İstanbul ansiklopediSİ


§478 — İSÜANB'ÜL ansiklopedisi



Yüklə 5,06 Mb.
səhifə38/76
tarix04.01.2019
ölçüsü5,06 Mb.
#90131
1   ...   34   35   36   37   38   39   40   41   ...   76
§478 —

İSÜANB'ÜL

ansiklopedisi

0479 —

FAHİŞELERİN ASILMASI


dan bağa konulup giyilen fes (B.: Fes); umumiyetle amele, ırgad, uşak takımından kimseler feslerini böyle giyerlerdi; geçen asrın sonlarında yaşamış kalender şâirlerden Nebil Kaptanın başı fabrika kalıbı fesli gene bir uşağın tasviri sânında yazdığı manzumedir:

Alnında kâkülünden ayakda topuğuna Hele bak Tosunumun süsüne yapuğuna Nahveti şebab ile levendâne salınıp Geçerken bakılmaz mı Rumeli kopuğuna.

Fabrika kalıbıdır şahımın başında fes Sırma telli kâkülün bir cünbüşü var ki pes Doğrusu onun kadar mavi londirin 'çuha Cebken ile poturu yakışdıramaz herkes

Kaddi şimşâdı ile eşbehim altun başak İrtoe narin beline pek yaraşmış al kuşak Çakır ela gözlerin mestânedir işmarı Paşa efendisinin 'başı tacıdır uşak

Bibi.: Âşık Râzi evrakı metrûkesi, Nebil Kaptan Defteri.

FABRİKALAR ÇIKMAZI — Bakırköyün Osmaniye Mahallesinde Fabrika Caddesinde-dir. (1934 Belediye Şehir Rehberi, pafta 12). Bir araba geçecek genişlikde, mıcır taşlı toprak yoldur, birer ikişer katlı evler ve gecekondular arasından geçer (ekim 1968).

Hakkı GÖKTÜRK

YANI SOKAĞI — Yukarı Boğazın Anadolu yakasında Incirköyünün gerisindeki vadi içinde tuğla1 fabrikası yanında bir gckakdır (1934 Belediye Şehir Rehberi, pafta 24/Paşabağge); sel yatağı hâlinde bakımsız bir sokakdır, sekenesi gece kondularda oturan ve tuğla fabrikası ile Paşabağçesi Şişe ve Cam Fabrikasında çalışan iğcilerdir, çoğu da Karadeniz yalısı halkındandır. Bir bakkal dükkânı, bir marangoz atölyesi, bir de çeşme vardır (1969).

FACA — istanbul ağzında argo kelime; «1. iskambil kâğıdı destesinin en altındaki kâ-ğıd; 2. Yüz, çehre, surat: Şu hırbonun faça-sına bak da saatini ayar et; 3. Elbise: Façayı düzmüşsün, keyfin gıcır» (F. Devellioğlu, Türk Argosu).

Faç.asııu Almak — «Mahcub etmek, bozum etmek, forsunu kırmak, fiyakasını bozmak: Alırım façanı aşağıya!..» (F. Devellioğlu, Türk Argosu).



FADIL — (B.: Fâzıl)

FAHİŞE, FAHİŞELER— «Ahlâk, edeb, namusa aykırı, şer'an dünyâda cezaya ve âhi-retde azaba müstahak zina fiilini irtikâb eden kadın; zâniye, kahbe kadın, kötü kadın, ruspi (orospu)» (Türk Lügati).



Nereye gitse rezîlü rüsvâ

Her gören fahişe der bî perva

(Abdülhak Hâmid)

Kadimden beri büyük şehir Istanbulda, tabaka tabaka her sınıf halk arasında, dünyanın her çağında ve her yerde ve her büyük şehirde olduğu gibi fuhuş yaygın ola gelmiş (B.: Fuhuş) ve isimleri bu büyük beldenin tarih kütüğüne geçen şöhretli fahişeler yaşamış-dır.

Bu kadınların bir kısmı fuhşu, sâdece ne-, fiş zevki ve hırsı için irtikâb eden kibar yahut zengin fahişeler olmuşdur (B,: Dürdâne Hanım, Şamlı, cild 9, sayfa 4828; Mısırlı Hanım); bir kısmı da fuhuş yoluna zaruretler karşısında sürüklenmiş atılmış, vücudkrını bir bedel karşılığı satan, kiralayan bedbaht kızlar, kadınlar olmuşdur ve bu bedbaht kadınların kimi vücudunu satacağı erkeği sokakda bizzat kendisi aramış bulmuş ve fuhşu irtikâb edecekleri bir yere götürmüş, götürülmüş; kimi de zabıta nezâretinde işletilir bir fuhuş evine, umumhaneye, geneleve girerek çalışmış, oranın «Sermâye» lerinden biri olmuşdur.

Tanzimat, Uyanık îstibdad devrine gelinceye kadar geçim yolunda fuhuş gizli, yasak olarak icra edilmişdir. Erkeklere vücudunu satarak geçinme zorunda kalmış fahişelere XVIII. Yüzyılın ilk yarısına kadar, hepsi bekâr olan yeniçerileri tatmin etmek için izin verilmiş, yeniçeri ocağının nezâreti altında ve Ayvansaray Kapusu etrafındaki bir kaç evde toplanmış fahişelere de «Yeniçeri Avreti» de-nilmişdi.

Tahmin ile kaydediyoruz, Istanbulda ilk umumhaneler Tanzimat Devrinde resmiyet

kaydına girmeden açılmış olacakdır. Ancak Meşrutiyet'in ilânından sonradır ki zabıta nezâreti altında ilk umumhaneler Beyoğlunda Galatasaray semtinde Yeniçarşı denilen yerde ve Galatada Kuledibi ile Hendek denilen yerlerde açılmış, bir müddet sonra da Yeniçarşı Uumumhâneleri yine Beyoğlunda Abanoz Sokağına nakledilmişdir (B.: Abanoz Sokağı, cild l, sayfa 6; Yeniçarşı; Kuledibi; Hendek); bu umumhanelerin ilk sermâyeleri de rum, ermeni, yahudi kadınları olmuşdur.

Fuhşun amansız yasak devrinde yaşamış XVII. Yüzyılın büyük yazarı Evliya Çelebi fahişe karşılığı «Zen Kahbe» tâbirini kullanıyor ve meşhur seyahatnamesinin istanbul'dan bahseden birinci cildinde o kadınları temin eden muhabbet dellâlları için istanbul esnafı arasında kısaca: «Esnafı Zen kahbegân; Nefer 212, hâşâ ki pirleri ola..» diyor.

Büyük şehrin nefsi istanbul tarafında, yine Meşrutiyetin ilânından sonra ve otuz yıl kadar sürmüş ikinci Sultan Abdiilhamidin meclissiz istibdad devrinde ancak gizli randevu evleri işletilmiş ve bu evlere de halk ağzında «Koltuk» adı verilmişdir, bu evlere gelen, getirilen, yahut «Abla» adı verilen randevucu kadın tarafından beslenen gizli müslüman fahişeler de fuhuş yolunda ibtizâle düşmemiş gene kadınlar ve ekseriya da kapatmalar (metresler) olmuşdur (B.: Koltuk).

Gerek kendi evinde, gerekse bir koltuk-da gizlice fuhuş icra eden kadınlar, o yolda muhitinde en küçük bir şübhe uyandırdığı takdirde mahalleli tarafından evleri basılarak büyük rezaletlere hedef olmuşlardır (B.: Baskın, cüd 4, sayfa 2141).

Meşrutiyetden önceki devirlerde resmî vesikalarda Fahişe karşılığı «Yaramazlık eden avret» tâbiri kullamlmışdır. Aşağıdaki satırları Galata Kadısına hitaben yazılmış hicrî 2 rebîülâhir 973 (ekim 1565) tarihli bir fermandan alıyoruz:

«... Arab Fati ve Kirteli Nefîse ve Narin ve Atlıases demekle mâruf Kamer ve Balatlı Aynî nam avretler yaramazlık ile meşhurlardır; (mahallelisinin şikâyeti üzerine) evleri cebren satılıp kendileri istanbul şehrinden sürüleceklerdir..» (B.: Fati, Arab; Nefîse, Kirteli; Narin; Aynî, Balatlı, cild 3, sayfa 1618). Bugünkü dilimize çevrilmiş aşağıdaki ferman suretleri de fahişeler üzerinedir:

«istanbul kadısına hüküm ki,

«istanbul mahallelerinde oturan fahişeler teftiş olunup mahalle imamlarına şiddetle tenbih edesin, mahallelerinde fahişe avret ol-dukda derhal haber vereceklerdir; fahişeleri himaye eder, ele vermezlerse ve sonra fahişeler yakalanırsa fahişelere yapılacak hakaaret ve siyâset evvelâ onları himaye edenlere ya-pılacakdır..» (4 Saf er 975 — ağustos 1567).

«istanbul Kadısına hüküm ki,

«Teftişe tutulup hapsolunan fahişeleri bâzı kimseler nikâhla almak (dolayısı ile hapis-den kurtarmak) isterlermiş. Fahişeleri nikâhla almak isteyenlere tenbih edesin ki nikâh ettikten sonra Istanbulda durmayıp kadını alıp başka yerlere gideceklerdir, Istanbulda kalırlarsa hem kadın, hem erkek hapse atılacaklardır..» (5 receb 975 — ocak 1568).

O devirlerde bekâr uşaklarının çamaşırlarını yıkayan kadınların dükkânları ile Eyyub-da kaymakçı dükkânlarının da bâzı fahişe avretlerle nâmahremlerin gizlice buluşduklan yerler olarak tesbit edilmiş, ona karşı da yasaklarla tedbirler alınmışdır (B.: Çamaşırcı, cild 7, sayfa 3696; Eyyubda Kaymakçı Dükkânları, cild 10, sayfa 5459).

Meşrutiyetden sonra, bir koltukda veya bir umumhanede bulunmuş bir fahişeye âşık olan bir erkeğin, o kadını himâyesi altına alarak ibtizalden kurtarıp bir ev tutarak bakmasına mâni olunmamış, ve böyle tek erkeğe bağlanmış tevbekâr kadınlara da «kapatma» de-nilmişdir (B.: Kapatma).

Bir kadının fuhuş yoluna sapması türlü sebeblerin sonucu olmuşdur; ve istanbul bu yolda pek çok vak'alara sahne oimuşdur. Bu vak'alarln bâzıları da o âlemlerde dalaşmış rind meşreb şâirler tarafından manzumeler, destanlarla kalem diline verilmişdir. Millî Kütüphanemize Istanbulun büyük evlâdı Ahmed Râsim Bey tarafından «Fuhşi Atik» isminde bir de ölmez eser konmuşdur (B.: Fuhuş; Fuhşi Atik).

FAHİŞELERİN ASILMASI VAK'ASI — Üçüncü Sultan Selim zamanında ağır can vebali bu pâdişâhın boynunda kalmış bir vak'a-dır; şöyle ki: Hicrî 1205 yılında (milâdî 1790-1791) Rusya ile harb hâlinde idik ve cebheden

FAHBEDDİN ACEMİ

5480 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

_ 5481 _


FAHREDDİN DEDE


dâima kötü haberler geliyordu; Sultan Selim kendisini derin bir teessüre kaptırmış, müverrih Cevdet Paganın ifâdesi ile «Allaha duadan başka zaferi temin edecek yol kalmamışdı». O sıralarda Tırhaladan bâzı işleri için Şeyh Hacı Mustafa Efendi adında bir zat İstanbula gelmiş ve rüyasında Hazreti Peygamberi gör-müşdü, Peygamber bu şeyh efendiye: «Yarın git Şeyhülislâma emrimi tebliğ et., haramı ve fuhşu ortadan kaldırsın» demiş, Hacı Mustafa Efendi de ertesi gün Şeyhülislâm Hamidizâde Efendiye gidip rüyasını anlatmış, Şeyhülislâm da pâdişâha arzetmişdi. Zâten derin yeis içinde bulunan Sultan Selim: «Doğru!.. İstanbul süfehâ ile doldu!..» diyerek şiddetli bir içki yasağı çıkarttı, surların dışında hıristiyan-lar için bir kaç meygede müstesna şehir içindeki bütün meyhaneler kapatıldı; yine pâdişâhın emri ile, mahalle imamlarının «uygunsuz fahişedir» diye bildirdikleri on onbeş kadar bedbaht kadın şehrin kalabalık yerlerinde asılarak îdam edildiler.

Bibi.: Cevdet Paşa, Tarih V.



FAHREDDÎN ACEMt EFENDi —- On-beşinci asır ulemâsından, Osmanlı şeyhülislâmlarının ikincisi, Molla Mehmed Şemseddin Fenârî'nin ölümünden sonra Fâtih Sultan Mehmed devrinde otuz yıl kadar şeyhülislâmlık makamında bulundu, aslı iranlıdır; İranda Seyyid Şerif Cürcânî'den okumuş, genç yaşda Türkiyeye gelmiş, Şemseddin Fenârî'nin oğlu Mehmed Şah Efendinin hizmetine girmiş ve onun himâyesi ile ulemâ arasında sür'atle yükselmiş idi. Amansız korkunç taassubu ile meşhurdur, aşağıdaki satırları İlmiye Salnamesinden alıyoruz:

«O asırda Hurûfîye taifesinden Fadlı Teb-rizî'nin felsefesi pek ziyâde revacda idi, Fâtih Sultan Mehmed de bu taifeye meyletmiş, hattâ hurûfî taifesinden bâzılarını Sarayı Hümâyuna almışdı. Veziriazam Mahmud Paşa hazreti Fâtihin bu temayülünden memnun değildi, hu-rûf îleri pâdişâhın gözünden düşürmek istiyordu ve Fâtih Sultan Mehmede bir şey söylemeye cesaret edemiyor idi. Meseleyi Fahreddin Aeemî Efendiye açdı. Müftü, vezirin naklettiği sözleri onların ağzından işitmek istedi; Mahmud Paşa da bir gün Fadlı Tebrizî taraf-darlarını konağına ziyafete davet etti, müftü

efendiyi de kimsenin göremiyeceği bir yere sakladı; yemekden sonra Mahmud Paşa misafirleri ile musahabeye başladı; söz Fadlı Tebrizînin fikirlerine ve mesleğine geldi; Fahreddin Acemi saklandığı yerden konuşulanları dinliyordu; ictihadlarına aykırı fikirleri işi-dince kendini tutamadı, bulunduğu yerden fırladı, muarızı kaçmaya mecbur oldu. Fahreddin Acemî bununla kanaat etmedi; (Edirneye gitti) ve muarızını Edirneye getirterek Üç Şeref eli Camide halk "önünde fikirlerini birer birer cerhetti ve neticede onu (dinsizlikle suçlayarak) diri diri yakılarak idamına fetva verdi».

I. A. Gövsa da «Türk Meşhurları» isimli eserinde: «Fâtihin sarayına giren birkaç hu-rûfînin yakılarak öldürülmesine fetva vermiş, hattâ onları yakan ateşi, sakalı tutuşuncaya kadar üflemekde devam ettiği rivayet olunur» diyor. Bu mutaassıb molla 1460 da Edirnede öldü. İstanbulda adını taşıyan bir sokak vardır.



FAHREDDÎN ACEMÎ SOKA&I — Gala-tanın Hacı Mimi Mahallesi sokaklarından, Kar-rabaşdere Sokağında bir çıkmaz sokakdır (1934 Belediye Şehir Rehberi, pafta 15/135); iki araba geçecek genişlikde ve kabataş döşelidir. Üzerinde üçer dörder katlı birkaç kagir ev, bir şarab imalâthanesi vardır (Nisan 1968).

Hakkı GÖKTÜRK

FAHEDDlN ALTAY (Orgeneral Ahmed)

— İstiklâl Harbinde Atatürkün silâh arkadaşlarından ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti Ordusunun Süvari Kolordusu Kumandanı; 1880 de Izmirde doğdu, İzmirli Miralay İsmail Bey ile yine İzmirli bir kibar kızı olan Hayriye Hanımın oğludur. Tahsilini asker babasının ordu hizmetinde dolaşdığı memleketlerde gördü, îşkodra İlk Okulunda, Erzincan Rüşdiyesinde, Erzincan Askerî İdadisinde okudu (1887-1899). Harbiye Mektebi ve Erkânı Harbiye Mektebini (Harb Akademisini) bitirdi. Balkan Harbine ve Birinci Cihan Harbine girmiş, Çanakkale Muharebelerinde, Filistin Muharebelerinde bulunmuşdur. Daha başladığında katıldığı İstiklâl Harbinde yurdumuzu istilâya yeltenmiş düşmana karşı kesin saferi sağlayan Başkumandan Meydan Muharebesinden sonra düşman silâh-

lı kuvvetlerinin Eğede denize döküldüğü amansız tâkibde Türk atlı askerinin başında bulundu.

Zaferi sağlayan Birinci Büyük Millet Meclisinde Mersin Mebusu, Cumhuriyeti ilân eden İkinci Büyük Millet Meclisinde İzmir mebusu olarak bulunmuşdu. Anayasa Kanununda yapılan değişiklikden sonra askerliği politikaya tercih etti; on yıl 2. ordu ve on yıl da 1. ordu kumandanlığı yapdı; muhtelîf tarihlerde Türkiyeyi ve Atatürkü ziyaret için vatanımıza gelmiş Afganistan Kiralı Amânullah Hana, İran Şahı Riza Pehlevî'ye ve İngiltere Kiralı Sekizinci Edward'a mihmandarlık yapdı; îs-tanbulda vefat eden Atatürkün nâşi Ankara-ya götürülürken yapılan muhteşem askerî merasimi o idare etti, hattâ tabur Gülhâne Parkı İskelesinden gemiye nakledilirken müheykel yapılı üç Mehmedciğin yanında, aynı vücud yapısına sâhib bir orgeneral olarak tabutu tutanlardan biri oldu. Emekliye ayrüdıkdan sonra siyasî hayata atılmadı, herkesden hürmet gören bir büyük kumandan olarak münzevi-yâne yaşadı, yalnız, eski arkadaşlarının ısrarı üzerine Sekizinci Büyük Millet Meclisine Burdur mebusu olarak girdi. Bu satırların yazıldığı sırada (1969) yaşı doksana yaklaşmış, pek sevdiği briç oyunlarına devam edecek derecede sihhatli, Emirgândaki evinde oturuyordu.



General Fahreddin Altay

(Besim: S. Bozcalı)

Kırmızı-Yeşil Kordelâlı İstiklâl Madalyası taşıyanlardandır. Askerlikde mesleği icâbı binicilik sporuna yakın ilgisini kaybetmemiş-dir; kendisi de pehlivan yapılı olduğu için yağlı Türk güreşini pek sever; Millî Kütübhâne-mize kalemi ile «İstiklâl Harbinde Süvari Kolordusu Harekâtı», «Birinci Cihan Harbinde 3. Gazze Muharebesi», «Birinci Cihan Harbinde Kudüs Muharebesi» ve «İstiklâl Mücâdelesi Hâtıraları» adı ile dört mühim eser ver-mişdir.

Fransızca ve Almanca bilir; Londra, Paris, Varşova, Moskova, Tahran, Kabil ve Ro-maya gitmişdir.

Eski şöhretli valilerden Paşabağçesindeki mükellef yalısı pek meşhur Tâhir Paşanın kızı aydm bir Türk kadını olan Mün'ime Hanımefendi ile evlidir; Hayrünnisâ ve Târik adında iki evlâdı olmuşdur; kızı Hayrünnisâ Hanım editör Avni însel ile evlidir; oğlu Tank Altay bankacıdır.

FAHREDDÎN DEDE EFENDi (Hüseyin) — Âlim, şâir, musikişinas son büyük mevlevî şeyhlerinden biri; Beşiktaş Mevlevi-hânesi şeyhi Yenişehirli Hasan Nazif Dede Efendinin oğludur, hicrî 1270 (M. 1853) de Be-şiktaşda o mevlevihânede doğdu; 1278 (1861) de babasının ölümü üzerine henüz 8 yaşında iken şeyh oldu. Hacr Raşid Dede Efendi de çocuk şeyhe nâib tâyin edildi. 1863 de Beşiktaş Mevlevihânesi yanındaki Beşiktaş Sahilsarayı-na ilhak edilerek Mevlevihane Maçkaya, 1873 de Maçkadan Eyyubsultanda Bahariyede deniz kenarında iki yalıya nakledildi; bu suretle Bahariye Mevlevihânesi kurulmuş oldu ki şeyhi Hüseyin Fahreddin Dede o tarihde 20 yaşında bir gene idi (B.: Beşiktaş Mevlevîhâne-si, cild 5, sayfa 2585; Bahariye Mevlevihânesi, cild 4, sayfa 1854).

Devrin en değerli hocalarından hususî tahsil gördü, bu arada Magnisalı Hüseyin Hilmi Efendiden arabca, Abdülfettah Belhî Efendiden de f arşça öğrendi; eniştesi son- büyük divan şâirlerinden Yenişehirli Avni Beyden (B.: Avni Bey, Yenişehirli, cild 3, sayfa 1351) tasavvuf ve edebiyat tahsil etti; bu arada otodidakt olarak da meramını ifâde edebilecek ve okuduğunu anlayacak kadar fransızca öğrendi. Güzel bir yüze sâhib, sohbeti tatlı, gaayet



FAHEEDDİN TEKKESİ

— 5482


İSTANBUL

ANSİKLOPEDtSt

5483

FAHREDDİN PAŞA (Ömer)



Gazi Fahreddin Paşa

(Resim: Sabiha Bozcalı)


güzel ney üflerdi; Bahariye Mevlevthânesi İs-tanbulun en seçkin sımalarının toplandığı bir edebiyat ve sanat mahfili oldu. Ney üflemesini Neyzen Yusuf Paşadan öğrenmişdi (B.: Yusuf Paşa, Neyzen; Said Dede Efendi, Neyzen). Musiki bilgisini mevlevihâneden almışdı, ayrıca devrin iki büyük üstadı Mutafzâde Ahmed Efendi ile Zekâi Dede Efendiden de feyz almışdı. Âyini şerifler, ilâhiler ve şarkılar besteiemişdir. Şiirleri derviş duygusu ile yazümışdır, divan tarzının vezin hatâları, tasannu soğuklukları bulunmayan güzel örnekleridir. 1911 de vefat etdi ve Bahariye Mevle-vihânesinde defnedildi.

Devrin ünlü şâirlerinden Üsküdarlı Talât Beyin yazdığı ölüm tarihi:



Vâsıl ola cemâle, vâsıl ola cemâle

Gitti Hüseyin Efendi Dergâhı Zülcelâle.

Bestelediği saz eserlerinden «Acemaşiran Âyini», «Dügâh Peşrevi», «Müstear Sazsemâ-îsi» ve «Hüseynî Sazsemâîsi» birer şaheserdir.

Suzidil makaammda şu ağırdüyek şarkısı güzel eserlerinden biridir:

H. Fahreddin Dede

(Kesim: Sabiha Bozcalı)



Kimse bilmez çekdiğim derdi dili canım bilir Giryei seb tâ be subhu çesmi girj'ânım bilir Hak bilir faş etmedim esrarı aşkı kimseye Ânı bir abdi fakirin bir de sultânım 'bilir.

Nedim'in şu meşhur şarkısını da Hisarbuselik makaammda besteiemişdir:



Yetmez mi sana bisterü bâlin kucağım Serd oldu hava çıkma koyundan kuzucâğım Ateşlik ider sana şu sînemdeki dağım Ser'd oldu hava çıkma koyundan kuzucâğım

Kızı Fatma Pasiha Hanımın ölümü üzerine şarkı tarzında üç kıt'alık bir mersiyesi vardır, aşağıdaki satırlar o mersiyenin son kıta-sıdır:



Yavrucağım nün felek insü melek ağlar sana Şimdi bîçâre gönül cûler misâli çağlıyor Vâlidin Gahriyi sor sensiz ne hal oldu ana Yâdı geysûyi siyahın ile kaare bağlıyor.

FAHREDDİN EFENDi TEKKESİ — Üsküdarlı Ahmed Münib Efendinin Mecmuai Te-kâya adlı risâlesindeki kayde göre Maçkada bir Şâbânî dergâhı idi, âyin günü perşembe idi; zamanımızda mevcud değildiç.



GÖKAY — (B.

FAHREDDİN KERİM Gökay Fahreddin Kerim).

FAHREDDtN PAŞA (Medine Müdafii

Gara Ömer) — Tarihimizdeki şerefli yeri Ka-nije müdafii Tiryaki Hasan Paşanın, Budin müdafileri Kara Mehmed ve Koca Abdi Paşa-îann, Plevne müdafii Gazi Osman Paşanın ve Edirne müdafii Şükrü Paganın yanında büyük kumandan; ingilizlerin takdığı isimle «Türk Kaplanı»; askerî edebiyatımızın seçkin bir siması, Türk neferine alem olan «Mehmedcik» ismini günlük emirlerinde kullanarak ordu arşivine geçiren zât; bugün Topkapu Sarayı Müzesinde bulunan ve maddî mânevi kıymetlerine bahâ biçilemeyen «Mübarek Emânetler»in mühim bir kısmını, Medînede âsî Şerif Hüseyin ile ingilizlerin eline geçmesini önleyerek vaktiyle çıkdıkları yere, İstanbuldakî Türk Hazînesine yollayan büyük vatandaş; 1868 de Ruscukda doğdu, Mehmed Nâhid Bey ile Fat-

ma Âdile Hanımın oğlu, babası da anası Tuna boyunun bu eski Türk şehrinin yerlisidir; Tuna Vilâyeti posta ve telgraf baş müdürlüğünde bulunmuş olan Nâhid Bey (Öl. 1914), Nizâmı Cedid topçubaşısı Ömer Ağanın oğlu, Âdile Hanım (Öl. 1887) da meşhur akıncı Büyük Bâli Beyin ahfadındandır. Ruscukdan 1877-1878 Türk - Rus harbinde, büyük Rumeli bozgunu içinde çıkdılar; Fahreddin Paşa 9 -10 yaşlarında ilk okul talebesi idi; bir muhacir kaafilesi içinde ve top sesleri arasında ev bark, yurd ocak terkedilirken asker olmaya karar verdiğini yıllarca sonra oğullarına söy-lemişdir.

1888 de Harbiye Mektebinden sınıfının birincisi süvari teğmeni olarak diploma aldı, 1891 de pek iyi derece ile Erkânı Harbiye (Kurmay) Mektebini bitirerek yüzbaşı oldu; merkezi Erzincanda olan 4. Ordu emrine verildi ve meşrutiyetin ilânına kadar onyedi sene orada kaldı, o ordunun kadrosu içinde kaymakamlığa (yarbaylığa) kadar yükseldi. 1908 sonlarında Istanbula geldi. 31 Mart vak'asın-da divânı harb reisliği yapdı; 1. Nizamiye A-layı Kurmay Başkanlığında bulundu; 1910 da miralay (albay) oldu ve Tekirdağmda 2. Fırka erkânı harb reisliğine tâyin edildi. Balkan Harbinde (1912 - 1913) Hurşid Paşa kolordusunda 31. Alay Kumandanı olarak Çatalca muharebelerinde bulundu; bu 31. Alaydır ki Türk müdafaa hattının sağ kanadından bir taarruz hareketi yapmış, bu taarruz da Bulgarların Çatalca ö-nünde bozguna uğrayarak Edirnenin geri a-lınmasma yol açmışdı.

1914 de Türkiye Birinci Cihan Harbine girdiği tarihde Miralay Fahreddin Bey Musul-da 12. Kolordu Kuman dam idi ve aldığı emirle Kolordusunu Musul-dan Haleb'e getirmîg

bulunuyordu, o yılın kasım ayında Mirilivâ (Paşa, Tuğgeneral) oldu ve Suriyede bulunan 4. Ordu Kumandan Vekilliğine tâyin edildi.

4. Ordu Süveyş Kanalına ve Mısıra taarruz hazırlıklarına başlamıştı.

ingilizler, Fransızlar ve Ruslar da çok eski tarihlerden beri ilişki kurdukları ve hazırladıkları Ermenileri ve Arapları ayaklandırmağa çalışıyorlardı. Suriyede muhtelif bölgelerde ayaklanmalar olmuş ve hepsi Fahreddin Paşa tarafından bastırılmıştı. Biraz sonra 4. Ordu Kumandanlığı, Bahriye Nazırlığı üstünde kalarak Cemal Paşaya verildi.

Osmanlı imparatorluğu cihâdı mukaddes (Kudsal Cihad) ilân ederek bütün müslüman-lardan yardım istemişti; bu davete ilk koşacaklardan biri sayılan Mekke Emîri Şerif Hüseyin'in Hicaz'daki ayaklanma hazırlıkları ciddî bir tehlike kaynağı oluyordu. Bu gerçek üzerinde Enver ve Talât Paşalar ve daha sonra Alman Generali Von Falkenhayn, 4. cü Ordu Kumandanı Cemal Paşa'yı uyarmağa muvaffak olamadılar ve Fahreddin Paşayî Medine Müdafii yapacak hâdiseler şöyle ge-lişdi:

ingilizler, 1915 yılında Çanakkale savaşlarına bağlanmışken Hicaz'da Şerif Hüseyin tehlikesi, mevcud kuvvet ve imkânlarla kökünden kazınabilirdi. Şammar aşireti reisi Emîr İbn El-Reşid Türkleri seviyor ve tutuyordu. Şerif Hüse-yine karşı çıkacak daha başka arap aşiretleri de bulunuyordu. Bunların istekleri silâh ve cephane ve altın para yardımı vardı ve onları askerî birliklerle desteklemek de mümkündü.

Arabistan denilen o büyük ülkede Yemende iki fırkalı 7. kolordu ve Asirde 21. fırka (Tu men) seferberlikle beraber Suriye bölgesine

FAHREDDİN PAŞA (Ömer)

— 5484 -


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

5485 —

FAHEEDDİN PAŞA (Ömer)


alınması gerekirken yerlerinde bırakıhmşdı, Hicaz ise bilâkis boşaltılmış, 22. Hicaz fırkası Mısır seferi için 1914 kasımında Suriyeye çekilmiş, Hicazda zayıf mevcutlu dağınık bir alay kalmıştı.

ingilizler, Çanakkaleyi boşalttık/tan sonra, 1916 başlarında Mısırda 12 fırkalık bir kuvvet toplayınca, hâin Şerif Hüseyin ayaklanma için elverişli zamanı kazanmıştı.

4. Ordu Kumandanı Cemal Paşa, Şerif Hüseyin ve oğullarının sözlerine ve yeminlerine inanarak ve güvenerek, 1500 gönüllü hecinsü-vaıia Kanal ve Mısır Seferine katılmaları için Şerif Hüseyine 60.000 altını tereddüt etmeden vermişti. Fakat Hüseyinin oğlu Şerif Ali Kumandasındaki bu gönüllüler Mekkeden gelerek Medinede kalmıştı.

Bu durum karşısında Suriyede bulunan 12. Kolordu Kumandanı Fahreddin Paşa, seçeceği subaylarla birlikte, ziyaret ve aslında Şerif Ali'nin durumunu tedkik maksadiyle, 23 Mayıs 1916 da Medineye hareket emrini aldı; gerekince Medinede emir ve kumandayı eline alacaktı.

Fahreddin Paşa, 31 Mayıs 1916 da Medineye vardı. Durumu esaslı inceledikten sonra, Muhafız Basri Paşanın, Şerif Hüseyinin ayaklanacağına ait yazdıklarının doğruluğunu ve ona inanılmasını bildirdi. Şerif Hüseyinin oğullan Ali ve Faysalın, gönüllü hecinsüvar-larla gelerek Medinede kalışının maksadlı olduğunu ve civardaki arap muharipleriyle Medine garnizonuna baskın yapabileceklerini ve Yemene gidecek müfrezenin Medinede kalması emrini verdiğini yazdı.

Nihayet Şerif Hüseyin 5 haziran 1916 da Hicazda isyan etti ve onun âsî kuvvetleri ile çarpışmalar da başladı. Medinede emir ve kumandayı eline alan Fahreddin Paşa, kuvvetlerin başında fiilen savaşa katılarak âsîlerin büyük bir sayı üstünlüğü ile yaptıkları baskınları püskürttü ve Medineyi kurtardı. Medineye yetiştirilen kuvvetleri aldıktan sonra da; ingilizlerle Fransızların silâh, altın, para, yiyecek, subay ve askerî birliklerle destekledikleri âsî Mekke Emîri Şerif Hüseyinin kuvvetlerini zincirleme mağlûbiyetlere uğrattı ve Medineyi 1916 temmuzundan 1919 ocak ayına kadar 2 sene 7 ay, sonsuz güçlük ve yoksuzluk-lar içinde müdafaa etti; öylesine ki, Osmanlj

Devleti mağlûb olmuş, düşmanlarla mütâreke imzalanmış, devlet için harb bitmiş, bu kumandan Medîneyi hâla müdâfaa ediyordu. Bir teslim teklifine verdiği cevab pek haşmetlidir:

«Malûmunuz olsun ki, kahraman askerlerim, islâmlığın göz bebeği olan Medineyi son fişeğine, son damla kanına, son nefesine kadar muhafaza ve müdafaaya memurdur. Buna askerce and içmiştir. Bu asker Medinenin enkazı içinde ve nihayet Ravzai Mutahharanm yeşil kubbesi altında kan ve ateşten örülmüş kızıl bir kefenle gömülmedikçe, Medine kalesinin burçlarından ve Mescidi Saadet minarelerinden Türk bayrağı indirilmeyecektir».

Büyük kumandanın o çetin müdafaa günlerinde başardığı çok önemli bir iş daha vardır. Medinede Ravzai Mutahhare (Peygamberimizin Türbesi) Osmanlı pâdişâhlarının asırlar boyunca yolladıkları hediyelerle bir hazîne hâlinde idi, Medine düşerse ingiliz uşağı Hüseyin ile ingilizlerin eline geçecek, yağma edilecek-di; o hazineyi îstanbula göndermeye muvaffak cldu; vaktiyle çıkdıkları yere, Topkapusu Sarayındaki Hırkai Saadet dâiresinde muhafaza edilen Emânâtı Mübâreke arasına ve aynı saraydaki Hazîne Dâiresine konuldular. Fahreddin Paşanın büyük oğlu emekli General Selim Türkkan şöyle anlatıyor:

«Filistin ve Suriye bozgunundan önce, yollar elimizde iken bu hazîneyi îstanbula göndermek istediğini yazmış ve kendisine sorumluluğu yüklenmek şartı ile gönderebileceği bildirilmişti; mes'ıüiyeti yüklenmekden çekinmedi; maddî kıymeti; tarihî kıymeti, sanat kıymeti ile tutarı milyonların üstünde 97 parça eşyayı, bir heyet huzurunda sayım yaparak mazbatasını tarizim ettirdi, sandıklara yerleştirdi ve emrindeki namus timsâli kişilerden bir heyete teslim etti, muhafazalarına da bir bölük asker tahsis etti ve Medineden îstanbula doğru trenle yola çıkarak, değeri milyarların üstünde bu hazîne 27 Mayıs 1917 de îstanbula selâmetle ulaşdı. Hazîne muhteviyatı kütük defterine göre şudur:

Ceylân derisi üzerine Hazreti Osmanın el yazısı ile Kuran,

El yazması 5 aded kıymetli Kur'an

Kıymetli taşlarla bezenmiş altın kapla-' malı 5 Kur'an kabı,

Gümüş çerçeveli yeşil kadife üzerine pırlanta ve incilerle Peygamberimizin adı yazılı bir Hilyei Şerif levhası,

Som altın plak üzerine pırlanta ile yazılmış Kelimei Şehadet levhası,

Pırlantadan, inciden, mercandan ve an-berden 7 teşbih,

Gürnüş kaplamalı ve işlemeli 2 rahle,

Sultan Azizin altın plak üzerine pırlantalı turası,



  1. tarihî kılıç,

  2. altın sancak alemi,

Altın plak üzerine oturtulmuş ve çevresi elmas ve yakutlarla bezenmiş «Kevkebi Dür-rî» ismi ile meşhur 100, 80, 40 ve 20 kıratlık 4 parça elmas,

Pırlanta ve zümrüdlerie bezenmiş 14 aded altın askı,

Pırlanta, zümrüd, yakut ve incilerle bezenmiş 11 aded kandil askısı,

Murassa l altın kandil,

1 altın kahve askısı,


  1. aded murassa altın şamdan,

  2. aded murassa altın gülabdan,
    12 aded murassa altın buhurdan,

Yirmi parçadan fazla giranbahâ mücevherat, çelenk, iğne, yüzük, gerdanlık, kemer, bilezik, küpe ve şâire,

Pek çok murassa kutu ve çekmece,

84 kırat tutarında iri hürmüz incisi,

95 parça pırlanta, elmas, zümrüd, yakut,

2 kilo 935 gram ağırlığında 20 ayar külçe
altın,

908 kilo 250 gram ağırlığında, külçe gümüş..

Medine müdâfaasında Fahreddin Paşa yalnız düşmanla değil tabiat ile de döğüşmüş-dü.

Hicazda sıcaklık, yazın odada 38 derece, açıkta gölgede 40:50 derece arasında değişiyordu. Arazi genellikle, susuz ve çıplak kum çöllerinden ibaretti. Dağlar çıplak, kayalık ve taşlık, boğaz ve geçidler sarp olup bazı yerlerinde ancak bir kişinin hareketine, imkân veriyordu. Kış ayları, harekât için nisbeten en uygun zamandı. Fakat Fahreddin Paşa için en mühim mesele askerini beslemek olmuşdu; askerine çekirge yedirmeye mecbur olmuşdu, bu hususda bir günlük emri askerî edebiyatımız şâheserlerindendir:

«Çekirgenin serçe kuşundan ne farkı var? Yalnız tüyü yok. O da serçe gibi kanatlı ve uçuyor. Nebatat ile besleniyor. Serçe kadar asabî ve yediği şeyleri îtinâ ile intihab ediyor. Temiz ve taze şeyler yiyor. Hem de tiryaki ve keyif sahibi, tütün ve limondan pek zevk alıyor.

«Hicaz, Asir, Yemen ve Afrika urbâmnın başlıca gıdası çekirgedir. Bedeviler salabet ve zindeliklerini, çevikliklerini çekirgelere medyundurlar. Çekirgeyi deve ve hecinler de büyük bir zevk ile yiyorlar. Knıg'da da deve ve hecinler kamilen çekirge ile beslenir.

«Çekirgenin kat'î olan şifâî hassaları şudur: Dizlerinin bağı çözülenlere ve zayiflere, bünyevî hastalıklara, bâsurlulara, kuvvei bâhiyesi tenakus edenlere, tesiri azîmi vardır. Romatizma için iksir gibidir. Havası sifâiyesi bilhassa yumurtalarında top-lanmışdir. Biz maalesef bunlara, topraklara gömerek^ üzerlerine kireç döküp heder ediyoruz.

«Çekirgeyi tabiblerimize tetkik ve tahlil ettirdim,. Neticesinde çekirgeden kemâli sitayişle bah-setmekde ve havassı sifâiye ve gıdâiyesini saymakla bitirememektedirler.

«Filhakika zirâatimize zarar veriyorlar. Fakat bir çok kuşlar ve hayvanlar mezrûâtımızı tah-rib etmiyor mu?

«Çekirge hem bir gıda hem bir devadır. Av etleri gibi bundan da istifade etmeliyiz. Yediğimiz sebzelerin kısmı küllisinden daha zyiade faydalı olduğu tecrübe ile tahakkuk etmişdir.

«Medinede mezadda okkası çürük para ile 7-8 kuruşa satılıyor. Sahil kasabalarda pek rağbet edilen İstakoz ve Karidesden hiç farkı yokdur.

«Her iklimde çekirge yenilebilir ve ehli sünneti seniyyedir. Cenabı Peygamber Efendimiz hadîsi şeriflerinde «Uhillet lenâ meyyitâni veddemen» buyurmuşlardır. Mânası: İki ölünün ve iki kanlının yenmesi bize helâl oldu demekdir. İki ölü, çekirge ile balığın ölmüşleridir. İki kanlı ise karaciğer ve da-lakdır. imam Mâlik ekline cevaz verilen çekirgenin başının koparılmasını yahud ateş üzerinde kavrulmasını şart koşmuş ise de ulemâyi hanefiyyenin çekirgenin ölüsünü bile helâl ad ettikleri ve hiç bir kayde tâbi tutmadıkları Tenvîrül Ebsâr nâm kitab-da ve onu şerh -eden Dürrül Muhtar isimli eserde zikredilmişdir.

«Hicaz'ın çekirgesi diğer mıntakaların çekirgelerine nazaran daha besili ve daha tatlıdır. Urban arasında ismi Hulviyedir. Bedeviler çekirgeyi bereket addederler.

«Çekirgenin yemeği dört türlü hazırlanır:



  1. — Toplanan çekirgeler çiroz gibi güneşe seri
    lir, iki üç gün kadar kurutulur, ayakları ve başı ko-
    parılır, mütebaki beden kısmı bir parça yağ ile kav
    rulur ve kavurma gibi yenilir.

  2. —• Sıcak su ile haşlanır, başı ve ayakları ve
    kanadları temizlenir, hemen pişmek üzere olan pi
    rinç veya burgur pilvına karıştırılıp pişirilir.

  3. — Haşlanmış çekirgeler tabağa dizilip üzeri
    ne zeytinyağı ve limon suyu gezdirilir.



Yüklə 5,06 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   34   35   36   37   38   39   40   41   ...   76




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin