İstanbul barosu



Yüklə 0,63 Mb.
səhifə11/12
tarix21.08.2018
ölçüsü0,63 Mb.
#73750
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   12

OTURUM BAŞKANI- Teşekkürler sağ ol.

Şimdi arkadaşlar saat 1.30’da bitireceğimiz için içeri de bayağı bir soğudu. Lütfen çok kısa özetlesinler.

Buyur Ruhi Yalçın, sevgili Ruhi Dede gel. Çok ısrar ediyorsun, biz genelde örgüt temsilcileri, ama Hacıbektaşlı bir arkadaşımız olarak.

RUHİ DEDE- Canlar hoş geldiniz. Bunu tertip eden dernek yöneticilerine ayrıca teşekkür ediyorum. İsmim Ruhi Alpyalçın. Bendeniz Hacı Bektaş Veli evlatlarından Çelebilerden olurum.

Şunu demek istiyorum, 1964 yılında merhum Ali Celalettin Ulusoy başkanlığında Sayın Veliyeddin Ulusoy ağabeyimin de babası Feyzullah Ulusoy, Aziz Yalçın ağabeyim Hacı Bektaş Derneği’ni kurmuşlardı. O zaman çok kalabalıktı. Ben de bu zaman takdimcilik yapıyordum, ilanları yapıyordum.

O zaman Veliyeddin Ulusoy’un babaannesi ve benim teyzem olan şu sözü söylemişti: Hacı Bektaş Veli’nin bir oğlu olan üç isim de anılır. İbrahim Sani, Timurtaş, Seyid Ali Sultan. Bugün Yunanistan’ın Dimetoka şehrinde yatar. Atatürk’ün babası Ali Rıza Bey, annesi Zübeyde Hanım bunun talipleri olur demişti. Atatürk’ün de bizden olduğunu söylemek istiyorum. Benim demem bundan ibaret, hepinize teşekkür ederim.

OTURUM BAŞKANI- Sağ olasın Ruhi kardeş.

Antalya’dan buyurun.



HAKVERİR ÇELİK- Evet, Sayın başkan, değerli canlar hepinize saygılar selamlar. Buraya emek veren herkesin emeğine sağlık, yüreğine sağlık diyorum.

Şimdi ben 1991’de Hacıbektaş’ı ziyarete geldiğimde bir meseleyi anlatacağım. Bir efendimizin evine misafir olduk, benim kayınpederimle beraber geldik. Kayınpeder de kendisi dededir. Ben dedim ki: Müsaade ederseniz efendime üç tane soru soracağım. Kayınpeder dedi ki: Efendiye soru sorulmaz. Efendi de çok mütevazı davrandı sağ olsun, bırak çocuk sorsun dedi.

Dedim ki: Efendim ben şunu sormak istiyorum, siz burada ne yaptınız? Biz Alevi toplumu olarak size geldik, çalıştık, çırpındık, Hakhullah verdik, para topladık gönderdik. Sizler ne yaptınız burada? Sizler eğer fabrikalar kursaydınız büyük fabrikalar paraları heder etmeden bir olsaydınız, iri olsaydınız, diri olsaydınız fabrikalar kursaydınız bizi görmeye gelen dedelerimiz de biraz daha küçük fabrikalar kurardı, talipler de biraz daha küçük fabrikalar kurardı, dünya ekonomisi bizim elimizde olurdu diye söyledim. Haklısın dedi.

İkinci bir soru, bizi gören dedelerimize deseydiniz ki, dedeler gittiğiniz yerde taliplerinize söyleyin eğer çocuklarını okutmayana talibimiz olursa bizim talibimiz değilsiniz diye böyle bir deklare yayınlasaydınız o talipler öküzünü satacaktı, tarlasını satacaktı çocuğunu okutacaktı, Türkiye’nin kilit noktaları bizim elimizde olacaktı. Başbakan da biz olurduk o zaman cumhurbaşkanı da biz olurduk diye sordum. Haklısın dedi.

Üçüncü bir sorun ne dedi. Üçüncü bir sorum da şu dedim, siz dedim burada dikkatimi çekti 10-11 ay varsınız, ama hepiniz birbirinizle küssünüz. Siz burada böyle küserseniz biz de aşağıda birbirimizi yer bitiririz dedim. Haklısın dedi, tebrik etti beni efendim.

Şimdi arkadaşlar önce biz birbirimizi sevmeliyiz. Tabii ki ben Murtaza Demir’in sözüne katılıyorum, Genel Başkanım olan Ali Balkız eğer öyle dediyse üzüldüm ben bir daha. Federasyon başkanım eğer hangisi olursa olsun genel başkanlarımız, diğer şube başkanlarıyla olsun veya diğer koordine edeceği kurumlarla olsun küs olmamaları lazım. Onlara kendi ilkeleri vardır, o ilkelerine diyecek ki gelin kardeşim bir arada şu ilkeler doğrultusunda çalışalım, bir araya gelelim demeleri lazım. Bunu da halka açıklaması lazım; biz çağırdık gelmedi arkadaşlar, canlar gelmedi demeleri lazım diye düşünüyorum.

Bir şey daha anlatacağım şimdi şöyle bir yaygara oldu gidiyor memlekette, dedelere maaş vereceğiz. Şimdi bu devletin bize vermiş olduğu bir ayak oyunu tamam mı? Dedeleri birbirine kırdıracak canları sağ olsun. Bizim dedelerimiz herkes o zaman dede olacak, herkes ben dedeyim diye müracaat edecek baba oğla kızacak: Önce ben gideceğim yazılacağım maaş alacağım, sen dedelik yapamazsın. Kardeş kardeşe diyecek ki: Hayır ben gideceğim dedelik yapacağım. Ondan sonra paramparça olacağız arkadaşlar.

Bence buna gerçekten dikkatli davranmak lazım. Biz maaş da istemiyoruz, para da istemiyoruz ama şunu istiyoruz biz devletten, verdiğimiz vergilerin bize de dönmesini istiyoruz kurumlar aracılığıyla. Şimdi ben geçen Antalya’da Antalya Şube Başkanıyım arkadaşlar Hakverir Çelik ismim. Antalya’da bir hafızla tartışıyoruz. Dedim ki: Hafız sen haram yiyorsun dedim yüzüne karşı. Bu da devlet tarafından haram yediriyorlar sana dedim. Niye dedi çok ağır bir söz dedi bu. Dedim vallahi benim verdiğim vergileri helal etmediğim için sen bu helal olmayan paradan alıyorsun yiyorsun. Bu helal mi, haram mı? Düşündü cevap veremedi gerçekten. O nedenle devletimiz de bizim hakkımızı yiyor, haram yiyor hocaları da diyorum.

Dikkate davet ediyorum hep birlik beraberlik olsun arkadaşlar. Bütün canlara selamlar saygılar.

OTURUM BAŞKANI- Teşekkür ediyorum, sağ olun.

Dün burada panelist arkadaşlardan Ali Murat bir şey söyledi, devletin Aleviliğe elini uzatmasından önce devlet elini camiden çekmeli dedi ki, doğrusu oydu zaten. Önce devlet dinden elini çekmesi, camiden çekilmesi lazım doğrusu o.

Evet, sevgili başkan Ali Balkız’ı davet edeyim.

Buyurun.


ALİ BALKIZ- Sevgili arkadaşlar tekrar merhaba.

Ben önce Hakverdi Çelik arkadaşımızın bir şeyi yanlış anladığını düşünüyorum ve onu düzeltmek istiyor. Acaba şöyle mi anladı ya da benim şöyle dediğimi mi farz etti. Murtaza Demir oradaysa ben oraya gelmem. Böyle algıladı sanıyorum. Ne ben böyle bir şey söyledim, ne de Sayın Demir böyle bir şey söyledi. Misalen söyledi, bir dernek başkanı dedi Ali Balkız demedi. Onu düzeltmiş olalım.

Arkadaşlar, hadi birlik olalım ya ne kadar güzel bir şey. Gerçekten ne kadar güzel bir şey. Hepimiz bütün günahlarımızdan arınalım. Hepimiz bütün hatalarımızdan, bencilliğimizden, bireyciliğimizden, kıskançlığımızdan arınalım. Başarıyı paylaşamamak başarısızlığı başkasının üstüne atmak huyumuzdan vazgeçelim. Aleviliği olduğu gibi algılayalım, anlayalım. Yola hizmetten başka bir şey gaye gütmeyelim. Arınalım, yunalım, dara duralım, özümüzü dara çekelim beraber olalım.

Ne kadar güzel bir çağrı, ama biraz biz gerçekleri konuşalım arkadaşlar, biraz gerçekleri konuşalım. Soyut çağrılar, niyetler ile gerçeğin, günlerin, zeminin, yerin, alanların, meydanların, derneklerin, tarlaların yaşandığı yerlerde birbirine denk düşmüyor bütün bu şeyler.

Ben Aleviliği mazlumun yanında olmaktır diye düşünüyorum. Haksızlığa karşı gelmektir diye düşünüyorum. 72 milleti bir tutmaktır diye düşünüyorum. Ben böyle düşünüyorum, Aleviliği böyle anlıyorum. Tanrıyı insanda kabul eden, insanı daha yaşamın merkezine koyan, onu okunacak en büyük kitap belleyen, ona sevgiyle muhabbetle yaklaşan bir inanç, bir öğreti, bir felsefe, bir kültür olarak algılıyorum ve değerlendiriyorum Aleviliği.

Bunun için mücadele ediyorum her biriniz gibi. Ama neden birlikte olamıyoruz? Hadi olalım arkadaşlar. Siz önce köyünüzdeki dedelerle barışın. Oradaki dedeleri birbirleriyle barıştırın, o dede grubunun, o dede grubunun cemevine niye gitmediğini, birbirlerinin cemlerine niye gitmediklerini, taliplerin niye ikiye bölündüklerini, taliplerin yaptıkları Pir Sultan’ı Anma Etkinliklerine niye köylülerin, dedelerin hep beraber gitmediklerini sorun sorgulayın. Bir buradan başlayın bakayım. Anlattığım yer benim köyüm.

Bu kadar kolay mı bu? Gerçekten keşke bu kadar kolay olabilseydi. Biz hiçbir zaman ırkçı olmadık, hiçbir zaman milliyetçi olmadık yurtsever olduk, yurdumuzu severiz, Mustafa Kemal’imizi severiz, tarihimizi severiz, toprağımızı severiz. Ama o adam Kürt diye, Kürt anne babadan doğdu diye sırf bu nedenden dolayı da ona hakaret etmem, onu aşağılamam, onu ikinci insan sınıfına saymam ve sokmam. O da benim kardeşimdir. Kürt’tür, Arap’tır, Ermenidir, Rum’dur her neyse odur. Hani 72 milleti bir tutuyorduk. 72 milleti bir tutmayan, Türkçü, İslamcı, Türk-İslam Sentezi diyoruz biz buna. Dün arkadaşlarımız anlattılar akademisyenler.

Türk-İslam Sentezi ne demek? Bir tek millet, tek inançlı bir yapı; Ziya Gökalp’tan bu yana devam eder gelir. Bugünkü iktidardaki insanların da temel düşüncesi odur. Öteki herkesi yok etmek, tekleştirmek, tipleştirmek ve böyle bir toplum yaratmak. Benim dedem böyle bir dünya görüşüne sahip ise, bunun bir parçası ise, bunu hayata geçirebilmek için faaliyet gösteriyor, televizyon açıyor, radyo açıyor, konferans veriyor, kongre veriyor, dernekler açıyor, şubeler açıyor, cemevleri açıyor ise ben nasıl bununla beraber olacağım söyler misiniz? Söyler misiniz ben bununla nasıl beraber olacağım?

Haydi, buyurun birliğe şuradan başlayalım. Sayın Dedem Veliyeddin Ulusoy Efendi ile Prof. Dr. Sayın İzzettin Doğan Beyefendiyi başka varsa böyle beyefendileri buluşturun bakayım, hadi birleştirelim. Nasıl birleşecekler? Her biri ötekini reddederken, her biri ötekini meşru saymaz iken, yok sayarken nasıl biz bir birleşeceğiz? Dedelerden başlayın bu işe buyurun. Hüseyin Dedem, dedelerden başlayın bu işe. Tabii o da doğru, önce efendilerden başlayın. O da bir cümle, o da bir cümle.

Arkadaşlar, soyut beraber olun, bir olun çağrılarının gerçek hayatta yeri yoktur. Ancak ve ancak bizi bir şey bir araya getirebilir: ilke, tüzük, program, inanç ve çalışmak. Dün özellikle işaret ettim, biz burada istediğimiz kadar birbirimizi yiyelim, Aleviler meydanda buluştu, buluşuyor. Önemsememiz gereken odur. Ama birbirimize çelme takmak, birbirimize tuzak kurmak, birbirimize çalım atmak, birbirimize çamur atmak, çalım atmak ve çamur atmak konusunda doğrusu üstümüze yoktur. Doğrusu yoktur.



SALONDAN- Başkanım, kitlelerin alanda bir araya geldiği ne kadar önemliyse genel başkanların, örgütlerini yöneten sizlerin de bir olmanız bir arada olmanız önemlidir. Bunu önemseyin.

ALİ BALKIZ- Arkadaşlar, beni dinler misiniz? Benim şahsen Ali Balkız olarak hiçbir genel başkanımla bireysel hiçbir sorunum yok hiçbiriyle de küs değilim.

SALONDAN- Var ama, var ama...

ALİ BALKIZ- Sizin kim olduğunuzu bilmiyorum. Kürsü burada gelin buradan konuşun ben iniyorum.

Buyurun.


OTURUM BAŞKANI- Tamam, siz konuşmanızı tamamlayınız Sayın Balkız.

ALİ BALKIZ- Ama adap lazım, dinlemek ve konuşmak bir adaptır.

OTURUM BAŞKANI- Arkadaşlar, burada bu kültürün mensupları olarak herhalde bir düzene, sisteme ya da bir kurala uymamız gerekir lütfen.

ALİ BALKIZ- Sevgili arkadaşlar; önümüzde çok önemli bir iş var. Bakın arkadaşlar, muhterem beyler; 9 Kasım Mitinginde o mitingi yapan örgütün, federasyonun Genel Başkanıyım. Bana “Bu Alevi değil, bunlar Sivas’ın ve Gazi’nin provokatörleri, Alevileri kırdıracaklar yine” diyen adamla ben nasıl yan yana gelirim söyler misiniz? Nasıl olacak bu?

Dün anımsattım, Kadıköy Mitingimiz devam ederken sizler hepiniz orada iken, bütün televizyonlar ekranlar sizin üzerinizde dolaşır iken, MHP Kurultayını yayınlayan canlı yayında bir zihniyetle ben nasıl bir araya geleceğim söyler misiniz, siz nasıl bir araya geleceksiniz?

Haydi, beraber olalım, çok güzel. Kaldı ki ben geçen sene bize söylediklerine ve yaptıklarına karşın 1. Alevi Çalıştayında beraber olmuştuk 3-4 Haziran’da bu sene. Program sonunda kahve içmeye davet ettim Sayın Doğan’ı. Bir kafede buluştuk Sayın Fevzi Gümüş de vardı. Birlikte şarap içtik arkadaşlar, dünyanın en lezzetli şarabıydı belki. Çocukluğumuzu konuştuk, gençliğimizi konuştuk, mücadeleyi konuştuk. Sayın Doğan’la biz ardışık yaşlardayız ve 1968’lerde, 67’lerde Malatya’dan tanışırız ve aynı dergide yazılar yazdık. O beni çok iyi tanır, ben onu çok iyi tanırım.

Dedim, niye sen böyle yapıyorsun, niye Alevi değil diyorsun bizim için? Niye mitingimiz hakkında dünya kadar söz söyledin diye sordu Fevzi Gümüş. Bu soruyla başlayan yanıtlar ve sohbet derinleşti gitti. Bu bir ilk görüşmeydi bundan böyle görüşmelerimizi sürdürelim vaadiyle birbirimizden ayrıldık. 8 Kasım Mitingine 50 gün kala ben İstanbul’a gittim. Bizim federasyonumuza üye olmayan olmamış olan Vakıflar Federasyonu’na bağlı ya da Cem Vakfı’na bağlı ya da bağımsız kalmayı tercih etmiş örgütlerin hepsini gezdim gezebildiğim kadarını. Karaca Ahmet’e gittim, Şahkulu’na gittim, Kartal Cemevi’ne gittim, Gazi Cemevi’ne gittim, Bağcılar Cemevi’ne gittim. Sayın İzzettin Doğan’dan randevu istedim, Sayın Barmek’ten randevu istedim.

Bu her gittiğim yere de randevulu gittim. 3 gün 5 gün öncesinden randevu alarak gittim. Her biri beni sevgiyle karşıladı, saygıyla karşıladı, muhabbetle karşıladı. Lokmalarını yedik, çaylarını içtik, Türkiye’yi konuştuk, Aleviliği konuştuk, Alevileri konuştuk, mitingimizi konuştuk. Mitingimize davet ettim, 50 gün var buyurun beraber yapalım hepsiyle her birinin yanıtı gerçekten son derece can ve ciğerden idi.

Doğan Bermek Beyefendiyle bir pastanede bir kahve içimliği birlikte olabildik. Mitinge davet ettim ben daha doğrusu birlikte yapalım dedim. Dün anımsattım yeniden anımsatıyorum. Olur dedi, nasıl bir şey düşünüyorsunuz? Dedim Doğan Bey geçen seneki mitingimizin aynı konseptini düşünüyoruz. Belki bu bir yıllık süreç içerisinde Alevi Çalıştayı nedeniyle geçen bu bir yıllık süreye dair de bir iki paragraf eklemek gerekecek bu metinlerimize. Bana dedi o zaman aynı konsept deyince ben size dedim o zaman bunu bir protokole bağlayalım dedi. Hay hay olur dedim. Ben geçen seneki miting konuşmamı ve ürettiğimiz metinleri Sayın Barmek’e faksladım, mailledik maille gitti ve oradan yanıt gelmesini bekledik, bir türlü yanıt gelmedi.

Sevgili dostum; bir türlü yanıt gelmedi ve Sayın İzzettin Doğan defalarca anımsatmamıza rağmen, Türkiye Alevi-Bektaşi Federasyonu Başkanı sizden randevu talep etmişti ediyor, zaman ve saat söyleyecek misiniz dememize rağmen bize randevu vermedi. Bize randevu vermedi. Haydi, birleşin, haydi buluşun bakayım hadi birleşin bakayım. Hadi birleşin ve buluşun bakayım.

Ne olacaktı yani bu mitingi beraber yapsa idik, o 550 bin kişinin sayısı 551 bin kişiye mi çıkacaktı? Asla çıkmayacaktı, ama şu olacaktı bakınız: MHP’nin Kongresini yayınlayamayacaktı böyle olsaydı, oraya gelseydi ve MHP’nin MYK’sına kendi vakfından insanlar veremeyecekti.

Biz Sivas’ı yaşayanlar biliriz, siz Çorum’u, Gazi’yi yaşayanlar bilirsiniz. Bilirsiniz bizleri kimin hangi işaretlerle katlettiklerini, neler söyleyerek katlettiklerini. Ben katilimle beraber olmam. Ben tecavüzcüme âşık olmam. Ben Pir Sultan’ın çocuğuyum arkadaşlar, siz hepiniz öylesiniz. Birlik olacağız, olabileceğimiz herkesle birlik olacağız, ama ilkeli, tutarlı, kalıcı. Evimizin içinde tartışacağımız, konuşacağımız dünya kadar şey var. Ama evimizin içinde konuşulması gereken şeyleri şurada dışarıda gazeteciye, televizyoncuya, kameramana konuşmak kadar kötü bir şey yoktur.

Bir hayli ders de aldık bakın, bundan 5 sene 4 seneden geriye doğru gidin bir 10 senelik dönemi alın, Alevi örgütlerinin temsilcileri, yazarları, sözcüleri televizyonlara çıkarlardı Kadir Çelik’in yaptığı programlarını hatırlayın, TGRT’nin, Samanyolu’nun, Kanal 7’nin yaptığı programları anımsayın. Alevi örgütlerinin temsilcileri, akademisyenleri birikirlerdi, alırlardı verirlerdi Alevilik İslam’ın içi mi dışı mı, şura mı bura mı nasıl birbirleriyle kavga ederlerdi. Nasıl birbirlerine girerlerdi. Dilleri ne kadar sivri ve yaralayıcı idi. Aleviler de evlerinde bunları seyrederken kahrolurlardı, üzülürlerdi, lanet okurlardı ve dönüp yeniden onlara da önderimiz, ağabeyimiz demeye devam ederlerdi.

Hiç olmazsa artık bunu kaldırabildik. Artık bu yok hiç olmazsa. Zamanla oluyor bütün bunlar zamanla oluyor. Biz şehirde yeniyiz sevgili arkadaşlar. Osmanlı 700 yıllık kentli, Bursa’yı kurduğundan, Konya’yı kurduğundan Selçukluyu alırsanız, biz daha yeniyiz biz kıl çadırlardan geliyoruz, kerpiç evlerden tezeklerden geliyoruz. Şehirleşmek, sosyalleşmek, kültürleşmek, müzakere, diplomasi, dil, dilde birlik, kavramda birlik, ifadede birlik, dinlemesini bilmek, konuşmasını bilmek, dinlediğimizden sonuçlar çıkartmak, bunları tartmak, ölçmek, biçmek ve kuram haline getirip hayatta onları sınamak. Hayatın reddettiklerini ayıklayıp atmak ve yeniden pratikte onları denemeye çalışmak.

Sünnilerin 1000 yıllık örgüt gelenekleri var, çünkü devletleri vardı. Orduları vardı, maliyeleri vardı, memurları vardı, şeyhülislamları vardı, camileri, mekânları vardır, mimarileri vardı, müzikleri vardı, sınırları vardı, diplomatları vardı. O yapı içerisinde biz Alevilerin şu dergâhtan başka neyimiz vardı? Hepsi bu kadarcık işte. Onun da kıymetini ne kadar bilmişiz, onun da başına neler gelmiş Sayın Dedemiz kimi tarihi noktalara işaret koyarak bize anlattı.

Bizi bugüne getiren sadece bir şey var, sadece bir şey. Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli’nin felsefesi, Pir Sultan Abdal’ın direnci, inancı ve bilinci ve evet, Hamdullah Çelebi’nin direnci. Biz hepimiz, birçoğumuz Hamdullah Çelebi’yi bilmiyoruz, Dedem adını verdi. Ben okuduğumda tüylerim diken diken oldu. Bir Pir Sultan keşfettim. Pir Sultan şiirlerinde söylüyor, Hamdullah Çelebi kadıya söylüyor ve kâtip yazıyor aynı sözleri. Beni öldürebilirsiniz, ama asla Alevi-Bektaşileri öldüremezsiniz. Ben ölürüm bin tanesi yeniden doğar diyor Hamdullah Çelebi 1826’da.

Bizi bugünlere getiren bu düşünceler, bu duygular. Dedelerimiz getirdi, ozanlarımız getirdi, sözlerimiz getirdi. Ama kabul etmek lazım ki, köydeydik feodal yaşam, köy yaşamı içerisinde idik. Şimdi kentte hep 20 yıl, 20 yıl diyoruz; 20 yılda gerçekten çok önemli mesafeler kat ettik. Çok önemli gelişmeler kat ettik. Somutta da çok önemli şeyler kat ettik.

Sevgili canlar; bakın, son iki yıldır Türkiye’de Alevilik hiç olmadığı denli bu tarihe kadar konuşuldu, tartışıldı. Radyolar, gazeteler, televizyonlar, özel programlar, makaleler, yazarlar, çizerler ve hükümet ve politikacılar ve siyasetçiler. Bu bir başarıdır, bu önemli bir başarıdır. Aleviler artık kimliklerini kişiliklerini gizlemiyorlar, sakınmıyor ve saklanmıyorlar. Kimliklerinden utanmıyorlar, onurla ve gururla yeri geldiğinde elbette ben Aleviyim, ben Bektaşi’yim diyebiliyorlar ve aleviler birbirlerini bulmaya başlıyor okullarda, işyerlerinde, fabrikalarda ya da apartmanda. Ve kendi yollarını aramaya öğrenmeye çalışıyorlar.

Kentte biz dedemizi de kaybettik, ocağımızı da kaybettik, musahibimizi de kaybettik. Nasıl yeniden toparlanırız, buluşuruz işte dernekler, federasyonlar bunun için var. Cemevleri özellikle bunun için var; yeniden dönüp kendimizi aramak ve öğrenmek ihtiyacı. Dönüp kendimizi aramak, öğrenmek ihtiyacına yanıt ararken farklı sonuçlara ulaşabiliyoruz. Çok doğaldır, olabilir Aleviliğin zenginliğidir bu. Bundan güzel şeyler de çıkabilir. Birbirlerini zenginleştiren, birbirlerini besleyen eğilimler, düşünceler her zaman olagelmiştir ve olacaktır.

Ama çok zor bir ülkede, çok zor koşullarda mücadele ediyoruz. Çok zor koşullarda mücadele ediyoruz. Bakın o 9 Kasım Mitinginin maliyeti 15 bin liradır arkadaşlar. 8 Kasım Mitinginin maliyeti 25 bin liradır. Avrupalılar ya da Türkiye’de bu tür bir etkinlik, bu kapsamda bir etkinlik düşünenlerin hayal edemeyecekleri bir rakamdır bu. Hayal edemezler, bu iş bu kadar parayla mı yapılır. Bu işi bu kadar parayla yaparken biz inanınız ki, otobüslerle Ankara’ya gelen arkadaşlarımızın yarı bilet fiyatlarını alarak toparlayabildik. O, işte o para. Ankara İstanbul’da 20 liraydı. O paralarla yaptık, o ses cihazının, o sinevizyonun, o platformun parasını ancak böyle yapabildik. Ankara, İzmir’den Belediyelerden üçer, beşer otobüs ancak temin edebildik ve büyük çoğunluğunu da cebimizden harcadık. Büyük çoğunluğunu da cebimizden harcadık ve Alevi işadamlarından artık yakamızı silktik. Onların kapısında dilenci olmaktansa bu işi böyle yaparız çok daha iyidir. Kendi soframdan keserim, kendi işimden kendi çocuğumun rızkından keserim her birinizin yaptığı gibi.

Böyle yaptık, böyle yapılabiliyor bu işler. Hükümetten de gidip, devletten, Kültür Bakanı’ndan ya da Başbakanlıktan, Tanıtma Fonu’ndan, Meclis’ten şuradan buradan biz bu işi yapacağız, bize bir program çerçevesinde şu olanakları sağlayın, şu parayı verin demeyi de kendimize yakıştıramadık. Bunu da yapmayız. Bunlar almışlar; almışlar güzel bir iş yaptılar. Buradaki derneğimiz alabilir. Onun da izahatını yaparlar. Ben niye aldılar diye arkadaşlarıma bir şey söylemem.



OTURUM BAŞKANI- Bu ülkenin parası herkesin alması gerekir herhalde. Senin paranı aldık biz.

ALİ BALKIZ- Biz hükümetin karşısına geçmiş onunla cebelleşirken, davalaşırken, nizalaşırken, hak isterken dedelerimize biz maaş istemiyoruz. Maaşlı dede olmaz, memurdan dede olmaz diye itiraz ederken bunu söyleyebilmek için, bunu söyleme olanakları ve koşullarına sahip olabilmek için bana para ver demeyi de kendimize yakıştıramadık. Bu işler zor işler gerçekten.

Sevgili arkadaşlar, şimdi Çalıştay. Bakın bunlar bize yıllarca bütün bir Selçuklu ve Osmanlı döneminde dediler ki: Siz Rafızisiniz, yoldan çıkan. Siz mürtetsiniz, dinden dönen. Siz kâfirsiniz, siz gâvursunuz. Kestiğiniz yenmez, selamınız alınmaz, cenazeniz kılınmaz, malınız ve namusunuz da bize helaldir. Kanınız da helaldir.

Biz böyle bir konumdaydık. Böyle kimseler, kesimler ve bir toplum, bir topluluk idik. Nerden keşfettiler, nasıl keşfettilerse şimdi birdenbire şöyle kürsüyü dönderdiler, ya siz aslında Müslümansınız, İslam dairesinin içindesiniz. Siz de Müslümansınız, Müslüman kardeşiz. Hep beraber başımız Kuran’a, Muhammed’e bağlı. Ne ayrımız gayrımız var? Vay kurban olalım biz sizi yeni keşfettik ya. Haydi buyurun camiye, haydi buyurun ezana, haydi buyurun hacca, haydi buyurun Kuran kursuna.

Bunların zihninden o beyin zarlarının içerisine işlemiş olan DNA’larından bu fikirleri söküp atmak o kadar kolay değil. Ne kadar demokrat olurlarsa olsunlar, ne kadar laiğiz derlerse desinler, ne kadar biz çoğulcuyuz herkese demokrasi, herkese eşitlikçiyiz derlerse de desinler bu konuda yemin de etseler, pratikte biz bunun sonuçlarını görmediğimiz müddetçe inanmayacağız ve inanmıyoruz.



OTURUM BAŞKANI- Evet Sayın Genel Başkan.

ALİ BALKIZ- Onun için çok özür diliyorum. Onun için mücadeleye devam edeceğiz. Birbirimizin arasındaki bu tür şeyleri de çok fazla abartmayın, büyütmeyin arkadaşlar. Bunlar olacak, 20 milyon toplum yeniden inşa ederken kendini, yeniden örgütlenirken bu tür eksiklikler aksaklıklar olacak. Zaman zaman birbirimizi kıracağız, zaman zaman birbirimize küseceğiz, zaman zaman birbirimize sitem edeceğiz. Zaman zaman birbirimizi kıskanacağız.

Bütün bunlar insani şeylerdir olabilir şeylerdir yeter ki, davaya ihanet çizgisi boyutuna ulaşmasın bütün bunlar. Her zaman gönlümüzün istediği şeyler her zaman, her yerde, o anda olmayabiliyor. Bazı şeyleri süreç, bazı şeyleri zaman törpülüyor. Bazı şeyleri birbirimize öğretiyor zaman. Nafiz Hoca bana diyor ki: Ya Ali Balkız ben seni böyle bilmezdim. Dilin çok yumuşamış. Hayat yumuşatıyor.

Şimdi evet bu Çalıştaylardan bir şey çıkmayacak gözüküyor. Emareleri, belirtileri var düşüncemiz bu konuda keskinleşiyor. Olsa olsa şunu yapacaklar kendilerine şimdiye dek izledikleri planı devam ettirecekler, o da bir stratejidir. Strateji nedir bakın. Bakın arkadaşlar.

Sayın Başkan özür diliyorum. Diyanet İşleri Başkanlığı bir strateji belgesi yayınladı. Hani MGK strateji belgesi yayınlar ya devlet strateji belgesi öyle bir strateji belgesi yayınladı. O belgede dini ve kurumu tehdit eden unsurlar diye sıralanıyor. Din derken İslam, kurum derken de Diyanet İşleri Başkanlığı anlatılmak isteniyor. Neymiş dini ve kurumu tehdit eden unsurlar.

Bir: İşte Hollanda’da, Norveç’te olduğu gibi Hz. Muhammed ve Kuran’ı Kerim hakkındaki olumsuz düşünce ve faaliyetler, karikatür krizi şu bu. İki: İmamların maaşlarının yetersizliği, özlük haklarının eksikliği. Üç: Yeterince imam ve hatip kadrosu açılamamış oluşu. Dört: Din Kültürü ve Ahlak eğitiminin zorunlu olmaktan çıkartılmasını isteyen eğilim ve onun faaliyetleri.

Kim istiyor din derslerinin zorunlu olmaktan çıkarılmasını? Alevilerin %99’u ve onların çatı örgütü Alevi-Bektaşi Federasyonu ve bağlı örgütler. Ne oldu bunlar? Dini ve kurumu tehdit edenlerin listesine yazıldı. Bu yeni bir liste; Ergenekoncuların listesi bir listeydi, bu da ikinci bir liste. Bu da herhalde Hizbullah ve benzeri yapılara alın size bir liste demek gibi bir şey olsa gerek.

Hükümet buna hiçbir şey söylemedi biliyor musunuz. Alevi Çalıştayı’nı sürdüren, yürüten ne Faruk Çelik, ne Başbakan, ne de Kabine bu konuya dair onca ısrarlarımıza, sorularımıza karşın, sesimizi onca yükseltmemize ve kaşımızı çatmamıza karşın bir tek kelimeyle yanıt vermediler. Ve Diyanet İşleri Başkanlığı’na sen ne halt ediyorsun demediler. Çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı böyle bakıyor, onun rızası olmaksızın, onun gönlü yapılmaksızın ne cemevleri yasal statüye kavuşacak, ne de dergâhlarımız bize verilecek. Kilit, devletin en önemli kurumu, en stratejik kurumu ve bizim bütün taleplerimiz onun vizesinden geçecek.

Ama biz bunları biliyoruz. Biz bunları biliyoruz, artık davamız biliniz ki Türkiye’den de çıktı dünyanın davası oldu. Şu iki yıl içerisinde Ankara’da bulunduğumuz için biliyorum, Federasyonumuzu ziyaret etmeyen, siz kimsiniz ne yapıyorsunuz, ne yapmak istiyorsunuz, ne arıyorsunuz, neye itiraz ediyorsunuz ve ne istiyorsunuz demeyen büyükelçi kalmadı. Ve yabancı gazeteci, yabancı televizyon kurumları kalmadı bu babda.

Devam edeceğiz, hani Başbakan diyordu ya yola devam. Biz de kaldığımız yerden yolumuza devam edeceğiz. Her sene bir miting yapmak gibi bir niyetimiz yok. Daha başka şeyler düşünmek, daha yaratıcı olmak, daha örgütlü olmak, daha cesur ve yiğit olmak ve kopara kopara almaktan başka hiçbir çaremiz yok. Bunun da bir tek aracı var, örgüt, örgüt örgüt.

Örgülerimize sahip çıkalım, örgütümüzü kutluyorum. Hacı Bektaş Veli Kültür Derneğimizi. Siz sevgili arkadaşlarımı saygıyla sevgiyle selamlıyorum. Hemen evimize dönüyoruz, evde bizi çok iş bekliyor işimizin başına geçip çalışmaya devam ediyoruz.

Çok teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum.


Yüklə 0,63 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   12




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin