İstanbul ansiklopediSİ Büyükada Camii (Resim: Kemal Zeren)



Yüklə 4,97 Mb.
səhifə10/75
tarix07.01.2019
ölçüsü4,97 Mb.
#91759
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   75

9 Haziran 1936

İstanbuldan Ankaraya müteveccihen hareket ettiler.

15 Haziran 1936

Gece hususî trenleriyle İstanbula geldiler. Haydarpaşada kendilerini karşılayanlar arasında hemşireleri Bayan Makbule de bulunmakta idi. Akşam yemeğini, Vali ve Belediye Reisi Muhiddin Üstün Üstündağ'ın davetlisi olarak maiyetleri er-kâniyle Parkotelde yediler.



16 Haziran 1936

Tayyare ile Ankaradan İstanbula geleıj Başvekil İsmet İnönü, Adliye Vekili ve Hariciye Vekili Şükrü Saraçoğlunu, Bayındırlık Vekili Ali Çetin-kayay'ı ve Dahiliye Vekili Şükrü Kaya'yı Florya-daki deniz köşkünde kabul ederek kendilerini öğle yemeğine alıkoydular. Yemekten sonra Başvekil ve vekiller devlet isleri üzerinde çalıştılar, hükümet erkânı geceyi de Atatürk'ün misafiri olarak köşkte geçirdiler.



18 Haziran 1936

Atatürk, Yeşilköy hava meydanına giderek, tayyare ile Ankaraya dönen Başvekil ile vekilleri teşyi ettiler. Florya köşküne avdetlerinden sonra, geç vakit. Dil kurumu âzasmdan bazılarım kabul ettiler.



19 Haziran 1936

Atatürk, bugün, mayo ile bindikleri ve bizzat idare ettikleri bir motörbot ile Marmaraya açıldılar bir saat kadar dolaştılar, sahile yakın bir yerde de, motörbottan bir sandala geçerek kürek çektiler ve Solanım plajına çıktılar. Bir müddet kumsalda halk arasında oturdular. Sonra otelin taraçasına geçerek kahve içtiler, akşama doğru da yaya olarak deniz köşküne döndüler. Kendilerine arzı tazimata gelen bazı arkadaşlarını akşam yemeğine alıkoydular.



20 Haziran 1936

Floryada, kendileri kürek çekerek sandalla dolaştılar, sonra plaja çıkarak kum ve güneş banyosu aldılar, akşama doğru da yaya olarak plaj sahilinde bir müddet dolaştılar.



13 Temmuz 1936

Ankaradan tayyare ile gelen Başvekil İsmet İnönünü Florya deniz köşkünde kabul ettiler



14 Temmuz 1936

Atatürk, Floryada yaz ve deniz sporlarına devam etmektedir. Her gün deniz ve güneş banyosu yapmakta ve kürek çekmektedir. Gazeteler, büyük devlet adamının FloryadaM hususî hayatına ait kıymetli resimler neşretmişlerdir. Cumhuriyet ga-

zetesi, Atatürk'ün saatlerce süren ilmî ve siyasî mesaisi ile ve spor hayatının ahenkli imtizacını «büyük adamın kendisine hâs bir sehli mümteni» olarak belirtmiştir. (Bugünlerdedir ki Montreux Mua-hedenamesi imzalanmıştır).

28 Temmuz 1936

Öğleye kadar Florya köşkünde meşgul olmuşlardır. 14.30 da refakatlerinde mutad zevat bulunduğu halde Sakarya motoru ile Haydarpaya geçmişler ve hususî trenleriyle Ankaraya müteveccihen hareket etmişlerdir.



3 Ağustos 1936

Hususî trenleriyle Ankaradan Derinceye gelen Atatürk, Akay idaresinin Heybeliada vapuriyle İstanbula gelmişlerdir. Refakatlerinde bulunan Dahiliye Vekili Şükrü Kaya ile Londra Büyük Elçisi Fethi Okyar'a veda ederek Büyükadaya çıkmışlar, oradan, refakatlerindeki mutad zevat ile Florya köşküne geçmişlerdir.



10 Ağustos 1936

Gece Moda Kulübünün Ege vapurunda .verdiği baloyu teşrif etmişlerdir. Başvekil İsmet İnönü, İktisad Vekili Celâl Bayar, Dahiliye Vekili Şükrü Kaya, Adliye Vekili Şükrü Saraçoğlu, Londra Büyük Elçisi Fethi Ofcyar, Bükreş Elçisi Hamdullah Subhi Tanrıöver kendilerine refakat etmişlerdir. Atatürk ve yanındaki devlet adamları, Eğeye Ertuğrul yatı ile gelmişlerdir.



m Ağustos 1936

Atatürk'ün huzuru ile Üçüncü Türk Dil Kurultayı açılmıştır. (Bugünlerde Atatürk Dil Kurultayı mesaisi ile meşguldürler ve toplantıları büyük bir dikkatle takib etmektedirler).

4 Eylül 1936 4

İngiltere Kralı Majeste Sekizinci Edouard, Nah-lin yatı ile İstanbula gelmişler ve Atatürk'ün misafiri olmuşlardır. Bugünlerin hâtırası, İstanbul Ansiklopedisinde bu hükümdarın adı ile tesbit edilmiştir (B.: Edouard VIII; İngiltere Kralı).



20 Eylül 1936

Heybeliadaya Başvekil İsmet İnönü'nü ziyarete gitmişlerdir. Bir müddet adada yaya olarak dolaşan iki büyük devlet adamı, halk tarafından fevkalâde coşkun hürmet ve sevgi ile selâmlanmışlardır.

22 Eylül 1936

Haydarpaşa garına giderek, Anfcaraya dönen Başvekil İsmet İnönü'nü teşyi etmişlerdir.



6 Teşrinievvel 1936

Atatürk, 10,30 da Dolmabahçeden motörle Hay-darpaşaya geçmiş ve oradan hususî trenleriyle Ankaraya müteveccihen hareket etmişlerdir.



31 Kânunuevvel 1936

Gece hususî trenleriyle Haydarpaşaya gelmişler, hükümet ve parti erkânı ve kalabalık bir halk kütlesi tarafından büyük bir tezahürat ile karşılanmışlardır. Akay idaresinin Kalamış vapuru ile Dol-mabahçe Sarayına geçmişler ve oradan otomobille Park Otele gitmişlerdir.



3 Kânunusani 1937

Bugünlerde Yunanistandan gelen Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Aras'ı kabul etmişler ve bir müddet görüşmüşlerdir. Sonra, vekili yanına alarak şehir içinde otomobille bir tenezzühte bulunmuşlar, motörle Haydarpaşaya geçerek Ankaraya giden Doktor Aras'ı teşyi etmişlerdir.



6 Kânunusani 193>

Atatürk sabah üçte (gece yarısından sonra) hususî trenleriyle İstanbuldan ayrılmışlardır. Gazeteler Reisi Cumhurun şimdilik Konyaya gitmekte olduğunu yazmışlardır. (Bugünler, Atatürk'ün Hatay dâvasını büyük bir dikkat ve hassasiyetle takib ettiği günlerdir).



10 Kânunusani 1937

Refakatlerinde hemşireleri Bayan Makbule ve diğer mutad zevat olduğu halde, hususî trenleriyle Haydarpaşaya gelmişler-ve halk tarafından coşkun tezahürat ile karşılanmışlardır. İstasyondaki karşılayıcılar arasında generaller, parti ve hükümet erkânı ve Hataylılar Cemiyeti azaları bulunmakta idi. Akay idaresinin Kalamış vapuru ile Dolmabahçe Sarayına geçmişlerdir.



16 Kânunusani 1937

Ticaret ve İktisad Mektebi Âlisinin 54 üncü yıldönümü münasebetiyle gece, Perapalas salonlarında bir müsamere verilmiş, mektebin heyeti talimi-yesi, mezunların ve bugünkü talebesi adına bir heyet, Dolmabahçe Sarayına giderek bu tarihî toplantıya huzurlariyle şeref bahşetmeleri için Atatürk'ten, bilvasıta istirhamatta bulunmuştur. Atatürk, daveti kabul ederek müsamereye gitmişler ve bu yüksek ilim müessesesinin toplantısında bulunmakla çok mütehassis olduklarını söylemişlerdir. Bu arada, Cenevreye gitmekte olan bir Türk heyeti mu-rahhasasmı huzurlarına davet ederek Hatay dâvası üzerine son direktiflerini vermişler ve hayırlı bir yolculuk temennisinde bulunmuşlardır. Bundan sonra, mektep mezunlarından bir gencin yanlarına getirilmesini emretmiş, Meliha Nuri Tunca, Atatürk'ün huzuruna çıkmıştır. Reisi Cumhur, muhabbet ve şefkat dolu hislerini bu "genç kıza beyan ederek, arkadaşları arasında hissiyatına tercüman olmasını söylemiştir. Bayan Tunca'ımn çok necib duygular taşıyan sözlerini de dikkatle dinliyerek: «Sözleriniz-deki kıymeti ve onun genişliğini anlıyorum. Size inandığımı söylemekle bahtiyarım.» demiştir. Bundan sonra, bu yüksek mektebin talim heyeti ile musahabede bulunmuş, gençliğin fikrî terbiyesi ve in-

kişafı hakkında beliğ irşadlârda bulunmuştur. Konuşurken birçok defalar fevkalâde heyecanlanmış, büyük devlet adamının, bu coşkun alâkası, muşa-merede bulunanların^ üzerinde ebediyen yaşayacak izler bırakmıştır.

29 Kânunusani 1937

Hatay dâvamızın lehimize halledilmesi üzerine Atatürk'e TürMyenin her tarafından on binlerce telgraf yağmaktadır. Fevkalâde mütehassis olan Reisi Cumhur teşekkürlerini millete iblâğına Anadolu Ajansını tavzif etmiştir.



19 Şubat 1937

Öğleden sonra Floryayı teşrif etmişler, deniz köşkünde bir müddet istirahattan sonra etrafta kısa bir gezintiyi müteakib saat 17 de saraya dönmüşlerdir.



20 Şubat 1937

Hariciye Vekili Doktor Araş, Hatay işi için Cenevreye gitmek üzere Ankaradan gelen Hariciye Vekâleti Kâtibi Umumîsi Numan Menemencioğlu ile beraber Başvekil İsmet İnönü'nü ziyaret etmişler, bir müddet sonra üç devlet adamı Dolmabahçe Sarayında - Atatürk'e mülâki olmuşlardır. Sarayda, Reisi Cumhurun riyasetinde üç saat süren bir toplantı yapılmıştır.



21 Şubat 1937

Reisi Cumhur, öğle yemeğim perapalas otelinde yemişler ve bu otelde ikamet etmekte bulunan Hariciye Vekilini sofrasına davet etmişlerdir.



9 Mart 1937

Hususî trenleriyle Haydarpaşadan Ankaraya müteveccihen hareket etmişlerdir. Halkın, coşkun hürmet ve sevgi tezahüratı ile uğurlanmışlardır.



5 Haziran 1937

Atatürk öğleden sonra hususî trenleriyle İstanbula gelmişlerdir. Hatay zaferinden sonra ilk gelişleri olduğundan fevkalâde bir istikbal merasimi tertip edilmiş, bu merasime İstanbul limanına gelen Türk donanması da iştirak etmiştir. Harb gemilerimiz, Reisi Cumhuru topla selâmlmış, kırk kadar tayyare de merasime iştirak etmiştir. Atatürk'ü Haydarpaşada karşılayanlar arasında Türkiyenin misafiri bulunan Ürdün Emiri Majeste Abdullah da bulunuyorlardı. Hataylılar, ellerinde cemiyetlerinin ismini taşıyan bayraklarla gelmişlerdi. Hatay anayasasının müzakeresindeki muvaffakiyetinden Dolayı Hariciye Vekâleti Siyasî Müsteşarı Numan Menemencioğlu, garda bulunanlar tarafından hararetle tebrik edilmiştir. Atatürk'ün treni garda görüldüğü anda Haydarpaşayı dolduran binlerce İstanbullunun yürekten kopan «Yaşa!» avazesi, tüyler ürperten bir ulviyet halini almıştı. Bando, İstiklâl marşını çalarken, büyük adam vagonundan çok beşuş bir sima ile inmişti. Üzerlerinde, jaketatay bulunmakta idi. Ev-



ATATÜRK

— 1230 —


ÎSTANBÜL

ANSİKLOPEDÎSİ

— 1231 —

ATATÜRK



velâ majeste Abdullahın elini sıkan Reisi Cumhur, misafir hükümdara hatır sorduktan sonra karşılayıcılar arasında bulunan manevî kızı tayyareci Sabiha Gökçen'e hitaben: «Ne zaman geldin?» diye sordular. Sabiha Gökçen Atatürk'ün treni Eskisehirden ayrıldıktan sonra tayyaresi ile İstanbula hareket etmiş ve iki saat kadar evvel Büyükşehre muvasalat etmiş bulunuyordu. Garda bulunan ricalin ellerini ayrı ayrı sıkan ve hep'sine iltifatta bulunan Atatürk, merasim kıtasını da teftiş ederek: «Merhaba asker!..» diye hitabettiler. Gardan rıhtıma doğru ağır adımlarla ilerlenirken: Yaşa Atatürk!..» sesleri, afaki tutuyordu. Reisi Cumhur, misafirleri ve devlet ricali ve maiyetleri erkânı ile beraber Ertuğrul yatına bindiler. Ertuğrul, filonun önünden geçerken de topla selâmlandı. Halkı taşıyan «Akay» vapurları, hususî ve resmî römorkörler, istimbotlar, küçük: motörler ve kayıklardan mürekkep büyük bir kafile de yatı takibetti. Dolmabahçe Sarayı önünde demirleyen Ertuğruîdan evvelâ Emir Abdullah Sakarya motoru ile Beylerbeyi Sarayına, sonra Atatürk, İstanbul motoru ile Dolmabahçe Sarayına geçmişlerdir, gece, büyük bir deniz donanması ve fener alayı tertip edilmiştir.

8 Haziran 1937

İzmir vapuru ile Trabzona müteveccihen İstan-buldan ayrılmışlardır. Atatürk bir Şark seyahatine çıkmıştır.

13 Haziran 1937

İzmir vapuru ile Trabzondan avdet etmişlerdir. Vapur Kavaklardan geçerken, askerî merasimle, se-lâmlanmıştır. Manevî bababasını tayyare ile karşılayan Sabiha Gökçen bir kaç defa geminin güverte seviyesine inerek Atatürk'ü eliyle selâmlamış, sonra bin metreden fazla yükselerek akrobasi numaralan yapmıştır. Bu seyahat boyunca İzmir vapuruna Zafer torpidosu refakat etmiştir. İzmir vapurunu gören Boğaziçi halkı, sahil boyuna üşüşerek ve yalıların pencerelerinden Atatürk'ü mendille ve bayraklarla selâmlamışlardır.

15 Haziran 1937

İstanbula gelen Başvekil İsmet İnönü, Dolmabahçe Sarayında Atatürk'e mülâki olmuş ve iki devlet adamı Floryaya gitmişlerdir.

16 Haziran 1937

Ankaraya dönen Başvekil İsmet İnönü'nü Flor-yadan motörle Haydarpaşaya geçerek uğuıiamışlar-dır.

19 Haziran 1937

Refakatlerinde mutad zevat ile ve Ertuğrul 'yatı ile Yalovaya gitmişlerdir.

20 Haziran 1937

Şirketi Hayriyenin 71 numaralı vapuru ile, Çınarcığa bir tenezzüh tertip eden İstanbul Muallim-

leri dönüşte Yalovaya üç kişilik bir heyet göndererek Reisi Cumhura tazimatlarını arzetmişler, Atatürk bu heyeti kabul ile iltifatta bulunmuş ve Bu-yükşehir muallimlerine istikbal için muvaffakiyetler dilemiştir.

28 Haziran 1937

Yalovadan Floryaya dönen Atatürk bir müddet deniz köşkünde istirahat etmiş ve denize girmiştir.

25 Temmuz 1937

Bir aya yakın Florya deniz köşkünde istirahat eden Atatürk, bu tarihte Moda deniz yarışlarına gitmişler ve yarışları alâka ile takip etmişlerdir. Huzurları, Moda yarışlarına ve deniz bayramına fevkalâde bir revnak vermiştir.

28 - 29 Temmuz 1937

Otomobille Boğaziçinde Paşabahçeyi,, Polonez ve Beykoz köylerini teşrif etmişler, halk ile yakından temas ederek dertlerini dinlemişler, Mustafa adında bir köylüye bir sigara vermişler, Mustafa kendisinin tütün içmediğini, fakat bu sigarayı hayati-nm sonuna kadar kıymetine paha biçilmez bir hâtıra olarak saklıyacağını söylemiştir. Memnu mınta-kada vazife gören bir kır bekçisinin vazifeşinash-ğını da takdir ederek iltifatta bulunmuşlardır.

10 Ağustos 1937

Sinan köyüne gitmişlerdir. Kendileri ile çok yakından alâkadar olan Reisi Cumhura köylü meyva ikram etmiş ve ayrılırken: «İnşallah gene buyur, her zaman bekleriz.» yollu, samimî temennilerle uğurlanmıştır.

16 Ağustos 1937

Gece hususî trenleriyle Trakyaya hareket etmişlerdir. (Büyük Trakya manevraları günleridir).

7 Eylül 1937

Trakya manevralarından geçen ay sonunda avdet eden Atatürk Yeşilköyde Devlet Havayolları idaresinin yeni getirttiği dört motorlu büyük bir yolcu tayyaresini tetkik etmiştir.

15 - 16 Eylül 1937

Profesör Pikar'i kabul etmişler ve akşam saat yedide hususî trenleriyle Ankaraya dönmüşlerdir.

19 Eylül 1937

Hususî trenleriyle Ankaradan İstanbula. dönmüşlerdir.

20 Eylül 1937

Atatürk'ün huzuru ile Dolmabahçe Sarayında büyük Tarih Kurultayı açılmıştır. (Atatürk bugünlerde dikkat ve alâka ile Tarih Kurultayı toplantılarında bulunmuş ve müzakeratı takibetmişlerdir).

26 Eylül 1937

Profesör Bayan Afet'in Beylerbeyi Sarayında tarih muallimlerine verdiği çay ziyafetine teşrif etmişlerdir.

29 Eylül 1937

Mezuniyet alan Başvekil İsmet İnönü'nü Garbi Anadoluda yapılacak askerî manevralara davet etmişlerdir. Gazeteler manevralarda bulunacak olan Atatürk'ün İzmire gideceğini yazmışlardır.

l Birinciteşrin 1937

Beyoğlunda bir gezinti yapmışlar ve öğle yemeğini Perapalas otelinde yemişlerdir. Hariciye Vekili Dr. Araş ile Dahiliye Vekili ve Parti Genel Sekreteri Şükrü Kaya da Reisi Cumhurun sofrasında bulunmuşlardır.

3 Birinciteşrin 1937

Ertuğrul Yatı ile Yalovaya, oradan da Derinceye giderek kasabanın demiryolu istasyonunda kendilerini bekliyen hususî trenlerine binerek Ankaraya dönmüşlerdir.

22 İkincikânun 1938

Hususî trenleriyle Ankaradan Derinceye gelen ve oradan Yalovaya geçen Atatürk yeni açılan Termal otelinin ilk misafiri olmuşlardır.

3 Şubat 1938

Yalovadan Bursaya giden Reisi Cumhur, Mudanya iskelesinden Ege vapuru ile İstanbula avdet etmişlerdir.

4 Şubat 1938

Geceyi Ege vapurunda ve Kalamış açıklarında geçiren Atatürk öğle üzeri Dolmabahçe Sarayını teşrif etmişlerdir. Bu seyahatlerinde Başvekil Celâl Bayar, Dahiliye Vekili Şükrü Kaya, Nafia Vekili Ali Çetinkaya, diğer mutad zevat ile beraber refakatlerinde bulunmuşlardır.

24 Şubat 1938

Heybeliada vapuru ile Dolmabahçeden Haydarpaşaya geçmişler ve hususî trenleriyle Ankaraya dönmüşlerdir. İsmet İnönü, bu seyahatlerinde Reisi Cumhura refakat etmişlerdir.

27 Mayıs 1938

Hususî trenleriyle Ankaradan İstanbula gelmişlerdir. Haydarpaşaya saat on buçukta ayak basan Reisi Cumhur, Dolmabahçe Sarayına Acar motoru ile -geçmişlerdir.

28 Mayıs 1938

Akşama kadar hususî dairelerinde meşgul olmuşlardır. Akşam üzeri otomabille Floryaya kadar bir gezinti yaparak dönüşte Beyoğlu ve Şişliden geçmişler ve güzergâhlarında halk tarafından fevkalâde coşkun tezahürat ile selâmlanmışlardır.

l Haziran 1938

Atatürk için satın alman Savarona yatı İstanbul limanına gelmiştir. Reisi Cumhur, bugün yata gide-

rek tetkikatta bulunmuşlardır. Gazeteler, dünyanın en büyük yatlarından biri olan gemiye «Güneş-Dil) adının verileceğini yazmışlardır (B.: Savarona).

3 Haziran 1938

Atatürk aksam üzeri Savarona ile Marmara açıklarında ve Boğaziçinde bir gezintiye çıkmışlardır.

5 Haziran 1938

Akşama kadar sarayda meşgul olmuşlar ve akşam üzeri Savaronaya geçerek Marmarada bir te-nezzühte bulunmuşlardır.

12 Haziran 1938

Reisi Cumhur Savarona yatında Başvekil Celâl Bayar, Hariciye Vekili Dr. Araş ve Dahiliye Vekili Şükrü Kaya'yı kabul etmişlerdir.

14 Haziran 1938

Atatürk, Savarona yatında, istrahat etmektedirler. Gazeteler, Reisi Cumhurun yattaki hayatını gösteren fotoğraflar neşretmişlerdir. Bu resimler, Reisi Cumhurun ciddî 'bir surette hasta oldukları hakkında endişeler uyandırmıştır. Fakat gazeteler, bu hu-, susta hiçbir şey yazmamış, halk arasında endişe ve heyecan gözle görünür bir hale gelmiştir.

16 Haziran 1938

Reisi Cumhur Savarona yatında Başvekil ile Hariciye, Dahiliye ve Maliye vekillerini kabul buyurmuşlardır,

19 Haziran 1938

Dahiliye ve Hariciye vekilleri Savarona yatında Reisi Cumhuru ziyaret etmişlerdir.

24 Haziran 1938

Savarona yatı ile Marmarada bir gezinti yapmışlardır. Erdeğe kadar gitmişler ve orada bulunan Türk donanması tarafından selâmlanmışlardır.

27 Haziran 1938

Gazeteler, Reisi Cumhurun Savorana yatında istirahat etmekte bulunduğunu yazmışlardır. Gazeteler, bugün Atatürk'ün en son iki portresini neşretmişlerdir. Bu iki resim Türkiye tarihinin çok kıymetli iki vesikasıdır. Bundan böyle büyük adamın başka bir resmi Türk matbuatının sayfalarına geç-miyecektir.

9 Temmuz 1938

Savarona yatında ve Atatürk'ün riyasetinde Vekiller Heyeti toplantısı olmuş, geç vakte kadar devam etmiştir.

10 Temmuz 1938

Savarona yatı ile Floryada Acar motörüne geçen Atatürk, Floryada ve Boğaziçinde bir gezinti yapmışlardır. Acarın etrafını sandallar ve motörler-le saran halk, Cumhurreisine karşı coşkun sevgi ve hürmet tezahüründe bulunmuştur.


1233
ATATÜRK

23 Temmuz 1938

Savorana ile Florya açıkalrında bir cevelânda bulunan Atatürk, plajlarda bulunan çok kalabalık bir halk kütlesi tarafından coşkun sevgi tezahüriyle selâmlanmışlardır. Akşam üzeri Savarona, Boğazi-çinde Büyükdereye kadar çıkmış, sahillere yığılan halk Atatürk'ü alkışlamıştır.

7 Ağustos 1938

Atatürk'ün hastalığı hakkında İstanbulda ve bütün memlekette inanılır kaynaklardan sızan endişe verici haber yayılmaktadır. Fakat hükümet, bu hususta henüz resmî bir tebliğ neşretmemiş, gazetelerde de bu hususta hiçbir şey yazılmamıştır. İlk defa olarak Tan gazetesinin 1176 numara ve 7 ağustos 1938 tarihli nüshasında Ahmed Emin Yalman «Türk kalb ve ruhlarını birleştiren sevgi bağlan» başlıklı bir makale yazmış ve hükümetten Atatürk'ün sıhhati hakkında resmî bir tebliğ neşrederek milletin malûmattar edilmesini taleb etmiştir. Celâl Bayar hükümeti, bu gazeteyi ve Yalman'ın makalesini kısmen nakleden Haber gazetesini kapatmıştır. Bu makale, muharririn tarihe geçecek bir yazısıdır.

8-22 Ağustos 1938

Savaronadan Dolmabahçe Sarayına geçen Atatürk bugünler içinde vekiller ve İstanbulda bulunan Cumhuriyet Büyük Elçileri ile müteaddid mülakatlar yapmışlardır. 22 Ağustosta Savarona yatı ile Bandırmadan İstanbula gelen Başvekil Celâl Bayar, Reisi Cumhura mülâki olmuş ve seyahati hakkında maruzatta bulunmuştur.

23 Ağustos — 6 Teşrinievvel 1938

Dolmabahçe Sarayından hiçbir yere çıkmayan Atatürk bugünlerde İstanbulda bulunan Türk devlet adamları ile müteaddit mülakatlarda bulunmuşlardır. 6 Teşrinievvelde İstanbulun kurtuluş günü münasebeti ile İstanbullulara bir teşekkür ve saygı mesajı göndermişlerdir.

7 - 17 Teşrinievvel 1938

Atatürk'ün hasta olduğu hakkındaki zan ve rivayetlere dair, gazetelerde her ne kadar hiçbir kayda rastlanmamış ise de Büyükşehir halkını, çok ciddî bir endişeye düşürmüştür.

18 Teşrinievvel 1938

i

Atatürk'ün sıhhî durumu hakkında ilk resmî tebliğ neşredilmiştir.



«Riyaseti Cumhur Umumî Kâtipliğinden:

1 Reisi Cumhur Atatürk'ün sıhhî vaziyetleri


hakkında müdavi ve müşavir tabibler tarafından bu
sabah saat 10 da verilen rapor ikinci maddededir.

2 — Atatürk'ün umumî vaziyetinde bir deği


şiklik yoktur. Geceyi daha iyi geçirdiler. Nabız 90 -
100 arasındadır. Teneffüs 18, hararet derecesi 36,4
tür.»

istanbul


Gece neşredilen ikinci tebliğ.

«Riyaseti Cumhur Umumî Kâtipliğinden:



  1. — Reisi Cumhur Atatürk'ün sıhhî vaziyetleri
    hakkında müdavi ve müşavir tabibleri tarafından
    bu akşam saat 20 de verilen rapor ikinci maddede
    dir.

  2. — Reisi Cumhur Atatürk'ün rahatsızlığı ayni
    halde devam etmektedir. Nabız 120, teneffüs 22, ha
    raret derecesi 38 dir».

19 Teşrinievvel 1938

Gündüz neşredilen üçüncü tebliğ. «Riyaseti Cumhur Umumî Kâtipliğinden:



  1. — Reisi Cumhur Atatürk'ün sıhhî vaziyetleri
    hakkında müdavi ve müşavir tabibleri tarafından
    bu sabah saat 10 da verilen rapor ikinci maddede
    dir.

  2. — Umumî vaziyette değişiklik yoktur. Geceyi
    rahatça geçirmişlerdir. Nabız muntazam 88, tenef
    füs 18, hararet derecesi 36,4 tür».»

Gece neşredilen dördüncü tebliğ: «Riyaseti Cumhur Umumî Kâtipliğinden:

1 — Reisi Cumhur Atatürk'ün sıhhî vaziyetleri


hakkında müdavi ve müşavir tabibleri tarafından
bu akşam saat 20 de verilen rapor ikinci maddede
dir.

2 — Asabî arızalarda hafif fakat aşikâr bir iyi-


. lik vardır. Umumî hal daha iyidir. Nabız muntazam

108, teneffüs 20, hararet derecesi 36,9 dur.»

20 Teşrinievvel 1938

Gündüz neşredilen beşinci tebliğ. «Riyaseti Cumhur Umumî Kâtipliğinden:



  1. — Reisi Cumhur Atatürk'ün sıhhî vaziyetleri
    hakkında müdavi ve müşavir tabibleri tarafından
    bugün saat 10 da verilen rapor ikinci maddededir.

  2. — Geceyi çok rahat geçirdiler. Asabî arızalar
    zail olmak derecesinde azalmıştır. Umum hal daha
    iyidir. Nabız 102, teneffüs 20, hararet derecesi 36,8
    dir.»

Gece neşredilen altıncı tebliğ. «Riyaseti Cumhur Umumî Kâtipliğinden:

  1. — Reisi Cumhur Atatürk'ün sıhhî vaziyetleri
    hakkında müdavi ve müşavir tabibleri tarafından
    bu akşam 20 de verilen rapor ikinci maddededir.

  2. — Asabî arızalar tamamen geçmiştir. Umumî
    salâh artmaktadır Nabız muntazam 94, teneffüs 2.0,
    hararet derecesi 37,1 dir.»

21 Teşrinievvel 1938

Gündüz neşredilen yedinci tebliğ. «Riyaseti Cumhur Umumî Kâtipliğinden:



  1. — Reisi Cumhur Atatürk'ün sıhhî vaziyetleri
    hakkında müdavi ve müşavir tabibleri tarafından
    bugün saat 10 da verilen rapor ikinci maddededir.

  2. — Geceyi rahat geçirdiler. Umumî salâh art
    maktadır. Nabız muntazam 94, teneffüs 20, hararet
    derecesi 36,9 dur.»

ANSİKLOPEDİSİ

22 Teşrinievvel 1938

Gazeteler «Millete müjde» serlevhası altında büyük adamın bir hafta evvel başlayan buhran devresini tamamen atlattığını yazmışlardır ve Riyaseti Cumhur Umumî Kâtipliğinden sekizinci bir tebliğ neşredilmiştir.

«Riyaseti Cumhur Umumî Kâtipliğinden:



  1. — Reisi Cumhur Atatürk'ün sıhhî vaziyetleri
    hakkında müdavi ve müşavir tabibleri tarafından
    bu akşam saat 20 de verilen rapor, ikinci madde
    dedir.

  2. — Bir hafta evvel zuhur eden arızalar tama-
    miyle geçmiştir. Nabız muntazam, kuvvetli 80, te
    neffüs 19, hararet derecesi 36,8 dir. Hastalık, nor
    mal seyrine avdet etmiştir. Günlük tebliğ neşrine
    lüzum kalmamıştır.

Müdavi doktorlar: Profesör Neşet Ömer İr-delp, Profesör doktor Nihad Reşad Belger, M. Kemal Öke.

Müşavir doktorlar: Profesör Dr. Âkil Muhtar Özden, Profesör Dr. Hayrullah Diker, Profesör Dr. Süreyya Hidayet Şerter, Dr. Abravaya Marmaralı. Dr. Mehmet Kâmil Berk.

29 Teşrinievvel 1938

Ankarada kutlanan Cumhuriyet Bayramına on beş senedenberi ilk defa olarak Atatürk iştirak etmemiştir. Bu millî bayram 1938 senesinde yurdun her tarafında büyük adamın geçirmekte olduğu ağır hastalığın ıztırabı duyularak tes'id edilmiştir. An-karadaki merasimde Reisi Cumhura vekâlet eden Başvekil Celâl Bayar, orduya hitaben Atatürk'ün bir ( masjmı okumuşlardır, ki bu mesaj Atatürk'ün orduya ve dolayısiyle Türk milletine son hitabıdır. İstanbul Ansiklopedisi, bu mesajı aynen neşretmeyi tarihî vazifesinden bilir. İnandır kaynaklardan nakledildiğine göre mesaj, direktifleri üzerine kaleme alınmış ve Atatürk yatakta bitkin bir halde iken bu mesajı bizzat tashih etmiştir.

Orduya mesaj

Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferlerle beraber medeniyet nurlarını taşıyan kahraman Türk ordusu;

Memleketini en buhranlı ve müşkül anlarda zulümden, felâket ve musibetlerden ve düşman istilâsından nasıl korumuş ve kurtarmış isen Cumhuriyetin feyizli devrinde de askerlik tekniğinin bütün modern silâh ve vastalariyle mücehhez olduğun halde vazifeni aynı bağlılıkla yapacağına hiç şüphem yoktur.

Bugün, cumhuriyetini 15 inci yılını mütemadiyen artan büyük bir refah ve kudret içinde idrak eden Türk milletinin huzurunda kahraman ordu, sana kalbî şükranlarımı beyan ve ifade ederken büyük ulusumuzun iftihar hislerine de tercüman oluyorum.

^ Türk vatanının ve türklük camiasının şan ve şerefini dahilî ve haricî her-türlü tehlikelere karşı korumaktan ibaret olan vazifeyi her an ifaya hazır

ATATÜRK


ve amade olduğuna benim ve büyük ulusumuzun orduya bahşettiği en son sistem fabrikalar ve silâhlar ile bir kat daha kuvvetlenerek büyük bir feragati nefs ve istihkarı hayat ile her türlü vazifeyi ifaya müheyya olduğunuza eminim. Bu kanaatle kara, deniz, hava ordularımızın kahraman ve tecrübeli komutanları ile subay ve eratını selâmlar ve takdirlerimi bütün ulus muvacehesinde beyan ederim.

Cumhuriyet Bayramının on beşinci yıldönümü hakkınızda kutlu olsun.

8 Teşrinisani 1938

Atatürk'ün sıhhî vaziyeti normal seyrini taki-bederken, rahatsızlık birdenbire tekrar vehamet kes-betmiş ve resmî tebliğlerle raporların neşrine başlanmıştır:

Dokuzuncu tebliğ.

«Riyaseti Cumhur Umumî Katipliğinden:



  1. — Bugün ikinciteşrinin sekizinci salı günü
    saat 23 de, Reisi Cumhur Atatürk'ün shhî vaziyetleri
    hakkında müdavi ve müşavir tabibleri tarafından
    verilen rapor ikinci maddededir.

  2. — Bugün saat 18.30 da hastalık birdenbire
    normal seyrinden çıkarak şiddetlenmiş ve sıhhî va
    ziyet yeniden ciddiyet kesbetmiştir. Hararet derece
    si 36,4 nabız muntazam 100, teneffüs 22 dir.

Müdavi tabibler: Profesör Dr. Neşet Ömer İr-delb, Profesör Dr. M. Kemal Öke, Dr. Nihat Reşad Belger.

, Müşavir tabibler: Profesör Âkil Muhtar Özden, Profesör Dr. Hayrullah Diker, Profesör Dr. Süreyya Hidayet Şerter, Dr. M. Kâmil Berk, Dr. Abravaya Marmaralı.»

9 Teşrinisani 1938

Gündüz neşredilen onuncu tebliğ. «Riyaseti Cumhur Umumî Katipliğinden:



  1. — Reisi Cumhur Atatürk'ün sıhhî vaziyetleri
    hakkında müdavi ve müşavir tabibleri tarafından
    bu sabah saat 10 da verilen rapor ikinci maddede
    dir.

  2. — Geceyi rahatsız geçirdiler. Umumî hallerin
    deki vaziyet ciddiyeti muhafaza etmektedir. Hara
    ret dercesi 36,8, nabız muntazam 128, teneffüs 28
    dir.»

Gece neşredilen on birinci tebliğ. «Riyaseti Cumhur Umumî Katipliğinden:

  1. — Reisi Cumhur Atatürk'ün sıhhî vaziyetleri
    hakkında müdavi ve müşavir tabibleri tarafından
    bu akşam saat 20 de verilen rapor ikinci maddede
    dir.

  2. — Bugünü yorgun ve dalgın geçirdiler. Umu
    mî ahvaldeki ciddiyet biraz daha ilerlemiştir. Nabız
    muntazam dakikada 128, teneffüs 40, hararete de
    recesi 37,6 dır.»

Gece neşredilen on ikinci tebliğ. «Riyaseti Cumhur Umumî Katipliğinden: l — Reisi Cumhur Atatürk'ün sıhhî vaziyetleri hakkında müdavi ve müşavir tabibleri tarafından bu gece saat 24 de verilen rapor ikinci maddededir.

ATATÜRK

— 1234


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— İ235 —

ATATÜRK




— Oh., çok rahat ettim.
Buyurdu.

Su, şişelerden aktarma edildikçe:

— Bu kadar su aşağı yukarı bir gaz tenekesi
ni doldurur. Karın içinde taşınabilir mi? İğneyi ba
na gösterin... Buyurdular.

Hemen ince bir iğne gösterdim:

— Aman bu kazma anestezisiz nasıl batırüdı.
İptalsiz yapılması için telkinat yapılmış olacak

ki, Atatürk:

— Birkaç defa anestezi yapılmadan bu yapıla
mazdı. Fakat bir diğeri icabederse rica ederim da
ha incesini intihap edelim... Buyurdular.

Su alındıktan sonra bacaklardaki şişlikler «ödem» azaldı, fakat karın ertesi günü, tekrar şiş-miye başladı. Negesi biraz azalmış ve bu şişmeden tabiî olarak memnun olmamış görünüyordu. Fakat biz kendisini bunun tabiî olduğuna, bu işin ancak tedricen tabiî bir hale geleceğine, sabır ve tahammül lâzım geldiğine iknaa çalışıyorduk. Nitekim Fisenjer de kendilerine ilk Ponksiyonların on gün fasıla ile, ondan sonrakilerin aylık fasılalarla


2 — Saat 20 den itibaren dalgınlık artmıştır. Umumî ahval vehamete doğru seyretmektedir. Hararet derecesi 37,6, nabız 132, teneffüs 33 tür.

10 Teşrinisani 1938

0 Atatürk ufûl etmiştir. Bu elîm haber, millete

on üçüncü tebliğ ile bildirilmiştir.

«Riyaseti Cumhur Umumî Katipliğinden:

Atatürk'ün müdavi ve müşavir tabibleri tarafından verilen rapor suretidir:

Reisi Cumhur Atatürk'ün umumî hallerindeki vehamet dün gece saat 24 te neşredilen tebliğden sonra her an artarak bugün 10 ikinciteşrin 1938 perşembe sabah dokuzu beş gece şefimiz derin koma içinde terki hayat etmiştir.

Müdavi tabibler: Profesör Dr. Neşet Ömer İr-delb, Profesör Dr. M. Kemal Öke, Nihad Reşad Belger.

Müşavir tabibler: Profesör Dr. Âkil Muhtar Özden, Profesör Dr. Süreyya Hidayet Serter, Dr. M. Kâmil Berk, Dr. Abra vay a Marmaralı.»

Büyükşehir, bu acı haberi saat onda öğrendiği zaman, perişan olmuştur; ve derhal sessiz göz yaşları ile, sinemalar, gazinolar, barlar ve meyhaneler gibi ne kadar eğlence yeri varsa, sahipleri Türk ve gayri Türk, Müslüman ve gayri müslim, kapılarını kapamış, kepenklerini indirmişlerdir. Mekteplerde muallimler ders verememiş, talebeler feryat ve figana başlamış ve muallimler çocuklara, metanetin asalet şanından geldiğini, büyük kahraman adamın ruhunu şâdetmek için metin olmak gerektiğini anlatmışlardır.

Atatürk'ün hastalığı, son günleri ve ufulü

«Bu yazı, tabibi müdavilerinden İstanbul Mebusu Profesör Operatör M. Kemal Öke tarafından Niyazi Ahmed Banoğlu'na verdiği bir mülakattır ki ilk olarak Yedigün mecmuasında neşredilmiştir).

Sayın Profesör, Atatürk'ün hayatına ait hâtıralarını anlattıktan sonra onun tedavisine başladığı günlere geçecekti. Bu geçiş, Mim Kemal'in yüzünü bir anda o kadar değiştirdi ki... Atanın harikuladeliğini anlatırken gözleri onun kudretinden ruhuna sinmiş bir ateş saçıyor gibiydi. Şimdi bu ateş sönmüş, doktor bir hasta haline dönmüştü:

— Suadiyede, evimde oturuyordum, diye söze başladı. Bir telefon... Yarın saat dokuzda sarayda bulunmaklığım lüzumunu tebliğ ediliyordu. Geceyi, rahatsız bulunan Ataya acaba yapılacak bir şey mi •var. Üzüntüsüyle geçirdim. Uyuyamadım. Ertesi günü Atatürk'ün hakkında Almanyadan Fen Rihman, Viynadan Epinger isminde iki profesörün bulunduğu bir konsültasyon yapılacağını öğrendim. Bu konsültasyonda Neşet Ömer, Süreyya Hidayet, Nihad Reşad, Mehmed Kâmil, Sıhhiye müsteşarı Asım, Abra-vaya ve ben bulunuyorduk. Âkil Muhtar hasta olduğu için gelememişti.

Bir çok müzakere ve münakaşalardan sonra Atatürk'ün hastalığının neden ibaret olduğu hakkında Türk hekimlerinin noktai nazarı aynen kabul edildi.

Yalnız hekimlerin konsültasyonundan evvel Atatürk evevelâ benimle konuşmak istediklerini tebliğ ettiler. Hemen gittim. Ellerini öptüm. Oturtular. Odada Başvekil Celâl Bayar ve Şükrü Kaya vardı. Atatürk:

— Kemal Bey, buyurdular, şimdi konsültasyon
yapılacak.. Su almak icabederse ne olacak? Bana
evvelce yaptığın ameliyatlarda hiç, hiçbir şey his
setmemiştim. Bu da böyle olabilir mi, Barsak delin-
mez mi? Kanla karışmaz mı?

Cevap olarak:

— Atam... Bu onlardan daha basittir. Hiçbir
şey duymazsınız, yine o usûlle yaparız. Sarsakların
delinmesi, kan damarının yaralanarak kanama olma
sı usulü dairesinde yapılan bir su alma ameliye
sinde varit değildir. Siz müsterih olunuz... Takdir
buyuracaksınız ki, bu ilk Pinksiyon'dan sonra şayet
yapılmasına ihtiyaç görülürse, ondan sonrakilerinde
bu endişelerden hiç birini hissetmiyeceksiniz.. de
dim.

Ben hem Atayı duydukları endişeden kurtarmı-ya, hem de ondan sonra yapılacak Ponksiyonlara hazırlanmıya çalıştım. Atatürk evvelce kendisine, bilemiyorum kim tarafından; «Dikkat edilmezse oradaki damarlardan biri yaralanabilir ve barsak zedelenebilir..» denilmiş olacaktı. Bu, telâşını mu-cib olmuştu. Benim sözlerim kendisini çok müsterih etmiş:

— Artık bu müdahaleden çekinmiyorum., kolay-
mış. Buyurdular.

Profesör Epinger'in rejim hakkındaki tavsiyesi pek iyi netice vermedi, Atatürk bundan biraz sarsıldı. Bütün tedbirler üzerine ittifak edildi ve bunlardan sonra sırası gelince karnından su alınması da kararlaştırıldı. Fakat bu tedbirler, Atatürk'ün sıhhati üzerinde salâh temin edemedi. Karnında gittikçe miktarı artan su, kendisini rahatsız etmeğe başladı. Bir akşam yine Suadiyede idim. Neşet Ömer saraydan telefon etti:

— Kemal Bey, yarın saat dokuzda sarayda bu
lun... Fisenjer geliyor. Suyu alırız olmaz mı? dedi.

Bu, beklediğim bir netice idi. Ertesi gün saraya gittim. Neşet Ömer ve Kalemi Mahsus Müdürü Süreyya, kalemi mahsus müdüriyeti odasında buluştuk. Atatürk'ün karaciğerinde kifayetsizlik olduğu için herhangi bir zehirli maddeye tahammül ede-miyeceğini nazarı dikkate alan müdavi hekim Neşet Ömer, evvelâ Ponksiyonun hissi iptal edilmeksizin" yapılmasına ve suyun az miktarda alınmasına taraftardı. Belki Neşet Ömer bu noktai nazarda ısrarda haklı idi. Fakat Atatürk'ün çok hassas olduğunu yakından bilen bir cerrahın bu işi iptalsiz temin etmesine imkân yoktu. Nitekim cilt altına yapılan en ince iğne bile ancak hissini iptale yapılabilirdi. Bu böyle iken benim, bu elem veren daha kalın bir iğneyi tecrübe edemiyeceğim pek aşikârdı.

Fisenjer de teklifimi mahzursuz gördü. Ben de esasen hazırığımı ona göre yapmış, her türlü tertibatı almıştım. Ponsiyonu yaptım. Bu, çok tabiî ve hastaya bir ıztırab vermeksizin seyretti. On buçuk kilo su alındı. İstirahate, derin, sakin bir nefes almağa mütehassir olan Atatürk:

yapılmak suretiyle fasılaların yavaş yavaş uzatılacağını arzetmişti.

Şişlik yavaş yavaş artmış ve on altıncı günü eski ıztırabları verecek dereceye gelmişti. Tekrar ertesi günü su almıya karar vermiştik. Biz bir gün evvelinden her şeyi hazırlamıştık. Öğle üzeri bizi, emretti, huzurlarına getirtti.

— Ben çpk muztaribim, hemen suyu alın... Bu


yurdular.

Neşet Ömer:

— Efendimiz, yarın yapılacak, her şey hazırla
nıyor, dedi.

Atatürk:


— Bugünle yarın arasında ne fark var? Hemen
yapınız, buyurdu.

Bu ısrarı üzerine biz de hemen ponksiyonu yine anestezi altında yaptık. Ayni miktarda su çıkarıldı. Kendisi mütemadiyen:

— Hepsini alın., biç kalmasın. Vaziyetimi de
ğiştirin de orada burada kalanları da alınsın., bu
yurdular.

İkinci su alma da Atayı çok rahat ettirdi:


Dolmabâhçe Sarayında Atatürk'ün vefat ettiği târihî oda. (H. Y. Şehsüvaroğlu'nun «Asırlar Boyunca İstanbul» adlı eserinden).


,1236 —

— 1237
ATATÜRK

— Oh., ne kadar rahat ettim. Bir sigara verin içeyim., buyurdular. Bir de kahve içtiler.

Atatürk'ün velev kısa bir zaman için de olsa istirahatine şahit olmak hepimizin içinde bir neşe uyandırıyor, biz de onun kadar seviniyorduk. Çünkü muztarip insanlara ümit ve cesaret veren, onların refah ve saadeti için yorulan, bazan manevî ıztıraplar çekerken Atanın birkaç dakika veya saat için olsun sıhhatini görmek bizi bir an teselli ediyordu.

Bu su almaların kendisine mahsus arıza ve tehlikeleri vardır. Onun için nabız ve tansiyon daima Neşet Ömer, Nihad Reşad tarafından kontrol edilirdi. Ponksiyonlar ne tansiyonda ne de nabızda en ufak bir tahavvül göstermedi. Gayet tabiî seyretti. Bundan çok memnun oluyorduk.

Mim Kemal'i nefes almadan dinliyordum. Acı, feci hakikat bir rüya kasırgası gibi önümüzden geçmiş, Atamızın fâni vücudu ebediyete göçmüştü. Fakat bunu hiç düşünmüyordum. Muhterem profesörün anlattığı bu kalbime birer ok gibi saplanan sözlerin sonunda:

— Bir gün, son iğneyi yaptık, birkaç dakika sonra ulu Ata derin rüyasından uyandı. Gerindi ve enerji saçan gözlerini bütün kudretiyle açarak bizlere gülümsedi. Demesini bekledim. •

Mim Kemal'in bir dakika sükûtu içine sığdıra-bildiğim bu hülyalarım çok sürmedi. Devam ediyordu:


  • Bir gün dedi, muayenehanemde hastalarım
    la meşguldüm.. Telefon...» Neşet Ömer:

  • Ufak bir arıza oldu. Kan durdurucu ilâçlar
    alarak saraya gel...

Diyordu.

Telâşla bu ilâçları eczaneden yaptırarak saraya koştum.

Diş protezi, diş etinde bir et kabarıklığı yapmış, dişçi arkadaşımız hastalığın esasını ve bu hastalıkta kan durmasının müşkülâtını bilmediği için bu kabarık eti kesmiş veya koparmış. Müthiş bir kanama olmuş. Dişçi korkmuş, benim hemen geti-rilmekliğimi söylemiş. Bir taraftan da yapılması icabeden tedbirini tatbik etmeyi unutmamış, kan durmuş.

Atatürk, en tehlikeli zamanlarda bile muhitini teşci edecek vaziyet alır. İşte bu da etrafında telâş edenlere sükûnet tavsiye etmek suretiyle itidalini muhafaza ediyordu. Hem de ehemmiyetsiz bir müdahalenin beklenilmiyen bu neticesi karşısında telâş eden, korkan dişçiyi teşci ediyormuş. Ben geldiğim vaMt, kan tamamen durmuştu. Tamponun kaldırılmasına ihtiyaç yoktu. Onu yerinde bıraktık. Ondan sonra kanama tekrarlamadı.

Profesör, günlerce devam eden tedavinin en mühim safhalarını anlatmakta olduğu için zaman zaman zihnini yokluyordu:


  • Bir gün dedi, Atatürk geceyi ihtilâç içinde
    geçirmişti. Biz ertesi günü gördüğümüz vakit:

  • Ben dün gece büsbütün başka bir adam ol
    muştum, değişmiştim., bu neydi? Ne tuhaf., ben asıl
    dün gece hastaydım 'buyurdu.

İSTANBUL

Bu, karaciğer kifayetsizliğinin hafif geçen bir tezahürü idi. Bu da geçti. Fakat Atatürk, alınan bütün hekim tedbirleriyle hayatı uzatılan bir hasta idi. Günden güne eriyor., hattâ bu erime her gün kendisiyle temasta bulunan etrafının, hekimlerin de gözlerine çarpacak kadar barizdi. Koca bîr enerji sönüyor, ordusunu zaferden zafere götüren azimkar büyük kumandan, kılıcıyle, ateşin hitabeleriyle millete enerji saçan koca bir insan eriyor. Kapıda bek-üyen ölüm, ona her dakika yaklaşıyordu. O yine metindi. Öleceğini hissetmiş olabilir, fakat etrafına katiyyen hissettirmemistir. O daima Ankaraya gideceğinden, epeydir millete görünmediğinden, görünmek ihtiyacını duyduğundan bahsederdi. Nitekim ölüme çok yakın bir zamana kadar, 15 inci yıldönümüne hazırlanmakta idi. İlk ponksiyondan 5-6 gün sonra Ankaraya gidebileceğini ve 100 metre yürüyebileceğini ona vaadeden Fisenjer'in sözlerini dikkatle hatırlıyordu. Fakat zaman geçtikçe gitmek kudret ve kuvveti azalıyordu. Hekimce bu arzularını yerine getirmeğe imkân yoktu. Fakat bazı manevî tesirlerin hastalığın seyri üzerine fena tesir edeceğini düşünen hekimler, gitmesine mâni olmak mesuliyetini üzerine almak istemiyorlardı.

Hükümetçe gitmesine ihtiyaç. varsa ve kendileri de buna musir iseler, hekimlerin muvafakatlerinin tabiî olduğu alâkadarlara arzedildi.

Ankara seyahati düşünülürken ikinci bir kriz daha yetişti. Ata, çok şiddetli ihtilâç içinde, kısmen etrafını tanıyamıyacak bir halde... Suadiyede idim. Telefonla hemen saraya gelmem bildirildi. Kadıkö-yüne gönderilen İstanbul mptörleriyle doğru saraya gittim. Atatürk oturmuş, mütemeadiyen bağırıyor, ihtilâçlar gösteriyor:

— Bırak, bırak., diyor. Yatırılmasına giddetle
muhalefet ediyordu.

Neşet Ömerle birlikte hemen oturduğu vaziyette göğsüne serom şırıngaları yaptık:

— Bırak, bırak., çabuk, kelimelerini mütemadi
yen tekrar ediyorlardı. Zorla yatırdık.

Ondan sonra isin daha ciddileştiğini, karaciğer kifayetsizliğinin tehlikeli ihtilâflarından olan komaya girmek üzere olduğu icabedenlere bildirildi.

Tevfik Rüsdü'nün. bir konsültasyon yapılmasının vaziyet icabı doğru olacağını söylemesi üzerine hemen Süreyya Hidayet, Âkil Muhtar, Abravaya, Hayrullah, Mehmed Kâmil davet edildiler. Yapılan istişarede siyah kan damarına serom glikoz ve diğer bazı ilâçlar şırınga edilmesi kararlaştırıldı. Bu seromun yapacağı şiddetli, bazan tehlikeli olabilen şokları nazarı dikkate alındı. Fakat ne olursa olsun Akil Muhtar'ın ısrarı ile bu seromlar -tarafımdan yapıldı.

Bu koma krizi esnasında Atatürk mütemadiyen:

— Aman «Dil» veya «değil» dil efendim dil,
aman yarabbi.. gibi kelime ve eksik cümleler tek
rarlıyordu.

Arasıra kaşıkla su veriyorduk, soğuttuktan sonra yutuyordu. Pek seyrek gözlerini açıyor, bakıyor.. ve son zamanlara doğru da:

— Su ister misiniz?

ANSİKLOPEDİSİ

Sualine başiyle veya kaşiyle müsbet veya menfi cevap veriyordu. Bu nöbet 3 gün sürdü.

Sabah saat 6 da Hayrullah, ben ve Kılıç Ali, büyük salonda oturuyorduk. Bay Ridvan geldi:

— Efendim oturmak istiyor, gözlerini açtı. Ne
yapayım dedi.

Telâşa meydan vermemek için bunun, yalnız ben giderek nezaretim altında yapılması muvafık bulundu. Hemen koştum. Bay Ridvan bana gelinceye kadar Ata, kendiliğinden oturmuş... Beni görünce, dikkatle baktı:

— Tuhaf şey. Bana ne oldu? Buyurdu.

Ben işimi bitirince salona avdet ettim ve bu vaziyeti tebşir ederken, Bay Ridvan tekrar geldi:

— Kemal Beyi tanıdı, dedi. Mim Kemal değil
miydi. Burada ne işi var. Niçin burada? diye sor
du, dedi.

Atatürk muhtelif tesirler altında kanamadan çok korktuğu veya korkutulduğu için benim orada bulunuşumun bu islerle münasebetini araştırmak istiyordu. Başından geçen hâdisenin kendisine herhangi bir suretle söylenilmesi kararlaştırılmıştı. Atatürk vaziyetin içyüzünü etraftakilerin yüzlerinden, sözlerinden istihraç etmek istiyordu. Benim bulunuşum onun çok dikkatini celbetmiş, olacak ki, sık sık:

— Kemal Bey burada mı? diye soruyordu.

Neşet Ömerle aralarında şöyle bir muhavere geçmiş: N



  • Kemal Bey burada mı yatıyor?

  • Evet...

  • Niçin? ,

  • Vapuru kaçırmış..

Bu cevapların hiç biri onun isteklerini tatmin edemiyordu. Fakat o, hakikati pekâlâ gözlerinden anlıyordu.

Her gün istişare ile tâyin edilen bir rejim, karaciğer hulâsası, serom fiziyolojik, serom glikoze ve diğer bazı tedbirler tatbik edilmekte idi. Arasıra beklenilmeyen iyilik görülüyordu. Fakat bunların hepsi ümit verici, aldatıcı iyiliklerdi. Atatürk, gözlerimizin önünde ölümün pençesinde mücadele ve kendisini müdafaa ediyordu. Arasıra görülen salâh, şiddetli bir komadan muvaffakiyetle kurtuluş bu hastalığın cidden kaydedilen halleridir. Nitekim Fisenje yazdığı mektubunda komadan kurtulmasını harikulade bir hâdise telâki ediyor ve şimdiye kadar ancak iki defa gördüğünü ilâve ediyordu.

Sanki ölüm Atatürk'e kıyamıyordu, sanki ölüm de ondan korkuyordu. Bütün hastalığın seyri esnasında kalb ve böbrekleri tabiiliğini muhafaza etti. Atanın mukavemeti hikmetini de orada aramak lâzımdı. Hattâ kendisi bir gün:

«— Beni kalbim kurtarıyor, buyurmuştu.

Bu defa karnında su çok ağır toplandı. 32 inci günü ancak üçüncü ponksiyona mecburiyet hâsıl olmuştu. Derhal hekimleri çağırıyor. Kızgın ve asa-bî bir halde suyun hemen alınmasını emrediyordu. O gün ben Gülhaneye derse gelmiştim, bulunamadım;

ATATÜRK


— Kemal Bey yok, yarın alırız, diyerek ponk
siyonu tehire uğraşan arkadaşlarıma kızıyor ve:

—Mim Kemal alsın., buyuruyorlar.

Bizzarure yine hemen 10,5 litre su alınıyor. Bu son ponksiyondu. Ondan sonra hafif bir buhran daha geçirdiler. Fakat diğerleri gibi şiddetli ve sürekli olmadı. Hemen serom yapmak ve icabeden diğer ilâçları vermek üzere tertibat alındı. Serom yapılırken, tamamen açılmıştı. Hattâ bu müdahale esnasında:

— Ben yine uyudum galiba., buyurdular.


Ben de:

— Hayır Atatürk., böyle bir gey vaki olmadı.,


dedim.

— Acayip., ben uyudum zannettim... mukabe


lesinde bulundular.

Atatürk, geceyi rahatsız geçirdiler. Ertesi gün karaciğer kifayetsizliğinin en vahim arızalarını göstermeğe başladı. Bu defa geçen seferki gibi kelimeler söylemiyor, hakikî ihtilâçlar göstermekle beraber daha sakin bulunuyordu. Fakat gittikçe arazlar şiddetlendi; en nihayet haleti nezi alâmetleri başladı.

Mim Kemal'e bir sual sordum:

— Hiç ıztırap duydular mı?

— Hayır, dedi. Hattâ ilk koma esnasında Şük
rü Kaya ile bir de münakaşamız oldu.

Şükrü Kaya:

— İnliyen, hareketler yapan bir insanın ıztırab
duymamasına imkân olabilir mi demişti.

Fakat o, bunu bir hekim gibi değil, bir mantık işi olarak izaha çalışıyordu. Bereket versin ki, Atatürk bize ayıldığı zaman bir şey hissetmediğini söylemekle sözlerimizi teyid etmişti. Sadece:

— Bana ne oldu? Hiç bir şey bilmiyorum...
Allah Allah., çok şey. Gibi sözler söyledi.

Eğer koma içinde de ıztırap, elem mevzuubahs olsaydı, onun başucunda en ufak bir sarsıntıdan, en bassit bir vecibeden kurtarılmasını düşünen hekimler ne kadar muztarib ve müteellim olacaklardı.

— Perşembe günü idi. Sabahahleyin saat 8,30
da Akil Muhtar, Mehmed Kâmil, Abravaya ve ben
Atatürk'ün yanında idik. Tekrar serom glikoze ya
pılması kararlaştırıldı. Bunu da yaptık. Derin bir
huşu ve tazimle huzurunda durduğumuz Atatürk,
Türk milletine veda etmek üzere idi. Mehmed Kâmil,
arkamda, omuzlarıma dayanarak hıckıra hıçkıra ağ
lıyordu. Akil Muhtar, oksijen doldurmakla meşgul
dü.

Mim Kemal derin bir nefes aldı. Korkulu bir rüya görür gibi silkindi. Anlıyorum ki, sözlerine devam edemiyordu. Hafızasında kaybolmuş bir hâtıra arar gibi gözlerini sabitleştirdi:

— İlim ve fen, dedi, işte aciz içindedir. O, sa
nata, ilme ve fenne ne çok hürmet ederdi. İlmî sa
lâhiyetlere daima hürmetkardı. Hiç unutmam bir
baloda gece yarısından sonra Neşet Ömerle birlik
te müsaadelerini almağa gittiğimiz vakit muayede
salonunda bir zamanlar saçak öptüren padişahların
oturdukları yer tahtının yanında bir koltukta otu
ruyorlardı. Yanında Hakkı Tarık Bey vardı. Bize
hitaben:

T

ATATÜRK


— 1238

İSTANBUL ANSİKLOPEDİSİ




— Şuraya oturun., burası padişahlara mahsus
taht değil, ilim adamlarına mahsus bir yerdir., bu
yurdu.

Bu, Atanın bize karşı itimadını, sevgisini ifade etmekle beraber, ilme verdiği kıymeti de veciz kelimelerle anlatmıştı. Atatürk'ün insanlığa karşı şefik düşünüşleri vardı. Fazilet ve insanlık prensiplerini muhite telkin etmek için hiçbir fırsat ve vesile kaçırmazdı.

Mim Kemal koltuğundan fırlar gibi ayağa kalktı. Denizin dalgın dalgalarını yalıyarak villâya dolan sonbahar rüzgârlarını derin derin içine çekti. Sonra:

— Başka ne söylememi istiyoresun. Anladın


mı? demek ister gibi yüzüme baktı.

Sonra tarihin bu en acı safhalarını ağır ağır anlattı:

— O vakte^. kadar dedi, metanetini muhafaza
eden Kâtibi Umumisi Hasan Rıza da hıçkırmaktan
kendini alamadı. Atatürk'ün yüzü gittikçe rengini
değiştiriyor, hançeredeki hırıltı artıyordu. Artık in
safsız ölüm Atanın hayatına son darbeyi indiriyor
du.

Sert bir asker baş çevirişi gibi başını birdenbire bize çevirdi. Bize bir şey ihtar ediyormuş gibi gözlerini açtı, baktı. Bu son hayat eseri, son nefesi idi.

Atatürk, 9,5 da ebediyet âlemine intikal etmiş bulunuyordu. Hasan Riza geldi. Elini öptü. Biz de bu son tazim vazifesini ifa ettik.

Bu ne feci bir tablo idi. Sonsuz bir enerji kaynağı, kudretli bir varlık heykelinin bir hiçe mağlûb olup sönmesine şahit olmak ne büyük bedbahtlıktır. İşte biz bu bedbahtlığı herkesten evvel duyduk ve ben fazla olarak onun asîl çehresine haşmet veren o mavi gözlerini de kapamak bedbahtlığına uğramış bir insanım karşınızda.

Mim Kemal, sözlerini gözyaşları ile kesmiştir.»


Yüklə 4,97 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   75




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin