Jostein Gaarder Sofi'nin Dünyası



Yüklə 2,32 Mb.
səhifə9/40
tarix17.11.2018
ölçüsü2,32 Mb.
#83161
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   40
Sevgiler, Alberto.
120
ARİSTOTELES
gofi derin bir nefes aldı. Demek ona kızgın değildi. Ama neden taşınmak zorunda kalıyordu?
Kâğıtları alıp odasına çıktı. Annesi uyandığında evde olsa iyi ederdi. Yatağına oturup Aristoteles ile ilgili yazanları okumaya başladı.
Filozof ve bilim adamı
Sevgili Sofi! Platon'un idea öğretisi üzerine epey düşünmüşsündür sanıyorum. Bunu senin gibi pek çok kişi daha düşündü. Okuduklarını öylece kabul mu ettin, yoksa bazı noktalarda bunları eleştirdin mi bilemiyorum. Eğer eleştirilerin olduysa, bil ki bu eleştiriler Platon'un akademisinde 20 yıl öğrencilik yapmış olan Aristoteles (İ.Ö. 384-322) tarafından da daha o zamanlar dile getirilmişti.
Aristoteles Atina'lı değil, Makedonyalıydı. Platon'un akademisine Platon 61 yaşında iken gelmişti. Babası meşhur bir doktor ve bilim adamıydı. Salt buna bakarak bile onun felsefi projesinin ne olduğunu tahmin edebiliriz. Onu en çok ilgilendiren konu, yaşayan doğa idi. Yalnızca büyük Yunan filozoflarının en sonuncusu değil, Avrupa'nın büyük biyologlarının da ilkiydi.
Biraz da abartarak diyebiliriz ki, Platon mutlak biçimler ya da "fikirler" ile öylesine meşguldü ki doğadaki değişimlere pek ilgi göstermiyordu. Aristoteles ise tam da bu değişimlerle ya da bugün adlandırdığı biçimiyle doğal süreçlerle ilgileniyordu.
Biraz daha abartacak olursak, Platon'un tüm duyular dünyasına ve etrafımızda gördüğümüz şeylere sırt çevirdiğini söyleyebiliriz. (Niyeti Mağara'dan çıkmaktı Platon'un. Mutlak idealar dünyasına girmekti.) Aristoteles ise bunun tam tersini yaptı: gerçekçi bir şekilde balıkları, kurbağaları, anemon çiçeklerini ve gelincikleri inceledi.
Platon mantığını, Aristoteles ise bunun yanında duyularını kul-landı da diyebiliriz.
121
SOFİ'NİN DÜNYASI
Platon ile Aristoteles'in yazı tarzları arasında da belirgin farkla, görülür. Platon bir şair ve destan yazarı iken, Aristoteles'in yazılar, ansiklopedi maddeleri gibi kuru ve detaylıdır. Buna karşılık yazılan, nın temelini o güne kadar hiç yapılmamış doğa araştırmaları oluştu, rur.
Aristoteles'in yazılarının sayısının 170'i bulduğu söylenir. Bun-lardan ancak 47'si günümüze dek gelebilmiştir. Bu yazıları birer kitap gibi düşünmek yanlış olur. Aristoteles'in yazılarının çoğu ders notları şeklindedir. O dönemde de felsefe öncelikle ağızdan ağıza aktarılan bir şeydi.
Aristoteles'in Avrupa uygarlığına bir başka katkısı da pek çok bilimin bugün dahi kullandığı bilimsel dilin kurucusu, pek çok bilimi kurup düzenleyen bir filozof oluşundadır.
Tüm bilimler hakkında yazmış olan Aristoteles'in en önemli birkaç alanda yazdıklarına değinmekle yetineceğim. Platon'dan ço bahsettiğim için, öncelikle Aristoteles'in Platon'un idea öğretisi nasıl baktığından sözedeceğim. Sonra da kendinden önceki doğafl lozoflarının söylediklerini derleyip toparlayan Aristoteles'in ke doğa felsefesini nasıl oluşturduğunu anlatacağım. Kullandığı kavramlara nasıl çeki düzen verdiğini ve mantığı nasıl bilim olarak ortaya koyduğunu göstereceğim. Son olarak da Aristoteles'in insan ve toplum konusundaki görüşlerinden sözedeceğim biraz.
Bu koşulları kabul ediyorsan, kolları sıvayıp işe koyulabiliriz.
Doğuştan varolan fikirler yoktur
Platon da kendinden önceki filozoflar gibi tüm değişimlerden öte, mutlak ve değişmez olanı bulmak peşindeydi. Sonunda duyular dünyasının üzerindeki mükemmel fikirleri buldu. Üstelik bu fikirlerin doğadaki tüm olan bitenlerden daha gerçek olduğunu öne sürdü. Önce "at" fikri vardı ona göre, duyular dünyasının tüm atları ise mağa'3
122
ARİSTOTELES
duvarlarındaki gölgeler gibi sonradan ortaya çıkmıştı. Yani tavuk da yumurta da "tavuk" fikrinden çıkıyordu.
Aristoteles ise, Platon'un böyle diyerek her şeyi başaşağı ettiğini söylüyordu. Tek atın "değiştiği" ve hiçbir tek atın ilelebet varolmadığı konusunda öğretmeniyle aynı fikirdeydi. At biçiminin kendisinin ise mutlak ve değişmez olduğu konusunda da onunla aynı görüşü paylaşıyordu. Ancak at "fikri"nin insanların pek çok at gördükten sonra oluşturdukları bir kavram olduğunu öne sürüyordu. Yani ona göre at "fikri" ya da "biçimi" kendiliğinden varolamazdı. Aristoteles'in at "biçimi" deyince anladığı atın ya da bugün dediğimiz biçimiyle at türünün özelliklerinin toplamıdır.
Altını çiziyorum: At "biçimi" Aristoteles'e göre tüm atlarda ortak olan özelliklerdir. Bu noktada çörek kalıpları ile ilgili benzetmenin geçerli olmadığını görüyoruz, çünkü'çörek kalıpları çöreklerden bağımsız olarak vardır. Aristoteles ise doğanın dışında bir yerlerde, rafların üzerinde, bu tür biçimler durduğuna inanmıyordu. Çünkü "biçimler" şeylerin içindedir, şeylerin ayırdedici özellikleri olarak onlarda mevcuttur.
Bir başka deyişle Aristoteles Platon'la "tavuk" fikrinin tavuktan önce varolduğu konusunda aynı fikirde değildi. Aristoteles'in tavuk "biçimi" ile kastettiği şey, tavuğun özgün özellikleri olarak her tavukta varolan şeyler ¦ örneğin tavuğun yumurtlayan bir hayvan olmasıydı. Bu yüzden tavuğun kendisi İle tavuk "biçimi", ruhla beden gibi, birbirinden ayırdedilemeyecek şeylerdi.
Böylece Aristoteles'in Platon'un idea öğretisi hakkındaki eleştirisinden sözetmiş olduk. Bu noktada önemle altını çizmek isterim ki, bu, düşünce yönteminde çok önemli bir değişim anlamına gelir. Çünkü Platon için gerçeklik aklımızla düşündüğümüz bir şey iken, Aristoteles için gerçeklik duyularımızla algıladığımız bir şeydi. Platon doğada, etrafımızda gördüklerimizin gerçekte idealar dünyasında ya da insanın ruhunda varolan şeylerin yalnızca birer yansıması olduğunu söylerken, Aristoteles bunun tam tersini ileri sürer: İnsan
123
SOFİ'NÎNDÜNVASI
ruhunda varolan şeyler, d ;jdaki şeylerin bir yansımasıdır. Yani gerçek dünya doğadır. Aristoteles'e göre Platon gerçek dünya ile insanların algılayışlarının birbirine karıştırıldığı Gizemci bir dünya-görüşüne takılıp kalmıştır.
Aristoteles, önce duyularda varolmayan bir şeyin bilinçte de varolmayacağını iddia eder. Platon ise önce fikirler dünyasında varolmayan hiçbir şeyin doğada varolamayacağını öne sürer buna karşılık. Aristoteles, Platon'un bu tutumuyla "şeylerin sayısını çiftleştir-diğini" söylüyordu. Platon tek atı at "fikrinden" yola çıkarak açıklıyordu. Ama Sofi, bu açıklama yeterli mi sence? O zaman "at fikri" nereden geliyor? Yoksa at fikrinin de onun yalnızca bir yansıması olduğu bir üçüncü at daha mı var?
Aristoteles içimizdeki her türlü düşünce ve fikrin, bilincimize görüp işittiklerimiz yoluyla yerleşmiş şeyler olduğunu söylüyordu. Bir de doğuştan gelme aklımız vardı. Duyularımızla algıladığımız şeyleri gruplara, sınıflara ayırmak gibi doğal bir yeteneğimiz var. "Taş", "bitki", "hayvan" ve "insan" kavramları böyle ortaya çıkıyordu. "At", "dam" ve "saksağan" kavramları böyle ortaya çıkıyordu.
Aristoteles insanların doğuştan akıl sahibi olduklarını yadsımıyordu. Tersine, insanların en önemli ayırdedici özelliği aklın ta kendisiydi. Ancak duyularımız olmadan akıl "boş" kalırdı. Yani insanların doğuştan gelme "fikirleri" yoktu.
Biçimler şeylerin özellikleridir
Aristoteles Platon'un idea öğretisine karşı olan tavrını böylece ortaya koyduktan sonra, gerçekliğin biçim ve özdeğin birliği olan değişik pek çok şeyden oluştuğunu söyler. "Özdek" bir şeyi oluşturan madde, "biçim" ise şeylerin kendine özgü özellikleridir.
Kanatlarını çırparak dolaşan bir tavuk düşün Sofi! İşte tam da kanat çırpmaktır tavuğun "biçimi" - ve de gıdaklamak ve yumurtla-
124
mattır! Tavuk "biçimi" ile tavuğun özgün türsel özellikleri ya da tavu-5un yaptıkları kastedilmektedir. Tavuk öldüğü yani kanat çırpmayı bıraktığı zaman, tavuğun "biçimi" de yokolur. Geriye kalan şey tavuğun "özdeği"dir (acıklı şeyler bunlar, değil mi Sofi?) ki buna da artık «tavuk" diyemeyiz.
Daha önce de söylediğim gibi, Aristoteles doğadaki değişimlerle çok ilgiliydi. "Özdek"te her zaman bir "biçim" olabilme olanağı yatar. "Özdek" bu içkin olanağı gerçekleştirebilmek için uğraşır. Aristoteles'e göre doğadaki her türlü değişim, özdeğin "olanaklılık"tan "gerçekliğe" dönüşmesidir.
Tamam, tamam... Biraz daha açmaya çalışacağım Sofi. Şu komik hikâyeyle söze başlamayı deneyeyim: Bir zamanlar koca bir granit parçasının üzerine eğilip çalışan bir heykeltraş varmış. O biçim-siz kayayı günlerce oymuş, kazımış durmuş. Bir gün yanına bir çocuk yaklaşmış ve: "O kayanın içinde ne arayıp duruyorsun?" diye sormuş. Heykeltraşın bu soruya yanıtı: "bekle ve gör!" olmuş. Birkaç gün geçip çocuk tekrar heykeltraşın yanına geldiğinde, artık heykeltraş o koca granit parçasından çok güzel bir at heykeli ortaya çıkarmış. Çocuk hayranlıkla ata bakıp heykeltraşa dönerek demiş ki: "Peki ama kayanın içinde at olduğunu nereden biliyordun?"
Evet, nereden biliyordu? Heykeltraş bir bakıma granitin içerisinde atırt biçimini görmüştü. Çünkü bu granit bloğunda bir ata dönüşme olanağı vardı. Aristoteles, aynen bu şekilde, doğadaki tüm şeylerin belli bir "biçimi" gerçekleştirme ya da oluşturma olanağına sahip olduklarını söylüyordu.
Tekrar yumurta ile tavuğa dönelim. Bir tavuk yumurtası bir tavuğa dönüşme olanağını içinde taşır. Ancak bu tüm yumurtaların bir gün tavuk olacağı anlamına gelmez. Çünkü bir takım yumurtalar, içkin "biçim"lerini gerçekleştiremeden kahvaltı sofrasında rafadan yumurta ya da omlet olup giderler. Ancak bir tavuk yumurtasından bir kaz olamayacağı da ortadadır. Çünkü tavuk yumurtasında bu olanak yoktur. Dolayısıyla bir şeyin "biçimi" hem ondaki olanakları
125
hem de sınırlamaları belirler.
Aristoteles şeylerin "biçim" ve "özdek'Merinden söz ederken sadece canlıları ele almaz. Tavuğun "biçim" i nasıl kanat çırpıp yumurta yumurtlamaksa, bir taşın biçimi de yere düşmektir. Nasıl tavuk kanat çırpmadan duramazsa, taş da yere düşmeden duramaz. Taşı alıp çok yükseklere atabilirsin, ancak yere düşmek onun doğasında olduğu için taşı ta Ay'a kadar atmayı başaramazsın. (Bu deneyi yapmaya kalkarsan aman dikkat et! Çünkü taş öç almaya kalkışacak olursa altında kalanın vay haline!)
Ereksel neden
Tüm canlı ve cansız şeylerin "olanaklarını belirleyen bir "biçim"e sahip oldukları bahsini kapamadan önce, Aristoteles'in doğadaki nedensellik ilişkileri konusunda oldukça ilginç bir görüşü olduğunu da eklemeliyim.
Günümüzde, şunun ya da bunun "nedeni" derken bir şeyin nasıl meydana geldiğini kastederiz. Camın kırılma nedeni Petter'in cama bir taş atmış olmasıdır veya bir ayakkabının varolmasının nedeni ayakkabıcının deri parçalarını birbirine dikmiş olmasıdır. Ancak Aristoteles'e göre doğada çeşit çeşit neden vardır. O toplam dört tür nedenden sözeder. Bunların içinde onun "ereksel neden" dediği nedeni anlamak en önemlisidir.
Cam kırma örneğinde Petter'in cama niçin taş attığını sormak doğaldır. Burada Petter'in cama taş atmaktaki amacını sorarız. Amaç ya da "erek" ayakkabı yapımında da önemli bir rol oynar kuşkusuz. Ancak Aristoteles doğadaki cansız süreçlerde de bu tür bir "ereksel neden" arıyordu. Bir örnek verelim:
Yağmur neden yağar, Sofi? Yağmurun bulutlardaki su buharının soğuyup damla şeklinde yoğunlaşarak yerçekiminden ötürü yere düşmesiyle oluştuğunu okulda öğrenmişsindir. Aristoteles bunu
126
sini eğerek onaylardı. "Özdeksel neden", söz konusu su buharı-
(bulutların) tam da hava soğuduğunda orada varoluyor olması-. «Etken neden" su buharının soğumasıdır ve "biçimsel neden" de yağmurun "biçim"inin ya da doğasının damla damla yere düşmek olmasıdır. Sen susup başka bir şey söylemezsen, Aristoteles buna ek 0|arak, yağmur yağdığını çünkü bitkilerle hayvanların büyümek jçin yağmura gereksinimi olduğunu söylerdi. "Ereksel neden" ile kastettiği de buydu. Gördüğün gibi Aristoteles bir anda yağmur damlalarına bir görev ya da bir "amaç" veriyordu.
Bizse bunu başaşağı edip bitkilerin büyüme nedeninin yağmur olduğunu söylüyoruz. Farkı görüyor musun Sofi? Aristoteles doğadaki her şeyde bir amaçlılık olduğunu söylüyordu. Yağmur bitkiler büyüsün diye yağar. Portakallar ve üzümler insanlar onları yesin diye yetişir.
Bu gün bilim böyle düşünmüyor. Hayvan ve insanların varolması için yiyecek ve suyun gerekli bir koşul olduğunu söylüyoruz. Bu koşullar olmasıydı biz de varolamazdık. Ama suyun ya da portakalın amacı değildir bizi beslemek.
Nedenler hakkındaki görüşleri konusunda Aristoteles'in yanıldığını söylemek hevesine kapılabiliriz. Ancak acele etmemekte yarar var. Pek çok insan, Tanrı'mn dünyayı üzerinde insanlarla hayvanlar yaşasın diye yarattığına inanır. Buna bağlı olarak, insanlarla hayvanların yaşamak için suya ihtiyacı var diye ırmaklarda su aktığı iddia edilebilir. Ama burada Tanrimn erek ya da amacından sözedi-yor oluruz, bize iyilik etmek isteyen yağmur damlalarından ya da ırmak suyundan değil!
Mantık
"Biçim" ve "özdek" kavramları arasındaki fark, Aristoteles'in insanların dünyadaki şeyleri tanıma sürecini anlatışında da önemli bir rol
127
oynar.
Bir şeyleri tanımak, onları bir takım gruplara ya da sınıflara ayı. rarak olur. Bir at görürüm, bir at daha ve sonra bir at daha... Atların hepsi birbirinin aynı olmasa da atların hepsinde ortak olan bir şey. /ervardır. İşte atların hepsinde aynı olan bu şey, atların "biçimi'dir. Diğerlerinden ayrı ya da bireysel olan şey atın "özdeği"ne girer.
Biz insanlar böyle döner durur, gördüğümüz her şeyi farklı farklı bölmelere yerleştiririz. İnekleri bir tür ahıra, atları bir başkasına, do-muzları domuz ağılına, tavukları kümese koyarız. Sofi Amundsen de odasını düzeltirken aynı şeyi yapar. "Kitapları" rafa, "okul kitapları, m" çantasına, "dergileri" komodinin gözüne koyar. Elbiseler özenle katlanıp dolaptaki yerlerine konur: pantolonlar bir göze, kazaklar bir başka göze, çoraplar bir başkasına... Aynı şeyi kafamızın içinde de yaptığımıza dikkatini çekerim: taştan, yünden ve plastikten yapılmış şeyleri birbirinden ayırırız. Canlı ve cansız varlıklar, "bitkiler", "hayvanlar" ve "insanlar" arasında fark gözetiriz.
İzliyor musun Sofi? Aristoteles, doğanın "odası"nı ciddi bir şekilde düzenlemek istiyordu. Doğadaki her şeyin değişik gruplar ve alt-gruplarda bir araya geldiğini göstermeye çalışıyordu. (Hermes yaşayan bir varlıktır, daha ötesi memeli bir hayvandır, daha ötesi bir köpektir, daha ötesi bir labrador'dur, daha ötesi erkek bir labra-dor'dur.)
Odana gidip yerdeki herhangi bir şeyi al. Eline aldığın şey ne olursa olsun, bunun kendisinden daha yüksek bir düzenin parçası olduğunu göreceksin. Herhangi bir sınıfa koyamadığın bir şeyle karşılaşırsan şaşırırsın. Küçük bir yumak gibi bir şey görüp bunun bitkiler sınıfına mı, hayvanlar sınıfına mı yoksa madenler sınıfına mı ait olduğunu söyleyemeyeceksen, o şeyi eline alacağından şüphe ederim.
Bitkiler sınıfı, hayvanlar sınıfı ve madenler sınıfı deyince aklıma bir oyun geldi. Hani salondakiler arasından bir zavallı ebe seçilir ve dışarı yollanır. O dışarıdayken diğerleri bir şeyde karar kılarlar. Ebe
128
ARİSTOTELES
ri giHnce bu şeyin ne olduğunu tahmin etmeye çalışır.
Odadakiler o an komşunun bahçesinde oynamakta olan "Mons" adlı kediyi tutarlar. Ebe içeri girip tahmin etmeye başlar. Yal-
a <İşte bu oyunu bulan kişi Aristoteles'dir. Platon'u da "karanlıkta saklambaç" oyununun mucidi ilan edebiliriz. Demokritos'un da lego oyununun yaratıcısı olma şerefine sahip olduğundan daha önce sö-zetmiştik.
Aristoteles insanların kavramlarına bit düzen getirmek isteyen, titiz ve düzenli biriydi. Bu yanıyla mantığıbh bilim olarak kuran kişi de o oldu. Hangi çıkarımların ya da kanıtların mantıksal olarak geçerli olduğuna ilişkin kesin kurallar öne sürdü. Bir örnek bunu açıklamaya yeter: Önce "tüm yaşayan varlıklar ölümlüdür" (1. önerme), sonra da "Hermes yaşayan bir varlıktır" (2. önerme) dersem, bundan pek güzel bir şekilde "Hermes ölümlüdür" sonucunu çıkarabilirim.
Aristoteles mantığı kavramlar arasındaki ilişkilere dairdir. Bu örnek de "yaşayan varlık" ile "ölümlü" kavramları arasındaki ilişkiyi gösterir. Aristoteles'in bu çıkarımı yüzde yüz doğru olsa da bize pek yeni bir şey öğretmediğini kabul etmek durumundayız. Hermes'in "ölümlü" olduğunu zaten biliyorduk. (Hermes bir "köpek" ve bütün köpekler "yaşayan varlıklardır. Bunlar da Eve rest Dağı'nın tepesindeki taşların tersine "ölümlü"dürler.) Evet Sofi, bu kadar mı biliyorduk kuşkusuz. Ancak teker teker şeylerle gruplar arasındaki ilişki her zaman bu kadar açık değildir. Arada bir kavramlarımızı şöyle bir düzenlemek yerinde olabilir.
Bir örnek vermekle yetineyim: Minicik fare yavrularının da tıpkı
129
SOFÎ'NIN DÜNYASI
koyun ve domuz yavruları gibi annelerinin memesinden süt mümkün müdür gerçekten? Buna pek ihtimal veremesekde bir 43, sünelim: Fare en azından yumurtlamaz. (En son ne zaman bir fare yy. murtası gördüm acaba?!) Tıpkı domuzlar ve koyunlar gibi canlı y^. rular doğurur. Canlı yavru doğuran hayvanlara memeli hayvan derç ve de memeli hayvan tam da annesinden meme emen hayvandır. Do. layısıyla cevabı buluruz. Gördüğün gibi yanıtı bilmemize rağmen şöyle bir düşünmemiz gerekti. Bir telaş içinde farelerin gerçekten annelerinin memesini emdiğini unutabildik. Belki de hiç meme emen fare görmediğimiz için. Tabii, fareler insanlara yavrularını beslerken görünmekten biraz utanırlar da ondan!
Doğanın merdiveni
Aristoteles varoluşumuza bir "düzen getirirken" öncelikle doğadaki her şeyin iki ana gruba ayrılabileceğine işaret eder. Bir tarafta taş, yağmur damlası ve toprak parçası gibi cansız şeyler vardır. Bunlar içlerinde bir değişme olanağı taşımazlar. Bu tür yaşamayan şeyler ancak dışarıdan etkilerle değişebilirler. Diğer tarafta içlerinde deği-şebilme olanağı taşıyan canlı şeyler vardır.
Aristoteles, "canlı şeyier"in de iki ana gruba ayrılması gerektiğini söyler. Yaşayan bitkiler ve yaşayan varlıklar. Son olarak "yaşayan varlıklar" da hayvanlar ve insanlar olarak ikiye ayrılabilir.
Bu sınıflamanın açık seçik ve düzenli olduğu konusunda Aristoteles'e hak veriyorsundur. Canlı ve cansız şeyler, örneğin bir gül ile bir taş arasında önemli bir fark vardır. Aynı şekilde bitkilerle hayvanlar, örneğin bir gül ile bir at arasında da önemli bir fark vardır. Atla insan arasında da böyle bir fark olduğunu ileri sürmek isterim. Ancak bu farklar tam olarak nelerdir? Bana bu sorunun yanıtını verebilir misin?
Ne yazık ki cevabını yazıp bir kesmeşekerle beraber pembe bir
130
ARİSTOTELES
rfa koymanı bekleyecek zamanım yok, o yüzden kendi sorumu ndim yanıtlıyorum: Aristoteles doğa olaylarını sınıflarken şeyleri özelliklerinden, daha doğrusu onların yapabildikleri ya da yaptıkları şeylerden yola çıkıyordu.
Tüm "canlı şeylerde" (bitki, hayvan ve insanlarda) gıda özümseme, büyüme ve üreme yeteneği vardır. Tüm "yaşayan varlıklarda" (hayvan ve insanlarda) ise buna ek olarak çevresindekileri hissede-bilme ve hareket edebilme yeteneği vardır. Tüm insanlarda ise bunlara ek olarak düşünebilme ya da duyusal izlenimlerini farklı gruplara ve sınıflara koyabilme yeteneği vard.ır.
Doğada keskin sınırlar yoktur. Basit bitkilerden daha karmaşık bitkilere, basit hayvanlardan karmaşık hayvanlara yumuşak bir geçiş vardır. Bu "merdiven"in en üstünde insan yer alır ki, insan Aristoteles'e göre doğanın tüm yaşamını yaşamaktadır. İnsanlar, bitkiler gibi büyür ve özümser, hayvanlar gibi duygu taşır ve hareket eder ve bunlara ek olarak sadece insanlara mahsus olan mantıklı düşünme yeteneğini taşır.
Böylelikle insan tanrısal akıldan bir nebze taşır Sofi. Evet, tanrısal dedim. Bir takım yerlerde Aristoteles, doğadaki tüm devinimleri başlatan bir Tanrı olması gerektiğinden sözeder. Böylece Tanrı doğa merdiveninin mutlak tepesini oluşturur.
Aristoteles Dünya'daki devinimleri yıldız ve gezegenlerin yönettiğini düşünüyordu. Ancak gökyüzü cisimlerini de hareket ettiren bir şey olmalıydı. Bu güce Aristoteles "ilk devindirici" ya da "Tanrı" diyordu. "İlk devindirici"nin kendisi hareket etmez ve o gökyüzündeki cisimlerin ve dolayısıyla doğadaki her şeyin hareketlerinin "ilk nedenidir.
131
SOFÎ'NİN DÜNYASI
Etik
Tekrar insana dönelim Sofi! Aristoteles'e göre insan "biçimi" üç tQr ruh barındırır: "bitki ruhu", "hayvan ruhu" ve "insan ruhu". Sonra sorar: İnsan nasıl yaşamalı? İnsanın iyi bir hayat sürmesi için neler gerekir? Bu soruyu kısaca şöyle yanıtlayabilirim: İnsan ancak türn yetenek ve olanaklarını kullandığı ölçüde mutlu olur.
Aristoteles üç tür mutluluk olduğunu söyler: İlk tür mutluluk, ar-zu ve isteklerin olduğu bir hayattır. İkincisi, özgür ve sorumlu bir vatandaş olarak varolunan hayattır. Üçüncü tür mutluluk ise araştırmacı ve filozof olunan hayattır.
Aristoteles, insanın mutluluğu için bu üç koşulun da bir arada varolması gerektiğini ısrarla belirtir. Tek yönlülüğü reddeder. Ve bu-gün yaşasaydı yalnızca bedeni ya da yalnızca aklı kullanmanın tek yönlülük olduğunu söylerdi kuşkusuz. Bu iki uç, dengesiz bir yaşam biçiminin ifadesiydi ona göre.
İnsanlarla ilişkilerimizde de "altın orta"yı tutmaktan sözeder Aristoteles: ne korkak ne çılgınca atılgan, sadece cesur olacağız. (Cesaretin azı korkaklık, çoğu çılgınlıktır.) Ne cimri ne savurgan, sadece bonkör olacağız. (Aşırı bonkörlük savurganlık, az bonkörlük cimriliktir.)
Yemek konusunda da aynı şey geçerlidir. Az yemek gibi çok yemek de sakıncalıdır. Platoncu ve Aristotelesçi ahlak, Yunan tıp bilimini hatırlatır: yalnızca dengeli ve ölçülü olarak mutlu ya da "uyumlu" insan olunur.
Politika
Aristoteles'in bu tutumu politik görüşlerinde de kendini gösterir. İnsan bir "politik varlıktır" diyen Aristoteles'e göre, insanı çevreleyen toplum olmadan gerçek anlamda insan olunmaz. İnsanın ailesi ve
132
ARİSTOTELES
k"vü açlık, sıcaklık, evlilik ve çocuk yetiştirme gibi temel yaşamsal eksilmelerini karşılasa da, insanların birlikteliğinin en gelişmiş biçimi devlette ifadesini bulur.
Sonra da devletin nasıl organize edilmesi gerektiği sorusu geliyor. (Platon'un "felsefe devleti"ni hatırlıyorsun, değil mi?) Aristoteles üç iyi devlet türünden sözeder. Bunların ilki, devletin başında tek bir kişinin bulunduğu monarşidir. Bu devlet biçiminin iyi olabilmesi için baştaki kişinin kendi çıkarları uğruna devleti kötüye kullanmaması gerekir. Bir diğer iyi devlet biçimi aristokrasidir. Aristokraside devleti yöneten bir grup lider vardır. Bu,devlet biçiminin de üç-beş ki-şiDİn kasıp kavurduğu, bugün cunta denilen idare biçimine dönüş-memeye özen göstermesi gerekir. Üçüncü iyi devlet biçimi de Aristoteles'in politeia demekle kastettiği demokrasidir. Ancak bu yönetim biçiminde de varolan tehlike, bir demokrasinin kolayca bir ayaktakımı egemenliğine dönüşebilmesidir. (Zalim Hitler Almanya devlet başkanı olmasaydı da, küçük Naziler, korkunç bir "ayaktakımı egemenliği" oluşturabilirdi!)
Kadınlar konusundaki görüşleri
Son olarak Aristoteles'in kadınlar konusundaki görüşlerinden kısaca bahsedelim. Ne yazık ki onun bu konudaki görüşleri Platon'unki-ler gibi iç açıcı değil. Aristoteles'e göre kadında bir şey eksiktir. Hattâ kadın "eksik bir erkek"tir. Üreme olayında erkek etkin ve verici iken kadın edilgen ve alıcıdır. Çünkü çocuk erkeğin özelliklerini alır, diyordu Aristoteles. Çocuğun özelliklerinin erkeğin tohumunda hazır beklediğini sanıyordu. Kadın mısır tohumunu alan ve büyüten toprak idiyse, erkek "tohum"un ta kendisiydi. Veya "Aristotelesçe" söy-¦eyecek olursak, "biçim"i veren erkek, "özdek"le katkıda bulunan kadındı.
Aristoteles gibi akıllı bir kişinin cinsiyetler arasındaki ilişki
133
SOFİ'NİN DÜNYASI
konusunda böylesine yanılabilmesi hem şaşırtıcı hem de üzücü e|. bette. Ama bu bize iki şey gösteriyor: birincisi, Aristoteles'in kadit), lar ve çocuklar konusunda fazlaca bir pratik deneyiminin olmadığı İkincisi, felsefe ve bilimde yalnız erkeklerin at koşturmasının ne ka. dar sakıncalı bir şey olabileceği.
Üstelik iyice üzücü olan, Platon'un değil, Aristoteles'in cinsiyet, ler üzerine bu görüşlerinin Ortaçağda da geçerli olmuş olması. Aym şekilde Kilise de aslında İncil'de yazılı olmayan bu kadın görüşünü devraldı. Yoksa İsa hiç de kadın düşmanı değildi!

Yüklə 2,32 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   40




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin