’dan gelen Çerkezler bir kez daha Trabzon, Samsun, Sinop, ya da Dobruca’da karaya çıktılar ve Anadolu ve Suriye’ye gitmek üzere Bulgaristan’dan (Köstence, Varna, Burgaz) gemilere bindiler. (Ayrıca daha önceden Balkanlara yerleşmiş olan ve burada büyük bir huzursuzluk çıkararak yerli Müslüman ve Hıristiyan halkın yakınmasına neden olan Çerkezler de Anadolu ve Suriye’ye yöneldiler.)
Çerkez göçüne katılmış olanların sayısıyla ilgili tahminler, 700.000 ile 1 milyon arasında değişmektedir. Osmanlı devletinin demografik durumunu yakından bilen Ubicini, 1864 yılında, yani ilk kitle göçünün tamamlanmasından önce Osmanlı topraklarındaki Çerkezlerin toplam sayısının 700.000 olduğunu tahmin etmekteydi ve bu sayı, 1866 yılında, ölüm oranının yüksek olmasına karşın 1 milyona ulaşmıştı. Bionconi, 1876 yılının sonunda yalnızca Balkanlar’a 600.000 Çerkezin yerleşmiş olduğunu iddia etmektedir. Diğer kaynaklara göre göç eden Çerkezlerin toplam sayısı 1.200.000’e çıkmaktadır.
1865 yılında 2.000 Çeçen atları ve sığırlarıyla birlikte karayoluyla Kars’a gelmiş ve anlaşılan o ki kayıtlara geçmemişti. Güneyde Muş ve Diyarbakır vilayetlerine gönderilecek olan 60.000 Çeçenin daha aynı yoldan gelmesi bekleniyordu.Kafkaslar’dan gelen göçmenlerin çoğu, muhtemelen toplam sayılarının % 20’si, kötü beslenme ve hastalık nedeniyle ölmüştü. 1864-1865 yılları arasında Samsun’daki ölüm oranının günde 120 ila 150 kişi olduğu kaydedilmişti. Önemli bir giriş noktası olan Trabzon’da, 1865 yılının sonunda toplam ölü sayısı 53.000’di.
Kayda değer bütün etkenler göz önüne alındığında, 1859-1879 yılları arasında çoğu Çerkez olmak üzere yaklaşık 2 milyon Kafkas’ın Rusya’yı terk ettiği tahmininde bulunmak akla yatkın görünmektedir. Ancak, bunlardan sadece 1.500.000’i hayatta kalmış ve Osmanlı topraklarına yerleşebilmişti. 1881 yılından 1914 yılına kadar olan sürede ise yaklaşık yarım milyon Çerkez daha, çok sayıda Müslüman’la birlikte Rusya’da Kazan’dan ve Urallar’dan göç etmişti.
Kafkas göçmenlerinin nereye yerleştirileceği önemli bir sorundu ve bu konu Osmanlı hükümetinde ciddi tartışmalara yol açmıştı. Tarihi belirtilmemiş bir raporda hükümete, Çerkezlerin Türkiye’nin güneyine, Fırat boyundaki Birecik ve Rakka bölgelerine yerleştirilmesi ve orada modern bir tarım düzenin kurulmasından onlardan yaralanılması öneriliyordu. Böylece Akdeniz’deki İskenderun “Türkiye’nin denize açıldığı doğal bir nokta olarak Odessa’yı, silip geçmese de geri plana atacaktı.” Raporda göçmenler için göçmenler için özel yerleşim birimleri kurulduğu takdirde Aneza ve Şhamalar gibi güneyden gelen yıkıcı aşiretlere karşı bir set çekebilecekleri ve göçebe aşiretleri yerleşik hayata geçmeye zorlayarak bütün Bağdat vilayetinin güvenliğini sağlayacakları ileri sürülüyordu.
Bununla birlikte, Osmanlı idaresinin Çerkezleri uygun gördüğü yerlere yerleştirmesi önlendi. Rus idaresi, Çerkezlerin “bizim sınırlarımızdan hayli uzağa ve her koşulda Erzincan, Tokat, Amasya ve Samsun hattından daha geriye” yerleştirilmesi gerektiğini açıkça dile getirdi. Ruslar, Çerkezlerin Suriye’ye ve 3.000 ila 4.000 ailenin öncen yerleştirilmiş olduğunu Küçük Asya’nın iç kesimlerine yerleştirilmelerinde ısrar ettiler.
Kafkas göçmenlerinin yaklaşık yarısı, yani 1863-1865 yılları arasında gelmiş olan Çerkezler ve Abazalar, önce Kuzey ve Orta Dobruca’da Tulça, Babadağ ve Boğazköy (Çernavoda) çevresine ve Tuna boyunda Rusçuk, Nicopolis, Vidin, Silistre, Şamu’ya (Kolarovgrad) ve Niş ve Sofya çevresindeki bölge (sırf bu bölgeye 12.000 kadar aile yerleşmişti) gibi daha da batıya yerleşmişlerdi. Diğerleri Makedonya ve Trakya’da Selanik, Serez ve Larissa çevresine yerleştiler. Göçmenler Asya’da, Diyarbakır, Mardin, Halep ve Şam vilayetlerine; Küçük Asya’da ise Erzurum, Sivas, Çorum, Çankırı, Adapazarı, Bursa ve Eskişehir’e yerleşmişlerdi. Çok sayıda Çerkez doğrudan Filistin liman kentlerine gitti. Rus konsolosu, 1883 yılında 365 Çerkezin bir Osmanlı teknesiyle Hayfa’ya geldiğini kaydetmiş ve Çerkezlerin kutsal yerlere giden hacıların ziyaret edebileceği yerler dışında Ürdün Nehri boyunca yerleşebileceklerini onaylamıştı.
Dostları ilə paylaş: |