İstanbul ansiklopediSİ Büyük Kapalı Çarşıda Yağlıkçılarda İstanbul Hanımı


Çekerler gizli gizli ahlar uşşâkı âvâre Gezerler dilrübâlar el ele bir özge seyrandır



Yüklə 5,01 Mb.
səhifə52/80
tarix03.01.2019
ölçüsü5,01 Mb.
#88905
1   ...   48   49   50   51   52   53   54   55   ...   80

Çekerler gizli gizli ahlar uşşâkı âvâre Gezerler dilrübâlar el ele bir özge seyrandır

(Ziya Paşa)



El eleyiz göz gözeyiz diz dize Gizli değil lüzum, var mı dikize (Nebil Kaptan)

«Eiden ele geçmek, gezmek», güzeller sânında ibtizâle düşmek, orta malı olmak: Bâ- husus elden ele gezmiş ola Açıla perdesi gül gibi sola

(Sünbülzâde Vehbi, Lûtfiye)

*

Yakışır mı gül gönce senin gibi güzele Gece gündüz refiki yağlı kara hezele Altın adın çarçabuk çıkar kızıl bakıra Elden ele geddiğin duyula görsün hele

«El bağlamak», iki elini birbiri üzerine koyup divan durmak, kadim istanbul terbiyesinde ana baba, yaşlılar, velinimet efendiler hanımlar, büyükler, muallimler, âmirler huzurunda dâima böyle durulurdu; bu duruşa «El pençe» ve «El kavuşdurmak» da denilir; namaz ibâdetinde Hak huzurunda da böyle durulurdu ve namaz duruşuna «El pençe» ve «El kavuşturma» deyimlerine tercîhan «El bağlamak» denilir:

Ne saadet varub el bağlayasın Hak huzurunda duruta ağlayasın (Nâ'bi, Hayriye)

* Kadrini senki musallada bilüb ey Baki

Durup el bağlayalar karşuna yaran saf saf

(Baki)

«Eli bayraklı», edebsiz, utanmaz, arlanmaz, şerir:



Babıali Yokuşundan çıkıyordum, bakdım Yolu boydan boya tutmuş eli bayraklı takım

Eli bayraklı Kasımpaşahdır, erzeldir Küberâ hanelerinden hele müstaskaldir (Süleyman Paşa)

*

Ayakları yalın o bol paçalım Bıçkınlık sânından bir alım çalım Topuk vura vura geliyor bakın Eli bıçaklı o Kasımpaşalım

(Âşık Râzi)

«El bir etmek», ittifak etmek, anlaşmak, birleşmek; zamanımızda «Elbirliği etmek» diye kullanılıyor:



Zülfünün zencîrine kul eyledin şahım, beni Kulluğundan kılmasun âzad Allahım 'beni

Çevri dilber ta'ni düşmen sûzi firkat za'fı dil Dürlü ıdürlü derd içün yaratmış Allahım beni Yıkmaya ve yakmaya sâyîle el bir eldiler

Sûzi sine eski dîde âteşi ahım beni

(Fâtih Sultan Mehmed)

«El çekmek», vaz geçmek, bir alâkayı kesmek:



Çekdim elimi gayri bu dünyâ hevesinden Âzad ideyim mürgi dili ten kafesinden

(Meşhur bir şarkı)

«El çırpmak», iki elin avuçlarını birbirine vurarak alkış tutmak, alkışlamak; yâhud el çırpmanın çıkardığı sesle birini çağırmak; eski istanbul konaklarında, saraylarında cariyeler, uşaklar, bendeler el çırparak çağırılırdı:



Evet, şenaate el çırpıyordılar hepsi Senin elinde yok ancak bu alkışın levsi

(Mehmed Akif) *

Koşdum el çırpınca lebbeyk efendim Emrîn başım üzre ey şefailevendim

(Âşık Râzi)

«El sunmak», el uzatmak, el uzatıp yoklamak, aramak:



Sanma rahminden sunar destin dili mecruhuma Ol keman ebru sinede tîri müjgânm arar

(Süleyman Nahifi)

*

BeziKİ meyde nukle el sunmaz neman ancak Nedim Dilberin unnjâbi lâ'lin çeşmi bâdâmın bilir.



(Nedim)

«Ele su dökememek», güzellik konusunda bir dilberin üstünlüğünü ifâde yolunda kullanılır :



Dökemez su eline çeşmei mihri rahşan Viremez dilberimin destine nâhid leğen

(İzzet Molla)

*

Yalın ayak pırpın kopuklar serveridir Râzinin bin güzelden se'çdiği dilberidir Su dökemez eline beyzade paşazade Gönü), tahtı sultanı şimdi bir serseridir



(Âşık Râzi)

«Elde kalmak», bir malın satılamayan kısmı, bir işin neması, kâri, bir maceranın hâtırası :



Bir ayağının üstünde söyliyerek bin yalan Gönül evimi etli haydud misâli talan Kurt yavrusu kurt olur âkibet kaçdı gitdi O çapkından bir soluk resimdir elde kalan

(Bitli Tevfik)

«Ele geçirmek», tutmak, yakalamak, bir



r

EL

.4992 —

İSTANBUL


ANSİKLOPEDİSİ

4993



ELBİE (Haîid Kemal)


güzelin peşine düşüp aşinalık, dostluk kurmak; aynı anlamda «ele girmek» deyimi de kullanılır:

Ruhsat bulunur dâmeni canan ele girmez Canan bulunur kûşei daman ele girmez

(Haşmet)

* Dolaşırken peşinde kanlı bir kaç hergele

O âhûyi vahşîyi Tevfik geçirdi ele

(Bitli Tevfik)

«El yumak» (el yıkamak), sorumluluğu kabul etmemek, bir işden, alâkadan, dostluk-dan vaz geçmek:



Kim ki haz eylemez letâifden El yusun çeşmei maarifden

(Nâbi)

Mâsivâdan el yuyub mahlûkdan ümmîdi kes Virdin olsun her nefes Allah beş baki heves

(Nâbi)

«El varmak», bir kıymeti, bir güzelliği, bir sanat eserini tahrib etme, yok etme cesaretini ve duygusuzluğunu göstermek:



Delirmedikce 'bir insan nasıl var^r eli de Kıyar şu mahfile, yâted şu muhteşem geçide

(Mehmed Akif)

*

Nasıl eli varmışdır hangi zâlim berberin Âşifte perçemini kesmek içlin dilberin



(Âşık Eâzi)

«El vermek», yardım etmek, destur- vermek, izin vermek; aynı deyim yeterli olmak anlamında da kullanılır:

El verdi pırım kokladım gülü Boynumda kemend müşkîn kâkülü Sinemiz kafes yârin bülbülü

Ayağım yalın acık hem basım Gözüm güzelde yüz iken yaşım

*

Elvermez mi yapdığın bunca cevrü cefâ foe Uymaz fcaanûnu aşka, hem .terbiye edebe Aşıklar kadri bilmişidir bu şehri İstanbuMa Senin gibi mahbû'bi kulûb olan ketebe



«Elden gitmek», mahvolmak, perişan olmak, ölmek:

-*^s


Sâkiyâ mey ver ki bir gün lâlezar elden gider Irişür faslı hazan bağ ü bahar elden gider (Fâtih Sultan Mehmed)

-k

Şimdi burdaydi gitdi elden Gitdi ebede gelüb ezelden

(Abdülhâk Hâmid)

Bu deyimin başına irâde anlamında «ihtiyar» kelimesi eklenerek nefsine hâkim olamamak yerinde kullanılır: Nevcivan sevmekde ben pîrâru tâyib eylemem Hüsn olur kim bir görüşde ihtiyar elden gider

(Ziya Paşa)

Ziya Paşanın bu beytinde hem deyimin ölüm anlamına, hem de, ihtiyarın yaşlılık anlamına şirin takılışı vardır.

«El altında», hazır, mevcud, peylenmiş; «El altından», gizli; «Eli açık», cömerd; «Eli uzun», hırsız; «Eli altında» ve «Eli içinde», hüküm ve nüfuzu altında; «El etek çekilmek», tenhalık; «Elde bir», hazır, mutlakaa bulunur; «Ele bakmak», muhtaç olmak; «Eli böğründe kalmak», şaşırmak, bütün ümidleri kaybetmek; «El çekdirmek», işden atmak; «El çabukluğu», hileli bir işi ustalıkla başarmak; «El değmek», müsâid zaman, vakit bulmak; «Elinden tutmak», yardım etmek, korumak; «Eli kırılmak», bir iğde çırağın, aceminin elinin o işe alışması; «Eli yatmak», aynı anlamda; «Eli kulağında», hemen, derhal; «Eli koynunda», bogda, işsiz; «Eli sıkı», tutumlu, hasis; «El kiri» hırsızlık lekesi; «İki eli yanına gelmek», ölmek; «Dört elle sarılmak», vazife, iş aşkı, gayret, aşırı bağlılık; «Ellenmek», bir şeyin yabancı tarafından gizlice karıştırılması, bir güzelin fuhuş yolunda okşanması.

Dilimizde ve bilhassa istanbul Ağzında «El» üzerine pek çok darbı raesel vardır:

Âlet işier, el övünür Çok el işde, az el aşda

Elinin hamuru ile erkek işine karışır El ile ellenmeyen elli yıl durur

Elinle ver, ayağınla ara

Elimi sallasam ellisi, başımı sallasam tellisi

Eli işde, gözü oynaşda

El elden üstündür arşa çıkıncaya

El eli yıkar, eller de döner yüzü yıkar El öpmekle dudak aşınmaz

El uzatılan yere dil uzanmaz

Elini veren kolunu alamaz - ,

İki el bir baş için

Ne verirsen elinle, o gider seninle

El mizan, göz terazi El elde, baş basda

Elinden gelse bir kaşık suda boğar Elinden geleni ardına koyma

ELİ BÖĞRÜNDE — Ahşab binalarda, ikinci veya üçüncü katlarda sokak yâhud bağ-çe üstüne doğru yapılan çıkmalarda, o kısmın altı ile duvar arasına atılan kalas desteklerin adı, bu çıkmalara «Şahnişin» denilirdi; eski ahşab mimarîmizin şirin bir hususiyeti idi (B.: Şahnişin).



ELÂDO ETMEK — Argo; «Çekip almak, misâl: — Ulan bu değirmeni (saati) hangi hi-yardan elâdo ettin?...» (Ferid Devellioğlu, Türk Argosu).

ELÂDO TÜRKÜSÜ — Geçen asrın ilk yarısında çıkmış bir istanbul türküsü; zamanında hicaz faslından bestelenilmiştir; notası bulunamadı; «Ela do» rumca «Buraya gel, beri gel» demekdir:



Düşdü çâre nedir gönül o yâre

Tabibler idemez bu derde çâre

Çekdiğim söyleyin o zâlim yâre

Elâdo dedim ben sana

Bir şeftali ver bana

Feleğin elinden aman bulamam Gönlüm eğleyecek civan bulamanı Yüzünü görmeğe zaman bulamam Elâdo dedim ben sana Bir şeftali ver bana

Geçen asır sonlarında da nekaarâtında rumca «Elâdo» sözü geçen meşhur bir eviç şarkı vardı, tabaka tabaka bütün İstanbulluların ağzına düşmüşdü. Aşağıdaki satırları Ahmed Rasimin «Fuhşi Atik» (Eski Fuhuş) isimli ölmez eserinden alıyoruz; üstâd Dârüş-şafakadaki masum çocukluk yıllarını anlatmaktadır :

«... Mektebde musiki de vardı. Zekâi Dede merhum gibi kâmil ve arif bir üstâd meşk ediyordu. Bu münâsebetle mektebe gaaliba bir «Hâşim Bey Mecmuası» kaçırmışdık; evet, kaçırmışdık, çünki Dârüşşafaka, kendisinin matbu, gayrı matbu tek varakın nezdimizde meccânen verdiği ders kitablarından maada bulunmasına mâni olurdu. Ya o günü yahud ertesi gün idi ki mecmuaya göz gezdirirken bir sayfasında, hâlâ hafızamda menkuş kalmış olan bir eviç şarkı görmeyeyim mi:

Galaiada güzel cokdur

Hiç birinde vefa yokdur

Gül yanakdan güzel öpdür

Elâdo elâdo ey çeşmi ahu!..

«Galata!.. Güzeli çok!.. Vefa?.. O zamanın idrâkince mahalle adı.. Gül yanak!.. Öptür!., bunların hepsi anlaşılıyor ama ya Elâdo!...».

Zâten Ahmed Râsim ihtiyat ile kaydediyor; Hâşim Bey Mecmuasında Eviç faslında böyle bir şarkı yokdur.

EL ARABASINA BİNMEK — Argo; «İs-timnâi bil-yed» (Ferid Devellioğlu; Türk Argosu) .

ELBİ (Safiye Hüseyin) — Türkiye'de gönüllü hastabakıcılığın öncüsü bir hanımefendi; ömrü boyunca bu yolda çalışmışdır; sânına lâyık mufassal hal tercemesini tesbit edemedik, aşağıdaki satırları Kim Kimdir Ansiklopedisinden alıyoruz:

«1888 de İstanbulda doğdu, babasının adı Ahmed Paşa, annesinin adı Firdevs Hanımdır; İngiliz ve Alman kız mekteblerinde okudu, Balkan Harbinde ilk gönüllü Kızılay Hemşiresi olarak çalışdı, aynı hizmeti İstanbuldaki askerî hastahânelerde, Birinci Cihan Harbinde de gördü; 350 yataklı bir hastahânenin baş hemşiresi oldu, Reşid Paşa Hastahâne Gemisinde Alman ve Avusturyalı hemşireler arasında tek Türk hemşire olarak çaiışdı. Kızılay Hemşire Okulunun kurucularından biri oldu ve okulda muallimlik yapdı. Veremle Savaş Derneğinin kurucu üyelerinden, Yeşilay Cemiyetinin de idare heyeti üyelerindendir. Himâ-yei Etfal Cemiyetinin (Çocuk Esirgeme Kurumu) ve Türkiye Kadınlar Derneğinin de kurucularındandır; Florence Nightingale Derneğinin kurucu üyesidir (B.: Nightingale, Florence). İngilizce, Almanca, Fransızca, bilir. Bütün Avrupayı, Kuzey Amerikayı, Hin-distanı görmüşdür. Şefkat nişanları, harb madalyaları aldı; mühim bir sayı tutan makaa-leleri vardır; konferanslar vermiş ve bu konferanslardan bir kısmı basılmışdır» (Kim Kimdir Ansiklopedisi, 1961 - 1962).

Bahriye ümerâsından Hüseyin Beyle ev-lenmişdir; Fatma Nihade-ve Tarık adında iki evlâdı olmuşdur; 8 temmuz 1964 de vefat etdi, Zincirlikuyu mezarlığında defnedildi.

ELBİR (Halid Kemal) — Avukat, Hukuk Fakültesi profesörlerinden; aşağıdaki hal ter-



L.

r

ELBÎR (İsmail Kemal)

_ 4994 __

İSTANBUL


ANSİKLOPEDİSİ

4995 —



ELDEM (Sedad)


cemesini Kim Kimdir Ansiklopedisinden alıyoruz:

«1920 de İstanbulda doğdu, babasının adı (Prof) Ali Kemal Bey, annesinin adı Şaziye Hanımdır; Sainte Jeanne d'Arc Fransız mektebinde (1932 - 1936), Galatasaray lisesinde (1936 - 1940) okudu, 1944 de istanbul Hukuk Fakültesini bitirdi, Medenî Hukuk kürsüsünün doçenti, (sonra profesörü) oldu. Yüksek islâm Enstitüsünde de islâm Hukuku okuttu. Türkiye iş Bankasının müşavir avukatlığı yap-dı. Avrupamn geniş bir kısmım gezmiş, gör-müşdür. Eserleri: Türk Eşya Hukuku (1954), Türk Medenî Hukuku, Aile Hukuku (1960), Türk Borçlar Hukuku, umumî hükümler (1958) Medenî Hukuk Pratik Çalışmaları (1953), Türk Ictihadlar Külliyâtı (13 cild, 1951 - 1960) ve yüzden fazla meslekî makaale» (Kim Kimdir Ansiklopedisi.)

ELBİR (İsmail Kemal) — Ünlü bir avukat; Prof. Avukat Halid Kemal Elbir'in ağabeyi (B.: Elbir, Halid Kemal); hal tercemesi tesbit edilemedi; 1965 de Parisde öldü, nâşi yurda getirilerek Feriköy Mezarlığında defnedildi,

ELCİK, ELLİK — (B.: Eldiven)

ELÇİ HANI — Yüz yıllar boyunca yabancı elçilerin ikaametine tahsis edilmiş büyük ve meşhur han; Çenberlitaşda Divanyolunda idi (B.: Divanyolu, cild 9; sayfa 4624); zamanımızda mevcud değildir; yerine geçen asrın ikinci yarısında yeni bir han yapılmış ve bu han içindeki büyük bir matbaaya nisbet «Os-manbey Matbaası» diye amlmışdı; Darüşşafa-fakaya bağışlanmış olan bu bina da son yıllar içinde yıkdırılarak yerine muazzam bir bina, «Darüşşafaka Osmanbey Sitesi» inşâ edil-mişdir.

Elçi Hanının resmi bulunamadı, binanın tarifine de rastlanamadı, kesin bilinen tek şey, Beyoğlunda daimî sefaret binaları ihdas edilmeden, herhangi sebeple hükümdarından bir nâme ile gelen ve vazifesini yapdıkdan sonra memleketine dönen gayri müslim elçilerin bu handa ikaamet ettikleridir. Elçi Hanının nasıl döşenmiş olduğu, elçilerin maiyetleriyle birlikde bu handaki günlük hayatları, elçilerin ulaklık vazifesini gören kavaslarla muha-

fızlarına memur yeniçerilerin handaki durumları, hanın bulunması zarurî görülen mutfak ve alın gibi müştemilâtı hakkında kayıtlara rastlamadık.

Kaanunî Sultan Süleyman zamanında İs-tanbula gelmiş Avusturya elçisi Buslecq «Türk Mektubları» isimli hâtıralarının üçüncü mektubunda han hakkında mübhem bir kaç satır yazıyor. Han kapusunun anahtarının kavasda durduğunu, bu adamın gece evine giderken ka-puyu dışardan kilidleyerek gittiğini; muhafız yeniçerilerin gece ve gündüz han kapusu ö-nünde durduklarının, ve geceleri kapu önünde yattıklarını; iki kanadlı olan han kapusunun metanetsiz olduğunu; bir sabah kavas hana kasden gelmediği için, içerden kendi adan> larının, dışardan da yeniçerilerin yardımı ile kilidli han kapusunu aralayarak dışarı çıkmaya muvaffak olduğunu yazıyor.

Naîma Efendi hicrî 1067 (M. 1656) vak'-aları arasında ve Köprülü Mehmed Paşanın sadâretinin başında Istanbula ulufelerini almak için gelmiş kapukulu sipahilerinin bir a-yaklanmasını kaydederken, kapukulu sipahilerinin İstanbulda kaldıkları müddetçe Yeni-cami Ham (Sultanahmed - At Meydanı Hanı) ile Elçi Hanlında kaldıklarını söylüyor. Elçi Hanı için çok önemli bir kayıddır; XVII. yüz yıl ortasında gayri müslim yabancı elçilerin arttık Çenberlitasdaki Elçi Hanında ikaamet etmedikleri, adını muhafaza eden bu hanın kapukulu sipahilerine tahsis edildiği söylenebilir.

ELÇİ SOKAĞI — Boğaziçinin Rumeli yakasında Arnavudköyünün sokaklarından, köyün kuzeyinde ve gerisinde kırlıkdadır (1934 Belediye Şehir Rehberi, pafta 21/2); yerine gidilip bu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (Şubat 1968).

ELDEM (Halil Edhem) — Arkeolog ve ünlü müzeci; 1861 de İstanbulda doğdu, sadrâzam Sakızlı Edhem Paşanın oğlu, arkeolog, ressam ve Türk müzelerinin babası Osman Hamdi Beyin küçük kardeşidir (B.: Edhem Paşa, Sakızlı; Hamdi Bey, Osman); ilk ve orta tahsilini İstanbulda yapdı; 1876 da elçi o-lan babasının yanına Berline gitdi; hevesi ve merakı tarih ve arkeolojiye olduğu halde tabiî ilimler ve kimya tahsiline mecbur oldu,



w/

M

Halil Edhem Eldem

Resim: S. Bozcalı

sonra îsviçrede Bern Üniversitesine devanı ile felsefe okudu ve bir doktora imtihan vererek diploma aldı. Istanbula döndüğünde bir müddet askerî fabrikalarda, Erkânı Harbiyei Umumiyede (Genel Kurmay Başkanlığında) tercüme kaleminde çalışdı; Mülkiye Mektebinde, Ticaret Mektebinde, Dârüşşafakada muallimlik yapdı; 1892 de müzeler müdürü o-lan büyük kardeşi Osman Hamdi Beye muavin tâyin edildi. 1909 da istanbul Şehremini (Belediye Başkanı) oldu; fakat bu vazifede ancak beş ay kaldı, Osman Hamdi Beyin vefatı üzerine müzeler müdürlüğüne tâyin edildi ve müzeler müdürlüğünde 22 sene kaldı, 1931 de isteği üzerine emekliye ayrıldı, ve aynı yıl içinde Cumhuriyet Halk Partisi adayı olarak istanbul Milletvekilliğine seçildi ve İstanbul Milletvekili iken 16 Kasım 1938 de Şişlide Osmanbeyindeki evinde vefat etti; E-dirnekapusu dışında aile hazîresine defnedildi. İstanbulda Arkeoloji Müzesinin yanında eski Sanayii Nefise Mektebi «Güzel Sanatlar Akademisi) binasında Şark Eserleri Müzesi onun tarafından kurulmuş, yine onun müzeler müdürlüğü zamanındadır ki Topkapusu Sarayı bir müze olarak tanzim edilmiş ve açılmış-dır.

ilmî eserlerinden ötürü istanbul Üniversitesi kendisine fahrî profesörlük unvanı vermiş, Leypzig ve Bal üniversiteleri de doktorluk unvanı vermişlerdir; birçok ilmî enstitülerin de fahrî âzası bulunuyordu. Muhtelif ta-

rihlerde Moskovada, Münihde, Romada ve Ber-linde toplanan arkeoloji kongrelerinde Türki-yeyi temsil etmişdir; «Eski Eserleri Koruma Encümeni» onun himmeti ile kurulmuşdu.

Eserleri: «Meskukâtı Osmaniye Katalogu» (Osmanlı madenî paraları katalogu), birinci eild; «Sivas ve Divriği şehirlerinin Islâmî kitabeleri» (Van Berchen ile birlikde, fransız-ca); «Düveli Islâmiye Tarihi» (islâm Devletleri Tarihi; Lan Poole'un eserinden genişletilerek terceme); «Topkapu Sarayı»; «Yedikule Hisarı», «Camilerimiz»; gazete ve dergilerde makaaleler.

ELDEM (Ömer Sedad) — Yüksek mimar, istanbul Güzel Sanatlar Akademisinin mimarlık bölümünün öğretim üyelerinden, ve çağdaş Türk mimarîsinin en yetkili, en seçkin sîmalarından; 31 Ağustos 1908 de İstanbulda Kadıköyünde Bahariye Caddesinde devrinin güzel binalarından «Vidalı Köşk» diye meşhur bir evde doğdu, ki zamanımızda yerinde Kadıköy Halkevi binası bulunmaktadır. Babası yakın geçmişin ünlü yazarlarından ve diplomatlarından, batı metodu ile ilk biyografi (hal tercemesi) denemesini henüz on beş yaşında iken yapmış Alişanzâde İsmail Hakkı Beydir (B.: Eldem, İsmail Hakkı); ve annesi Azize Hanım, memleketimizin seçkin ilim ve sanat adamları yetişdirmiş bir ailesine mensubdur, sadrâzam Sakızlı İbrahim Edhem Paşanın torunu ve paşanın büyük oğlu âlim

Sedad Eldem

Resim: S. Bozcalı



r

ELDEM (Sedad)

4996 —

İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

4997 —



eldiven sokağı


ve târih bilgini İsmail Galib Beyin kızıdır. Edhem Paşanın oğullarından Türk müzeciliğinin babası arkeolog ve ressam Osman Hamdi Bey ile uzun zaman müzeler müdürlüğünde bulunmuş ilim adamı Halil Edhem Bey Ö. Sedad Hakkı Eldemin büyük dayıları olurlar; sanat tarihi üzerinde otoriter yazıları ve eski kitabeler üzerine eserleri ile tanınmış Mübarek Galib Bey de dayısıdır (B.: Edhem Paşa, Sakızlı İbrahim; Hamdi Bey, Osman; El-dem, Halil Eldem; Galib Bey, İsmail; Mübarek Galib Bey).

Dört kardeşin üçüncüsü olan Ö. Sedad Hakkı Eldem ilk ve orta tahsilini babasının memuriyetle bulunduğu Avrupada yapdı, İs-viçrede Geneve'de Ecole Cuchet'de, Almanya-da Münich'de Altes Realgymnasium'da (1924) okudu, 1928 de İstanbul Güzel Sanatlar Akademisinin mimarlık bölümünü bitirdi, meslekî ihtisasını Almanyada Charlottenburg'da Technishe Hooh Schule'de yaptı.

Mimarlık diplomasını aldığı tarihde asistanlıkla intisap ettiği İstanbul Güzel Sanatlar Akademisinden hiç ayrılmadı, bu satırların yazıldığı tarihde, 1967, aynı akademinin öğretim üyelerinden, Türk Mimarisi kürsüsünde bulunuyordu.

Yetiştirdiği meslek adamı kıymetlerden başka Türk mimarîsine ve sanat tarihine yazıları ve yapdığı binalar ile de hizmeti çok büyük olmuşdur. Türk Evi ve Türk Mimarîsi konularında makaaleleri kıymetli yazılardır. «Türk Evi Plân Tipleri» adındaki eseri bu konuda tek kitabdır; «Köşk ve Kasırlar» ve «Türk Bağçesi» isimli iki eseri de 1967 de ba-sılmakda idi.

Yapdığı binalar şunlardır; İstanbulda:

Beyazıdda Fen ve Edebiyat Fakültesi Sultanahmedde Adliye Saray; (Emin Onat ile birlikde)

Zeyrekde Sosyal Sigortalar Külliyesi Fındıklıda Güzel Sanatlar Akademisi (Yangından sonra ihyâsı; M. Ali Handan ile tairlikde)

Salıpazarı Şantiye Binası ve bir müddet sonra bu bina yıktırılarak aynı yerde Liman Büro Binaları (Kampsax ile birlikde; bu büro binalarının tatbikatı plâna uygun değildir.) Harbiyede Hilton Oteli (Skidmore, Owings ve Merill ile birlikde) Yalova Oteli

Florya Plaj ve Motelleri (Orhan Çakmakçı ile birlikde)

Pakistan Hava Yollan Taşlık Kahvehanesi Harbiye'de Kessd Apartımanı Ceylân Apartımanı

Beylerbeyinde Nusret Sadullah Yalısı Yeniköyde Tahsin Güney Yalısı Yeniköyde Azmi Yalısı Yeniköyde Sirer Yalısı Yeniköyde Cihangir Safyurtlu Köşkü Emirgânda Usaklıgil Köşkü Büyükadada Derviş Köşkü Büyükadada Okyar Köşkü Teşvikiyede Ağaoğlu Köşkü Ankarada:

Gümrük ve İnhisarlar Vekâleti (şimdiki Başbakanlık) Fen Fakültesi

Hindistan Sefareti (O. Çakmakçı ile) Naci Edeniz Köşkü

Kıymetli sanat ve ilim adamı bir mektubumuzu cevaplandırırken şunları yazıyor:

«Mimarlık dünyasına girdiğim talebelik zamanından beri, Türk evini tanımak ve yeniden canlandırmak hülya ve gayesini güttüm. Bunun için daha talebe iken tatillerde Anada-lunun muhtelif yerlerinde rölöveler yaparak bilgimi arttırmak istedim. O zamanlar Vedat Bey ve Monceri gibi hocaların elinde tamamiy* le klâsik ve akademik olan tahsilin dar çerçevelerini yararak ilk olarak modern mimarî esprisinde projeler yaptım. Diploma projem bu şekilde ve Akademi an'anesine tamamiyle aykırı olduğu halde, birincilik ile mükâfatlandırıldı. O zamana kadar Osmanlı mimarîsi Sadece dinî binalarıyle biliniyordu. Gaayem Türk evi mimarisinin modem mimarî anlayışına ne kadar uygun olduğunu ve bu suretle hem modern, hem de bizden olan bir mimarînin mev-cud olabileceğini göstermek idi. Bu yoldaki çabalarımı daha sonra seminer şeklinde talebeye de aşılamak istedim. Yeni mimarlar neslinin Türk evinin hayranı olmasını istedim. Maalesef taklitçilik her hangi başka bir kuvvete galip geldi. Türk evi vücud bulmadı. Bilâkis Türk şehirleri ve bunların başında İstanbul, korkunç tahribata maruz kaldı ve mahalle ve evlerinden, yani asıl beden ve vücudundan mahrum kaldı. Veyahud kalan kısımlarını gecekondu denilen o korkunç hastalık kemir-di.»

Aynı mektubumuzda Güzel Sanatlar Akademisi yangını üzerine bir sorumuza da şu cevabı vermiştir:

«Akademi yangınında memleket için olan en büyük ziyan, millî mimarî arşivinin yanması olmuştur. Yanan rölöveler arasında 1926 da Ankara, 1932 de Alanya da yapmış olduğum ev rölöveleri vardır ki, bu evlerin orijinalleri de bugün mevcud olmadığından zarar Türk kültürü için gayrı kabili telâfidir. Aynı şey Bebek ve Çengelköydeki Köçeoğlu yalıları için söylenebilir. Bebekteki yalı ayakta duran son büyük yalı idi. Rölövesi en son teferruatına kadar yıllarca süren emekle tamamlanmıştı, îstanbuldaki Taş odaları ve içlerindeki Lale devri alçı tazyinat da detaylı rölöve mevzuu olmuştu. Bunlar da yandıkları gibi binaların kendileri yıkılmıştır. Bu surette orijinal bir yapı tipi unutulmağa mahkûm olmuştur. İstanbul ve Anadoluya ait ikibine yakın ev rölö-vesi yanmıştır. Bir başka önemli kayıp da Atatrük'ün Adada dilde yapılacak köşkü (vazgeçilip yerine Floria deniz köşkü yapıldı) ve Yalova oteline ilâve edilecek dairesi için kendi eliyle yazdığı ve çizdiği kroki direktivlerdir. Bunlar kısmen resimlerimin üstünde, kısmen ayrı kâğıt üzerinde ve on parça kadar idi. Atatürk'ün bu iki proje için gösterdiği ilgi ve takdir notlarından anlaşılabiliyordu. Kendi elinden başkaca buna benzer krokiler çıktığını bilmiyorum».

Sedad Eldem yabancı memleketlerin tanıdığı bir Türk sanatkârı olarak 1929 da Fransa'da Salon d'Automne'da tunç madalya aldı, 1936 da İngiltere'de Kraliyet Mimarlık Enstitüsüne şeref üyesi seçildi, 1954 de Amerikan Mimarlar Birliğinin ödülünü kazandı.

Eski Eserleri Koruma Encümeni azasıdır, bu encümenin reisliğinde de bulunmuşdur. İstanbul Kulübü, Deniz Kulübü, Golf Kulübü, Moda Kulübü ye Büyükada Anadou Kulübü üyesidir.

Fransızca, Almanca, İngilizce bilir. 1941 de Fâhire (Baraz) Hanımla evlenmişdir, çocukları yokdur. Uzunca boylu, melih bir yüze sâhlb, güzel konuşur bir meclis adamıdır.

ELDiVEN — «Ele geçirilen ve deriden, kumaşdan kesilip dikilen yâhud yün veya pamuk ipliğinden örülen el mahfazası; ellik, elcik de denilir» (Şemseddin Sami, Kaamûsu Türkî).

Köylümüz kendlimiz tarafından kadimden-

beri kulianümışdır; eski Türk eldivenleri de (deri, kumaş ve örgü) üç şekil üzerinedir:

l — Parmak yerleri olmayan, hamam veya para keselerine benzeyen ve bilekden bir bağcıkla bağlanan eldivenler; 2 :— Yine kese şeklinde olup yalnız baş parmak için ayrı bir yer yapılmış olan eldivenler; 3 — Pençe siklinde, beş parmak için de ayrı ayrı yeri bulunan eldivenler.

Eski Türk deri eldivenlerde bilhassa ceylân ve deve derileri kullanılmış, ve sahibinin içtimaî mevkiine göre, ipek ve altın tel ile fevkalâde işlemeli eldivenler yapılmışdır. D)eri süslemeciliğinde «çalma», «çarpma», «kabartma», «yapıştırma», «elvan (türlü renk veya altın yaldızlı -boyama)» denilen usulleri ile deri üstüne ipek veya altun tel işlemden eldivencilik-de de kullanılmışdır.

Eldiven, giyim kuşamda, elleri soğuğa karşı korumak için evvelâ kışlık olarak yapılmış, ve bu yönden eldiven, köylü kadınlarımız tarafından da kullanılmışdır. Eldivenin şehirli Türk hanımları tarafından mutlak ihtiyacdan ziyâde süs tamamlamak için kullanılması, alafrangalık yolunun açıldığı Tanzimat devrinden sonra başlamışdır. XIX yüz yılın ikinci yarısın-dadır ki, Avrupa mâmulâtı erkek ve kadın eldivenleri Türkiyenin idhal ettiği giyim ve süs arasına girmişdir, ve yakın zamanlara kadar, memleketimizde eldivencilik, Avrupa eldivenleri ile rekabeti düşünmemişdir. Fakat 1945 -1950 arasında Türk eldivenciliği birden öylesine gelişmişdir ki, zamanımızda, en müşküpe-send şık Avrupalıyı tatmin edecek erkek Ve kadın eldivenleri yapılmaktadır.

Kadın eldivenleri arasında, geçen asır sonlarında pek süslü Türk hanımları tarafından kullanılmış Brüksel dantelinden yazlık yarım eldivenleri kaydetmek lâzımdır. Ağır tuvaletlerle giyilen bu eldivenler, dirsekden elde parmak enlerine kadar kolu ve eli örtmüş, parmaklar, taşıdıkları elmas yüzükleri tam zâşaan ile teşhir edebilmesi için eldiven dışında kalmışdır.

ELDİVEN SOKAĞI — Haliçde Balalın sokaklarından; Balat Karabaş Mahallesinde-dir, Karabaş Salhanesi Sokağı ile Oluklu Sokak arasında bir aralık sokakdır, Humas Sokağı ile kavuşağı vardır (1934 Belediye Şehir Rehberi, Pafta 8/112) jyerine gidilip şu satır-



r

Yüklə 5,01 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   48   49   50   51   52   53   54   55   ...   80




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin