BİLGİNİN EDİNİLMESİ ve NESİLDEN NESİLE AKTARILMASI
Kuşaktan kuşağa aktarılan bilgiler bugünkü gibi araştırma ve deney, yani bilim yoluyla edinilmiyordu. Deneme-yanılmayla edinilen tecrübeler önce sözle, sonra yazıyla kuşaktan kuşağa aktarılırken gelenekler oluştu. Eski yüksek medeniyetlerde yazmayı ve okumayı bilenler din adamlarıydı. Metinleri yazacak olan kâtipleri de din adamları yetiştirirdi. Din adamları ve iyi eğitim almış olan kâtipler edinilen tecrübelerin ve bilgilerin sahibi olduğundan sözlü ve yazılı bilgi birikimi ve eğitimi önce mabetlerde ve saraylarda başladı. Böylece tapınaklar sadece ibadet yerleri olmayıp, bilginin üretildiği, eğitim ve öğretimin yapıldığı yerler olarak gelişti. Örneği, Babilli rahipler yazıyı tapınaklara bağlı tablet evlerinde kutsal ve gizli bir sanat olarak öğretir ve meslek bilgilerini sır olarak saklardı.
Mabetlerde başlayan bilgi aktarımı bilginin olağanüstülüğüne zemin teşkil ediyordu. Eski uygarlıklarda bilginin kutsal bir kaynaktan geldiği inancı yaygındı. Örneği, eski Mısır efsanelerine göre, ibis kuşu olarak temsil edilen Mısır tanrılarından Thot yazının ve bilginin kaynağıydı. Metinlerde Thot’un adı “yol gösteren, öğreten, üç kere büyük” olarak ifade edilir. Yunan uygarlığına Hermes olarak akseden Thot kültürü İslâm medeniyetinde “hikmet üçgeni, hikmetle üç kere donanan” gibi kavramlarla ifade edildi. Bilginin, sayıların ve yazının gizliliği ve kutsallığı zamanla Hermes’e atfedilen simya ve astroloji gibi saklı ve gizemli düşünce ve uğraş alanlarını ifade eder oldu. Kırk iki kitaptan oluşan Hermes Külliyatı Avrupa’da Rönesans döneminde yirmi iki kere basıldı. Son altı kitap tıp ile ilgili olup, anatomi, tıp aletleri, ilâçlar, çeşitli hastalıklar, ayrıca göz ve kadın hastalıklarına aittir.
Bugün olduğu gibi eski çağlarda da zaman içinde belirli merkezler tıp eğitiminde ün salmıştı. Mısır’da Memfis, Teb ve Sais şehirlerinde kurulmuş olan ve “hayat evi (Pir ankh) adı verilen okullarda hekimlik de öğretilirdi. Usta bir hekimin yanında usta-çırak eğitimi yoluyla, ya da tıbbi papirüslerden yararlanarak hekimliği öğrenmek de mümkündü. Büyüyle hasta tedavisini öğretenler de vardı.
Eski Hint tıbbı da din bilgisi ile iç içe başlamıştı. M.Ö. 2500-1500 yıllarında İndus vâdisinde doğan Hinduism tıp bilgisinin de kaynağı sayılırdı. Eski Hint efsanesine göre bilgi (veda) en büyük tanrı Brahma’dan alınmıştı. Yedi bilge, insanoğlunun acılarına çare bulmak için Himalayaların doruğunda bulunan tanrılara yakarmış ve Brahma onlara yaşam bilgisinin (Ayur-veda) sırlarını vermişti. Ayur-veda metinleri sağlıklı ve uzun yaşamanın yollarını da gösteriyordu. Veda kelimesi ile ifade edilen Rig-veda, Ayur-veda, Sema-veda gibi din kitaplarında tıp ile ilgili birçok bilgiler yer alır. Bir diğer efsaneye göre, Brahma’nın müsaadesi ile tıp sanatını öğreten, kutsal bilginin sahibi Dhanvantari hayat suyunu semenderden alıp içerek ölümsüzleşmişti.
Kendinden önceki yazarların verdiği bilgileri doğrulama arzusu eski uygarlıklarda çok güçlüydü. Nesilden nesle aktarılan bilgilerin yanlış olabileceği düşüncesi ancak bilim zihniyetinin doğuşuyla gerçekleşebilecekti. Bu sebepledir ki Orta Çağ boyunca eski uygarlıkların bilgileri tercüme ve derleme yoluyla yüz yıllar boyunca sorgulanmadan aktarılmıştı. İnsan aklına ve mantığına sığmayacak bir takım efsaneler bile önde gelen şahsiyetlerce gerçek kabul edilebiliyordu. Örneği, gördüğü ve duyduğu eski ve yeni tüm bilgileri hiç sorgulamadan toplayan ve kaydeden Roma’lı Plinius (M.S. 23-79) olmayacak rivayetleri aktarmasıyla ünlüdür. Her şeye merak salan Plinius’un Historia Naturalis adındaki ansiklopedisinde yer alan bilgiler arasında garip yaratıklar, tuhaf yapılı insan ve hayvanlar tasvir edilmiştir. Bu eser sonraki nesillerce tekrar tekrar çoğaltılmış ve gerçeğe uymayan pek çok bilgi Ortaçağ boyunca kabul görmüştür. Bu kaynak günümüzde eski çağların düşünce ve geleneklerini anlamamıza yardımcı olmaktadır.
Dostları ilə paylaş: |