İstanbul barosu



Yüklə 0,63 Mb.
səhifə7/12
tarix21.08.2018
ölçüsü0,63 Mb.
#73750
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   12

OTURUM BAŞKANI- Sayın Tekin’e teşekkür ediyoruz.

Ne yazık ki zaman kısıtlı olduğu için böyle hatırlatmak hiç de güzel değil, ama böyle güzel konuşmaların ortasına girmek de istemiyoruz kesinlikle.

Sözü Sayın Ercan Geçmez’e bırakıyorum. Buyurun Sayın Geçmez.

ERCAN GEÇMEZ- Evet, öncelikle Mürşidimize saygılarımı arz etmek istiyorum, konuşmama öyle başlamak istiyorum.

Sevgili dostlar, konuşmama başlamadan önce 3 konuyu belirtmek istiyorum. Birincisi TBMM’nin çatısı altında iki gün öncesinde Alevilerin de çoğunluğunun oyunu alan bir partinin temsilcisi, Dersim’de halkımızın katledilmesinin bugün başka bir halkın katledilmesine örnek gösterilmesini şiddetle kınıyorum. Bununla ilgili olarak da bu sempozyum bugün başlamadan önce o şahsın mensubu olduğu partinin bu ilçede teşkilatının önüne siyah çelenk konulması gerektiğiyle, bu sempozyumun böyle başlaması çok anlamlı olurdu.

Çünkü Seyid Rıza’nın idama götürülürken söylemiş olduğu sözler kendisinin ayağıyla sehpaya vurmadan önce söylemiş olduğu sözleri ben burada söylemeyeceğim, siz hepiniz bilirsiniz. Akşamleyin başımızı yastığımıza koyduğumuzda bir daha hatırlamak için söylüyorum bunu ki, o sözler bize rehber olsun diye.

İkincisi konuşmam tamamen Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı üyeleri ve şubelerini bağlayan bir konuşmadır. Bu anlamıyla Genel Başkan olarak yaptığım çağrıda bugün burada bulunan örgütümüze çok teşekkür ediyorum, çoğunlukla gelmişler sağ olsunlar ve yine bugünkü başlığa değinmek istiyorum değerli arkadaşlar. iki ana başlık var, Alevi-Bektaşilerin Hacı Bektaş’tan günümüze örgütlenme çalışmaları, Alevi Açılımı sürecinde gelinen nokta.

Değerli arkadaşlar; Alevi-Bektaşi örgütlerinin Hacı Bektaş’la ilgili kısmını öğleden önce gerek akademisyen arkadaşlarımız, gerekse biraz önce Alevi Kültür Dernekleri Genel Başkanı Sayın Tekin Özdil açıkladı. Ben Cumhuriyetle birlikte olan dönemi ve biraz Alevi Çalıştayına değinmek isteyeceğim konuşmamda. Cumhuriyetle de olan dönemi de 1925’ten almak istiyorum.

1925 Tekke ve Zaviyeler Yasası, şu meşhur 677 sayılı yasa. Alevilerin Cumhuriyetten beklentileriyle Cumhuriyetin Alevilere sunumları arasındaki farkı koymak istiyorum değerli arkadaşlar. kendisine özgürlükçü ve eşitlikçi bir hayatı idame eden Alevilerin bütün söylemlerini bunun üzerine geliştiren, 72 millete bir gözle bakmayan benden değil diyen Alevilerin, aslında yaşamış oldukları travma üzerinden biraz konuşmak istiyorum ve bu travmanın sonunda çıkan örgütlenmelerden bahsetmek istiyorum konuşmamda değerli arkadaşlar.

Tekke ve Zaviyeler Yasası’nı derininde incelediğinizde Alevilerin dergâhları olduğu gibi kapatılmıştır. Alevilerin dedeleri, pirleri, mürşitleri, uluları, üfürükçülerle aynı keseye konulmuştur. Alevilerin laik ve demokratik bir cumhuriyet özlemi bununla birlikte kapanmıştır değerli arkadaşlar. Cumhuriyet ta bu noktadan itibaren Alevilere verdiği sözde durmamıştır. Ondandır ki, örgütlenmemiz bugün daha çok tartışılan model olmaktan ziyade, model gösterilmekten ziyade oysaki Türkiye’de başka örgütlenmeler modellerini dergâhlarımızın örgütlenmelerinden almışlardı. Şimdi neden bu kadar dağınıksınız, neden bu kadar çok seslisiniz gibi söylemlerle bizler tartışılmaya geldik.

Geldik de ne oldu arkadaşlar? Alevi örgütlenmelerin genel tarihsel sürecine baktığımızda Türkiye demokrasi hareketi ile çok ilintili bir harekettir. Türkiye demokrasi hareketinin her 15 yılda bir askeri cuntayla ikide bir durdurulması Alevilerin aslında bir güvenlik konusu olarak görülüp onların da durdurulmasına sebep olmuştur. Son 15-20 yılı değerlendirdiğimizde örgütlemenin ne kadar çok bu son 20 yıla sığdığını, sığıştırıldığını çok net analiz edebiliriz.

Çünkü son 20 yıldır Türkiye’de askeri darbeler yapılmıyor. Bunu gözlediğimizde, buna baktığımızda Alevilerin hareketlenmeleri ve örgütlenmeleri de bununla birlikte kendini göstermeye başlıyor değerli arkadaşlar. Ne zaman ki cumhuriyet tehlikeye girdiyse, ne zaman ki cumhuriyet kendi yurttaşlarıyla sorun yaşadıysa, sözüm ona çok laik, çok demokrat olduğunu söyledikleri Alevileri bir kol biçmişlerdi, beşinci kol olma görevi.

Siz cumhuriyetin sahibisiniz, siz demokrasinin ve laikliğin sahibisiniz. Siz demokrasinin ve laikliğin sahibisiniz, siz her şeyden önce insanı sevenlersiniz deyip vazifeye davet etmişlerdir. Ve biz de vazifeye icap etmişiz sevgili arkadaşlar. İşte bizim örgütlenmelerimizin geldiği nokta bu anlamıyla çok değer taşıyor. Alevi örgütlenmeleri yavaş yavaş Alevilerin vazifeye icap etmelerinin önünü kesen bir hak ve özgürlük, eşitlik anlamında bir örgütlenme olduğu hususunda yol almaya başlıyor.

Kendi içerisinde çok ses çıkartmasına, kendi içerisinde çok kavga etmesi bu Aleviliğin geleneğinden gelen bir şeydir. Ama Alevi örgütlenmesi bu sesi ve bu kavgayı yaparken geleneği unutmadan yapmalıdır. Nasıl ki bugün Dersim’le ilgili o sözü söyleyenler lanetliyse, 1980’de 80 Hareketinde, Tunceli’de, Sivas’ta, Erzincan’da Alevi çocuklarına ve bu ülkenin diğerlerine, ötekilerine işkence edenlerle birlikte hareket eden Alevi pirlerine de lanet okumak lazım. Cuntanın kurmuş olduğu partide kuruculuk alıp bugün Alevilere önderlik tasarlayan ve üstelik de dede olduğunu söyleyenleri Onur Öymen gibi kuma gömmek lazım.

Aleviler bu anlamda yollarına sahip çıkmalılar. İşte Alevi örgütlerinin ayrıştığı nokta buralardır arkadaşlar. Her ne kadar ki Alevilerin devletin ve diğerlerinin alevi örgütleri üzerinde ısrarla bir Alevi tarif yapın ve biz de buna dönem dönem icabet edip kendi içimizde kavga ettiysek gelinen noktada o noktada değiliz arkadaşlar. hiç kimsenin haddi ve hakkı değil Aleviliği tarif etmek. Alevilik güpegündüz yaşıyor, dimdik, dün neyse bugün de odur Alevilik.

Dün de piriydi, bugün de piri var Aleviliğin. Biz de Alevi’yi tarif etmeyiz, haddimiz de değil. Biz eninde sonunda Alevilerin haklarını arayan birer örgütlenmeyiz. Bunları ararken de içinde yaşadığımız ülkede, birlikte yaşamanın ne kadar değerli olduğunu göstermek anlamında. Bu ülkenin birlikte yaşamanın neler kazandıracağı anlamında Alevileri bilgilendirmek, bize musahiplik eden yol kardeşlerimize gerçek yüzümüzü, tarihimizi onlarla paylaşabilmektir arkadaşlar.

İşte Alevi örgütlenmesi, modern Alevi örgütlenmesi dedikleri bir Türkiye ayağı var, bir Avrupa ayağı var arkadaşlar. Avrupa ayağını çok fazla anlatmayacağım. Alevi örgütlenmesine kattığı çok şeyler vardır, ama onun dışında alevi örgütlenmesinden aldığı çok şeyler de vardır. O ayrı bir tartışmadır.

Türkiye ayağını genel bir incelediğimizde şu noktalara dikkat etmemiz gerekiyor. Bu örgütler hangi tarihte kurulmuş? Misyonları neler olmuş? Alevilerin katledildiği dönemlerde veya Türkiye’de ötekilerin ötekileştirildiği dönemlerde hak ve mücadelenin alanlarda arandığı dönemlerde bu örgütler nasıl tavırlar edinmiştir, şimdi nerelerdeler? Bu örgütlerin genel kuruluş amaçlarıyla bulundukları yerler arasındaki farkları gözetmek anlamında birkaç örnek vereceğim sizlere arkadaşlar.

Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı 1994 kurulan bir vakıftır. Şu anda Türkiye’de 30 şubesi olan, birlikte çalıştığı Alevi kültür dernekleri ve kuruculuğunu da yapan Alevi kültür dernekleri Türkiye’de 95 şubesi olan bir örgütlenmedir ve bunun da birlikte olduğu Alevi-Bektaşi Federasyonu ki Federasyonun iddiası Türkiye’deki Alevi örgütlenmesinin %90’ını kapsadığı yönünde bir iddiası, bu bir cenah. Onun dışında biraz önce bahsettiğim şekilde 1980 Hareketinden sonra Türkiye’de MDP denen bir faşist partinin kuruculuğunu yapmış, Alevileri sürekli güvenlik kolu olarak görmeye çalışan bir vakıf daha var, bu da ayrı bir cenah. Ve yine Türkiye’de farklı devletlerin Alevilikle ilgili hayallerini gerçekleştirebilmek için kurmuş olduğu dernekler ve vakıflar vardır, bunlar da ayrı bir ayağını oluşturuyor bu örgütlenmelerin.

Ben diğerlerini çok fazla irdelemeyeceğim arkadaşlar, çünkü herkes görevini yapar ve onlar görevlerini yapıyorlar. Biz ne yaptık ona bakacağım. Demokratik Alevi hareketi ilk önce kendi içerisinde en fazla bocalayan bir hareketti. Mevlana türü davranışlar sergiledik. Kim olursan ol gel. Hayır, kim olursan ol gel dememek lazım. Bilerek gel, bildiğine inanarak gel, taşıyacağın yükü taşıyarak gel demek lazım. Zaten yolumuz da bize bunu gösteriyor. Öğretimizden yol alarak madem örgütleneceksek, o zaman her aşamayı doğru götürmek gerektiğine inanıyorum.

Biz 10 yılımızı aşağı yukarı 15 yılımızı bu tür kavgalarla geçirdik arkadaşlar. İçimizdeki arındırmayla geçirdik. Geldiğimiz nokta bizi biraz terbiye etmiştir elbette ki, biraz yol göstermiştir elbette ki, ama yeterli değil değerli arkadaşlar. Neden yeterli değil? Çünkü biz politika üretemiyoruz henüz. Siyaset yapıyoruz, yaptığımız siyaseti başkalarının politikaları üzerinden yapıyoruz. Size ait olmayan bir şey mutlak surette sahibine gidecektir. İşte Alevi örgütlenmeleri kendi politikalarını üretmeden kendilerini aşan sözler söylüyorlar dönem dönem.

Kendimize ait politikaları üreteceğiz. Evet, cemevlerini istiyoruz, zorunlu din derslerini istemiyoruz, Alevi köylerine cami yapılmasını istemiyoruz. Türkiye’de insanların Alevi-Sünni olarak ayrılmasına karşı çıkmalıyız. Kamudaki bu hizmetlerin ayrımcılığına karşı çıkmalıyız, bunların altlarını doğru doldurmalıyız. Bunların altlarını kendi ürettiğimiz politikalarla ve bu şekil doldurabilmeliyiz ki, Türkiye’nin daha demokratikleşmesine, Alevilerin daha çok modernleşmesine ve Alevilerin haklarını ararken daha kararlı aramasına ve bize inanan taraftarlarımızı daha iyi bir noktaya çekebilmeliyiz değerli arkadaşlar.

1982 Anayasası orada dururken kimse bana demokrasi havarisi kesilmesin. 1982 Anayasasında değişiklik istemeyen bir zihniyetin peşinde koşan Alevilerin Türkiye laiktir, laik kalacak söylemleri dürüst ve edepli bir davranış değildir arkadaşlar. Türkiye hiçbir zaman laik olmadı. Sürekli Atatürk üzerinden siyaset yaparak, Atatürk ve Aleviler ve Hacı Bektaş’ı karşıya getirerek, bizim ulularımızı devletin kurucusuyla yan yana getirerek bizi kavga ettirmeye çalışanlar ve bizi böylelikle politikleştirmeye çalışanlar asla samimi değillerdir. Asla Alevilerin dostları ve taraftarları değillerdir, asla onların pirlerine inanmamışlardır. Ve asla bu devleti oluşturan halkları, onu oluşturan çok kültürlülüğü, çok çeşitliliği kavramış insanlar değillerdir.

Yıllarca bizim sırtımızdan kendi ürettikleri bu politikayla siyaset yaptılar ve bizi kavga ettirdiler sevgili dostlar. Dediler ki: Türkiye laiktir, laik kalacak. Ama hiçbir tanesi demedi ki, o zorunlu Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kaldıracağız diyemedi. Nasıl oluyor Türkiye laik oluyor. Devlet bütçesinin üçte birine yakınını Diyanet İşleri Başkanlığı’na harcayacaksın, zorunlu din derslerinde Alevi çocuklarına zorla inançlarına küfrettireceksin, Türkiye laik olacakmış. Hadi be derler adama oradan.

Ve aleviler buna kandılar, Alevi örgütleri buna kandılar. Sevgili arkadaşlar, çok samimi olmalıyız. Bedel ödenmeden hiçbir şey elde edilmez. Ayhan Hoca kavga etmeliyiz derken bu anlamda söylemişti, kendisini anlıyorum. Evet, kavga etmeliyiz değerli arkadaşlar, savaş etmeliyiz. Neyin savaşını etmeliyiz biliyor musunuz? Server Tanilli’nin çok güzel bir lafı vardır: Barış için savaş etmeliyiz. Barış için savaşmayanların ülkesinde barış olmaz arkadaşlar. Barış için savaşmayanların ülkesindeki özgürlükler de özgürlük olmaz ve biz eşit yurttaşlık derken, eşit yurttaşlığın sahibi Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı ve Alevi kültür dernekleridir.

Eşit yurttaşlık herkes özgürlükten bahsederken biraz önce bize çok radikal konuşması gelen Sayın Ayhan Yalçınkaya’ya danıştığımızda nedir bu, nasıl bunu Türkiye Halkının önüne getirebiliriz dediğimizde, vazgeçin bu özgürlükten demişti, ilk tepkiyi ben koymuştum kendisine. Nasıl oluyor diye, sonra anlatınca anladım ki evet nerden kavradığınıza bağlı. Eşit yurttaşlık arkadaşlar, bizim istememiz gereken eşit yurttaşlık. Sonra Federasyonumuz bunu kullandı, sonra bunu DTP kullandı, sonra bunu Türkiye’nin ötekileri kullandı. Bununla gurur duyuyorum. Bununla gurur duyuyorum, Türkiye’nin önüne bir eşit yurttaşlık meselesini çıkarttığımız için.

Sözlerimi toplayacağım ve yine Alevilerin bu ülkede ezilmişlerle ve ötekilerle Alevi örgütleri bir araya gelmeyi becermezse, Kürtlerin görmüş olduğu işkenceden, zulümden söz edemezlerse kendi yollarına inanan insanlar değillerdir o zaman. Hünkâr’ın söylediği 72 milleti bir görmeyen benden değildir sözüne o zaman inanmıyorlardır arkadaşlar.

Bu soruları kendi örgütlülüğümüze ve kendimize sormak zorundayız. Örgütlülüğümüzü bu anlamda dara çekmek zorundayız. Bu bizi geriye götürmez, bu bizi ileri götürür. Türkiye’yi ileriye götürür. Bu ülkenin çocuklarının yoksullaşmasının önüne geçer, bu ülkede gömleği daha çıkartmayan muhafazakâr AKP’lilerin özgürlükçü söylemler söylemesinin önünü kapatır arkadaşlar. Sizin bedel ödediğiniz, bu ülkede solcuların, bu ülkede Alevilerin, bu ülkede ötekilerin, Kürtlerin, Ermenilerin, bu ülkenin diğerlerinin yıllardır, yüzyıllardır bedel ödedikleri söylemlere muhafazakâr söylemle, muhafazakâr gömlekle gelenler asla söylememelidir. Bunu onlara bırakmamalıyız.

Onun için örgütlülüğümüz çok değerli, çok kıymetlidir. Alevi Çalıştayı ilgili soru gelirse de cevap veririm.

Çok teşekkür ederim, zamanım doldu hatta geçti. Saygılar arz ediyorum.

OTURUM BAŞKANI- Sayın Geçmez’e teşekkür ediyoruz. Bu güzel muhabbetinden dolayı sağ olsun.

Evet, Sayın Murtaza Demir söz sizde, buyurun efendim.



MURTAZA DEMİR- Efendim şahsım adına, arkadaşlarım adına ve vakfımız adına hepinize iyi akşamlar diliyorum, merhaba.

Değerli konuklar, buradaki konuşmalardan birinde Türkiye’de hiç kimsenin çocuklarına Yezid, Muaviye gibi isimler konulmadığı söylendi. Dolayısıyla da Yezid ve Muaviye’nin bu ülkede olmadığı anlamı çıkarıldı. Oysa takdirlerinize sunarım, bir sıfatın kendisi mi değerlidir yoksa anlamı mı değerlidir. Yezid hangi anlama gelir? Yezid kötü anlamında kullanılır, Ehl-i Beyt soyuna düşman olanlar anlamına kullanılır ve insanlara kötülük yapanlar, insanları yakanlar anlamında, yakanlara Yezid, Muaviye, Mervan bunların soyu sıfatı yakıştırılır.

Öyleyse bizim ülkemizde yapılan bunca katliamları yapanların, Sivas’ta canlarımızı yakanlar, Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı gibi değerlerimizi katledenler Yezid’dir ve Muaviye’dir. Dolayısıyla bu ülkede Yezitler ve Muaviyeler ne yazık ki halen vardır. Dolayısıyla, bu bir saptırmadır Yezid’in, Muaviye’nin olmadığını söylemek bir saptırmadır, bu saptırmaya dikkatli olmak gerekiyor; dikkati çekmek istedim.

Ülkemizde Mervan da vardır, Mervan’ın ismi de vardır, kendi de vardır. Hatırlayalım arkadaşlar, günümüzün Başbakanı’na Siirt milletvekili bir milletvekili yerini terk etmiştir, bu milletvekili bu Başbakan’a yerini terk etmiştir, bu milletvekilinin adı Mervan’dır, Mervan’dır ne yazık ki. Dolayısıyla, bu ülkede Mervan da vardır. O halde biz Yezid’e, Muaviye’ye, Mervan’a lanet olsun demeye devam edeceğiz.

Değerli arkadaşlar, bu girişten sonra şöyle bir anımı sizinle bölüşmek istiyorum. Ben Banazlıyım, Pir Sultan Abdal’ın köyüdür Banaz. Sivas’ın Yıldızeli İlçesinin Banaz köyündenim. Çocukluğumda özellikle kış günlerinde dışardan zemheri soğuğundan içeriye giren büyüklerimiz ya da gençlerimiz ellerini hem sobaya tutarlardı hem “Uuuu Şah diyenin dilini kesiyor, dışarıda öyle bir soğuk var ki” derlerdi. Şah diyenin dilini kesiyor lafını anlayamazdım tabii o çocukluğumda. Yani soğukla Şah diyenin dilini kesmenin ne alakası var?

Tabii Muaviye ve Yezid’in kastı sonradan anladığımda, bu kelimenin anlamını çözdüm sizler gibi. Ve daha sonra 1974’lerde kurulan Banaz Pir Sultan Abdal Derneği’ni kapatan 12 Eylül cunta rejiminin ortadan baskısının kalkmasından sonra da 1988 yılında arkadaşlarımla birlikte Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’ni kurduk ve ben o derneğin başkanlığını 10 yıl aralıksız yürüttüm.

Dolayısıyla, böyle bir Şah diyenin dilini kesiyor lafından ve bu süreçten sonra bugünlere geldik. Bugün tabii geldiğimiz noktada kazanımlarımız var, fakat bu kazanımın karşısındaki Muaviye ve Yezid geleneğini sürdürmek isteyenler, bunun devamından yana olanlar o kadar çok mesafe kat ettiler ki, bu kat ettiğimiz mesafe ile onu kıyasladığımızda çok çalışmamız gerektiğini, çok büyümemiz gerektiğini, güçlenmemiz gerektiğini düşünüyorum. Ve ben bu anlamda hazırladığım konuşmayı özet olsun diye, çok yormayayım diye özetle ifade etmek istiyorum.

Bugünü anlamak için düne bakmak gerektiği doğruysa, biraz geriye bakıp günümüzün yönetim sorunlarının dünün yönetim sorunlarıyla ya da yönetici davranışlarıyla ne kadar benzeştiğini ifade etmeye ve buradan kendimce bir sonuç çıkarmaya çalışacağım. Tarih bilimi bize bugün korumaya çalıştığımız, özünde Batınilik yatan günümüz Alevi-Bektaşi inanç anlayışının İslam ordularıyla karşılaştıkları esas sürecin miladi 634 ve 635’li yıllarda İran Horasanında gerçekleştiğini göstermektedir değerli arkadaşımın da söylediği gibi.

Esas süreç diyorum çünkü Horasan, Belh ve Hacı Bektaş Veli Efendimizin dünyaya geldiği Nişabur bölgesi İslam orduları tarafından bu yıllarda işgal edilmesi de İslam’ın sathi kabulü, yüzlerce yıl sonra 11 ve 12. yüzyıllarda gerçekleşebilmiştir. Bize kan ve gözyaşından o günden bugüne bize kan ve gözyaşından öte hiçbir şey vermeyen bu kabulün, bu kırılmanın ya da bu talihsizliğin yaşandığı bir başka önemli coğrafya ise Hazar Denizi’nin doğusunda kalan ve halen Maveraünnehir olarak bilinen coğrafi bölgedir.

Bölgede yaşayan eski Türk beylikleri Buhara, Taşkent, Semerkant, Talkan, Baykent gibi şehirlerde ayrı beylikler halinde yaşıyor, dirlik içinde bir yaşam sürdürüyorlardı. O devirde özellikle adı zengin şehir anlamına gelen Semerkant’ın zenginliğinin dillere destan olduğu söyleniyor. Ehli Sünnete mensup Taberi ve Zekiriya Kitapçı gibi İslam tarihçisi yazarların eserlerinden özetleyerek derlediğim bilgilere göre, Türklerin kılıç zoruyla Müslüman olmaları konusundaki bilgilerin topluma verilmesi yasaklanmış, Arapların miladi 670’ten 740’a kadar Türkler üzerinde sürdürdükleri katliamın hikâyesi ne yazık ki sansürlenmiştir. İlginçtir katledilenler de Türklerdir, sansürleyenler de.

Gerçekleri öğrendiğimizde bu iğrenç zulüm tarihinin yurttaşlarımızdan saklanma nedenini daha kolay anlamak mümkün olabilecektir. Kuşkusuz her birey için bilinmesi zorunlu olan fakat aynı zamanda da bu oturumun çok konusu olmayan tarihimizi anlatacak değilim. İşaret etmek istediğim şey, bu bölgede dirlik düzenlik içinde yaşayan Türkmenlerin tıpkı günümüzde olduğu gibi sen-ben kavgasını yeğlemelerine ve birbirlerini arkadan vurmalarına dair bir örnek vererek konuya geleceğim.

Öncü grupların başarısından cesaret alan Araplar, Muaviye'nin ilk Horasan valisi olan Ubeydullah bin Ziyad komutasında bu sefer daha kalabalık bir ordu ile Ceyhun Nehri’ni geçerek Kibaç Hatun yönetimindeki Buhara’ya saldırıyor. Kibaç Hatun komşu beyliklerden yardım istiyorsa da komşu Türk beyleri bu yardımdan kaçınarak Buhara’yı ve Kibaç Hatun’u Arapların kucağına atıyorlar. Bu ihanetten sonra işgalin önü açılıyor, bu coğrafya tamamen işgal ediliyor, zenginlikler yağmalanıyor, eli kılıç tutan tüm erkekler öldürülüyor, kadın ve gençler esir pazarlarında alınıp satılıyor. Sonra ne Kibaç Hatun, ne beyler, ne de ülke kalıyor.

Ders çıkarılması amacıyla verdiğim örneğin Türkmen beylerinin yerine kurumlarımızın yöneticilerini koyduğumuzda davranış kalıplarında ve özellikle de güç birliği etmek konusunda çok değişme olmadığını üzülerek ve içimiz sızlayarak görmekteyiz.

Şimdi yukarda verdiğim örnekten ve olumlu-olumsuz bütün bu yaşananlardan ders çıkarılmasını temenni ederek, kimi kurumlarımıza değin eleştiri ve önerilerimizi arz etmek istiyorum. Ancak 8 Kasım Mitingi’ni düzenleyen ve emeği geçen herkese huzurlarınızda öncelikle teşekkür ediyor, bu eylemin gerek barışçı yansıması, gerekse zamanlaması bakımından bütün sonuçlarını takdirle karşılıyoruz. Temenni edelim, arkadaşlarımızla bu başarının arkasında 20 yıllık bir emek, meşakkat, kan ve gözyaşı bulunduğunu takdir etsinler.

Mitingin kazanımlarından biri de Atatürk ve Hz. Ali’nin simge olarak öne çıkarılmasıdır. Bu doğru bir şeydir, öteden beri savunduğumuz ve olmazsa olmaz dediğimizde saldırılara maruz kaldığımız değerlerimizin nihayet fark edilmesi bizleri mutlu etmiştir. Dileriz ki bu değişim içten olsun, 10 Kasımlarda, 29 Ekimlerde, Kerbela Yası’nda ve Atatürk’ü anma günlerinde de devam etsin. Aksi takdirde buradan değerlerimizin siyaseten kullanıldığı sonucuna varılır ki, bu da Allah’la aldatan din tacirlerinden farkımızın olmadığı anlamına gelir.

Bu pozitif kazanımımızla birlikte hatalarımızın da görülmesi ve aksayan yanlarımızın onarımına devam edilmesi, takip edilmesi gerekmektedir. Örneğin kimi kurumlarımızı yöneten arkadaşlarımız, Alevi-Bektaşileri kucaklama gayreti içinde olması gerekirken daraldıkça daralmış, bölge ve köken tercihine göre kadrolaşmakta bir sakınca görmemiştir. Alevi-Bektaşilerin, Aleviliği Alevilik yapan kadim değerleri tartışmaya açılabilmiştir. Alevi inanç ritüelleri ve olmazsa olmaz konumundaki simgeleri hiçbir teolojik bilgisi, birikimi ve konuya hakimiyeti olmayan yöneticilerimiz tarafından kamuoyu önünde tartışılmış, İslam’ın içi-dışı, Arabın Ali’si bizim Ali gibi gereksiz polemiklerle kurumlarımızın saygınlığı, üzerinde durduğu zemini, dayanakları ve sempatisi zarar görmüştür.

Herkes bilir ki Alevi bireyin hanesinin önemli özelliklerinden biri duvarında asılı duran Hz. Ali ve Atatürk resimleridir. Oysa bırakın evlerimizi bu resim ve simgeleri içselleştiren, savunan üye, şube ve yöneticiler ulusalcı, tutucu, gerici nitelemeleriyle eleştirilip uzaklaştırılmış, Aleviliği cem yapmayı, dede yetiştirme çabalarını öne çıkaran şubeler kimi yönetici arkadaşlarımızca öteki muamelesine tabi tutulup dışlanmışlardır.

Değerli arkadaşlar, Alevi-Bektaşiler sürekli olarak Aleviler arasında birlik istemektedirler. Oysa son derece çekicidir, ABF yöneticileri Federasyonu oluşturan temellerini atan Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı’na, Alevi Kültür Derneği’ne, Pir Sultan Abdal 2 Temmuz Kültür Vakfı’na küstür. Cem Vakfı’yla diyalogu dahi yoktur. Avrupa Alevi-Bektaşi Konfederasyonu’yla mırın kırın konuşmaktadır. Hasılı kendi dışında kalan tüm Alevi-Bektaşi kurumlarıyla küs ve dargındır, çok büyük bir bölümüyle.

Buradaki herkesi sorunun nedenleri ve çözümü konusunda düşünmeye çağırıyoruz. ABF yönetiminin oluşturulmasında demokratik usuller yerine başka yöntemlerin tercih edilmesi ve delege yarışı hoşnutsuzlara neden olmaktadır. Hal böyle iken bu yöntem kimi arkadaşlarımızda alışkanlık haline gelmiş, meşrulaştırılmıştır. Eğer Alevi-Bektaşilerin sorunları bir an önce çözülsün istiyorsak, bu yöntemden vazgeçilmeli ve dilimize pelesenk ettiğimiz demokratik değerler içselleştirilmelidir.

Diğer bir konu da Hacı Bektaş, Pir Sultan Abdal, Abdal Musa gibi etkinliklerin organizasyonu ve seremonisindeki temsil sorunudur. Burada hakikaten çok acemice olduğunu düşündüğüm yaklaşımı ve iyi niyetten yoksun olan alternatif etkinlik tavrını gündeme getirerek konun tartışılmasını teklif ediyorum, düşünülmesini en azından.

Değerli arkadaşlarım, eğer emeğin en yüce değer olduğuna inanıyorsak bu organizasyonların emeğini çekenlere de saygı duymalı, ben ağayım, ben paşayım, ben büyüğüm edasıyla bir yerlere varılmayacağını kabul etmeliyiz. Ben Sayın Ali Rıza Selmanpakoğlu’nun herhangi bir Alevi etkinliğine giderek ben Hacı Bektaş Belediye Başkanıyım bana burada konuşma hakkı vermek zorundasınız dediğini hiç duymadım. Keza meydanlarda Aleviler de general olmak istiyor dedikten sonra Sayın Başkan’ın generalliğinin eleştirilmesindeki çelişkiye de dikkat çekmek istiyorum.

Sadece bu da değil, yapılan onca etkinlikten hiçbirinde hatta 2 Temmuz Sivas Anma Gününde dahi arkadaşlarıma gidip ben Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin kurucu genel başkanıyım bu katliam başkanlığım döneminde yürüttüğüm etkinliği hedeflemişti, bunun ezasını, cefasını ben çok çektim. Burada konuşma hakkım var demedim. Bugüne değin buradaki arkadaşlarım da dahil olmak üzere hiç kimse burada alakalı, alakasız onca insan konuşuyor buyur iki kelime de sen et demedi. Eğer etkinliğe katılmaya şartlarım elveriyorsa katılırım, izlerim ve sessizce ayrılırım.

Değerli arkadaşlar, tek partiye tutsak olma durumundan kurtulmak ve siyaset dünyasında istemlerimizin hayat bulması adına oy vermekle özendirmenin ayrı ayrı şeyler olduğu bilinciyle hareket etmeli, diğer siyasi partileri cesaretlendirmeliyiz. Muhalefet olmaktan öte hiçbir hedefi olmayan, parti içi demokrasiyi katleden, kurumlarımızı fevkalade kötü örnek olan, hiç değişmeyen ve günümüz değerlerinden oldukça geriye düşen, iktidar olmayı aklına bile getirmeyen, yıllar yılı oyumuzu heba eden, Kürt bölgelerine gidemeyen, bırakın oy almayı miting dahi yapamayan partiyi teşhir etmeliyiz.

Bu yüzden bütün kitle partilerini muhatap almalı, ırkçı ve dinci partiler dışında kalan siyasi partileri programlarında demokratik inançsal istemlerimize yer vermeleri konusunda ikna etmeliyiz. Kurumlarımızın asli görevi elbette politika yapmak değildir. Hele de siyasi parti kurmak ya da buna öncülük etmek hiç değildir. Kurumlarımız devletin bütün olanaklarını elinde tutan bunca büyük gerici, ırkçı ve dinci ittifak karşısında kendinden menkul yapılarla avunamaz, yetinemez. O yapılarla iç içe olamaz, aynı metne imza atamaz. Bu yapılanmaların öznesi ve cesaretlendiricisi olamaz. Binde bir oy alan, oy oranlarıyla avunan siyasi yapılarla yetinemez.

Kurumlarımızın Alevi kültür ve inancından uzaklaşarak marjinal ideolojilere öncelik veren çocuklarımızla ilgili sorumlulukları vardır. Çocuklarımızın geçmişte olduğu gibi siyaseten kullanılmalarına sessiz kalamayız. Bu gençlerimizi sokağa değil üniversiteyi, bilimi, işi ve aşı adres göstermeliyiz. İhtiyaç duyan çocuklarımıza geçmişte olduğu gibi burs temin etmeliyiz. Onları kazanmak için çaba göstermeli ancak bünyemizi ve doğrultumuzu bozmalarına izin vermemeliyiz.

Veliyeddin Bey uyardı ben şöyle arkadaşlar geçerek esas söylemek istediklerimi söyleyerek konuşmamı bitirmek istiyorum.

Görünen odur ki kitlesel katılım ve temsil kabiliyeti çok daha güçlü olan eylemlilikleri daha epeyce süre örgütlemek ve gerçekleştirmek durumunda olacağız. Yaptığımız eylemin etkili olması için tek başına sayısal katılımın gücü yetmiyor. Güçlü kitlesel katılımı temin etmek güzel, elinize sağlık, ama bir şeye daha ihtiyaç olduğunu anlamalısınız. Kürsüden verilen fotoğraf ve eylem sonrasındaki sürecin yönetilmesi alakasız siyasilerle tamamlayamazsınız.

Biz görüşlerimizi toplumla bölüşmeyi sürdüreceğiz. Söyleyegeldiğimiz gibi çözümün anahtarı birlikten geçmektedir. Anahtarı kullanmamak mücadeleye zaman kaybettirmektedir. O halde Baykal, Tayip vs’lerden randevu beklemektense Veliyeddin Bey’le, Ali Rıza Selmanpakoğlu’yla, İzzettin Doğan’la ya da ne bileyim arkadaşlarımızla, Mustafa Özcivan’la iletişim kurmak yolu tercih edilmelidir.

Bizi bunlar büyütecektir, bizi bunlar güçlendirecektir. İddialarımızın büyüklüğü yanında saygınlığımızın da büyütülmesinin başka yolu yoktur. Çevremizi büyütelim ki zenginleşelim; göreceğiz ki çevremiz büyüdükçe esas büyüyen mücadelenin gücü olacaktır.

Sürece dair, açılıma dair birkaç şey söyleyeyim bitireyim dede izninizle. AKP Hükümeti istemlerimiz konusunda sorunu çözmek yerine ortaya içi boş bir Alevi Açılımı lafı attı ve daha ileriye gitmedi. Peki, neden dostlarım? Ülkemiz o hale geldi ki devletin Alevilerle ilgili kırmızıçizgilerini artık Diyanet denilen kurumu sömüren ve haramın üstünde oturan Sünni ulema belirliyor. Devletin emperyalist istemlerine karşı tespit ettiği kırmızıçizgileri berhava oldu, ama Diyanet’in Alevilere karşı oluşturduğu kırmızıçizgilerinde hiçbir esneme görülmüyor.

Hükümet Alevi Açılımı sürecini ciddiye aldığını tekrarlayıp dururken, hükümete bağlı olan Diyanet İşleri Başkanlığı Alevi-Bektaşilere alenen hakaret etmeye devam ediyor. Dini bir kurum değil, hükümetlerin de üzerinde siyasal bir güç haline gelen kurum sağduyu sahibi herkesten çözüm noktasında tavsiye almasına karşın çözümsüzlüğü dayatıyor. Anımsayalım, sivil otorite eskiden köklü değişiklikler öncesi acaba asker ne der diyerek adım atmakta tereddüt ederdi. Askeri ötekileştirmeyi başaran gericiler onun yerine demokrasiyi değil, ulemayı yani dinciliği inşa ediyorlar. Bu yüzden dikkat edelim ve dincilik in, asker out olurken sakın geçmişi mumla aramayalım, olmaz da hani inşallah aramayız hani bu varsayımı da göz ardı etmeyelim ve aklımızın bir yanında bulunduralım diye teklif ederim.

Somut teklifimiz şudur: Salt Diyanet İşleri Başkanlığı’nı hedef alan, onun mezhepçiliğini, gayrimeşruluğunu ve toplumsal zaaflarını deşifre eden, sadece ona münhasır bir kitlesel eylemi gündemimize almalı ve bunu mutlaka gerçekleştirmeliyiz. Son süreçte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, AB baskısı, 8 Kasım Mitingi ve benzeri kazanımlarımız nedeniyle Alevilerin iadei itibar meselesinin yavaş yavaş Hükümetin keyfiyetinden çıktığının farkında olmalıyız.

Bu nedenle Alevi Açılımı sürecinin sonuç verip vermeyeceği konusunda bir yargıya varmadan önce zıtların birliği olgusunu göz ardı etmemeli, süreci özendirmeye devam etmeli ve olumsuz söylemlerden uzak durmalıyız. Bu AKP zaten tutucu, bunlardan Alevi Sorunu’na çözüm gelmez tavrının sürpriz bir biçimde bizi yanıltabileceğini ve beklentilerimizden bir bölümünün hiç değilse karşılanabileceği varsayımını göz ardı etmemeliyiz.

Dostlarım son söz olarak Diyanet çevresini ablukaya alan Muaviye artıkları sorunu çözümsüz bırakmak, buradan kavga nedeni üretmek istiyor da olabilirler. Bunu bilemiyoruz, nedenleri ne olursa olsun, kimler hangi ihanet içinde olurlarsa olsunlar, bizler kavgayı, ayrışmayı değil huzuru ve eşitliği istemeye, Yunus’u, Pir Sultan’ı, Hacı Bektaş’ı, Tapduk, Mevlana, Aşık Veysel’den aşk ve sevgi pınarlarından feyz almaya devam edeceğiz. Pir’in işaret ettiği barış ve aşk yolundan yürüyeceğiz. Yolumuzdan dönmeyeceğiz, münkir olmayacağız.

Bu duygularla başta toplantıyı düzenleyen Sayın Nafiz Ünlüyurt ve Sayın Mustafa Özcivan’a ve emeği geçen herkese teşekkür ediyor, toplantımızın yararlı sonuçlara vesile olmasını diliyor, oturum başkanımız Sayın Veliyeddin Bey’i ve siz değerli katılımcıları kurumumuz ve şahsım adına saygı ve sevgi ile selamlıyorum.


Yüklə 0,63 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   12




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin