İstanbul ansiklopediSİ Büyükada Camii (Resim: Kemal Zeren)



Yüklə 4,97 Mb.
səhifə6/75
tarix07.01.2019
ölçüsü4,97 Mb.
#91759
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   75

Nurullah Ataç

(Resim: Hayat Mecmuası arşivindeki fotoğrafından Nezih eli ile)
madı, muhtelif gazetelrde sağlık bilgisine dair yazılar yazdı. Halka anlatılması çok güç, hattâ imkânsız görünen mevzular bile onun zekâsının süzgecinden geçtikten sonra hem çok tatlı okunan, hem çok kolay anlaşılan basit bir şey oluveriyordu. En çok okunmuş hekim yazarımız olmuştur.

Galip Ataç'ın muharrirlik şöhreti yalnız bu sıhhî öğütlerinden gelmiş değildir. Onun birçok gazetlerde, mecmualarda en basit mevzulardan, en çapraşık meselelere varıncaya kadar her şeyi bahis mevzuu eden yüzlerce makalesi, fıkrası vardır. Pek tatlı bir üslûpla yazılmış ve zarif nüktelerle süslenmiş olan bu yazıların, ömürleri bir günlük sanılan bir mevzuda olanlarını bile ne vakit ve nerede okunursa okunsun ilk okunuşunda verdiği zevki verir ki bu her muharrire nasib olan saadetlerden Değildir.

Galip Ataç çok tatlı konuşurdu, sözleri daima tasvirler, nüktelerle süslü idi, fakat bunların hiçbiri evvelden hazırlanmış, hesaplanmış değildi, o bunları kolayca bulur, kullanır, maksadını daha kolay, daha zarif anlatır, dinleyenlerin istifadesine olduğu kadar zevkine de yaramayı'bilirdi.

Onu bir muharrir, bir Ankara Caddesi adamı olmaktan memleket çapında halkçı bir münevver yapan radyo oldu. Haydarpaşa intaniye hastahanesi başhekimliğinden Ankara radyosu redaksiyon şefliğine geçti. Bir taraftan da radyoda «Evin saati» ve «Posta kutusu» saatlerinde bütün memlekete hitab etti. Bu tatlı konuşmalar Ankara radyosunun çok beğenilen, çok sevilen saatleri oldu. «Evin saati» konuşmaları kitap halinde de basıldı, ! muvaffakiyet kazandı ve kısa zamanda tükendi. Evin saatinde olduğu kadar Posta kutusunda da Galip Ataç kırmadan öğretti, gücendirmeden yanlışları düzeltti, incitmeden kabalıkları törpüledi, hem irfan, hem de muaşeret dersleri verdi. 0-nu dinleyen neslin kulaklarında çınlıyaeak bu tatlı ses bu kubbede ba-

ki kalmağı bilmiş hoş sadalardan biri olacaktır.

Galip Ataç'ın yurt kütüphanesine bıraktığı kitaplar arasında Pastör'ün hayatı, Claude Bernard'dan Tıpta Deney'in tetkikma giriş ismi ile terceme ettiği «L'introduction a l'e-tude de la medetine experimental» bilhassa anılmağa değer.

Doktor Galip Ataç Büyük Millet Meclisinin Yedinci devresinde İstanbul Milletvekilliğine seçildi. Dört seneye yakın milletvekili olarak da çalıştı, fakat 1946 temmuzunda yenilenen milletvekilleri seçiminde aday gösterilmediği için tekrar radyodaki işine, kitaplarının arasına döndü, 1946 yılının son günlerini hasta geçirmişti, 1947 nin ilk gününde hayata hiçbir zaman ihtirasla baknııyan zeki gözlerini kapadı.

Muzaffer Esen

ATAÇ (Nuriîliah) — Hammer Mütercimi Mehmed Ata Beyin küçük oğlu, Dr. Galip Ataç'ın kardeşi; muallim, muharrir, esseist; üç sıfatiyle de, asrımızın fikir ve edebiyat, san'at hayatında üstün kıymetlerden; 1898 de İstanbulda doğdu; Galatasaray Liesini bitirdi; Üniversiteye gitmedi, fakat her kolunda kıymetler yetiştirmiş bir ailenin münevver muhitinde otodidakt olarak yetişti, ki Nurullah Ataç'n şaheseri, kendi şahsiyetidir; kaleminin sınırsız hürriyeti, onun hiçbir ekole mensup olmayışıdır; kendisinin bir ekol kurucusu olmayışı, genç nesillerden, onu takip, edebileceklerin çıkabilmesi imkânsızlığıdır; fransızcadaki karşılığı edebiyatımızda ayni kıymeti almış olsaydı kendisine pek yakışacak olan bir sıfat ile «Genç Ataç», bir faslı edebiyi açmış ve kapamıştır.

1920 den sonra yazmağa başlamış olan Nu-pullah Ataç'ın ilk yazısı, «Nurullah Ata» imza-siyle Dergâh mecmuasında çıkmıştır. Fransızca muallimi olarak maarife intisap etti, bir kaç yıl taşrada dolaştı, Ankarada bulundu, sonra îstanbulda Pertevniyal

Lisesi Fransızca muallimliğine tayin edildi. Günlük gazetlerden Akşam'a intisap etti ve meşhur «Sohbet» lerini yazmağa başladı ki Dil inkılâbından sonra bu yazılarının başlığını «Konuşma» ya tahvil etti. Hiç tereddüt etmeden «Çetin bir dil ve kalem imtihanıdır» hükmü verilebilecek Gustav Falubert'den «Madame Bovary» yi ve Stendhol'den «Kırmızı ve Siyah» ı tercüme etti; bunu diğer tercümeler takip etti. Murad Uraz, «Şair ve ediplerin hayatı» adındaki risalesinde: «Bu samimî muharrir, doğruyu, kendi aleyhine olsa bile birçok yazılarında söylemek meziyetini göstermektedir» diyor; bir mütercim olarak da, Nurullah Ataç, ancak sevdiği eserler üzerinde emek sarfetmiştir; bu bakımdan, tercümeleri, zevkinin miyarıdır.

Nurullah Ataç, muallimlik yaptığı mekteplerde, daima, bir şetaret havası içinde sevilmiş, bir nadide biblo gibi, kimse, onu kırmak değil, rencide etmek istememiştir. Eski talebeleri, hâtırasına lâtif fıkralarla anlatırlar.

Dilinde bir rekâket vardı, asabı anlarında tam kekeleme olurdu, dolaşan diliyle kö-pürüp coşması hakikaten şahane idi. îstanbulda iken kalıp cıgarası içmez, tütün sarardı; Tavla oyununu, aksilikleri tuttuğu zaman zarlarla konuşacak kadar severdir; telefon ile muhabereden haz etmez, gizlisi olmadığından, bulabilirse, bir dostunu konuştururdu. Tıklım tıklım kitap ve kâğıt dolu bir çanta, şapkasının önünden taşmış bir tutam perçem, ekseriya koluna asılmış baston kendisine pek yaraşırdı; kulaktan atma gözlüğe kelebek gözlüğü tercih ederdi. Yazısını standard kâğıtlara, çantasından çıkardığı hokka ve kalem ile yazardı. Eski ve yeni harflerle yazısı inci dizileri gibiydi; müsveddelerinde karalanmış satırlar hemen hemen görülmez, güzel baş, mevzuunu düşünmüş, hükümlerini vermiş, kelimelerini seçmiştir, kalem, tereddütsüz sürçmeden yürürdü, ikinci Cihan Harbi başlangıcında, Ankarada Gazi Enstitüsü fransızca muallimliğine tayin edildi. Ak-sarayda Pertevniyal Lisesi bir sanatkârdan, Babıâli Caddesi bir büyük kıymetten, Baya-zıtta Eminefendi Lokantası ağzının tadını bilir cömert bir müşteriden ve Büyükşehir, kendisini çok seven bir hemşehriden mahrum kaldı.

1946 -1950 arasında Cumhurbaşkanlığı fransızca mütercimliğinde bulundu, Demokrat Parti iktidara geçince emekliye ayrıldı, Ulus Gazetesi yazı erkânı arasında çalıştı.

Ankarada yerleşdikten sonra, bastonunu terk etti, kelebek gözlüğünü kulaktan atma bağa çerçeveli gözlük, sarma tütününü de pipo ile değiştirdi. Makalelerini çantasında taşıdığı mürekkep şişesine batırdığı saplı ve demir uçlu kalemle yazarken yazı makinası kullanmaya başladı, yalnız makinayı kendi zevkine râmetmesi, yatağında bağdaş kurup önüne yerleştirdiği iki köşe yastığının üstüne koydu.

Ulusdaki makaalelerini «ivedelikli, yankılı, kıvançlı», kurum yapısı sözlük dili ile yazmağa başladığından hemen hemen okunmaz olmuştu.

17 mayıs 1957 de öldü. Yeri doldurulmaz adamdır.



ATA EFENDİ — Matbaacı; Çemberlitaş-ta Vezir Kanındaki Şirketi Sahhafiyei Osmaniye matbaası müdürü; (H. 1317) de hayatta idi; hakkında başka bir kayda rastlanamadı.

Bibi.: Resmî Maarif Salnamesi.

ATA EFENDİ (Beylerbeyli) — İkinci Abdülhamid devrinde bu Boğaz köyünün namlı bir meczubu; vüoud yapısı heybetli, şişman, geniş pembe yüzünü perişan bir sakal ile alnına dökülen kâküller çevirmiş sevimli bir zât olup yaz ve kış başında bir keçe külah, sırtında bir aba, göğüs bağır açık dolaşır; kışın, ortalık kar, buz içinde iken denize girerdi. Köy halki kerametine inanmış, İstavrozda bir kulübede otururdu. Has dostlarından biri köyde Acem lâkabı ile tanınmış bir kahveci idi, kahvehanesi Beylerbeyi Camiinin karşısına düşen köşede küçük bir dükkân idi, şimdi orada köyün en meşhur bir kahvahânesi vardır. Acemin asıl geçimi tütün kaçakçılığı idi. Bir ara elinde hayli mal kalmış, kendisinden tütün sorup arayan çık mamış. Bir gün Ata Efedi dükkâna gelip:

— Bana para ver! demiş. Acem de çekmecesini açıp mevcudunu efendiye verdik ten başka kesesine bir miktar da tütün koymuş.. Efendi dükkândan çıkar çıkmaz da müşteriler sökün etmiş... Acem akşama kadar elindeki malı satıp tüketmiş..

Beylerbeyinde her nedense uzun zaman

ATA EFENDİ (Selânikli Mehmed)

1192 —



İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

1193

ATAMYAN (Bedros)




terfi edemiyen kaymakam rütbesinde bir askerî doktor varmış... Bir kıç gecesi kapısı çalınıp komşulardan biri:

  • Ata Efendi hasta imiş., sevabınıza
    bir baksanız diye rica etmiş.. Doktor Efen
    diye giderken içinden «Mübarek adam, has
    talanacak zamanı bulmuşsun ya!» diye geçir
    mis.. Kulübeye vardıklarında Ata -Efendi: •

  • Allah razı olsun., gelmişsin.. Bir de
    için temiz gelseydin paşa olurdun! demiş..
    Ertesi sabah doktora miralaylığa terfii müj
    delenmiş..

Meczup Ata Efendinin' kabri, bugün bir harabe halinde bulunan istavroz dergâhı me-zaıiığmdadır.

Rebii Baraz

ATA EFENDİ (Selânikli Mehmed) — On

sekizinci asır ediplerinden; İstanbul tarihinde «Yedinci Cibali yangını» diye anılan Hicrî 1196 (M. 1782) Ramazanındaki büyük ateş âfetini tasvir eden bir mektubu, istanbul tarihi kaynakları arasında benzeri olmayan bir vesikadır (B.: Cibali Yangınları).

ATA EFENDİ (Taşçı) — Geçen asır sonlarının seçkin kabir taşı ustalarından; Eyyub-tarı Piyer Loti kahvesine doğru çıkarken, yolun sol kenarında, dört adım kadar içeride, Mektebi Bahriyede talebe iken on beş yaşında vefat eden oğlu Ahmed Necmeddin Efendinin kabri için yaptığı bir taş 1942 de yere devrilmiş olarak görülmüştü. Yüksek kabartma güller ile tezyin edilmiş olan bu taş İstanbul taş işçiliğinin bir bediası idi. Kitabesinde bu çiçekleri göz yaşlariyle sularayak oyduğunu söyliyen sanatkâr baba, tâbir caizse, heykeltrâşîde natürmortun zirvesine yükselmiştir; usta bir taş kalemi güllerin keis-lerinde, tüveyçlerinde, yapraklarında hattâ incecik saklerini donatan dikenlerinde mermeri bir kuyumcu inceliğiyle oymuş ve bu suretle kırk beş parça gülden mürekkep bir çerçeve ibda etmiştir. O zaman bu şaheserin yeri İslâm ve Şark eserleri müzesi olduğu düşünülerek müzenin müdürü merhum Ab-dülkadir Erdoğan'a haber verilmiş, muhterem âlim Eyyutoa götürülerek taş gösterilmiş ve müzeye akledileceği vadiyle derin bir meserret duyulmuştu. Maalesef üstadın hastalığı bir müddet sonra emekliye ayrılması teşebbüsün tahakkukuna imkân vermemiş, İs-

tanbul Ansiklopedisinin neşri hazırlığı meşgalesi bu satırların yazıldığı zamana kadar bu nefîs kabir taşının unutulmasına sebep olmuş, 1947 de ise resminin yapılması için gidildiğinde kaybolduğu görülmüştür. Mahallinde yapılan soruşturmada o civarda yerde bulunan bazı taşların kırılarak mezarlık duvarlarının tamirinde kullanıldığı öğrenilmiştir. Aşağıdaki satırlar 1942 de istinsah edilmiş kitâbesidir:

«Hüvelbâki

«Ey zâir! Şu nazeninin kabri önünden güzâr eylerken 'bir vakfei dua ile pederin dümuu firak ile nakşeylediği güllere nazar eyle, sinini vefireden beri ircii emrine mutavaat eyleyen mü'minin ve mü'minatın kabri pür envarları içün fatihahân olarak taşlar naht eden bu fakir bir gün ömrü baharının on beşinci şalinde bir gül-ü nâzikter iken solan oğlu içün dahi âhır ömründe kalem ura-cağını teemmül eylemezdi. Her yaprağı bir âhı cângüdaz ve her bir dikeni dili mecruhumda birer tîri firaktır.

«Taşçı Ata Efendinin mahdumu Mektebi Bahriyei Şahane şâkirdanmdan Ahmed Necmeddin Efendi ruhuna rizaenlillâh fatiha Sene 1303 Şevvali mükerrem 5»

Bibi. : REK, Muzaffer Esen, Gezi notu.

ATAERKİN (Zeki Arif) —- Musiki bilgini ve seçkin bestekâr; hal tercemesini Mustafa Rona'nın «50 yıllık Türk Müziği» adındaki antolojisinden alıyoruz:

«1896 da İstanbulda dünyaya gelmiştir. Meşhur musikişinaslardan kanunî Hacı Arif Beyin oğludur (B: Arif Bey, Kanunî Hacı).

«İlk tahsilini Be-şiktaştaki Afitâbı Maarif okulunda, orta tahsilini Vefa Sultanisinde yaptıktan sonra Hukuk Fakültesine girerek oradan mezun olmuştur.

«ilk musiki der
sini pek küçük yaşta
iken babasından alan
sanatkâr, çok güzel Zeki Ârif Ataerkin
sesiyle öğrendiği şar- (Resim: Nezih)

kıları, muhitinin takdir ve hayranlığını çel-bedecek surette okumağa başlamış ve bu arada yine merhum babasından ayrıca kanun dersi de almıştır.

«Zeki Ârif Bey bundan sonra zamanının büyük ve meşhur musiki üstadlarından Hacı Kirâmi Efendiye intisap ederek musikî bilgisini ilerletmiştir.

«Musikide okuma sanatında başlı başına bir edaya malik olan üstad, haiz olduğu yüksek kabiliyeti ile bestekâıiık vadisine girmiş ve ilk defa mâye makamında ve aksak usulünde:

Açıldı bahçede güller

mısraı ile' başlayan şarkıyı vücuda getirmiş


tir ki bu güfteyi ikinci defa olarak dilkeş hâ-
veran makamında da bestelemiştir. Bu suret
le bestekârlık hayatına atılan Ataerkin her
biri çok yüksek bir zevk ve ince bir his mah
sulü olan şarkılarını meydana, getirmeğe baş
lamıştır. ,

«Bilhassa pesendîde, sipihra, dilkeşhâve-ran ve mâye gibi dar ve az işlenmiş makamlarda, bu güzide sanatkâr harikulade denilecek kadar kıymetli eserler vermiştir. Çok velûd olan üstad Zeki Ârif Beyden Türk musikî âlemi daha daha kıymetli eserler beklemektedir. Evli, dördü kız bir erkek beş evlâd sahibidir.»



ATAKAM -(Dr. Operatör Asil Mukbil) —

Seçkin operatör; 1905 de Beyoğluda Nişan-taşında doğdu, Şûrâyi Devlet azalarından Ab-dülkerim Paşanın oğludur. Nişantaşı Numune Mektebinde ve Nişantaşı Sultanisinde okudu, 1920 de henüz on beş yaşında iken Tıb Fakültesine girdi, fakülteden 1925 de diploma alarak Gülhane Tıb Tatbikat Okulunda stajım ve askerlik ödevini yaptı, 1926 da Bozkır hükümet tabibliğine tayin edildi, üç sene orada kalarak 1929 da Ankara Numune Hastahânesine operatör muavini oldu, 1932 de Konya Memleket Hastahânesi operatörlüğüne tayin edildi; 1939 yılına kadar kaldığı Konyada'ayni zamanda Kız Muallim Mektebinin doktorluğunda ve hıfzıssıhha muallimliğinde bulundu; 1939 da İzmit Memleket Hastahânesine nakledildi, oradan da 1947 de Belediye Hastahânesi Operatörlüğü ile îs-tanbula geldi; 1959 ağustosunda bu vazifede bulunuyordu. «Harb Cerrahisi» (İzmit, 1941)





Dr. Asil Atakasn (Resim: Nezih)

ve «Kolon Cerrahisi» (İstanbul 1954) adında iki kıymetli eserin müellifidir. 1933 da Dr. Ahmed İhsan Aksan ve Dr. Şerif Korkud'la beraber Konyada neşretmeğe başladığı «Anadolu kliniği» adındaki tıbbî mecmuanın sahibi ve neşriyat müdürü olmuş ve mecmuasını İstanbulda da 1955 yılına kadar devam ettirmiştir. Muhtelif Türk, Amerikan ve Avrupa mecmualarında da tıbbi makaleleri intişar etmiştir. 1943 de İzmirde müttefik devletlerin yaralılarına gösterdiği ihtimam ve alâkadan dolayı İngiltere Kraliyeti tarafından O.B.E. (Order Biritsh Empire) nişanı ile taltif edilmiştir.

Hakkı Göktürk

ATAKÖY — (B.: Bakırköy; Baruthane).

ATAMAN (Sadi Yaver) -— (B.: Sadi Yâ-* ver Ataman).

ATAMYAN (Bedros) — Türk sahnesinin yetiştirdiği Ermeni ırkından beynelmilel ölçüde büyük aktör, 1849 da Kadıköyünde doğdu; babası Heronimos, anası Peprone'dir. Çocukluk yıllarını mesleğini kendi arayan bir küçük maceraperest olarak geçirdi; ilk tahsilini Kadıköydeki Katolik Surp Pırgiç ve Mıhıtaryanlar mekteplerinde yaptı; henüz on iki on üç yaşlarında iken sahne hayatına atılabilmek için fırsat gözledi; babası, devrin bir çok insanları gibi, istikbalde ne vâdederse etsin, aktörlüğü afif bir meslek olarak görmüyordu; baba oğul Atamyan-lar arasında bir mücadele başladı; Bedros sırası ile saatçi ve kuyumcu çırağı, sonra bir mağaza tezgâhtarı oldu ve her seferinde işini be-riimsemiyerek kovulmadan evvel kaçtı; bâ iradei seniye aske- Bedros Atamyan rî mekteplerden biri- (Resim: Nezih)



ATAMYAN (Bedros)

H94


istanbul

ANSİKLOPEDİSİ

1195 —

(ATANAŞYAN (Madam)





ne baba zoru ile kaydedildi; buradan kaçmak suç olduğuna göre tardedilmek için elinden geleni yapıp muvaffak oldu; nihayet «günahı, boynuna!» diyen baba mağlûbiyeti kabul ederek oğlunu başı boş bıraktı. Bedros Atamyan on dört yaşında iken S. Hekimyan kumpanyasına kulis hizmetleriyle girdi; bir müddet sonra Naum tiyatrosunda Giyom Tel piyesinin küçük bir zabit rolünde sahneye çıktı. Bu küçük bir rolünde sahneye çıktı. Bu küçük zabit bir düelloda hasmını öldürecek ve sâdece «— Geber hain!» diye bağıracaktır. Küçük Atamyan sahnede bu iki kelimeyi öyle bir eda ve öyle bir sesle talâffuz etmiştir ki, bir anda o gün tiyatroda bulunanların nazarı dikkatim üzerine çekivermiştk; bu arada Hassa mimari Hagop Bey Balyan kulisde kendisini tebrik etmiş «Yavrum, himayemi kabul etmeni rica ederim, sende istikbalin büyük bir aktörünü görüyorum!» demiştir, 1863 de geçen bu vak'adan sonra Atamyan meslekî tahsil ve terbiyesi için bazı mürşid-ler aramakla beraber şahsiyetinin sâdece kendi gayret ve aşkına dayandığım da anlıyor; bir müddet Ekşiyan'ın eli altında bir staj devresi geçiriyor, geçim icabı küçük kumpanyalara intisap ediyor, 1869 da da Güllüye geçiyor; fakat birkaç ay sonra Güllü Agop'u bırakarak Fasulyeciyanla beraber turneye çıkıyor ve Nahcivana gidiyor, îki ay kadar sonra İstanbuldan aldığı bir mektupta evlerinin yandığını öğrenince alelacele vatanına dönüyor. Bu tarihten itibaren de Şekspir'in hayranı olarak trajedilerinin etüdlerine başlıyor. Bu tatabbu ve mütalâalar derin bir vecd ve aşk içinde 1879 a kadar on yıl sürüyor.

1879 da Tiflis'e davet ediliyor; 1880 de küçük bir heyetle beraber Ahalska, Ahalka-bak, Aleksandropol turnesini yapıyor; 1881 de Gansak (Gence) ve Şuşi, 1882 de Kişnef, 1883 de Moskova ve Nijni Novgrod, 1884 de Peters-burg (iki defa), Ejderhan, Rostof ve Harkof, 1885 de Kiyef, Petersburg ve Moskova, 1886 da Baku, Tiflis, Viladi Kafkas, Nazdak, Piati-gorak, Yegoderumadar, Poltava, Teodosya,, Tiflis, 1887 de Batum ve Odesa, 1888 de Elizabetgrad ve Moskova, Kazan şehirlerini dolaşıyor, 1888 haziranında da İstanbula dönüyor. Dokuz yıl süren bu uzun ve yorucu turnede Şekspir'in Kıral Lir, Hamlet ve Otel-, lo'sunun Lermondav'un Maskeli Balo'sunu,

Gutsko'nun Uriyel Avgustas'ım, Ciyakomettr' nin Mahkûmun Ailesini oynadı Rusyanın bu büyük şehirlerinin hemen hepsinde takdirle karşılandı; alkışları ile beraber Çarlık Rus-yası zadeganının ve yüksek burjuvasının kıymetli hediyelerini topladı, fakat Rusyadan şöhret ve servetle beraber gırtlağına âriz olan amansız bir de hastalık getirdi. 1888 yılının kânunuevvelinin otuzunda yirmi beş yıllık sanat hayatının jübilesi yapıldı ve İz-mirden vâki bir daveti kabul ederek Türki-yenin o devirde en zengin beldelerinden biri olan bu şehre gitti; lâkin ancak iki temsil verebildi; hastalığının ıstırabına dayanamı-yarak İstanbula döndü; sahnenin kendisine ebediyen kapandığını gören büyük aktör resim ve şiir ile iştigale başladı. 1890 da boğaz kaserine bir akciğer veremi inzimam etti, 189li şubatında İstanbuldaki Rus elçisinin emriyle Sen Nikola Rus hastahanesine yatırıldı; üç ay süren çok dikkatli bir tedavi neticesinde kendisini tamamen şifâyab olmuş sanan Atamyan hastahaneden çıkarak Büyük-deredeki evine gitti; lâkin üç hafta sonra şiddetli ve anî bir kriz neticesinde vefat etti. Atamyan, büyük eserlerin büyük rollerini harikulade bir maharetle temsil eden bir aktör olmakla kalmamıştır; insan tiplerini yer ve zaman kıymetlerinden sıyırarak bütün çıplaklığı ile sahnede yaşayan bir adamdır; şu veya bu piyesin çerçevesi içinde Atamyan karşısındakilere zaman zaman kendilerinin ne olduğunu göstermiştir. Denilebilir ki bu büyük aktör, hayranlıkla beraber biraz da kendisinden ürkülerek alkışlanmıştır; bunun içindir ki bu adam hakkında dünya ölçüsü ile asırlar boyunca yerine konulmaz büyük bir fâni denilirse mübalâğalı konuşulmamış olur. Çarlık Rusyasınm münevver tabakasını, geçen asrın ikinci yarısı için, kıymet takdirinde hasas bir mîyâr olarak kabul etmek lâzımdır. Atamyan'ın Rusya turnesindeki muvaffakiyeti her aktöre nasib olacak şeyler-değildir.

Otodidakt olarak yetişen Atamyan'ın kendi şahsiyettim yapan 1869 - 1779 arasında geçen on yıldır denilebilir. Henüz şöhretinin ilk basamaklarında bulunan aktör mü-tevaziane şartlar içinde Akdeniz ve Avrupa seyahatlerini yapmak fırsatını buldu. Atam-yan'm temsillerini seyreden muharrir Adolf

Talasso onu muasırlarından ve Komedi Fran-sezin yıldızlarından Mounet Sully'nin şarkta bir eşi kabul eder. Ölümünü Türk tiyatrosu için çok büyük bir kayıp olarak belirttikten sonra «Rolünü oynamadan eserdeki vakaların cereyan ettiği yerlere gider, oraları görür, kendisini hayâlen o vakaların cereyan ettiği zamanlara götürür, o devirlerde ve vakaların içinde yaşar, o hayat ve tahassüsle dolu döndükten sonradır ki piyesi oynardı. Atamyan Venedik ve Kıbrısta Otelle ile, Ve-rona'da Romeo ile, Elsenor'da Hamlet'le baş-başa yaşar gibi oldu ve ondan sonra bu kahramanları temsil etti.» diyor.

Atamyan'ın ölümü üzerine hakikatten uzak bir de masal nakledilir:

Bir akşam Aktör Kin piyesini oynarken eserin sonunda rol icabı: — Ben bir palyoço-yum, diye bağırır ve yere düşer. Yine piyes icabı suflör deliğinden sahneye çıkarak seyircilere hitaben: — Efendiler, Aktör Kin vefat etti. Der ve .perde kapanır: Fakat Aktör düştüğü yerden hakikaten kalkamaz Atam-yan'ı sahneden kaldırıp ölüm döşeğine yatırırlar. Böyle son hakikat olmasa da Atam-yan'a yaraşır.

Bibi.: Aşot Madatyann İstanbul Ansiklopedisine bilvasıta tevdi edilmiş notları.

ATANASİOS ÎI — Fener Rum Ortodoks patriklerinin yüz elli yedincisi; Büyükşehrin Türkler tarafından fethinde patrik bulunan zattır; 1450 tarihinde Patrik seçilmiştir. Koyu Ortodoks hissiyatiyle meşbû idi. Daha evvel, Patrik Grigoriyi azletmiş olan Sensinod Meclisi, İkinci Atanasios zamanında, Floran-sada toplanmş olan yalancı Sensinod Mecli sinin kararlarını tetkik ederek bu kararların hepsini nakzetmiş, mezkûr kararları imza etmiş olan Şark Kilisesine merbut metropolit ve rahiplerin göz yaşları dökerek göstermiş oldukları nedameti kabul ile bunları da af-fetmiştir.

İkinci Atanasios, fetihde idam edilmiştir.



Ali Orta

ATANASİOS III — Fener Rum Ortodoks Patriklerinin yüz doksan birincisi; aslen Giritlidir; Selanik piskoposluğundan 1634 de Patrik seçilmiştir.

Patrik olmadan Patelarios adım taşı-

makta idi. Müverrih Meshopoliti Demitrios Prekopiu bu zatı Yunan ve Lâtin dillerine vâkıf bir şâir, edip ve filosof ve büyük bir hatip olarak gösterir. Fakat keyfî idaresi, kilise muhitinde hoşnutsuzluk uyandırmış ye intihabından kırk gün sonra azledilmiş, Selâniğe kaçmıştır. Oradan Papaya müracaat etmiş, Patrikliğe yeniden intihabı için tavassutunu rica etmiş, Papa tarafından, Katolik Kilisesine girdiği takdirde böyle bir tavassutta bulunulabileceği şart koşulunca, bu teklifi şiddet ve nefretle reddetmiştir. Bir müddet Eflâk ve Buğdanda dolaşmış, ömrünün son yıllarını İstanbulda geçirmiştir.



Ali Orta

ATANASİOS ÎV -—Fener Rum Ortodoks


Patriklerinin iki yüz altıncısı; 2 ağustos 1679
da Tekirdağı Episkoposluğundan Patrik se
çilmiş ise de, seçimde hile yapıldığı ve cebir
kullanıldığı iddiasiyle Patrikliği Senesinod
azalarından bir ekseriyet tarafından kabul ve
tasdik edilmemfş, sekizinci günü makamın
dan indirilmiştir. Ali Orta

ATANSİOS V — Fener Rum Ortodoks Patriklerinin iki yüz on üçüncüsü; 1709 da Edirne metropolitliğinden patrik seçilmiştir. Aslen giritli olup âlim bir zât idi, yunanca, lâ-tince ve arapça bilirdi. Kilise musikisi ile uzun yıllar uğraşmış kıymetli bir bestekârdı; ahlâk ve fazilet sahibi idi; bu kıymetleriyle Fener Patrikhanesinde bir yıldız gibi parladı, fakat Fener Kilisesinin, o asırdaki cahil, hasud, münafık muhiti, Atanasios'u eçkemedi, ruhanî kisvesinin şerefini korumak için maiyetinden talep ettiği disipline tahammül edilemedi; «Frenklerin muzır eserlerini mütalâa» suçu ile itham edilerek 1711 de azledildi. Menis-kinin dört lisan üzerine tertip edilmiş lügatim rumcaya tercüme etmiştir ki, Yunan kültürüne büyük hizmet sayılır.



Ali Orta

ATANAŞYAN (Madam) — İstanbulun ilk kadın tabiplerinden; 1291 (M. 1879) de intişar eden «Kahkaha» mizah gazetesinde ilânları vardır. Viyanada ve Rumanyada hayli müddet hekimlik ettikten sonra İstanbula gelmiş, Beyoilunda, Sakızağacı sokağında l numaralı hanede köstebek, fistül, mesanede taş, sıraca illetlerini tedavi edermiş.



Yüklə 4,97 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   75




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin