Etdim bu Diigâh Kârı ehibbâya hedlyye Kim dinler ise Faikı yâd eylemeli " Erbabı terennüm okuyub dâimül evkaat Ruhi selefi aşk ile şad eylemeli...».
FAİK BEY (Hendek Kahvecisi) — İkinci Sultan Abdülhamid devrinin namlı Galata kabadayılarından; aslı Aksaraylı idi, fakat çocuk denilecek yaşda Galataya düşmüş, başından hayli maceralar geçmiş, o muhitin tâbiri ile «gaco, sorulu, sikirdim dalgası, dalaveresi» içinde batmış, çıkmış, türlü kaza belâ atlatdık-dan sonra Galatada meşhur Hendek Tulumbacı Kahvehanesini almış ve yıllarca mehâretle işletmiş idi; geceleri de üç çırağı ile orada yatardı. Müşterilerine istisnasız fevkalâde itibar ederdi. O âlemlerin îcabı yanında sorulusu ile gelenlere aldırış etmezdi; bir hoş tarafı da var idi ki mezellet çirkine düşmek üzere olan dilberin gariblerini para yardımı ile kurtarmaya çalışır, bu yüzden Galata eşirrâsı tarafından da hiç sevilmezdi.
!
FAİK BEY (İdmancı)
3494
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— S495 —•
FAİK BEY (Manastırlı)
Acıbademde Fâikbey Mescidi
(Resim: S. Büyükerbiİ)
Faik Beyin ne zaman öldüğünü bilemiyorum.
Vâsıf HiÇ
FAİK BEY (İdmancılar Şeyhi) — «Jim-nastikci» lâkabı ile de anılnuşdır; memleketimizin ilk spor, beden terbiyesi muallimlerinden; zamanının gençleri arasında sporu sevdirip yayanlardan; 1859 da İstanbulda doğ-muşdur, Düyûni Umûmiye İdaresi muhasebecilerinden Mesud Beyin oğludur; Galatasaray! Sultanîsinde okumuş, 1879 da diploma alır almaz ayni mektebin jimnastik muallimliğine tâyin edilmiş, 1924 yılına kadar 45 yıl bu vazifede bulunmuş, emekliye aynldıkdan sonra da 24 yıl Galatasarayı Lisesinin fahrî muallimi unvanını taşımış ve 1948 de 90 yaşında vefat etmişdir. Hayatının son yıllarında gözleri görmez olmuşdu.
Avrupada spor eğitimini tedkik için Vi-yanaya, Berline ve Parise gitmişdi; meşruti-yetden önce basılmış «Jimnastik yahut Riyazeti Bedeniye» ve «Jimnastik Mecmuai Eşkâli» adında iki eseri vardır ki bizde beden eğitimi üzerine yayınlanmış ilk eserlerdir. Yine bu Faik Bey Beyoğlunda bir jimnastik salonu agmışdı ki okullar dışında halk tabakasından gençler için kurulmuş ilk spor müessesesidir. G-ençleri spora teşvik yolunda 1894 de Paris-de hususî madalyalar yaptırmış ve onları lâyık gördüğü gençlere dağıtmış idi. İsveç usûlü beden terbiyesi yerine o zaman pek revacda olan Alman usûlü aletli sporu gösterenlerdendi, bilhassa iyi bir halterci idi; iri ve sağlam yapılı, gaayetle kuvvetli idi.
Meşrutiyetden hayli önce, îstanbula Dou-bier adında bir fransız halterci gelmiş, Kon-kordiya Tiyatrosu sahnesinde numaralar göstermiş, pehlivanlıkda sırtını yere getirene J.OO altın vereceğini söyliyerek meydan okumuş, fakat güreş tutuşması için rakibinin önce güllelerini kaldırmasını şart koşmuşdu. Pehlivanlarımız usûl bilmediğinden fransızın güllelerini kaldıramamışlar ve bilhassa şımarık rum palikaryaları tarafından her gece alaya alınır olmuşlar idi. Bir gece fransızın karşısına Faik Bey çıkdı ve yekden en ağır güllelerini kavrayıp çocuk oyuncağı gibi oynamaya başlayınca Doublier o gece Konkordiya'dan ertesi gün de İstanbul'dan kaçmışdı.
Sermed Muhtar ALUS
FAİK BEY (Mabeyinci) — İkinci Sultan Abdülhamid devrinin seçkin saray adamlarından ve devrin hafiyelik ve jurnalcilik ile kirlenmemiş simalarından; konağı ve yalısı bir sanat ve edebiyat mahfili olmuş bir zât; çağdaş mûsikimizin pek değerli iki sanatkârının, Tanburî Fâyize ve Kemençeci Fâhire hanımların babası (B.: Fâyize Hanım; Fersan Fâhire); 1870 de İstanbulda doğdu, Bolulu Lûtfi Ağa ile saraydan yetişmiş ve o devrin kibar muhitinde aşırı güzelliği ile tanınmış bir Çerkeş kızı olan Hüsnü Melek Hanımın oğludur; Galatasarayı Sultanîsinde okudu, mezun olduktan sonra Hâriciye Nezâretine intisab etti, ve pek sonra da saraya alındı; 1909 da Sultan Abdülhamidin tahtdan indirildiği tarihe kadar sarayda kaldı, bir müddet Mısırda, dokuz yıl kadar da İsviçre ile Avrupamn diğer memleketlerinde bulundu, Cumhuriyetin ilk yıllarında İstanbula dönerek Nişantaşındaki konağına yerleşdi ve 1937 de orada altmış altı-yaşlarında vefat etti; Feriköy kabristanına defnedildi.
Uzun boylu, siyah saçlı ve gözlü pek yakışıklı, gaayetle nâzik bir zât idi. Tütün ve kahve tiryakisi idi; saraydaki kasvetli hayatının sevkettiği ihtiyaç olarak içkiye düşkündü. Yalısı Bebekde idi, Sultan Abdülhamid kı-
Mâbeyinci Faik Bey
(Resim: Sabiha Bozcalı)
zı Ayşe Sultanı evlendirirken, güzelliğini duyduğu bu yalıyı satın almış, kızına hediye etmiş, di; konağı Nişan taşında idi; bir müddet de Göztepede, Erenköy Kız Lisesi iken yanan ve saray denmeye lâyık Rıdvan Paşa köşkünü satın alarak orada oturmuşdu.
İki kızının Türkçe hocası olmuş Ahmed Râsimin anlattığı şirin bir fıkradır:
«Faik Beyin yalısında haftada üç gün çocuklarla uğraşıyordum. Kış geldi, ben bilâ sekte yine derse devam ediyordum. Bir gün kızlarından biri dedi ki:
— Beybabam sizi görmek istiyor..
«Dersden sonra gittim. Beni görür gör
mez:
-
Sizin Menâkibi İslâm nâmında bir ki
tabınız var mı?., diye sordu.
-
Var!
«Biraz düşündükden sonra dedi ki:
-
Masanın üzerinde gördüm de...
-
Hangi masanın?
-
Efendimizin masasının üstünde., kim-
bilir, biri mi jurnal etti, fakat korkma, ben
bugün anlarım, gelecek dersde size söylerim..
«Alın bir merak!.. Menâkibi İslâm'ın neresi jurnal edilecek?.. Ama erbabı bilir!..
«Ertesi günüydü, hava yağışlı, soğuk, son derecede çipildi. Matbaaya biri geldi, beni sordu, gösterdiler. Kemâli nezâketle eğildi, kulağıma dedi ki:
-
Sizi Mabeyinci Faik
istiyor..
-
Mabeyni hümâyunda,
kendi dâiresinde..
-
Baş üstüne, hemen gi
derim..
«Bir araba, Yıldızın alt kapusuna vardım. Faik Beyin . dâiresini gösterdiler. Bir oda ki neûzübülâh!.. küçük, basık, loş, sobası sönük, camlan kırık, ortalığı pis, birdenbire şaşaladım. Kurenâdan bir zâtin saraydaki odası böyle mi olur?.. İnanmadım. Yandaki odadan çıkan bir ağaya sordum, burasıdır dedikden sonra:
— Biraz bizim odada oturun, şimdi gelecekdir..
«Oooh!.. ağa odası, ne sıcak, ne temiz bir yer!., henüz ısınır gibi oldum, olmadım:
— Bey geldi., buyrun dediler... dediler.
«Faik Bey ile elinde kırmızı bir muhafaza
diğer biri ayakda duruyorlardı. O bilmediğim zât mahfazayı öpdü, başına götürdü, Faik Beye verdi, o da öpdü, başına götürdü, bana verdi; ben de öpdüm, başıma götürdüm. Faik Bey dedi ki:
— Velinimet efendimiz size Menâkibi İs
lâm kitabınızdan dolayı İkinci Mecidiye Nişa
nı ihsan ettiler, bir teşekkürnâme yazın da
takdim edeyim...
«Yağmur yağıyor. Param yok, gelirken arabaya vermişim. Yıldız Yokuşunu koltuğumda nişan mahfazası ile ıslana ıslana inerken:
— İkinci Mecidî Nişanı vereceğine iki
mecidiye vereydi de arabaya bineydimî.. di
yordum...» (A. Râsim, Muharrir Buya).
<,
FAİK BEY (Manastırlı Salih) — «Geçen asrın tanınmış şâir ve ediblerinden; 1825 de Manastırda doğdu, Haseki Hacı Ahmed Ağanın oğludur; hususî tahsil gördü, kalem kâ-tibliği ile memuriyet hayatına girdi, mutasarrıflığa kadar yükseldi; Samsun mutasarrıf lığından emekliye ayrılıp İstanbulda yerleşdi, 1899 da İstanbulda öldü, Rumelihisarı Mezarlığına defnedildi. Türkçe Aruz adlı bir risalesi
- .--.•- ,*: -*>. • * «• --'. • /•-•* -» *
•' 'a*?':.'«;*"• •"
FAİK BEY (Miralay)
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
_ 5497 —
FAİK PAŞA
vardır; f arşça ve Türkçe rubailerini de «Pey-mâne» isimli kitabında toplamışdır. Müretteb dîvanı ve Binbir Hadis Şerhi isimli eseri basıl-mamısdır. Dîvânında hece vezni ile başarılı denemeler vardır» (î. A. Gövsa, Türk Meşhurları) .
FAİK BEY (Miralay) — İkinci Sultan Abdülhamidin yaverlerinden; Ahmed Râsim «Muharrir Buya..» adındaki eserinde «Kaş, kirpik, sakal, bıyık» ser levhalı makalesinde bu zât hakkında şu satırları yazıyor:
«Zarif, hoşgû, hovarda mizaç bir zât idi. Bir gün yenilmiş, içilmiş, tam sofradan kalkılacağı zaman yanında oturanlardan biri merhumun uzunca sakalını tutunca el bezi gibi ağzını silmiş. Faik Bey:
— Ne yapdın be!., demiş, senin ağzını sildiğin bu sakal benim sebebi saadetim, ben bunun sayesinde miralay oldum, daha liva olacağım, ferik olacağım!...»'.
Hayatı hakkında başka bilgi edinilemedi.
FAİKBEY MESCİDİ — Acıbadem ile Ko-şuyolu arasında kendi adını taşıyan sokakda fevkani ahşab bir mesciddir; Tahsin Öz «istanbul Camileri» isimli eserinde şunları yazıyor: «Kadıköyünde Mecidiye Mahallesinde (?) banisi Belediye müfettişliklerinden Faik Bey olup İkinci Sultan Abdülhamid devrinde yap-tmlmışdır, fevkaanî olan işbu mescidin duvarları kagir, çatısı ve minaresi ahşabdır. (1965)».
"L-
_-. İ
Acıbademde Fâikbey Mescidi
(Plân: H; Eraktan)
1969 Eylülünde ziyaretimizde şu notları tesbit ettik:
Mescidin önünden adını tesbit edemediğimiz bir derecik geçer, sokakdan mescide beton bir köprücük ile geçilerek girilir. Zemin katı kagir, ikinci kat, asıl mescid ahşab olup, mihrabın bulunduğu kısım, köprücük üzerinde cumba gibi bir çıkıntı teşkil eder, mihrab da bu parça üzerinde ayrıca dışan taşkındır. Zemin katı eskiden sibyan mektebi imiş, hâlen imam ve müezzin meşrutası oda olarak kullanılıyor idi. Mescide dar bir taşlıkdan ahşab merdiven ile çıkılır. Üst katda merdiven başında sağda bir ahşab bölme vardır ki mescidin ahşab minaresi buradan yükselir imiş, ziyaret tarihimizde minare mevcud değildi, ezan, mescidin yanında kurumuş bir meşe ağacının gövdesi üzerine yerleştirilmiş bir tahta balkondan okunmakta, bu balkona da uydurma dayanmış bir tahta merdivenle çıkılmakta idi, balkon üzerine radyo antenlerini andırır tahtadan bir kasnak konmuş, bu kasnağın dört yanına üçerden 12 ampul konularak şerefe kandilliği vazifesi görmekte idi; iptidaî ama şirin bir görüsü vardı. Sol taraf da bir odacık-
Fâikbey Mescidinde ağaçdan minare
(Besim: Ömer Tel)
dan yine ahşab kısa bir merdiven ile kadınlar mahfiline çıkılır. Asıl ibâdet sahnı müstatil plânlıdır. İmamlığında Erzincanlı Abdullah Sertbaş ve müezzinliğinde de Çankırılı Osman Özdemir Efendiler bulunmakta idi, ikisi de çok gene adamlardı.
Bibi.: Hâlid Eraktan, Not; E.E. Koçu ve Ömer Tel, Not.
FAİKBEY MESCİDİ SOKAĞI — Acıbadem ile Koşuyolu Caddesi arasında gaayet uzun, müteaddid kavisli bir sokakdır; Acıbadem Caddesi tarafından gelindiğine göre, ortasına yakın bir yerde bir çeşme başında ve dere kenarında hemen geldiği istikametde geri döner ve birkaç kavis daha çizerek Koşuyolu Caddesine kavuşur.
Acıbadem Caddesinden çeşme başına kadar, ilk parçasında iki araba geçecek geniş-likde olup seyrekçe beton yapı köşkler arasından geçer, bir kaç da eski ahşab ev, gecekon-dumsu yapılar vardır. Çeşme başında ve adını tesbit edemediğimiz dere kenarında bir köprücük yanında geriye döner; bu ikinci parçası bir araba ancak geçebilecek genişlikde ve kabataş döşelidir. Dere de yolun sağ kenarını tâkib ederek uzanır. Sokağın bu kısmı üzerinde sağ kolda sokağa adını veren ahşab Fâikbey Mescidi bulunmaktadır, sokakdan mescide dere üzerinden bir köprücük ile geçilip girilir.
Mescidden geçildikten sonra sokağa tamamen bir köy yolu manzarası hâkim olur, iki kenarında yığma taş duvarlar, çit duvarlar, böğürtlen çalrlan vardır, gaayet sessiz ve tenhadır, boydan boya geçdiğimizde tek insana rastlamadık (Eylül 1969).
Bibi.: R.E. Koçu ve Ömer Tel, Not.
FAİKBEY SOKAĞI — Kadıköyünde Kurbağalıdere semti yollarından; Kurbağalı-dere Caddesi ile Nazifbey Sokağı arasında uzanır (1934 Belediye Şehir Rehberi, pafta/ 29, Kurbağalıdere). İki araba geçecek genişlikde, paket taşı döşelidir. İkişer üçer katlı ahşab ve kagir evlerle beton yapı dörder katlı beton apartımanlar arasından geçer; l bakkal ve l elektrikçi dükkânı vardır; kapu numaralan 1-17 ve 2-18 dir (Kasım 1968).
GÖKTÜRK__FAİK_EFENDİ_(Kilerli)'>Hakkı GÖKTÜRK
FAİK EFENDİ (Kilerli) — ikinci Sultan Mahmud zamanında Enderunu Hümâyunda bulunmuş ve şairlikle tanınmış bir zât; hayatı hakkında başka bilgi edinilemedi; şiir diline örnek olarak aşağıdaki parçaları Tayyarzâde Ata Beyin Enderun Tarihinden alıyoruz:
Hattı zufeur eylemeden arz ider lebin Gûyâki zîri kahveye gülbeşeker verir
s
Görmek ne mumlun ol şehi ağyar Fâikaa Halvetsarâyi âşıka tenhâ gelür gider
Sensiz göremem hatırı viranemi ey gam
Gökden mi yağarsın bana yerden mi çıkarsın
*
Senin cem'iyetin var ise yevmi cum'ada vaiz Bizim meyhanede hergün ayakdivânımız vardır
*
Zevki meyhaneyi sen eylemezsin zâhid
Sarfı güncînei idrâk olacak yerlerdir.
*
Bir Şarkıdan
" ' ' .'".•'. t
Girsem seninle bir gez firâşa Bak sen o demde bende telâşa Sen şûhi Faik tâc etdi başa Pek 'çok dilârâ kıldım temaşa Dünyâda hâlen yok senden âlâ
Dâim seni ben halka sorarken Her şeb hayâlin düşde sararken Ben yerde buldum gökde ararken Pek çok dilârâ kıldım temaşa Dünyâda hâlen yok senden âlâ
FAİK PAŞA — Onyedinci asır mîrimîranla-rmdan; Rumeli fâtihlerinden meşhur Gazi Turhan Bey neslindendi, ecdadı vakıflarının mütevellisi olup senede büyük bir geliri olduğu halde haris ve tamahkâr bir adam olarak tanınmışdı, ekseriya vergi bakiyelerini tahsiline memur edilir, ve gittiği yerlerde halkın feryadına kulaklarını tıkar, parayı amansızca toplar, hattâ bu yolda mahkeme kararı, kadı fetvası olmadan adam biile öldürtürdü. Sultan İbrahim devrinin-ilk yıllarında, 1053 (M. 1643) de Faik Beye karşı teveccühü olan sadrâzam Kemankeş Kara Mustafa Paşa onu mî-rimîranlık (paşalkk) ile Rumeli Beylerbeyisi
FAİK PAŞA
5498 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
—5499 —
FAİK REŞAD BEY
tâyin etti; fakat yeni vali valilik merkezi Sof-yada ancak altı ay kalabildi; gider gitmez halka göz dağı vermek, keyfî emri ile bir kaç kişiyi astırdı ve idamların infazından sonra Sofya Kadısı Sincârî Mehmed Efendiden tazyik ile îdam hükmü almak istedi, kadı efendi Sof-yadan kaçarak ılgarla İstanbula geldi, durumu anlatarak şikâyetde bulundu. Sadırâzamın himayesine rağmen, Kara Mustafaya karşı cebhe almış ve pâdişâh üzerinde nüfuz sahibi Silâhdar Yusuf Paşa ile Cinci Hoca Hüseyin Efendinin ısrarı ile Faik Paşa azledilerek İstanbula getirildi ve bir gün Yalı Köşkünde bizzat sorguya çekildi. Faik Paşa kadının ağır ittihamları karşısında:
— Pâdişâhım, beni benden önce Sofyada
vali olan Dilâver Paşaya sor, hâlen açıkda ve
Istanbuldadır ve bir doğru sözlü adamdır, o ne
der ise razıyım!., dedi.
Dilâver Paşanın bir mansıb almak için, sadırâzamın tuttuğu bir adamın lehinde şâ-hidlik yapacağını sanıyordu. Halbuki Dilâver Paşa Silâhdar Paşa ile Cinci Hocaya hoş görünmeyi tercih etti, Alay Köşküne getirildiğinde :
— Kadı Efendi şeriata ve adalete riâyet
eden bir zattır, cümle halk kendisinden mem
nundur, ama Faik Paşa Sofyaya varınca ka
dıya cefâ ve halka zulmettiğini duydum!., de
di.
Pâdişâh Şeyhülislâm Yahya Efendiyi davet etti; Yahya Efendi:
— Bu Faik Paşanın îdamı vâcib olalı otuz
yıldır!., deyince Sultan îbrahimin Bostancıba-
şıya işareti üzerine yaşı yetmişi bulmuş ak sa
kallı Faik Paşayı pâdişâhın gözü önünde boğ
dular.
FAİK PAŞA — Değerli kumandanlarımızdan ve Birinci Cihan Harbi şehidlerinden; 1878 da doğdu, 1899 da Harbiye Mektebinden kurmay yüzbaşı olarak çıkdı, Sisam Adasında askerî bir vazife gördü, 1909 da kaymakam (yarbay) olarak Debre'de bulundu, 1911 de Üsküdar mutasarrıflığı yapdı, 1. Kolordu kurmayı olarak Balkan Harbine iştirak etti, miralay (albay) ve 1. İşkodra Fırkası Kumandanı; 1913 de İstanbul Merkez Kumandanı oldu, 1914 de mîrilivâ (paşa, general) olarak kolordu kumandanlığı ile Kafkas cebhesme gönderildi, 1916 da bir hücumda kolordusunun
başında vurularak şehid oldu. Hayatı hakkında, bir şehidin sânına lâyık tafsilât elde edile-
- •- ; >^m%
medı. ,u '. l
Bibi.: İ. A. Gövsa, Türk Meşhurları.
FAİK PAŞA (Süleyman) — «ikinci Sultan Abdülhamid zamanının tanınmış temiz simalarından bir amiral; 1854 de Istanbulda doğdu; çocukluğu Girid evkaf müdürü olan babası ile Giridde geçdi ve ilk tahsilini orada gördü; Heybeliada Bahriye Mektebini bitirdi; 1864 de henüz 19 yaşında bir teğmen iken Bursa adında küçücük bir kervetin süvari olarak •Ümidburnu yolu ile Istanbuldan Basraya gidip geldi, bu başarılı seyahati üzerine yüzbaşı oldu. Muhtelif tarihlerde süvarisi bulunduğu gemilerle ingiltere, Fransa, ispanya ye Tu-nusa seferler yapdı, 1876 Türk - Rus Harbinde yararlıkları görüldü; Amiral Höbart Paşanın yanında Bahriye Erkânı Harbiyesi ikinci reisliğini yapdı ve 1885 de bu dâirenin reisi oldu; fakat hür fikirli olarak ikinci Sultan Abdüîha'mide jurnal edildi, Fizana sürülmek üzere iken Kıbrısa kaçdı; 1908 de meşrutiyetin ilânı, üzerine İstanbula döndü ve 1909 da vefat etti» (î. A. Gövsa, Türk Meşhurları).
(B,: Acıbadem
FÂİKPAŞA CAMİİ
mii, cild l, sayfa 192).
FAİKPAŞA YOKUŞU —- Beyoğlu kazası merkez nahiyesinin Kuloğlu ve Firuzağa mahalleleri arasında sınır yoldur; Bostanbaşı Caddesi ile Turnacıbaşı arasında uzanır, küçük bir kısmı Firuzağa, büyük bir parçası da Kuloğlu mahalleleri içinden geçer; Kuloğlu Mahallesinde merdivenli Acıçeşme Yokuşu, Osmanhoca Çıkmazı ve yine o iki mahalle sınırında Hacıoğlu Sokağı ile kavuşakları vardır (1934 Belediye Şehir Rehberi, pafta 14/ 164 ve 165). Bostanbaşı Caddesi tarafından gelindiğine göre, iki araba geçecek genişlik-de paket taşı döşeli ve iki yanı yaya kaldırımlı az meyilli bir yokuşdur, iki tarafa kavisler çizer ve ikişer katlı kagir evler, beşer altışar katlı apartımanlar arasından geçer; l yorgancı, 2 koltukcu, 2 manav, l berber, l kasab, l kömürcü dükkânı ile l garaj ve l esvab temizleyici evi vardır (nisan 1968).
Hakkı GÖKTÜRK
FAİK REŞAD BEY — Edebiyat tarihimiz-üzerine eserleri ile tanınmış muharrir, edebiyat muallimi, Osmanlı Tarih Encümeninin muhabir azalarından; 1851 de Istanbulda Kabasakalda Divânı hümâyun hâcegânmdan Seyyid ihya Efendinin konağında doğdu; babası bu konağa iç güveyi olarak girmiş alay eminlerinden izmirli Hacı Tâhir Efendi, anası da ihya Efendinin kızı Şerife Sâliha Hanımdır. Sul-tanahmed sibyan mektebinde, Bezmiâlem Valide Rüşdiyesinde okudu; fakat rüşdiyeyi bitirmeden henüz 9-10 yağlarında idi ki Seraskerlik Dâiresine kâtib yamağı olarak girdi, 1863 de 12-13 yaşında iken dedesi ihya Efendinin recâsı ile önce Divânı hümâyun kalemine, sonra da yine Bâbiâlide Hâriciye Mektub-culuğu kalemine alındı. Gündüzleri kalemde vakit buldukça kalemin seçkin simalarından Cem'î Efendi adında bir zâtden farsca, geceleri de Ayasofya Medresesi talebelerinden olup îhyâ Efendinin konağında barınan Ali Efendi adında bir gencden de arabca öğrenmeye başladı. 13-14 yaşlarında iken, akran ve emsaline uyarak, kendi tâbiri ile «şiir nâmına yaveler» yazmaya, ve onları, kalemde şairliği ile de tanınmış Cem'î Efendiye tashih ettirmeye başladı. Kalemde birinci sınıf kâtibliğe yükseldiği halde, dedesi öldükden sonra, 17 yaşında iken de evlendirildiği, maaşlar da muntazam çıkmadığı için geçim sıkıntısı çekmeye başladı. Biraz huzura kavuşacağını umarak, o sırada Trablusgarb valiliğine tayin edilen, kendisini mektubcu yapacağını vaad eden Erzincanlı Hacı İzzet Paşanın yanında Trablusgarba gitti, fakat paşa vaadini yerine getiremedi, İstanbula dönmeye mecbur olan Faik Reşad Bey Kalemdeki yerini de kaybetmiş oldu. O sırada Ahmed Midhat Efendi Matbaai Âmire (Devlet Matbaası) ve Takvimi Vekaayii müdürü idi, ayrıca Tercemânı Hakikat gazetesini çıkarıyordu, ziyaretine gelen iyi tanıdığı Faik Reşad Beye:
— İsabet ölmüş, ben de takvim için (devletin resmî gazetesi Takvimi Vekaayi) bir başmuharrir arayıp duruyordum... dedi, ve Faik Reşad Bey, o zaman için önemli para sayılan 15 lira maaş ile Takvimi Vekayii başmuharriri oldu; kendisi anlatıyor:
«1296 martında (1880) Takvimi Vekaayii benim riyaseti tahririyem altında neşrolunma-
ya başladı. Aradan bir sene geçdikden sonra Midhat Efendi beni ve şâir muharrir ve mütercimleri Tercemünı Hakikat ile Osmanlı adındaki fransızca gazete için kendi matbaasında alıkoyarak Takvime göndermemeye başladı, Takvim çıkamadı, nihayet büsbütün intişardan kaldı. Bu sıralarda Âlipaşazâde Ali Fu-ad Bey maarif nâzın olmuşdu, hâriciye kaleminde iken maiyetinde çaîışmışdım, nazırlığını tebrike gittiğimde beni Diyarbekir maarif müdürlüğüne tâyin etdi..».
Diyarbekirden sonra Van maarif müdürü, sonra Yanya maarif müdürü oldu; Yanyada vali Ahmed Eyyub Paşa ile geçinemedi, azledildi, 1888 de İstanbula döndü, gazetelerde muharrirlik, hususî mekteblerde muallimlik yapdı, 1908 de meşrutiyetin ilânı üzerine Matbuatı Dâhiliye (iç basın) müdür muavini, az sonra Takvimi Vekayii müdürü oldu, bu müdürlük lâğvedilince açıkda kaldı, emekliye ayrıldı. 1911 de yeni açılan Kadastro Mektebine edebiyat muallimi, 1912 de istanbul Darülfünunu Osmanlı Edebiyat Tarihi muallimi oldu, fakat Darülfünun kürsüsü için kifayetsiz görülerek istanbul Kız Sultanîsi edebiyat muallimliğine nakledildi, hastalandı, kız sultanîsinden istifa ederek Kadastro Mektebindeki
Faik Reşad Bey
(Resim: Sabiha Bozcalı)
FAİK SABRİ
5500 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 5501 —
FALAKA
vazifesi ile yetindi. 1914 de tebdili hava için götürüldüğü oğlunun Göztepedeki evinde vefat ederek Sahrâyicedid Mezarlığına defnedildi.
Zamanının başda Şinâsi, Nâmık Kemâl, Ebüzziya Tevfik, Recâizâde Ekrem, Ahmed Midhat gelmek üzere en seçkin kalem sâhible-rini yakından tanımış, ve bir Türk Matbuat (Basın) Tarihi yazmaya başlamışdı; ömrü boyunca büyük himmetle toplanmış kitab, nadide el yazması mecmualar, divanlar, gazete ve dergi koleksiyonları, meşhur kişilerin fotoğraflarından mürekkeb zengin bir kütübhâneye ve kendisinin kütübhâne kütübhâne dolaşarak yıllar boyu emekle derlenmiş kıymetli notlara sâhibdi, 1912 İshakpaşa Yangınında evi ile birlikde yandı, Türk Matbuat Tarihinin müsveddeleri de kütübhânesi ile birlikde bir anda yok oldu; bu ağır darbe üzerinedir ki hastalandı, iki sene sonra derin bir karamsarlık içinde öldü.
Aşağıdaki satırları Osmanlı Tarih Encümeni Mecmuasında ölümü münâsebeti ile yazılan bir makaaleden alıyoruz:
«Ölümünden yıllarca evvel alınıp şimdi mecmuaya koyduğumuz fotoğrafına bakılınca yüzünde görülen tatlılık, tavır ve hareketlerinde daha tesirli idi. Gaayet halim, selim, mütevekkil, kanaatkar, derviş yaradılışlıydı, muhitine iyilikden başka şey yapmamış, hiç kalb kırmamışdı; Mevlevi tarikati muhiblerinden idi».
Kitab olarak basılmış eserleri şunlardır: «Güldeste» (Şiirlerinin bir kısmı); «Güncinei Letâif» (Mizah ve nüktedanlık üzerine fıkralar) ; «Kemal bey ile muhaberemiz» (Nâmık Kemal ile olan münasebetleri üzerine); «Osmanlı Lügati» (Ali Nazıma Beyle müşterek); «Muhtasar ve Musavver Tarihi Osmânî», «Ha-zînei Müntehebât», «Külliyâtı Letâif», «Sergüzeşti Aristonois» (Terceme roman); «Sergüzeşti Hulusi (Telif roman); «Eslâf» (2. küçük eild ve zeyli ile Türk meşhurlarının hal tercemeleri); «Tarihi Edebiyatı Osmaniye»; ve pek çok makaale.
FAİK SABRİ BEY — (B.: Duran, Faik Sabri; cild 9, sayfa 4765).
FAISENSAC (Dııe de) — (Fezansak)
Bin senelik bir aileye mensub bir fransız asilzadesi; 1957 de Fransanın Marsan şehri belediye başkanı iken îstanbula geldi; aynı zamanda Fransanın meşhur Armagnac (Armanyak) konyağının sahibi olan bu zât istanbul için şunları söylemişdir:
«istanbul... istanbul. Bu güzel emsalsiz şehir hakkında insan hayranlığını ifade için kelime bulamıyor. Hayranım. Âbidelerinin ihtişamı, Boğaziçi, Haliç. Bunların hepsi insana güzel bir rüya gibi geliyor. Sonra halk... Ne temiz, ne nazik insanlar. Burada meşhur Türk misafirperverliğinin bütün hususiyetlerine şâ-hid oldum. Herkesten, tanıdığım dostlarımdan hudutsuz nezâket gördüm. Memleketinize her fırsat buldukça geleceğim; şarablarımz güzel, ama yemekleriniz dünyanın en nefis yemekleridir. Kıbrıs için ne düşündüğümü sordunuz açıkça söylüyorum, bu ada eski sâhibleri Türklere verilmelidir» (Nâzım Ulusoy, Cumhuriyet Gazetesi).
FAİZ — (B.: Fâyiz)
FAİZ — (B.: Abdullah Efendi, Saraçzâ-de; cild l, sayfa 43).
FAİZ — (B.: Mehmed Efendi, Yirmisekiz Celebi)
FAİZ — Onsekizinci yüzyıl şâirlerinden; asıl adı Halil'dir, doğma büyüme semtine nis-betle «Yedikuleli Faiz», soy adına göre de «Câ-bîzâde» diye anılırdı; matematik ve astronomi ile meşgul olmuşdu; Salim Tezkiresinde «asrın şuerâsmdan, vaktin zürefâsından bir merdi suhansöz» deniliyor; şu kıt'asım o tezkireden alıyoruz:
Dostları ilə paylaş: |