Kocaili Sancağı Paşası ile izmit kadısına hitaben yazılmış hicrî 1173 (milâdî 1759) tarihli bir fermanda şunlar okunuyor :
«... cümle âzası tam ve sihhafy yerinde olduğu halde îstanbulda dilenmekde olan 43 nefer dilenci toplanmış ve bir kayığa konularak îzmite gönderlimişdir. Her birini muhtelif işlerde kullanmak üzere köylü ve sanatkâr yanına amele ve ırgad olarak dağıtın ve kaçmamaları için gereken tedbir alınsın...».
Görülüyor ki dilenciliği, insanlık şeref ve haysiyetini feda ederek kârlı bir iş hâline getirilenlerle asırlardan beri başa çıkılamamış-dır.
Onaltmcı asırda Avusturya elçisi olarak Istanbula gelmiş olan Busbecq dilenciler için şunları yazıyor:
«... dilenciler burada bizde olduğundan fazladır. Mûtadları üzere kendilerinde bir
kudsiyet olduğu iddiasındadırlar; yer yer dolaşırlar ve din kisvesi altında dilenirler. İçlerinde çoğu dilenciliklerini mazur göstermek için akıllarında hafiflik olduğunu söylerler, çünkü meczublar Türkler arasında dâima teveccühe nail olurlar. Türkler yarı aptal, meczub kimselerin cennetlik olduğuna îtikad ederler. Dilencilerin bir takımı arabdır, bunlar dilenirken bayrak taşırlar, cedlerinin islâm dinini yaymak için o bayrak altında harbettiklerini söylerler; yoldan geçenlere bir balmumu parçası, yahud bir limon, bir nar verirler ve fiat-larının iki üç mislini isterler; bir şey satmak suretiyle dilencilik zilletinden sözde kurtulmuş olurlar».
Evliya Çelebi XVII. asır ortasındaki İstanbul dilencilerini, esnaf ordu alayını tasvir eder-' ken pek renkli, hareketli bir sahne çiziyor :
«Dilenciler esnafı - 7000 adeddir. Bir alay cerrar, kerrar gariblerdir. He birinin birer yünden, sofdan hırkaları, ellerinde çeşid çeşid alemleri, başlarında hasırdan ve hurma lifinden destarları olduğu halde Yâ Fettah ismi şe-rîfi ile cümle körleri birbirlerinin omuzuna ya-pışub kimi anadan doğma ve kimi sonradan olma topal, kimi kambur, kimi inmeli, kimi sar'alı, kimi elsiz, kimi ayaksız, kimi çıplak, bir hengâme ile nice bin bayrakların arasında cerrar şeyhini ortaya alub, şeyh dahi dua idüb yedi bin fukara bir ağızdan Allah Allah ile âmin dediklerinde sadâları gök yüzüne ulaşır. Bu tertib üzere dilencilerin şeyhi Alay Köşkü dibinden geçerken (B.: Alay Köşkü) durub pâdişâha hayır dua iderler. Pirleri Eşşeyh SâfT-dir, Selman belini bağladı- Bu zât gazadan gelen gaazîlerden «Şey'an lillâh!.» diyerek sadaka alırdı; Medinede medfundur».
Surlar dışındaki mezarlıkların, bilhassa Edirnekapusu ile Eyyub arasında cenaze dilencileri, şehir içinde faaliyet gösterenlerden ta-rnâmen ayrı bir tabaka teşkil edegelmiş idi. Hepsi İstanbulluydu, ayak takımının da posası, batağın tortusu, anası babası, karısı kocası, kızı ve oğlu ile fuhuş çirkinde pervasız, hayâsız, müteaffin yağlı kara, fakat İstanbul şîvesi ile konuşurlardı; ve ölüm üzerine zengin bir dilenci edebiyatına sâhib idiler. Zamanımızda çok azalmışlardır; en canlı tasvirleri Hüseyin Rahminin «Hayatdan Sayfalar» isimli hikâyesi ildedir, eserin kahramanı Sürtük Hâcer çok iyi etüd edilmiş bir tipdir (B.: Hâcer, Sürtük). Aşağıdaki satırları oradan naklediyoruz:
DİLENCİ
— 4576 —
İSTANBUL
— 4577 —
«Kiminin elinde desti, kiminde teneke, maşraba, sopa, değnek, kadın, erkek, ihtiyar, çoluk çocuk akın akın yola döküldüler...
«Üçler, yediler, kırklar, bülegaa, füsehâ, ulemâ diye haykırırken ağzından salyaları elindeki yazılı bakır tasa akan sebilci... Eyyubda kebabcılar köşesinde sakat kedi gibi etrafını koklayarak oturan şiş bacak dilenci... sürücü beygirinin kuyruklarından oltalık kıl çeken hırpani külâhlı veledi zina... «Dolap niçin inlersin» ilâhisi ile Unkapanı Köprüsünden tamam üç saatde geçen ağıraksak Ruhi Dede... Kadir geceleri cami pabuçluğunda «Kaçan ki Hazreti Yunus Aleyisselâm balığın karnında ikaamet buyururken..» cümlei iftitâhiyesiyle etrafına bakman cemaatsiz vaiz Molla Uryânî... baharlarda sarığını koltuğuna sıkışdırarak Si-lâhdarağa meygedesinde «Ceyhun arayan dîdei giryâmmı görsün!» gazeli ile meclisi îyşi cezbelendiren hoşnevâ zâkir Hiza... cenazelerden aldığı sadakalarla her akşam Küplüde cebinde tek mangır kalmayıncaya kadar kafayı tütsü-ledikden sonra meyhaneciye: «Bu gece can verip de rahat döşeğinden yarın Eyyuba nakledilecek cenazelerin kredisine bana bir tekcik sunmaz mısın?» ibrâmiyle birkaç kadeh daha çeken Zom Salih... sakat oldukdan sonra azad edilmiş yarı belinden aşağısı tutmaz zencî Şetaret Kadın... bu ayarda mortocu meşâhiri heb bu sürüye dâhildi.
«Bunların değnekçileri, sakatlığından dolayı çürüğe çıkarılmış Şirketi Hayriye çımacısı Ömer Ağa seelei mağşûşeden topalları, çolakları, körleri, kanbürları tasnif etmek terak-kiperverliğinde bulunmuşdu.. her ma'lûlü mütecanis takımına ayırarak yola düzdü. Kendisi, tek bacakları ile iki müttekâ arasında hevenk gibi sallana sallana yürüyen topalların önüne düşdü. Körleri şimendifer vagonları gibi el ele birbirine tutturarak en önüne yek cesim bir lokomotif koydu, bu tek gözlü, sekiz ko-rü yokuş yukarı dişli tiren gibi süratle çekiyordu..» (Hüseyin Rahmi, Hayatdan Sayfalar).
Geçen asır sonlarında bir Dilenci Saniyenin Üsküdarda mükellef bir konağı vardı; okumuş oğlu da, tahsiline eklenen güzelliğinin cazibesi ile kibar bir aileye damad olmuşdu.
17 haziran 1306 (30 haziran 1890) tarihli Sabah gazetesinde şöyle bir fıkra vardır: «Zengin bir dilencinin karısı bir hizmetçi tutar; akşam dilenci hanesine geldikde hizmetçi: — İna-
yet olsun!., diyerek kapudan koğar. Mesele arr laşıldıkda hizmetçi dilenci kapusunda çalışmayacağını söyleyüb gitmişdir».
Darülaceze açıldıkdan sonra dilencilik yasağı yenilendi; bu yeni yasağın mesnedi de 16 kânunusâni 1311 (28 ocak 1896) tarihli Darülaceze Nizâmnâmesi oldu; kısaltılmış sureti şudur :
«Kendisini geçindirecek hâli takati olmayan sakatlar ve hastalar, kendilerine şer'an bakmakla mükellef kimseleri yok ise, yahud yakınları bulunub da onlar da kendilerini geçin-dirmekden âciz ise, bu gibileri barındırmak ve beslemek için Darülaceze açılmışdır. Kadın erkek, müslim gayri muslini herkes alınır.
«Darülacezeye müracaat etmeyip dilenmeye devam edenler zabıta tarafından toplanıp Darülacezeye sevkedilcceklerdir, taşralı olanlar da memleketlerine sevkedileceklerdir. Halkı iz'ac etmeyerek bir şey satarak dolaşacak dilencilere dokunulmayacakdır...»
Ahmed Rasim Malûmat Gazetesinde «Şehir Mektubları» başlıklı fıkralarından birinde şunları yazıyor :
«Halkı bî huzur eden fukarayı gayri sâbirin nerede diye düşünüyordum., meğer her biri bir tüccar olmuş!.. Polis bizi yakalar, Dârümaceze-ye götürür korkusu ile ufak bir mum kutusuna on onbeş şem'alı kibrit koymuşlar, sokak başlarını yine kesmiş oturuyorlar. Gördünüz mü? Fikri ticâreti!.. Herifleri bir az daha sıkışdıra-cak olurlarsa belki her biri birer köşe sarrafı olur!..»
Zamanımızda dilencilik, mevcud yasağa rağmen tam bir serbesti içindedir. Kadın erkek, çocuk ihtiyar, kılık ve kiyâfetleri ne olursa olsun sadakaya muhtaç durumda tek dilenci yokdur. Sakatların büyük bir kısmı işe, her sabah sahneye çıkacak aktör dikkati ile maki-yajını yapan sapa sağlam insanlardır. Aşağıdaki satırlar günün gazetelerinden derlenmiş dilenci haberleridir:
«Belediye Zabıtası ekipleri dün Yenicami önünde, üzerinde üç banka cüzdanı ile 301 lira 53 kuruş nakit para çıkan bir dilenciyi yakalamışlardır.
Davut Arıcıgül adında ve 61 yaşındaki bu dilenci uzun zamandan beri Yenicami içinde ic-rayi sanat etmektedir, istanbul'a Kırşehir'den gelen ve bir müddetten beri dilenciliği meslek (!) haline getiren Arıcıgül, dün dilencileri toplayan Mısırcarşısı Belediye Zabıtasının dikka-
ANSİKLOPEDÎSİ
tini çekmiş ve cami içinde yakalanmıştır. Üzeri arandığı vakit üç banka cüzdanı ile 301 Ura 53 kuruş nakit parası olduğu görülmüştür. Cüz-danlardaki mevduat, 11.681 lira 66 kuruştur» (Hürriyet Gazetesi, 17 ekim 1959):
«Adı: Hacı, Soyadı: Taş, 18 yaşında Diyarbakırlı bir genç kendisine sakat süsü vererek dilencilik yapıyordu. Galata Köprüsünde yakalandı. Sonra karakolda ellerindeki sargı bez-.lerini çıkardılar. Foyası meydana çıkan sahte dilenci, yarım saatte 31 lira topladığını söyledi. Ellerini böyle ustaca saran kimsenin hüviyetini açıklamadı: — Eczâhâneden 10 liralık sargı bezi ile pamuk aldım bir hamala da 5 lira verdim, sardırdım., dedi» (Hürriyet Gazetesi, 22 ağustos 1963).
«Kendilerine sakat süsü vererek, insanların merhamet ve acıma hislerini istismar eden 17 kişilik bir dilenci şebekesi meydana çıkarılmıştır. Günlük hasılatın dörtte birini aiması lâzım gelirken şebeke reisinin bunu vermemesi üzerine, 25 yaşındaki Kamber Gündoğan, durumu Savciliğa bildirmiş ve reis muavini ibrahim Karaman adındaki şahıs, evvelki, günün hasılatı olan 927 lira 20 kuruşu barJraya götürürken yakalanmıştır. Büyük bir dilenci şebekesinin mevcudiyeti bu şekilde ortaya çıkınca, Galata Belediye Zabıtası harekete geçerek şebekenin diğer elemanlarını aramış, fakat bunlar durumu öğrendiklerinden çil yavrusu gibi dağılıvermişlerdir. Yapılan soruşturmada, şebekenin İbrahim Pehlivan adında birinin reisliğinde faaliyet gösterdiği meydana çıkmıştır. Dün bu şahıs aranmışsa da, bulunamamıştır. İhbarı yapan dilenci Kamber Gündoğan şebekenin diğer elemanları gibi Malatya'dan geldiğini ve iki aydır İbrahim Pehlivan'ın emrinde çalıştığını söylemiştir. Tophane Karabaş Dibek sokaktaki bir gece konduda yatıp kalkan 17 dilenci hakkında geniş bilgi veren Kamber Gündoğan, her bakımdan teşkilâtlanmış bu şebeke hakında şöyle konuşmuştur :
— «Memleketten beni İbrahim çağırdı. Geldiğim gün, beni alıp Feriköy'e götürdü ve bir koşeyeçömeltti. Sen burada akşam saat 22 ye kadar kalacaksın ve hâsilatı bana getireceksin dedi. İlk günü 40 lira topladım. Bunun, anlaşmaya göre dörtte biri bana verilecekti. Daha sonraları günlük hâsılatım 60-70 lirayı buldu. Geceleri İbrahim'in gecekondusunda kalıyordum. Yemek ve yatak ücreti yoktu. Benim gi-
DİLENCİ DEFTERi
bi daha 16 kişi var. Hepsi de kazandıklarını İbrahim Pehlivan'a veriyorlar. Bunlardan bazıları, en iyi yerlerde çalıştıklarından, günde 150-200 lira topluyorlar. İbrahim'in muavini İbrahim Karaman ile diğer muavini Şeho Çelik, günde bir iki kere gelip, bulunduğumuz yerde bizi kontrol ederler.»
«Yakalanan İbrahim Karaman, bir SAS çantası içinde bankaya götürdüğü paraların reisleri İbrahim Pehlivan'a ait olduğunu söylemiştir. Hâlen şebekenin Şeho Çelik, Kamer Gündoğan ve İbrahim Karaman adlarında üç elemanı yakalanmıştır. Belediye Zabıtası, şebekenin diğer elemanlarını da aramaktadır.» (Hürriyet Gazetesi, l şubat 1963).
«Mısırçarşısı'nda dilenirken yakalanan bir kadının üzerinde 10 bin 113 lira bulunmuşdur.. Giresun'un Şebinkarahisar ilçesinden olan dilenci kadın Havva Hanco, Belediye Zabıtası memurlarına önce karşı koymuş, sonra merkeze getirilmiştir. Aralarında kâğıt 1QOO ve 500 liralıkların da bulunduğu paralar 73 yaşındaki Havva'nın belindeki bir kuşaktan çıkmıştır. Havva Hanco mahkemeye sevkedilmek üzere nezarete alınmıştır.» (Hürriyet Gazetesi, 16 aralık 1961).
Dilenci hayatı dilenci tipi, her yerde olduğu gibi bizde de, türlü nüktelerle zengin bir karikatür konusu ola gelmişdir.
DÎLENCÎ CİVANI — Kalender meşreb şâ-, irler tarafından «Şehrengiz» adı verilen manzum risalelerle medhedilen esnaf güzelleri arasında dilenci civanlarına da rastlanır; şehren-giz yollu yazılmış «Hûbannâmei Nevedâ» adlı manzum mecmuada Dilenci civanı şu beyitlerle anılmışdır:
Dilencinin dahi vardır civanı Çirke âlûdedir hüsn ile ânı
Nesne pak eylemez nârü mevt ancak Cerrar şeyhi açsun nâpâke kucak
Rûyi arzda yokdur andan aşağu Kelbi öp öpme o yalun uşağı
• DİLENCİ DEFTERİ — İslâm şeriatine göre dilenmesi mazur görülen ve ellerine dilenci tezkeresi verilen acezenin isimlerinin kaydedildiği defter; aslı kadılıkda (İstanbul için İstanbul, Eyyub, Galata ve Üsküdar kadılıklarında) birer sureti de sübaşılarda bulunurdu. Vesika-
DİLENCİ ÎRADCISI
— 4578 —
İSTANBUL
ANSlKLOPEDİSİ
4579 —
DİLLlGlL (Avni)
lan tedkik edilmemiş, tasnif edilmemiş istanbul kadılığı arşivinde dilenci defterlerinin de bulunacağı muhakkakdır; kayıdları her haldde son derecede dikkate lâyık olmak gerekir.
Şu hicviye, bir ara kâğıd eminliği yapmış ve hicrî 1140 (milâdî 1727-1728) de vefat etmiş olan hattat ibrahim Tırsî'ye yazılmışdır. (B.: İbrahim Tırsî) :
Eyleyüb âbi rûyini rızan Derbeder gezme meşrebin kurusun Dün yazıldın dilenci defterine Hele Tırsî mürekkebin kurusun
DİLENCİ ÎRADCÎSI — Eskiden, islâm şe-rîatine göre dilenmeleri mazur görülmeyecek kimselere bir para karşılığı dilenci kağıdı temin eden adamlar hakkında kullanılmış deyim; fakat bunlar 'dilenciliği meslek, iş edinecek olana ruhsat kâğıdı satmaz, ondalıkla, hattâ topladığı paranın yarısını kendisine getirmek şartı ile verirdi; böylece 8-10 dilencisi bulunan bir îradcı, kiraya verilmiş o kadar dükkânı olan bir adamdan daha çok gündelik gelir toplardı; aslında dilenci îradcılığı, cezası zindanda pranga bendlik olan ağır suçlardandı.
Dilenci kâğıdları kaldırılıp dilencilik kesin olarak men edildikden sonra da çocuk, kadın, ihtiyar bir takım sakat ve illetlileri toplayarak dilendiren, ve akşamları da ellerinden kazandıkları paralar alarak onları sâdece doyuran, eğer yatacak yeri de yoksa sefil bir de in temin eden adamlara da dilenci îradcısı denildi.
DİLENCİLER KÂHYASI — îstanbulda kadimden beri aslaa önlenememiş olan dilencilik Tanzimatdan önce hiç olmazsa kontrol altına alınmak istenmiş, İstanbul dilencileri bir esnaf zümresi kabul edilerek, yeri Eyyub Camii Kebiri olmak, üzere «Seele Kethüdâlığı» adı ile bir kâhyalığa bağlanmışdı, halk «Dilenciler Kâhyası» dır idi. Bu suretle cenaze dilencilerinin çokluğu ve yapışkanlığı ile meşhur Eyyubda dilencilere birer esnaf ruhsat tezkeresi verilmiş, nis-bî bir huzur temin edilmigdi.
DİLENClOĞLU — Süleyman Faik Efendi Mecmuasının kaydına göre hicrî 1190 (1776) dan sonra şöhret kazanmış bir meddeh; hayatı hakkında başka bilgi edinilemedi.
Bibi.: S. Nüzhet Gerçek, Türk Temaşası.
DİLENCİ PEHLİVANLARI — Hepsi taşralı, bilhassa Malatyalı ve Cideli, 25-30 yaş arasın-
da güçlü kuvvetli ve ruhen serseri delikanlılar, gene adamlardır; memleketleri dilenci çıkarır iken kendileri Istanbula iş için gelmişler, fakat hiç bir yerde barınamayıp, kinli, hırçın yaradılışları dilenmeye de mâni olduğu için çocuk dilendirerek onların topladıkları para ile itlik yolunda yaşarlar; kumar başlıca meşgaleleridir, hepsi esrar çeker; bekârhânelerde tutdukları odalarda çocukları ile beraber yatarlar, çocuğu muhitine kardeşi olarak tanıtır; dilendiği çocuğu her türlü kötülüğe, kumara ve esrara alışdr rır, onu, bir fahişesi, metresi olsa bile behimî hırsalarına da alet eder. Bu uygunsuzlara «Pehlivan» unvanı meşrûtiyetden önce zabıtaca verilmiş olmakla beraber kadim bir kayde dayanır, malumdur ki eskiden bir takım köçek oğlanlar toplayıp oyuncu kolları kurmuş âvâre meşreb adamlara «Pehlivan» denilirdi. Dilenci Pehlivanlarının vâsitai tese'ül ve şenaati olmuş çocukların hepsi büyüdükleri zaman birer esrarkeş, kumarbaz serseri, hırsız olmuş, içlerinden kaatil olanlar bile çıkmışdır (B.: Dilenci îradcısı).
SERVET
DİLENCİ ŞEREFİYESİ — Önünden gelip geçeni, kapusundan girip çıkanı çok sebil kenarı önü, Cami ve mescid kapusu, avlu, cadde kaldırımları, meydan kenarları, köprü üstü gibi dilenciliği en elverişli yerlerden mütevelliler, bekçiler, belediye çavuşları ,dilencinin elinde kâğıdı olsa da: «Burası şerefli yerdir...» diyerek dilenci oturtmazlar, dilenciler de oralarda oturmak için onlara halk ağzında «dilenci şerefiyesi» denilen gündelik yer kirası verirlerdi. Bâzan da bu yerler dilenci îradcılan tarafından bulunur, şerefiyesi de îradcı tarafından ödenirdi (B-: Dilenci îradcısı).
DİLENCİ VAPURU — Şirketi Hayriye zamanında Anadolu yahud Rumeli yakası seferlerinde bütün iskelelere uğrayan, arada karşı yakada da bir iki iskeleye uğrayarak aktarma yolcu alıp veren; ve meselâ Köprüden Beykoza 3 saatde varan vapurlara Boğaziçi halkı «Dilenci Vapuru» derdi.
Köprüden vapura binerken ihtiyar kadın çımacıya sorar :
-
Aman oğlum., dilenci vapuru olmasın
sakın ?.
-
Yok hanım nine, doğru Kandilli!..
-^- Beykozdaki kızını ziyarete gitmiş kadın söylenir :
— Tam üç saatdır derya üzer indeyim... di-
lenci vapuruymuş.. küberâ yalılarının rıhtımlarına yanaşıp el açmadığımız kaldı!..
+ Gelin kaynanasından şikâyet eder :
— Hâtûn dilenci vapuru., sokağa çıkdı mı kırk kapunun tokmağını çalmadan eve dönmez!.-
DİLER (Şemseddin) — İstanbul Barsosuna kayıdlı avukat; 1903 de Dramada doğdu, Tâlib adında bir zâtin oğludur; anasının adı Fatma Hanımdır, Gelenbevi Rüşdiyesinde, Mercan İdadisinde okudu (1918), 1928 de Roma Üniversitesinin Hukuk Fakültesini bitirdi; 1933-1936 arasında İstanbul Üniversitesinin Hukuk Fakültesinde Roma Hukuku kürsüsü doçentliğinde bulundu, 1937 de avukatlığa başladı,
Eserleri : Roma Hukuku ve Tarihi Mecmuası (L cild 1934; 2. cild 1935), Roma Hukuku Dersleri (Prof. R. Honiz'den, 1934-1937), Anado-luda Roma Yolları (1937 de Romada Studi Ro-mani Enstitüsünde verilmiş bir konferans), Kos-tantiniye Muhasarası Ruznâmesi (Nicolo Bar-baro'dan, 1935), IV. Hanri (Luigi Pirandello'dan, 1933), Güneş ve Gölge (Luigi Pirandello'dan, 1937), Türklere Mahsus İtalyanca Gramer (Prof. A. Mazzei ile beraber, 1934), Roma Ailesi (R. Paribeni'den, 1935); ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuasında, Mülkiye Mecmuasında, H Menagero degli İtaliani, Son Posta, Tan, Cumhuriyet gazetelerinde makaaleler, İslâm Ansiklopedisinde terceme maddeler.
Bibi.: Kim Kimdir Ansiklopedisi.
DİLERGE (Cihad) — Gazeteci; 1919 da Er-zincanda doğdu; Babasının adı Ahmed Raşid, annesinin adı Hatice Muammerdir; Erzincan Askerî Orta Okulunda (1934), Kuleli Askerî Lisesinde (1940) okudu, 1943 de Harb Okulu Topçu Ateş Okulunu bitirdi; 1946 da subaylıkdan ayrılarak Vatan Gazetesinin Anadolu muhabirliği ile basın hayatına atıldı; o tarihden -bu yana muhabir, muhahrrir, istihbarat şefi ve yazı işleri müdürü olarak Son Posta, Kuvvet, Zafer, Akın, İstanbul Ekspres, Her Gün, Yeni İstanbul gazetelerinde çalışdı.
İstanbul Gazeteciler Cemiyeti, Gazeteciler Sendikası, Beşiktaş Kulübü üyesidir. Tatlı dilli, hatır sayar bir meclis adamıdır. Az almanca bilir; Nezâhet (Erensel) Hanım ile evlidir; Raşid (doğ. 1946) ve Serab doğ. 1951) adında iki evlâd sahibidir.
Bibi.: Kim Kimdir Ansiklopedisi.
DÎLKÜŞÂ SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Boğaziçinin Rumeli yakasında Boyacıköyünün sokaklarından; köyün göbeğinde Sezai Bey Sokağı ile Hekim Ata Caddesi arasında bir aralık sokakdır (1934 B.Ş.R. Pafta 22 Boyacıköy) ; yerine gidilip şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (Kasım 1966).
DİLL (Elisabeth) — Amerikalı bir gazeteci kadın, Dallas Morning News Gazetesi'nin muharrirlerinden; 1950 yılında Asyada Uzak Doğu ve Yakın Doğu memleketleri hayatım tedkik için bir seyahata çıkdı ve o yılın mart ayı sonlarında Istanbula geldi; Cumhuriyet Gazetesi muhabirine şunları söyledi :
«İstanbul benim için bir sürpriz oldu. Şark mimarisi ile inşa edilmiş bir şehir görmiye hazırlanırken karşıma, modern, adeta Amerkadan farksız bir yer çıktı; dar ve yüksek binaları ile Sanfransiskoyu andırıyor, dün bütün tarihî yerleri, camileri, müzeleri ve kapalı çarşıyı gezdim, memleketler hakkında birer makale yazdığım halde İstanbul için iki tane yazmaya karar verdim.»
Hayatı hakkında bilgi edinelemedi.
DÎLLÎDÜDÜK — «Geveze» anlamında istanbul ağzı deyim, fakat dâima gevezenin genci, güzeli ve tatlı konuşanı hakkında kullanılır; aşağıdaki manzume «dillidüdük» bir kahveci çırağının tasviridir :
Âdet olmuş efendim kahveciler mutlakaa Kanarya kuşu besler hiç olmazsa bir saka
Yahud bizim muhacir Çırpanlı Halil gibi Sînebülbülü çırak dillidüdük mehlikaa
Albenisi yerinde fidan boylu sikirdim Perçeminin yanına bir top fesleğen taka
Çıplak ayaklarında şimşir takunyalarla Tıkır tıkır dolaşıp satar çalım fiyaka
Pâyini bûs iderken dikkat eyle huyludur Bıçkınlığı sânından başına topuk kaka
(Avni) — Ünlü aktör; babasının adı Rahmi Bey, annesinin adı Servinaz Hanımdır. 1911 de Hicaz Demir yolları idaresinde çalışan babasının memuriyet ile bulunduğu Hay-fa'da doğdu. 12 yaşına kadar ilk çocukluğu Arabistanın muhtelif bölgeleri ile Kafkasya'da
DİLLİGİL (Belkis)
— 4580
İSTANBUL,
ANSİKLOPEDİSİ
DİLSİZ
geçti; 1923 de İstanbul'a gelerek Menbaülirfanda, İstanbul Rüşdiyesinde, Mercan Sultanisinde okudu ve henüz 15 yaşında iken, 1925 de figüran olarak Darülbedâyi'de (Şehir Tiyatrosu) «Hamlet» de ilk defa olarak sahneye çıktı ve bu suretde çocuk iken meslek hayatına atılmış oldu; 16 yaşında da bu ünlü sanat müessesesinin kadrosuna alındı.
Sahne yılları, genişleyen, büyüyen şöhre-tiyle beraber şöylece geçti: istanbul Şehir Tiyatrosu (1927 - 1947), istanbul Ses Tiyatrosu (1943 - 1945), îzmir Belediyesi Şehir Tiyatrosu (1945 - 1954), istanbul Üniversitesi Gençlik Tiyatrosu rejisörlüğü (1954 - 1958), Devlet Radyosu, İstanbul Şehir Tiyatrosu. 1962 de İstanbul Şehir Tiyatrosundan tekrar ayrılarak Dilli-gil Tiyatrosu sanat topluluğunu kurdu.
Gençlik Tiyatrosu rejisörlüğünü yapar iken milletlerarası tiyatro festivallerine katıldı, ve Erlangen Festivalinde İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği Tiyatrosu Dünya Birincisi armağanını aldı.
Sinemaya da kayıdsız kalmamışdır; «Ben önce sahne aktörüyüm» diyen Avni Dilligil da-hah 1928 de, 17 yaşında iken filmcilerin nazarı dikkatini celbetmiş ve ilk defa «Sürtük» adlı filmde oynamıştır. Yarım asra yaklaşan sanat hayatı boyunca sahnede 250 den fazla eserde rol aldığı halde oynadığı filmler ancak 35-40 arasındadır ve başlıcalan şunlardır: «Kahveci Güzeli», «Mahallenin Namusu», «Oğlum için», «Ya o ya ben», «Evlâd Acısı», «Yeşil Köşkün Lâmbası», «Hatırla Sevgilim», «Vahşi Kedi», ve «Küçük Hanım» serisi filmler.
Bayan Belkis (Fırat) ile evlidir, iki evlâd sahibidir (Erkan, doğumu 1935; Rahmi, doğumu 1957). Boş zamanlarını dâima evinde geçirir, çok mazbut bir aile reisidir. Atletizmi, futbolu, deniz sporlarını sever, sofrada salata düşkünü, meraklısıdır; resim, heykel, maket çalışmalarına meraklıdır. Sahne Sanatkârları Derneği üyesidir (B.: Dilligil Tiyatrosu).
Bibi. : Kim Kimdir Ansiklopedisi; Ses Mecmuası.
DİLLİGİL (Belkis) — Tiyatro sanatkârı, ünlü aktör Avni Dilligil'in zevcesi ve Dilligil Tiyatrosu'nun baş aktrisi; 1928 de İstanbul'da doğdu, baba soyadı «Fırat» dır. Sahneye ilk defa Fatih Halk evi temsil kolunda amatör olarak çıkdı, meslek olarak aktrisliğe 1945 -1946 da İzmir Şehir Tiyatrosunda başladı ve
ilk rolünü Elektra piyesinde aldı. Çok kültürlü Hanımefendi sanatkârlarımızdandır.
Dostları ilə paylaş: |