Münir Süleyman Çapanoğlu
AŞKÎ (Kemanî) — İkinci Sultan Abdül-hamid devrinde Ayvansarayda Lonca'da yetişen sazendelerdendir, piyasanın ikinci derece kemancilarındandı. Üstadkâri eski besteleri, kârları, peşrevleri pek beceremez fakat kiriz havaları denilen oyun havalarında, kö-çekçelerde, kabadan , cif telli çalışda yayı çok curcunalı ve şakraktı.
Kel Hasanın tuluat tiyatrosunda oyun başlamadan evvel ve perde aralarında beş kişilik takımiyle fasıllar yapar, Apukurya zamanında Odeon ve Konkordiya tiyatrolarının maskeli balolarında, ayrı bir salonda yine takımiyle birlikte ahengi tutturur, yan sokak yosmalarından kalkıp kıvır kıvır kıvıranlar olur.
Sermed Muhtar Alus
AŞKÎ (Üsküdarlı) — Onaltıncı asır şâirlerinden, Rumelihisarlı olmakla da meşhur, asıl adı îlyasdır; Büyü-kşehire devşirme oğlanı olarak gelmiş, Yeniçeri Ocağından yetişmiştir; 1538 den evvel ocakdan emekli olup 1576 da muhakkak ki çok yaşlı olarak öldüğüne göre gençliğinde acemioğlanı ve yeniçe.-ri olarak Yavuz Sultan Selimin İran ve Mısır seferlerine, Kanunî devrinin ilk büyük seferlerine iştirak etmiş, Tebrize, Hemedana, Kaz-vine, Kahireye, Budine, Viyanaya yaya gidip gelmiştir. Ocaktan çıktıktan sonra Bayrami-ye tarikatine intisap etmiş, uzunca bir müddet de defterdarlık kaleminde kâtiplik yapmıştır. Ocaktan bekâr hayatına alışık olduğu için muhtemeldir ki evlenmemiş, Üsküdarda bir yalı satın alarak yerleşmiş, yalısı içki ve zevk erbabının toplandığı rindler, kalenderler mahfili olmuş, saz ve söz, mey ve mahbub ile gırtlağına kadar borca batmış, yalısı ve eşyası alacaklıları elinde satılarak âhir ömründe Ru-melihisarına hicret etmiştir. Şu beyit Lâtifi Tezkiresinde şiir diline örnek olarak gösteriliyor:
Ben onun mihrinde mahiv, ol
bende peydadır henüz
Zerrede gör mihrin envârı hü-
veydâdır henüz
Bibi.: Lâtifi Tezkiresi; İnö nü Ansiklopedisi.
AŞKÎ EFENDİ — Son
meddah ve orta oyuncularından; merhum Sermed Muhtar Alus İstanbul Ansiklopedisine verdiği' notlarda bu sanatkâr hakkında §u satırları yazıyor: «Kış geceleri Divanyolundaki Arif, Beyazıttaki Merkez, Veznecilerdeki Şems, Di-
reklerarası nihayetindeki Fevziye kıraetha-nelerinin kâh birinde, kâh ötekinde meddahlık eder, yazın Kavuklu Hamdinin orta oyunlarında, Merdivenköy civarındaki Mama, Çamlıca eteklerindeki Libâde gibi mesirelerde acem taklidine çıkar, İranî salcı olurdu, kısa boylu, tıknaz, yakışıklıca, 35-40 lık bir adamdı. Sanatında yavan, nükteleri, esprileri azdı. Eski meddahları dinlemiş olanlar, Aşkî Efendiyi beğenmezler, muasırlarından meddah İsmet ile kabili kıyas bulmazlar, naklettiklerinden zevk duymazlardı.
Silindirli fonografla plâklı gramofona Külhanbeyi, Ermeni dudusu, Yahudi, Acem vesaireye ait bir çok taklitler vermişti».
Münir Süleyman Çapanoğlu da, İstanbul Ansiklopedine verdiği notlarda, meddah Aşkî Efendi hakkında şu malûmatı veriyor: «Burdurludur, asıl adı Mustafadır, babası Şa-kir Efendi isminde bir zât olup Burdurda mahkeme mübaşiri imiş; Aşkî Mustafa; 1866 da sekiz yaşlarında bir çocuk iken İstanbula gelmiş, bir mahalle mektebinde yarım yamalak tahsil görmüş, 1876 Rus harbine gönüllü olarak iştirak etmiş; harp dönüşü başından bir aşk macerası geçmiş, o zamanlar, orta boylu, eşine nadir rastlanır erkek güzellerinden imiş, son yılalrında aşağıya sarkık pos bıyıkları gençliğinde kıvır kıvır, ince bir karanfil bıyık imiş.. Kılık kıyafetçe ise, efendiliğe değil, omuzdaşlığa özenir-miş.. Meddahlığa, karşılık görmiyen bu aş yüzünden atılmış ve o devrin şörtle-rinden saray mefruşatçısı meddah Şükrü Beye çırak olmuş ve «Aşkî» mahlasını almış.
«Aşkî Efendi, 1931 de öldü; ki ölümü anında, Bu-yükşehir meddahlarının has mânada pîri olmuş bulunuyordu. Ömrünün son demine kadar meddahlık etti, hayli yaşlı olduğu halde sorulduğunda «Turp gibiyim» derdi. Son yıUarı bir müzayaka ve çetin hayat mücadelesi içinde geçti, orta oyunu ve
AŞKİ EFENDİ (Tabib)
— 1172 —
İSTANBUL
karagözle beraber meddahlıkda eski parlak rağbetini kaybettiğinden, Aşkı Efendi, kenar kahvelerde dolaşmağa başlamış, hikâye ve fıkralarından sonra da, elinde tabak parsa toplamıştır. Muhakkak ki, devrinin şöhretlerinden meddah Sürurinin mertebesine yükselememişti, bunu kendisi de itiraf eder: «Sürurî eşsiz bir sanatkârdır, bazı taklitlerine bayılırm» derdi. Nâşid hakkında ise: «Meddah değil, mukallittir ama isterse meddahlık da yapabilir» derdi. Aşkî Efendi en az iki yüz hikâye, üç yüzden fazla da monolog ve tekerleme bilirdi. Kendisinin en çok sevdiği hikâyeleri: «Portakala Yahudi», «Sür pik dudu ile Belâlı bıçkın», «Sulukule kavgası», «Ramazan beyin ahretliği», «Süleyma-niye batakhanesi» ve «Acemin şal satması» idi.
«Orta oyununda en muvaffak olduğu Salcı Hacı Abbas rolüdür; sırtına menevişli kumaştan entari, başına siyah acem papağı giyer, avucunu yanağına dayayarak o devirlerde pek meşhur olan ve ısfahan makamında bestelenmiş şu türküyü okurdu:
İsfahanda bir kuyu var İçinde tatlı suyu var Her güzelin bir huyu var Ne yaman acem güzeli!..
Kıraethane sahipleri, meddah getirecekleri zaman gazetlere ilân verirlerdi; şu ilân da Aşkî Efendi hakkında 27 kânunusani 1306 tarihli Sabah gazetesinde çıkmış bir örnektir: «Lâlelide Yeşiltulumbada Süleyman Efendinin kıraathanesinde meddah Aşkî Efendi tarafından şayanı temaca garip lûbiyat ve hikâyeler icra kılınacağından...».
AŞKÎ EFENDİ (Tabib Mehmed) — Üçüncü Selim devrinin namlı çiçekçilerinden; «Takvimi lâle» müellifi: 1801 (H 1216) da telif edilen bu esere, devrin şairlerinden Hiza şu takriz-tarihi yazmıştır:
Aşki Efendinin kalemi çeşmei zülâl Üşkûfezâri ma'rifeti ravzai kemâl Ahvali lâlei bileyim dirse ehli dil Âlâyı evsatı ider aninle intikal
Telif idince böyle güzide risaleyi Kıldım teberrüken anı takrizi bî misâl Tarih yazdı bülbül olub kînî ey Hiza Tavimi Lâle oldu bilin gülşeni kemâl
Kendisi de devrin hükümdarı Sultan Selime ithaf ettiği eserinin mukaddimesinde:
«Ezminei adîde ve sinîni medîdedenberi fenni felâhate iştigal ile tahsili vukuf ve şuur etmekle yadigârı rûzigâr olmak için ol şükûfeı bî nazirin târifat ve muhassenatın beyan ve hurufu heea üzere esma ve sahibi tohum ve resim ve mizacini dere ile âlâ sebilül ihtisar cedvel tariki üzere sebti sahifei asar ve Takvimi Lâle ismiyle namdar olundu» diyor. Bu satırlardan da anlaşılacağı üzere tohumdan elede edilen lâleleri, çiçeklerin tescil edilen isimlerine göre alfabetik bir cedvel tanzim eden Aşkî Efendi, lâlelerin renk ve nakışlan ve şekilleri hakkında hurda tafsilât verdikten sonra başka tohum sahiplerinin de ismini kaydediyor ve bu meşhur çiçeği âlâ, evsat ve ednâ olmak üzere üç sınıfa ayırıyor. Risalesinden öğrenildiğine göre bu namlı çiçekçi kendi tohumundan yüz on sekiz çeşit lâle yetiştirmiştir.
AŞKÎİ KADÎM — Onbeşinci asır şâirlerinden; fetihden sonra İstanbulda ilk yerleşenlerden, aslının nereli olduğu, doğum ve ölüm tarihleri bilinmiyor; şiirleri soğuk ve değersiz olduğu halde her nasılsa büyük pâdişâhın fevkalâde teveccühünü kazanmış, yüz akçe yevmiye ile İstanbulda mansıb sahibi olmuştur ki pek müreffeh bir hayat sürdüğü muhakkaktır; kendisini çekemeyen muasırları ikbâlini baht yıldızının parlaklığından bilmişlerdir, şu beyit o yolda söylenmiştir:
Aşkiyâ talihine aşk olsun Gergi nazmin kötü, sitâren iyi..
Bibi.: Lâtifi Tezkiresi.
AŞK-I MEMNU — Türk edebiyatında modern roman yolunu açan Hâlid Ziya Uşak-lıgü'in en değerli, kendisinin de en beğendiği eseri. Nakledilen İstanbullu bir ailenin hayatıdır; vak'a Boğaziçinde geçer.
Eserin kahramanlarından biri olan Adnan Bey, zengin, orta yaşlı, kibar, yakışıklı bir adamdır. Genç yaşında karısını kaybettikten sonra bütün sevgisini iki evlâdına vermiştir; kızı Nihal amıesizliğini kardeşi Bü-lend ile babası Adanan Beye olan derin sevgisi ile unutmaya çalışıyor, gönül yarasını bu sevgi ile bir dereceye kadar tedaviye imkân buluyordu. Adanan Beyin yalısında uşaklar, lalalar ve mürebbiyelerle oldukça kalabalık bir aile dekoru arasında hepsi mesud, temiz ve güzel bir hayat yaşamakta idiler. Adnan
ANSİKLOPEDİSİ
1173
AŞKI MEMNU
Bey sık sık çocuklarını mahun sandala alarak Boğaziçinde deniz safası sürerlerdi. Böylece yıllar gelip geçer. Bir gün Göksunun tanınmış bir ailesi olan Firdevs Hanım takımı ile karşılaşırlar. Firdevs hanımlar serbest yaşarlar, keyf ve eğlenceye düşkündürler, yirmi iki yaşlarındaki kızları Bihtefi Adnan Bey çok beğenir, o günden sonra tesadüfler sıklaşır, sandallar bkbirlerine yaklaşır, göz aşinalıklarını tebessümler, selâmlar, onları da konuşmalar takip eder. Bu isde ilk ümide düşen genç yaşta iken dul -kalmış olan kırk beşlik Firdevs Hanım olur, fakat çok geçmeden Adnan Beyin Bihteri istediğini öğrenir, çok canı sıkılır, Adnan Beyin yaşım ileri sürerek mâni olmak ister, lâkin kızı Bihterin bilâkis bu izdivaca rızası ile karşılaşır. Aslında ise Bihter, Adnan Beyin yaşını değil, servetini düşünmektedir, izdivaca engel olarak gördüğü de sâdece Adnan Beyin iki çocuğudur. Kız, bu meselenin hallini ileriye bırakarak Adnaa Beyle evlenir.
Bihter Adnan Beyin yalısına gelince yalının asil sükûneti bozulur. Yeni hanım gelince yalıda bir de Behlûl Bey peyda olur, Adnan Beyin bir yeğeni.
Bihter daha ilk aylarda evin küçük hanımı Nihali gölgede bırakarak yalının hâkimi kesilir, her kapuya kilid vurur, bu tahakküm ailenin emekdarlarım gücendirir, birer birer uzaklaşırlar. Bu arada Adnan Bey oğlu Bu-lendi de, Bihterin tazyiki ile yatılı mektebe verir. Evin tenhalaşması, bilhassa kardeşinin uzaklaşması Nihali son derecede üzer, babasına boş yere derd yanar.
Beklenmedik bir hâdise daha olur, Firdevs Hanım kendi takımı ile Adnan Beyin yalısına yerleşir. Anası geldikten sonra, yavaş yavaş Bihterle Behlûl arasında memna bir aşk başlar. Biri kocasına diğeri dayısına ihanet ederken mukaddes aile çatısının çökmekte olduğunu ilk gören NihaHn mürebbi-yesi matmazel De Courtan olur, bütün sevgisine rağmen kızı bırakıp Parise gider. Nihaim yanında gölgesi gibi dolaşan tek sâdık sîma küçük uşak Beşir oğlan kalır, münasebetsiz havadan o da bizardır, fakat küçük hanımı yalnız bırakamaz.
Nihal evlerinde garib bir şeyler dönmekte olduğunu sezer, sıkılır ve sık sık aile yuvasından kaçıp adadaki halasının yanma gi-
der. Bir gün adada, kendisini Behlûl ile nişanlamak istediklerini duyar, önce kızar, isyan eder, fakat babasının telkini ile yumuşar, razı olur. Mizaçları birbirine uymayan bu kardeş çocukları arasında, farkına varmadan bir aşkda başlar. Delikanlı da ilk defa ciddî bir sevginin ruhunda yarattığı heyecanın zevkini duymağa başlar. Fakat Bihter bu izdivaca mâni olacaktır, Behlûl'un kendisinden usandığını ve kaçmakta olduğunu görünce delikanlıya bir tehdit mektubu yazar. Zekî çocuk küçük Beşir Bihter Hanımın da peşindedir, bu mektubu ele geçirir, adaya gidip küçük hanımına verir, Nihal bu silâhla yalıya döner, yalıdakilerin kızın geldiğinden haberleri yoktur, vakit akşamdır, bir odada Bihterle Behlûl münkaşa etmektedirler, kadın, Nihal ile evlenme isini katiyen bırakmasını ve kendisine dönmesini ısrarla istemektedir, ikisi işledikleri günahın ağır mes'uliyetini birbirlerine yüklemektedirler. Konuşulanları kapı arkasından dinleyen Nihal teessüründen bayılır. Kızın yere düşmesi ve Be-şirin feryâd ederek koşması üzerine odasin-dan Adnan Bey çıkar ve kızını Icucaklıyarak yine odasına götürür.
Bu beklenmedik hâdise Adnan Beyi ciddî olarak düşündürür, karısı Bihter ile kaynanası Firdevs Hanımın görünmeyişleni de manâlıdır. O sırada Beyin odasına muzdarip yüzü ile küçük Beşir girer:
— Küçük hanımı öldrüyorlar, artık hepsini söyliyeceğim..
diyerek hâdisenin iç yüzünü bütün çıplaklığı ile anlatır. Çocuk her şeyi teferruatı ile bilmektedir, soğuklarda, yağmur altında, karanlık köşelerde gizlenerek, şahnişlerde saatlerce bekliyerek, amansız ısrarla takip ederek her şeyi işitmiş, görmüştür. Şimdiye kadar susması, Beyefendiye söylemek için kendisinde kuvvet bulamayışındandır. Adnan Bey çocuğun karşısında ezilir, fakat kendisini çabuk toplar, hiddetle Bihtere seslenir, fakat ona Bihterin kendi beynine sıktığı tabancanın sesi cevap verir. Günahkâr kadın kıvrana kıvrana can verir, onun ölümü ile de Adnan Bey yalısındaki aile dramı sona erer. Faciayı unutmak içi baba ile evlâdlar daha çok sevişme ihtiyacını duyarlar.
Ali Nüzhet Göksel
AŞKIN (Kemal)
— 1174 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
1175
AŞK MUHABERELERİ
AŞKIN (Kemal) — Yüksek mühendis, İstanbulun ilk namlı futbolcularından, 1893 de Kadıköyünde Kuşdilinde doğdu, deniz binbaşısı Kaptan Aşkın Beyin oğludur. Tahsilini St. Joseph Fransız Lisesinde ye Mühendis Mektebi Âlisinde yaptı; futbola da lise talebesi iken başladı, 1910 yılında girdiği Fenerbahçe Kulübünde pek çabuk seçkin oyuncu oldu, zamanının yegâne «çalını yutmaz hafi» olarak tanındı, 22 haziran 1913 de İzmir karmasına karşı kurulan ilk İstanbul mutelitinde sağ haf yerinde oynamıştır.
1911 yılında talebesi bulundulu Mühendis Mektebinde de yine fenerbahçeli mektep ve takım arakasları kaleci Âlî Said ve bek Emirzâde Arif ile beraber mektep müdürü Refik Beyin (R. Fenmen) muzaheretini-temin ederek bordo renkli forma ile bir spor kulübü tesis etmişti.
1914 de mühendislik ihtisası için Ame-rikaya gitti, 1922 yılma kadar Detroit eyâletinde sekiz sene kaldı, hem tahsil ve hem de futbolla meşgul oldu, Amerikada futbol oynayan ilk Türk gencidir, 1922-1924 yılları arasında da Nikaragua'nın Mangava şehrinde bulundu, orada da top oynadı, ve futbol vesilesi ile nikaragualılara Türkü ve Türkiyeyi tanıttı.
Kurbağalı Deredeki Aşkmbey Sokağı adını bu namlı sporcunun babasına nisbetle taşır; Kaptan Askin Bey bu sokak üzerindeki evlerimin bağçesinde bulunan bir bahçıvan kulübesini 1910-1911 arasında Fenerbahçe Kulübünün emrine vermiş, bu kulübecik, bugün pek sanlı bir tarihçeye sahip İstanbulun bu büyük kulübünün ilk lokali olmuştu. Fenerbahçeliler için Aşkın adı unutulmaz isimdir (B.: Fenerbahçe Spor Kulübü).
Rüşdi Dağlaroğlu
AŞK MUHABERELERİ — Asırlar boyunca birbirlerine gönül vermiş İstanbulluların aşk7 muhabereleri, Büyüşehir hayatının ihtişamına ve Türk dilinin İstanbul ağzı zarafetine denk zenginliktedir. Eski güzel örneklerden bir tanesini, on sekizinci asır ortalarında ingiliz elçisini zevcesi olarak İstaribülda bulunmuş Lady Montagu naklediyor; bu seçkin ingiliz edibesi Londradaki dostlarından birine gönderdiği bir mektupta şunları yazıyor:
«Bir muhabbetnâme ele geçirdim; (bu, içinde birçok şeyler bulunan bir kesedir. Sırası ile çıkarılacak şeylere göre) tercümesini yazayım:
İnci = Sensin güzellerin genci Karanfil = Karanfilsin kararın yok
Gonca gülsün timârm yok
Ben seni çoktan severim
Senan benden haberin yok
Pul = Derdime dermen bul
Kâğat = Bayılırım saat saat
Armut = Ver bana bir umut
Sabun == Aşkınla oldum zabun
Kömür = Ben öleyim, size ömür
Gül = Ben ağlayım, sen gül
Hasır = Olayım sana esir Çuha = Üstüne bulunmaz baha Darçın ~ Sen gel, ben çekeyim senin har
cm
Çıra == Aşkınla oldum çıra
Sırma == Gözünü benden ayırma
Saç == Başıma sensin taç
Üzüm == A benim iki gözüm
Tel = Ölüyorum tez gel
Biber «= Bana yok mu bir haber
«Görüyorsunuz, bu muhabbetnâme manzumdur. Zannediyorum ki Türk erkeklerinde, bu çeşit muhabbetnâmelerde kullanılmak üzere bir milyon mısra var. Renk, çiçek, ot, meyva, çalı, çakıltaşı, tüy yoktur ki hususiyetini göstererek tanzim edilmiş bir mısraı olmasın. Bir damla mürekkebe muhtaç olmadan bu surette, serzenişlerde bulunmak, dostluk ve aşk mektupları göndermek, yahut sadece hatır sormak, hattâ havadislerle dolu mektuplar göndermek mümkündür.» (B.: Montagu, Laydy Mary).
Yine ayni büyük muharrir, Londradaki dostlarına gönderdiği diğer bir mektupta şunları yazıyor:
«Kadınlar, âşıklarına buluşma yeri olarak ekseriya Yahudi dükkânlarını tayin ediyorlar. Burada Yahudiler her yola geliyorlar. Birçok erkekler, hiçbir şey almağa ihtiyaçları olmadığı halde sırf kadın yakalamak için bu dükkânlara girip öteberi alıyorlar. Kibar kadınlar âşıklarına pek seyrek görünüyorlar. Ekseriya bir erkek bir kadın ile altı ay münasebette bulunuyor da kim olduğunu öğrenemiyor.,.:».
Aşağıdaki satırlarda, Ahmed Rasimîn
bu mevzu üzerine kaleme alınmış hâtıralrın-dan derlenmiştir:
«Elli yıl evvellerine gelinceye kadar, âşık ile ma'şukanın, yollarda, mesire yerlerinde, tramvaylarda, vapurlarda, kaş ile göz ile, çeşitli eşya diliyle, hulâsa, İstanbul kül-hanilerinin «işmar» dedikleri pandomiraa (B.: İşmar) ile birbirlerine bütün hislerini döktükten sonra, buluşmaları, başbaşa birkaç gece geçirmeleri, cidden zor, hattâ bazan imkânsızdı, her iki taraf için de büyük tehlike ve felâketleri göze almak ile ancak tahakkuk edebilen bir saadetti. Âşık ile maşuka arasında, «Post restant» larm ve Telefonların bulunmadığı o devirlerde, canlı muhabere vasıtaları vardı, bunlar da, pek çoktu, başlıcaları şunlardı: «Süt nineler, kalfalar, her eve girip çıkan bohçacı kadınlar, hanende ve sazende karılar, bildik hamam ustaları, hamam natırları, evdeki besleırieler, dışardan gelen kolacı, gömlekçi, terzi dudular, vaktiyle başından aynı haller geçmiş muhifobeler, sır açılan hemşireler, siyah bacılar, işgüzar komşu hanımlar, büyücü, kurşuncu, okuyucu kadınlar, çarşı içinde bu işlerin ustası dükkân sahipleri».
Hicrî 1290 (M. 1874) yılında İstanbulda basılmış Emin Nihadın Müsameretnâme adındaki hikâye serisinin altıncı ve yedinci cüzü-lerini teşkil eden «Vasfi Bey ile Mukaddes Hanımın sergüzeşti» adındaki hikâyesinde, geçen asır sonlarının günlük hayattan alınmış bir muaşaka faslı ve o devrin muaşaka mektupları örnekleri vardır. Bu vak'anm kahramanlarından biri de, Vasfi Beyin muhabbet ulaklığını yapan Husrev adında bir uşak-köledir. Mektup örnekleri şunlardır: Köle Hüsrevden Vasfi Beye
Beyim efendim
Tahkikime göre bugün Kâathaneye azimet efkârınızca bâisi muvaffakiyet olacağından keyfiyeti tebşir ile bu saat Aksarayda mâhud perükârda teşrifinize muntazır olduğumu arzederim. Olbâpta irade efendimindir.
Köleniz Husrev
Vasfi Beyden Mukaddes Hanıma
Hayatı canım efendim Nazarı iffetinize arzedecek hacet yok, lâkin derdi dile dârûyi: iltifatınızdan 'başka ça-
re yoktur. Dil, hâkipâye her bâr ariza takdim etmek diler. Fakat sureti takdiminde talimatınıza müracaat eylerim. Dua ve hayaliniz ile kesbi ibtihaç ve bekaayi teveccühatı kalbiye-nize arzı ihtiyaç eylerim. Her halde merhamet efendimizindir.
İmza Üftâdeniz
Mukaddes Hanımdan Vasfi Beye
Mürüvvetkârun efendim
Lûtufnameniz bâisi memnuniyet, tervici iltimasınız ise sahih olsun cana minnettir. İnşallah düşünüp buna bir çâre bulur ve tarafınıza tahriren arz ile nezdi vefakârilerinde makbul olurum. Olbabda mürüvvet efendi-mindir.
j İmza
Muhibbeniz
Mukaddes Hanımdan Vasfi Beye
Vefaşiarım efendim
Cuma günkü verdiğim vâad üzerine muhabere için o kadar düşündüm o kadar düşündüm bir çâre bulamadım. Az kaldı ki bu yüzden nazarınızda mahcup kalacaktım. Hele bereket versin o yolda düşüne düşüne geceleri tâbeseher uykum kaçması dadıma aşırı halde merak vererek mübremâne halimi sual ettirdi ve kendisi gerçekten hayırhahım ve her veçhile mahfazai râz ve esrarım olduğundan, endişei kalbim ise ketmolunamaz dereceye geldiğinden artık o halde bende bor türlü dayanamıyarak kendisine biraz keşfi zamir ile hâli pürmelâlime açındırıp pek çok ricalarla işbu arizaı eariyanemi desti mahremâ-nesiyle takdim eyledim. İşte tarafı vefakârile-rinden dahi vâad olunan lûtufnâmenin kendisine teslimen irsalini rica ve bekaayi teveccühatı kalbiyenize iltica eylerim. Olbabda inayet efendimindir.
imza Mecbureniz
Vasfi Beyden Mukaddes Hanıma
Çaresâzım efendim
Gönül ki zâti ismetinize bend oldu, o bir hümâ idi ki evci melâhatde kararın buldu. Lâkin Üftâdeniz ki böyle perişan halimdir, şehberi lûtfunuz yâr olmadıkça zirvei mak-sûde vusulü muhaldir. Maamafih lûtfunuzdan
AŞK MUHABERELERİ
1176 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSt
1177
ÂŞUR AĞA
ümitvanm, yoksa çoktan helak olurdu dili zarım. Mademki ramnü şefkatinizden kafi ümid etmem, can tende oldukça derbâm olduğum babı merhametinizden ayrılıp bir yere gitmem, îste hâlü sânım budur arzeyleyecek, mürüvveti kalbiyenize dehaletten başka yoktur söyliyecek. Ancak nmntazırı lütfü hâsınız ve ümitvârı vaadi visaliniz olduğumu arz ile iktifa ederim. Herhalde ihsan efendimindir.
İmza Biçareniz
Mukaddes Hanımdan Vasfi Beye
Mürevvici arzuyu canım efendim
İkinci tezkirenizde müjde veren tevec-cühâtı kalbiyeniz zaten hakkı vefakârilerinde asiâ zevalpezir olmayan şem'i itimadıma bir kaç derece daha revnafcbahş oldu. Bu yüzden asm müftehir bulunduğum gibi sureti mihrü vefada olan müsâbekaatinize dahi ne veçhile teşekkür edeceğimi bilemem. Çünkü muhib-beniz gönlümün en kıymetli bir şerefi olan temayülâtı kalbiyenizi kazandığım gündenken kendimi o kadar mukbil ve o kadar bahtiyar addederim ki eğer cihanda benim için bir hâli saadet var ise o da ancak hakkımdaki bekaayi teveccühünüzdür. Bu sebepten cariyeniz şimdiye kadar vefasından! şüphe etmediğim kalbi sâdikaanenize itimaden tarafınızdan zuhurata muntazır olmuş ve tıf-lı dili senelerce o bâzicei üimid ile oyalamış durmuştum. Nihayet ni'mettesadüf mukaddema Kâğathâne yokuşunda ettiğim teşerrüf derûnumda hirzican gibi sakladığım ümidimi tecdid eylediği gibi andan sonra atasıra penceremizin önünden geçmeğe rağbet ile mecbûrenizi memnun ve. müstefid etmenize takdiri kıymetten âcizim ve ben de vakti biliraniyen teşrifinize ihtiyaten her saat muntazir olduğum halde ya pencereden arzı rûyu şükrâniyet etmek veya hiç olmazsa muntazir buluduğumu kafes ardından olsun bildirmek vazifei memlûkiyet ise de ne çâre ki bildiğiniz veçhile nazarı rekabetinde bulunduğum üvey validemin asla halden anlamaması ve hasbelgaraz habbeyi kubbe etmesi şerrinden temkin ve sükûnete mecbur ve işte bundan dolayı nazarı atfınızda pürkusur bulundum ve yine cürmümün. affını rica ve
devamı teveccühâtı fuâdiyenizi istida ederim herhalde lütuf ve kerem efendimindir.
İmza Muhibbeniz
1947 yılında onbeş onaltı yaşlarında Yâ-kub adında bir şerbetçi çırağının yine ayni yaşlarda Şükran isminde bir zarfcı-fcutucü çırağına gönderdiği manzum aşk nâmesi bu ansiklopedinin yazı erkânından Burhan 01-ker'in armağanı olarak arşivimize girmiştir: muharririn tasvir ettiği şirin bir sahne ile şehir kütüğüne mal ediyoruz:
«O yıl haziranının tatk bir ikindi vakti, on altı yaslarında, -koyu kumral saçlı, büyük Fransız ressamı W. Bouguereau'nun Eros' larına benzeyen hakikaten güzel bir 'oğlan, sırtında kolları dirsek üstüne, kadar kıvrılıp sıvanmış beyaz mintan, açık mavi bez panta-lonun paçaları ayak bileklerini örtemeyecek kadar kısalmıs, tertemiz ".çıplak ayaklarına ökçeleri basık yemeni geçirmiş, belinde kırmızı bir peştemal, dükkândan sokağa çıkarken büküp toplamış, beline kuşakvâri dolamış büyükçe ve uzun uzun parmaklı elleri belli ki dâima su içinde, kızarmış, kendisi de hırçın, gazablı, yalın ayak ve tülü kafa bir oğlancığa bir kâğıd verdi:
— Koş, bunu ver, hem söyle ona, naz istemem, dükkânın önünden her gün mektepli kızlar geçiyor, çekerim onlardan birini, konuşurum, ben çıraksaım o da hanım de^ ğil ya, kotucu çırağı!., dedi.
«Çarşı boyu yol dik bir yokuştur, mah-bûbe yokuşun üst başında, pırpırı oğlandan güzel şerbetçi çırağının mektubunu aldı ve açmadan yürüdü. Güzellikten yana ikiz, şerbetçinin eline değil ayağına su dökenıiyecek, otuz, kırk adım kadar sonra nâmeyi açtı, okudu. Herhalde mektepli kızlarla kendisine meydan okumasına kızmış olacak, mektubu-..yırttı, yırtıkları buruşturdu ve bir duvar kenarına çarparcasına attı. Yetişdim, tefk parçası kaybolmadan topladım, cebime koydum, kız koşa koşa döndü, gözler yaşlı ve ne kadar gariptir ki ağlayınca* güzelleşmiş, azıcık evvel attığı kâğıtları yerinde bulamayınca şaşırdı, yoldakilere de bir şey soramadı, yutkuna hıçkıra giderken dayanamadım, sırtını okşayarak:
.!,; --Kızım, dedim, yırttığın mektubu şer-
betçi güzeli almadı.ben aldım, ama sana ver-nıiyeceğim...
«Yüzüme bir vahşî ahu gibi baktı, bu bakış ile daha daha güzelleşdi ve sonra kaçtı».
Masum aşk nâmesi aydın olarak göstermektedir ki şerbetçi çırağı Yakub'da körel-meğe mahkûm bir şiir istidadı vardır, Bü-yükşehrin günlük hayatının ıbinbir cilvesinden kıymetli bir vesika olan bu aşk nâmesinin imlâsını aynen muhafaza ediyoruz:
Dostları ilə paylaş: |