Jostein Gaarder Sofi'nin Dünyası



Yüklə 2,32 Mb.
səhifə6/40
tarix17.11.2018
ölçüsü2,32 Mb.
#83161
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   40
Tanrısal bir ses
Sokrates'in diğer insanları devamlı mat etmekteki amacı onları rahatsız etmek değildi. İçinde öyle bir şey vardı ki ona başka bir şans tanımıyordu. Sokrates hep içinde "tanrısal bir ses" olduğunu söylüyordu. İnsanlara ölüm cezası vermeye karşıydı örneğin. Politik muhalifleri ele vermeyi de reddediyordu. Bu da sonunda hayatına ma-loldu.
İ.Ö. 399 yılında "devletin tanrılarını tanımadığı" ve "gençlerin düşüncelerini bozduğu" için ölüme mahkûm edildi. 500 kişilik jürinin yarıdan biraz fazlasınca suçlu bulundu.
Af dilenebilirdi kuşkusuz. En azından Atina'yı terketmek suretiyle paçayı kurtarabilirdi. Ama böyle yapmış olsaydı Sokrates olmazdı. Gerçek şu ki o, kendi vicdanını -ve doğruyu- kendi hayatının önüne koydu. Devletin çıkarı için uğraştığını belirtti. Ama yine de ölüme mahkûm edildi. En yakın arkadaşlarının yanında bir kupa baldıran zehiri içti. Ve yığılıp öldü.
Niçin Sofi? Sokrates neden ölmek zorundaydı? Bu soruyu insanlar 2400 yıldır soruyorlar. Ancak o, tarihte sonuna dek mücadele etmekten vazgeçmeyip düşüncelerinden ötürü ölen tek kişi değildir.
78
SOKRATES
İsa'dan sözettim daha önce. İsa ile Sokrates arasında gerçekten bir takım benzerlikler var. Burada birkaçından sözedeceğim.
İsa da Sokrates de çağdaşları tarafından sır dolu insanlar olarak görüldüler. İkisi de ardında yazılı bir şey bırakmadı. Onlar hakkındaki bilgiler konusunda öğrencilerine bağlı kalmak durumundayız. Ancak ikisi de kuşkusuz iyi birer konuşmacı idiler. Ayrıca kendilerinden öylesine emin bir tarzda konuşuyorlardı ki bu dinleyeni hem çok etkileyebiliyor hem de rahatsız edebiliyordu. Üstelik ikisi de kendilerinden daha büyük gördükleri bir şey adına konuşuyorlardı. Her türlü haksızlık ve otoriteyi eleştirerek toplumda gücü elinde bulunduranları savunmaya itiyorlardı. Ve en önemlisi, bu ikisinin de hayatına maloldu.
İsa ve Sokrates'in davalarında da benzerlikler var. İkisi de af dileyebilir, böylelikle hayatlarını kurtarabilirlerdi. Ancak sonuna kadar direnmezlerse davalarına ihanet etmiş olacaklarına inanıyorlardı. Ölüme onurla giderek, ölümlerinden sonra binlerce yandaş edinmiş oldular.
İsa ile Sokrates arasındaki benzerlikleri göstererek ikisinin aynı olduklarını söylemek değil amacım. Esas olarak, ikisinin de insanlara vermek istedikleri ve kendi kişisel cesaretlerinden ayırdedileme-yecek mesajları olduğunu söylüyorum.
Atina'da birjoker
Sokrates, Sofi! Henüz Sokrates'i bitirmedik. Yöntemini anlattık. Ama onun projesi neydi?
Sokrates Sofistlerle aynı dönemde yaşadı. O da Sofistler gibi, doğa filozoflarının sorunlarından çok insan ve insan yaşamı ile ilgiliydi. Sokrates'ten birkaç yüz yıl sonra yaşamış Romalı filozof Cice-ro şöyle diyordu: "(O) felsefeyi gökyüzünden Dünya'ya indirip şehirlerde barındırdı. Felsefeyi evlere sokup insanları hayat ve töreler,
79
SOFÎ'NlN DÜNYASI
iyilik ve kötülük üzerine düşünmeye zorladı."
Ancak Sokrates Sofistlerden önemli bir noktada ayrılıyordu. O kendini bir "Sofist", yani eğitimli ve bilge bir kişi olarak adlandırmıyordu. Sofistlerin aksine öğrettikleri için para almıyordu. Hayır, Sokrates kendine kelimenin tam anlamı ile "filozof diyordu. "Philo-sophos"un kelime anlamı "bilgeliğe ulaşmaya çalışan kişi"dir.
Burada mısın Sofi? Bu kursta daha sonra anlatılacaklar için, "Sofist" ile "filozof" arasındaki ayrımı anlamış olman önemli. Sofistler anlattıkları şişirme şeyler için para alıyorlardı. Tarih bu tür "Sofistlerle" doludur. Bildikleri azıcık şeylerle yetinen ya da bilmedikleri şeyleri çok iyi biliyormuş gibi yapıp övünen öğretmenlerden ve bilgiçlerden sözediyorum. Bu tür "Sofistlerle" kısa hayatında sen bile karşılaşmışındır. Gerçek filozof Sofi, bunun tam tersidir. Bir filozof aslında çok az şey bildiğinin farkındadır. Tam da bu yüzden hep, her zaman gerçek bilgiye ulaşmaya çalışır. Sokrates bu türden ender bir kişiydi. Hayat ve dünya hakkında hiçbir şey bilmediğinin farkındaydı. Ve en önemlisi: bu kadar az şey bilmekten müthiş rahatsızlık duyuyordu.
Yani filozof, anlamadığı pek çok şey olduğunu kabul eden kişidir. Ve bu da onu huzursuz eder. Ama tam da bu bakımdan, bilmediği şeyleri biliyormuş gibi yapıp övünen insanlardan çok daha akıllıdır. "En bilge kişi bilmediğini bilen kişidir," demiştim. Sokrates de tek bir şey bildiğini söylüyordu ve bu da hiçbir şey bilmediğiydi! Bu açıklamayı not almalısın Sofi, çünkü filozoflar arasında bile bunu böyle rahatlıkla söyleyebilene çok az rastlanır. Üstelik bunu açık açık söylemek insanın hayatına malolacak kadar tehlikeli olabilir. Her zaman en korkulan kişiler soru soran kişilerdir. Sorulara cevap vermek o kadar sakıncalı değildir. Tek bir soru bin cevaptan daha güçlü olabilir.
"Kralın Yeni Giysileri" masalını biliyor musun? Bu masalda kralın üzerinde aslında giysi filan yoktur, ama maiyetindekilerin hiçbiri bunu ona söylemeye cesaret edemez. Birdenbire bir çocuk kralın
80
SOKRATES
çıplak olduğunu haykırır. Cesur bir çocuktur bu, Sofi. Sokrates de hjZ insanların ne kadar az şey bildiğini söyleyebilecek kadar cesurdu Çocuklarla filozoflar arasındaki benzerliklerden sözetmiştik zaten daha önce.
Tekrar ediyorum: insanlık kolayca cevaplanamayacak önemli sorularla karşı karşıyadır. Bu durumda insanın karşısına iki seçenek çıkar: ya bilmeye değer şeyleri biliyormuş gibi yaparak kendimizi ve dünyadaki herkesi kandırabiliriz, ya da gözlerimizi bu sorulara kapayıp cevap aramaktan tümüyle vazgeçebiliriz. İşte insanlar bu bakımdan ikiye ayrılır. Ya kendinden son derece emin ya da iyice vurdumduymaz olurlar. (İnsanların bu iki türü de tavşanın kürkünün diplerinde debelenir durur.) Bir deste iskambil kâğıdını ikiye ayırmaya benzer bu, Sofi. Siyah kâğıtlar bir tarafa, kırmızı kâğıtlar öbür tarafa.. Ama arada bir karşımıza bir joker çıkar. Joker ne kupa, ne sinek, ne karo ne de maçadır. Sokrates de Atina'da böyle bir joker idi. Ne kendinden çok emin, ne de vurdumduymazdı. Tek bir şey biliyordu yalnızca, bu da hiçbir şey bilmediğiydi. Ve bundan huzursuzluk duyuyordu. Böylece bir filozof, yani vazgeçmek bilmeyen, durmadan gerçek bilgiyi arayan biri oldu.
Atinalı birinin Delphoi'deki kâhine, Atina'nın en bilge kişisinin kim olduğunu sorduğu anlatılır. Kâhin, Sokrates, diye yanıt verir. Sokrates bunu duyduğunda şaşırır. (Bence çok eğlenmiştir, Sofi!) Doğru şehre gidip, hem kendince hem de başkalarınca çok akıllı biri diye bilinen bir adam bulur. Ancak adam Sokrates'in sorularına hiç de kesin yanıtlar veremeyince, Sokrates kâhinin aslında haklı olduğunu anlar.
Sokrates bilgimizin temelini bulmanın önemli bir şey olduğunu düşünüyordu. Ve o, bu temelin insanın mantığı olduğuna inanıyordu. İnsan mantığına bu denli güvenişi açısından kesin bir Akılcı idi.
81
SOFİ'NİN DÜNYASI
Doğru bilgi, doğru eylemi gerçekleştirir
Sokrates'in içinden gelen "tanrısal sese" ve bu "vicdanın" ona neyin doğru olduğunu gösterdiğine inandığını söylemiştik. O , "doğruyu bilen, doğru davranır," diyor, doğru bilginin doğru eylemi gerçekleş, tireceğine inanıyordu. Ve yalnızca doğru davranan kişi "doğru kişi" olabilirdi. Kişiler bilmedikleri için kötüdürler, bilseler kötü olmazlar. Aklımızın iyiye ermesi bir bilgi işidir, bunun için bilgimizi artırmak çok önemlidir. Sokrates bu yüzden neyin doğru, neyin yanlış olduğuna dair kesin ve her zaman geçerli olan yanıtlar bulmak peşindeydi. Sofistlerin tersine o, doğru ile yanlışı birbirinden ayırma yeteneğinin toplumda değil insan mantığında yer aldığına inanıyordu.
Bu son cümleyi anlamak belki sana güç geliyordur Sofi. Şöyle diyeyim: Sokrates, insanın inandıklarının tersini yaparak mutlu olamayacağına inanıyordu. Ve nasıl mutlu olacağını bilen insan, mutlu olmaya da çalışır. Dolayısıyla neyin doğru olduğunu bilen insan, doğru davranmak zorundadır. Çünkü hiç kimse mutsuz olmayı istemez, değil mi?
Sen ne diyorsun, Sofi? Devamlı doğru olmadığını bildiğin şeyleri yaparak mutlu olabilir misin? Sürekli yalan söyleyen, hırsızlık yapan, insanların arkasından konuşan kişiler vardır. Haklı -ya da adil diyelim istersen- olmadıklarını kendileri de bilirler kuşkusuz. Ya bu onları mutlu eder mi?
Sokrates'e göre, hayır.
Sofi, Sokrates hakkındaki bu mektubu okuduktan sonra mektubu aceleyle kutuya koyup emekleyerek bahçeye çıktı. Nerede olduğuna dair pek çok sorudan kurtulmak için annesi alışveriş' ten dönmeden eve girmiş olsa iyi ederdi. Hem de bulaşığı yıkayacağına söz vermişti.
Daha suyu yeni doldurmuştu ki annesi elinde iki koca torbayla içeri girdi. Belki de bu yüzden annesi:
82
SOKRATES
- Kafan biraz fazla meşgul galiba son zamanlarda! dedi. Nasıl olduğunu anlamadan Sofi'nin ağzından birden şu
sözler dökülüverdi:
. Sokrates'in de öyleydi.
. Sokrates mi? Annesinin gözleri kocaman açılmıştı.
- Ne yazık ki bunu hayatıyla ödemek zorunda kaldı, diye devam etti Sofi dalgın dalgın.
- Ama Sofi! Ne diyeceğimi bilemiyorum artık!
- Sokrates de bilmiyordu. Bildiği tek şey hiçbir şey bilmediğiydi. Yine de o Atina'daki en bilge kişiydi.
Annesi iyice şaşkına dönmüştü. Sonunda:
- Bunları okulda mı öğrendin? diye sordu. Sofi hemen başını iki yöne salladı.
- Orada hiçbir şey öğrendiğimiz yok... Okuldaki bir öğretmenle bir filozof arasındaki en büyük fark, öğretmenin her şeyi bildiğini sanarak bunları öğrencilere zorla öğretmeye çalışmasıdır. Bir filozof ise öğrencileriyle beraber anlamaya çalışır.
- Yine beyaz tavşanlardan bahsediyoruz, öyle mi? Artık şu erkek arkadaşının kim olduğunu bilmeyi istiyorum. Yoksa onun biraz üşütük biri olduğunu düşünmeye başlayacağım.
Sofi annesine döndü. Elindeki bulaşık fırçasını annesine doğru salladı.
- Üşütmüş olan o değil. Tersine başkalarını biraz olsun üşütmeye çalışan biri. Bunu onları eskimiş düşüncelerinden uyandırmak için yapıyor.
- Artık yeter ama! Pek de bilmiş birine benziyor bu çocuk! Sofi yine bulaşık köpüklerinin üzerine eğildi.
- O ne bilmiş ne de bilge! Ama gerçek bilgeliğin peşinde. Gerçek bir jokerle diğer iskambil kâğıtları arasındaki fark bu.
- Joker mi dedin? Sofi başını salladı.
83
I
SOFfNlN DÜNYASI
- Bir destede ne çok kupa, ne çok karo olduğunu hiç düşt^, dün mü? Bir sürü de maça ve sinek. Ama bir destede yalnız^ tekbir joker var.
- Ne biçim cevap bu, kızım.
- Ne biçim soru asıl!
Annesi aldıklarını yerine yerleştirdikten sonra gazetesini alıp oturma odasına gitti. Sofiye annesi kapıyı her zamankin, den daha hızlı çekmiş gibi geldi.
Bulaşığı bitirdikten sonra odasına çıkü. Kırmızı ipek eşat. bı, legolarıyla birlikte dolabın en üstündeki rafa koymuştu, Eşarbı tekrar eline alıp incelemeye koyuldu.
Hilde...
84
A T î N A-
... harabeden bir sürü yüksek yapı yükseldi...
Akşam Sofi'nin annesi erkenden komşu ziyaretine gitti. O gider gitmez Sofi bahçeye çıktı ve Geçit'ine girdi. Büyük bisküvi kutusunun yanında kalın bir paket duruyordu. Sofi aceleyle paketi açtı. Bir video kasetiydi bu!
Hemen eve koştu. Bir video kaseti! Bu yepyeni bir şeydi işte. Peki ama felsefe öğretmeni onlarda video olduğunu nereden bilmişti? Kasette ne vardı acaba?
Sofi kaseti videoya koydu. Ekranda büyük bir şehir resmi belirdi. Sofi çok geçmeden burasının Atina olduğunu anladı, çünkü kamera yakın çekim Akropolis'i gösteriyordu. Sofi buradaki harabelerin resimlerini daha önce çok görmüştü.
Bu ise hareket eden bir resim, bir filmdi. Tapınak harabelerinin arasında şortlu, boyunlarında fotoğraf makinesi asılı turistler dolaşıyordu. İçlerinden birisi bir pankart mı tutuyordu ne? İşte, pankart bir kez daha görünüyordu! "Hilde" mi yazıyordu üzerinde?
Bir süre sonra ekranda orta yaşlı bir adam belirdi. Oldukça ufak tefek, siyah, bakımlı bir sakalı olan, mavi bere giymiş bir adamdı bu. Adam yüzünü kameraya dönerek konuşmaya başladı:
- Atina'ya hoş geldin, Sofi. Çoktan tahmin etmiş olabileceğin gibi, Albert Knox benim. Tahmin etmemiş idiysen, beyaz tavşanın halen evrenin siyah silindir şapkasından çıkmaya devam ettiğini kısaca hatırlatmak isterim. Şu an Akropolis'teyiz. "i sözcük, "şehir kalesi" veya esas olarak "yüksekteki şehir" lamına gelir. İnsanlar taş devrinden beri burada yaşayagel-
85
SOFI'NİN DÜNYASI
diler. Bunun ana nedeni şehrin yerleşimi. Bu yüksek platoda kurulmuş şehri düşmanlara karşı savunmak kolaydı. Ayrıca Akropolis'ten Akdeniz'in en güzel limanlarından birini göz al-tında tutmak da mümkündü... Atina platonun eteklerindeki düzlükte büyüyüp gelişirken, Akropolis kale ve tapınak alam olarak kullanılıyordu. İsadan önce beşinci yüzyılın ilk yansında Yunanlılarla Persler arasında büyük bir savaş oldu. 480 y\. lında Pers imparatoru Kserkes Atina'yı talan edip Akropo-lis'teki tüm eski tahta yapıları ateşe verdi. Ertesi yıl ise, Yunanlılar Persleri yendi ve bundan sonra Atina'nın altın çağı başladı. Akropolis eskisinden çok daha onurlu ve güzel bir biçimde yeniden inşa edildi ve artık sadece tapınak alanı olarak kullanılmaya başlandı. Sokrates de bu yıllarda sokaklarda meydanlarda dolaşarak Atinalılarla konuşuyordu. Bu arada Akropolis'in yeniden doğuşuna, şimdi etrafta gördüğümüz görkemli yapıların oluşmasına tanıklık ediyordu. Müthiş bir inşaat alanıydı bu! Arkamda gördüğün Akropolis'in en büyük tapınağı. Bu tapınağın adı "Bakire'nin evi" anlamına gelen Parthe-non ve Atina'nın koruyucu tanrısı tanrıçaAthena onuruna yapılmış. Bu büyük mermer binada tek bir düz hat görülmez; dört köşenin her biri hafifçe bükülür. Böylelikle binaya daha büyük bir canlılık verilmeye çalışılmıştır. Yapı aslında çok büyük olmakla beraber göze hantal görünmez. Bunun nedeni bir tür göz yanılmasıdır. Sütunlar içeriye doğru öyle hafif bir eğimle bü külmüşlerdir ki birbirleriyle tapmağın tepesinde buluşabilme-leri için 1500 metre yükseklikte olmaları gerekir. Bu müthiş büyük binanın içinde yalnızca Athena'nın 12 metre yüksekli ğindeki heykeli bulunuyordu. Yapılarda pek çok canlı renge boyanarak kullanılan beyaz mermerin 16 kilometre uzaktaki bit dağdan getirildiğini de ekleyeyim...
Sofi yüreği ağzında oturmuş seyrediyordu. Videoda konuşan felsefe öğretmeninin ta kendisi miydi gerçekten? Onun yal
86
ATİNA
zca karanlıkta siluetini görmüştü önceden. Evet, o zaman gördüğü kişi şimdi Atina'da Akropolis'te duran bu adam olabilirdi.
Birazdan adam tapınağın uzun kenarı boyunca yürümeye başladı. Kamera da onu takip ediyordu. Tepenin en ucuna dek giderek eliyle aşağıyı gösterdi. Kamera, Akropolis platosunun eteğindeki bir tiyatroya odaklandı.
- Burası eski Dionysos tiyatrosu, diyerek konuşmasına devam etti bereli adam.
- Avrupa'nın en eski tiyatrosu olduğu sanılıyor. Tam Sok-rates'in yaşadığı dönemde burada büyük trajedi şairleri Aeskhylos, Sofokles ve Euripides'in eserleri sahnelendi. Daha önce bahtsız Kral Oedipus hakkındaki trajediden bahsetmiştim. Bu oyun ilk kez burada sergilendi. Sadece trajediler değil, komediler de oynandı bu tiyatroda. En tanınmış komedi yazarı Aristofanes idi. Aristofanes diğer eslerlerinin yanısıra şehrin garip kişisi Sokrates hakkında acımasız bir komedi de yazmıştı. En arkada, oyuncuların önünde oynadıkları taştan duvarı görüyoruz. Buna skene deniyordu. Dilimizdeki "sahne" sözcüğü de buradan gelmektedir. Tiyatro sözcüğü de eski Yunanca-daki "seyretme" kelimesinden gelir. Ama biz yine filozoflara döneceğiz Sofi. Parthenon'un etrafını dolaşıp girişten aşağıya inelim...
Ufak tefek adam koca tapınağın çevresini dolaşıp daha küçük birkaç tapınağı sağına aldı. Bir takım yüksek sütunların arasında yer alan merdivenlerden aşağı inmeye başladı. Akropolis platosunun eteğine geldiğinde, yüksekçe bir tepeye çıkıp eliyle tüm Atina'yı göstererek sözlerine devam etti:
- Üzerinde durduğumuz bu tepenin adı Areopagos. Atina mahkemesi ölüm davalarını burada ele alırdı. Yüzlerce yıl sonra İsa'nın havarilerinden Paulus burada durup Atinalılara isa'yı ve Hıristiyanlığı anlattı. Bu konuşmadan daha sonra
87
SOFI'NİN DÜNYASI
tekrar bahsedeceğiz. Aşağıda solda Atina'daki eski meydanın kalıntılarını görüyoruz. Geriye demir tanrısı Hephaistos'un tapınağından ve birkaç mermer bloktan başka bir şey kalmamış. Aşağıya iniyoruz...
Ve bir anda tekrar harabelerin arasında belirdi. Ta yukarda gökyüzünün altında - ve Sofi'nin televizyon ekranının en tepesinde - tüm heybetiyle Akropolis'teki Athena tapmağı yükseliyordu. Felsefe öğretmeni mermer bir taşın üzerine oturmuştu. Kameraya bakıp konuşmaya başladı:
- Atina'daki eski meydanın kenarındayız. Şimdi acıklı bir görünüşü var buranın, değil mi? Oysa bir zamanlar etrafla heybetli tapmaklar, mahkemeler ve öteki devlet binaları, dükkanlar, konser salonu ve de bir spor binası yer alıyordu. Hepsi, dört köşe bir alan olan bu meydanın çevresindeydi.... Bu meydanda Avrupa uygarlığının temeli yatıyor. "Politika", "demokrasi", "ekonomi", "tarih", "biyoloji", "fizik", "matematik", "mantık", "teoloji", "felsefe", "ahlak", "psikoloji", "teori", "metod", "idea", "sistem" ve daha çok, pek çok sözcük bu meydanda günlük hayatını sürdüren bir grup insandan kaynaklanmaktadır. Sokra-tes bu meydanda dolaşıp karşılaştığı insanlarla konuşuyordu. Belki de bir kap içinde zeytinyağı taşıyan bir köleye yaklaşıp zavallı adama felsefi bir soru soruyordu. Çünkü Sokrates bir kölenin de bir soylu kadar mantığı olduğuna inanıyordu. Belki yurttaşlardan biriyle hararetli bir ağız münakaşası yapıyor, belki de genç öğrencisi Platon'la sakin sakin konuşuyordu. Bunları düşünmek insana garip bir duygu veriyor. Hâlâ "Sok-ratesçi" veya "Platoncu" felsefeden sözediyoruz ama Sokrates ya da Platon olmak daha başka bir şey...
Sofi de bunu garip buluyordu elbette. Ama şu an oturmuş, felsefe öğretmeninin kendisiyle, gizemli bir köpeğin bahçedeki gizli köşesine getirip bıraktığı bir videodan konuşuyor olması da Sofi'ye en az bunun kadar garip geliyordu.
88
ATİNA
Filozof oturduğu mermer taştan kalktı. Alçak bir sesle konuşmasını sürdürdü:
- Aslında bu konulara girmek değildi amacım. Sana Akro-polis'i ve Atina'daki eski meydandan kalan harabeleri göstermek niyetindeydim. Ancak sana buraların eski zamanlarda ne kadar gösterişli olduğunu anlatıp anlatamadığımdan emin değilim... Kendimi alıkoyamıyorum şimdi... biraz daha ileriye gitmekten... Tabii bu bütün kurallara aykırı... ama bunun aramızda kalacağına dair bir güven var içimde... Ne olursa olsun, şöyle biraz olsun baksan yeter...
Daha başka bir şey söylemeden uzunca bir süre durup kameranın içine baktı. Sonra aniden ekranda başka bir resim belirdi. Birdenbire harabelerden bir sürü yüksek yapı yükseldi. Sanki büyü yapılmış gibi harabeler eski hallerine kavuşmuşlardı. Ufukta hâlâ Akropolis görünüyordu, ama şimdi Akropo-lis de, meydandaki binalar da yepyeni idiler. Binalar altınla kaplanmış, canlı renklere boyanmışlardı. Dört köşe meydanda renkli uzun giysileri içinde insanlar dolanıyorlardı. Kimisi elinde bir kılıç, kimisi başının üzerinde bir testi, kimisi kolunun altında bir papirüs tornan taşıyordu.
Sofi ancak şimdi felsefe öğretmenini tanıyabilmişti. Başında hâlâ mavi beresi vardı, ancak üzerine diğer insanlar gibi san uzun bir giysi giymişti. Sofi'ye doğru yaklaşıp kameranın ta içine bakarak konuştu:
- Hah, işte şöyle! Şu an eski Atina'dayız, Sofi. Kendi gözlerinle görmeni istedim, anlıyor musun? Yıl İsa'dan önce 402, Sokrates'in ölümünden ise yalnızca üç yıl öncesi. Bu imtiyazlı ziyaretin önemini takdir ediyorsundur umarım, çünkü bir video kamerası kiralamak pek kolay olmadı...
Sofi başının döndüğünü hissetti. Bu gizemli insan nasıl olup da 2400 yıl öncesinin Atina'sında olabiliyordu? Sofi nasıl °lup da bambaşka bir zamanda çekilmiş bir canlı yayını izle-
89
SOFİ'NİN DÜNYASI
yebiliyordu? Sofi o zamanlar video olmadığını biliyordu elbette. Gördüğü sonradan çekilmiş bir televizyon filmi olabilir miydi? Ama bütün mermer binalar çok sahici görünüyordu. Atina'daki tüm eski meydanı ve de Akropolis'i yalnızca bir film için yeniden inşa edecek değillerdi ya! Çok tuzluya malolurdu bu tabii! Hele bu sadece Sofi Atina hakkında bilgi edinsin diye yapılmış olursa!
Bereli adam yine Sofi'ye bakıp konuştu:
- Şu sütunlu girişin önünde duran iki adamı görüyor musun?
Sofi üzerinde biraz eskimiş giysiler olan yaşlı bir adam gördü önce. Uzun, karmakarışık sakallı, küt burunlu, patlak mavi gözlü, tombul yanaklı biriydi bu. Yanında genç ve yakışıklı birisi duruyordu.
- Sokrates ile genç öğrencisi Platon. Anlıyor musun Sofi? Onlarla kişisel olarak tanışabileceksin şimdi.
Felsefe öğretmeni yüksek bir çatının altında duran bu iki adamın yanına yaklaştı. Yanlarına vardığında beresini çıkarıp onlara Sofi'nin anlamadığı birşeyler söyledi. Yunancaydı herhalde. Bir süre sonra tekrar kameraya dönerek konuştu:
Onlara senin, onlarla karşılaşmaya can atan Norveçli bir kız olduğunu söyledim. Platon sana üzerinde düşünmeni istediği birkaç soru sormak istiyor. Ancak gözcülerin bizi farket-memesi için çabuk hareket etmek zorundayız.
Sofi şakaklarında bir zonklama hissetti, çünkü şimdi bu genç adam kameraya yaklaşmıştı.
- Atina'ya hoşgeldin, Sofi! dedi yumuşak bir sesle. Oldukça bozuk bir aksanla konuşuyordu.
- Benim adım Platon. Sana dört ödev vereceğim: Öncelikle, bir fırıncının nasıl birbirinin tıpatıp aynı 50 çörek yapabildiğini düşünmeni istiyorum. Sonra, neden tüm atların aynı olduğunu sorabilirsin kendine. Ve de insanın ölümsüz bir ruha sahip olup
90
ATINA
olmadığı üzerinde düşünebilirsin. Son olarak da kadınlar ve erkeklerin aynı derecede akıl sahibi olup olmadığı sorusunu ce-vaplamalısm. İyi şanslar!
Bir anda televizyon ekranındaki resim yokoldu. Sofi kaseti ileri geri aldı ama videoda olan ne varsa hepsini görmüştü.
Düşüncelerini toparlamaya çalıştı. Ama neyi düşünmeye çalışıyorsa, aklına hemen başka bir şey geliyor, bir türlü ilk düşündüğü şeyi bitiremiyordu.
Felsefe öğretmeninin oldukça değişik bir öğretmen olduğunu çoktan keşfetmişti. Ancak tüm doğa kurallanna aykırı öğretim yöntemleri kullanmaya başlaması her türlü sınırı aşıyordu Sofi'ye göre.
Televizyon ekranında gördüğü gerçekten Sokrates ile Platon muydu? Elbette hayır, mümkün değildi bu! Ama öte yandan gördüğü bir çizgi film de değildi yani!
Sofi kaseti video makinesinden çıkarıp alarak odasına koştu. Kaseti legolann olduğu en üst rafa koydu. Çok geçmeden yatağına gömülüp uykuya daldı.
Birkaç saat sonra annesi odasına geldi. Sofi'yi dürtükleyip,
- Neler oluyor sana Sofi? dedi.
- Mmm...
- Elbisenle mi yattın?
Sofi gözlerini azıcık aralayıp:
- Atina'daydım, dedi. ^
Başka bir şey söylemeden arkasını dönüp uyumaya devam
etti.
91
PLATON
...ruhun gerçek yuvasına özlem...
Sofi ertesi sabah bir anda uyandı. Saatine baktı. Daha saat beşi biraz geçiyordu, ama kendini cin gibi uyanık hissetti.
Elbisesi niye üzerindeydi? Bir anda her şeyi hatırladı. Bir tabureye çıkıp dolabın en üst gözüne baktı. İşte video kaseti oradaydı. Demek rüya filan değildi gördükleri!
Platon ve Sokrates'i görmüş olamazdı ama! Of, bu konuyu daha fazla düşünecek hali kalmamıştı. Belki de annesi haklıydı şu sıralar biraz fazla düşünceli olduğunu söylerken.
Tekrar uyuyamadı. Geçit'e gidip köpek yeni bir mektup getirmiş mi diye baksa mıydı acaba?
Merdivenlerden yavaşça inip spor ayakkabılarını giydi ve dışarı çıktı.
Bahçe pırıl pırıl ve son derece sessizdi. Küçük kuşların canla başla ötüşüne gülesi geldi Sofi'nin. Otların üzerindeki çiğ tanecikleri birer kristal gibi parlıyordu.
Bir kez daha dünyanın ne müthiş bir mucize olduğunu düşündü.
Çalılığın orası da biraz nemliydi. Yeni bir mektup görmemekle beraber, Sofi kalın bir ağaç kökünü kurulayıp üzerine oturdu.
Videodaki Platon'un kendisine verdiği ödevler aklına geldi. İlk soru, bir fırıncının nasıl birbirinin tamamen eşi 50 çörek yapabildiğiydi.
Sofi'nin biraz düşünmesi gerekiyordu. Büyük bir işletme anlamına geliyordu çünkü bu. Annesinin çok ender yaptığı ay çöreklerinin hiçbiri birbirine benzemezdi. Annesi aşçı değildi
92
PLATON
tabii; arasıra iyice garip şeyler yaptığı da olurdu. Ama pastaneden alınan çörekler de hiçbir zaman birbirinin tıpatıp aynı olmazdı ki! Her bir çörek fırıncının elinde ayrı ayrı şekillenirdi.
Sofi'nin yüzünde birden kurnaz bir gülümseme belirdi* Bir keresinde o babasıyla çarşıya gittiğinde, annesinin evde yaptığı Noel çöreklerini hatırladı. Eve geldiklerinde masanın üzerinde insan biçiminde bir sürü çörek bulmuşlardı. Hepsi çok başarılı olmamışsa da, bir bakıma birbirlerinin aynısı idiler. Neden? Annesi kalıp kullanmıştı da ondan.

Yüklə 2,32 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   40




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin