Jostein Gaarder Sofi'nin Dünyası



Yüklə 2,32 Mb.
səhifə12/40
tarix17.11.2018
ölçüsü2,32 Mb.
#83161
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   40
- Tüm adres bu mu? Jorün okudu:
- Hilde Möller Knag. Alberto Knox eliyle. Küçük Göl, Norveç.
Sofi rahat bir nefes aldı. Bu kartlarda da "Sofi Amundsen eliyle" diye yazmasından korkmuştu. Kartları incelemeye koyuldu.
- 28 Nisan... 4 Mayıs... 6 Mayıs... 9 Mayıs... Yalnızca birkaç gün öncesinin tarihleri bunlar.
- Bir şey daha var... Tüm kartlar Norveç damgalı. Bak, "BM taburu" diye Norveççe yazıyor. Hepsinde de Norveç pulu var...
- Galiba böyle oluyor. Tarafsız olduklarını göstermek için orada ayrı bir Norveç postanesi kuruyorlar.
- Peki posta buraya nasıl ulaşıyor?
- Askeri uçakla, sanırım.
Sofi mumu yere koydu. İki arkadaş kartları okumaya başladılar. Jorün kartları sıraya koymuştu. îlk kartı o okudu:
Sevgili Hilde. Lülesand'a, evimize gelmeyi nasıl iple çektiğimi bilemezsin. 24 Haziran akşamüstü uçakla Kjevik'e varmış olmayı umuyorum. Elbette en çok 15. yaşgününde seninle beraber olmayı isterdim ama ne yapalım ki askeri emir altındayım. Bunu biraz olsun telafi etmek için tüm sevgimi sana büyük bir yaşgünü hediyesiyle sunuyorum. Kızının geleceğini sürekli düşünen bir babadan sevgiyle...
163
SOFÎ'NİN DÜNYASI
NOT. Bu kartın bir kopyasını da ortak bir tanıdığımız^ gönderiyorum. Yakında anlayacaksın Hilde'ciğim. Şu an-da daha fazlasını söyleyemem ama yakında anlayacaksın.
Sofi bir sonraki kartı aldı.
Sevgili Hilde. Burada yalnızca içinde olduğumuz günü düşünerek yaşıyoruz. Lübnan'daki bu günlerden ileride hatırlayacağım en önemli şey bir uzun bekleyiş olacak. Ama sana çok güzel bir 15. yaş hediyesi verebilmek için elimden ne gelirse yapıyorum. Hediyenin ne olduğunu şu an söyleyemem. Kendi kendime güçlü bir sansür uyguluyorum. Sevgiler... Baban.
îki arkadaş heyecandan nefes bile atamıyorlardı. Tek kelime konuşmadan kartları okumaya devam ettiler.
Sevgili kızım. Sana duygularımı beyaz bir güvercinin kanadında yollamak isterdim. Ama savaş hüküm süren bu ülkede olmayan bir şey varsa o da beyaz güvercin! Belki Birleşmiş Milletler bir gün dünyada barışı kurmayı başarır. NOT. Belki 15. yaş hediyeni başkalarıyla da paylaşabilirsin? Ben gelince bunu konuşuruz. Hâlâ neden bahsettiğimi bilmiyorsun, değil mi? İkimizi de düşünmeye bol bol vakti olan babandan sevgiyle...
Altı tane kart okumuşlar, geriye tek bir kart kalmıştı. Kartta şunlar yazıyordu:
Sevgili Hilde. Yaşgününle ilgili tüm sırlardan bazen öyle patlayacak gibi oluyorum ki, telefonu açıp sana her şeyi anlatmak istiyor, sonra kendimi durduruyorum. Bu şey
164
KARTPOSTALLAR
büyüdükçe büyüyor. Ve sen de bilirsin ki bir şey büyüyüp durdukça insanın onu sırf kendine saklaması zorlaşır. Sevgiyle... Baban. NOT. Bir gün Soft adında bir kızla karşılaşacaksın. Karşılaşmadan önce birbirinizi biraz olsun tanımış olasınız diye sana yolladığım tüm kartların bir kopyasını ona da yolluyorum. Yakında birşeyleri anlamaya başlar mı, ne dersin Hilde'ciğim? Şimdilik o da senin bildiğinden fazlasını bilmiyor. Sofi'nin Jorün diye bir arkadaşı var. Belki o yardımcı olabilir...
Joriin'le Sofi son kartı okuduktaıl sonra öylece kalakalıp birbirlerine baktılar. Jorün, Sofi'nin bileğini kavradı sıkı sıkıya ve:
- Korkuyorum, dedi.
- Ben de.
- Son kartpostal ne zaman postalanmış? Sofi tekrar karta baktı.
-16 Mayıs, dedi. Bugün!
- Olamaz! diye haykırdı Jorün. Sinirlenmeye başlıyordu neredeyse.
Damgayı dikkatle incelediler. Tarih açık seçik görünüyordu işte: "16-05-90"
- Olamaz! diye üsteledi Jorün. - Üstelik bu kartları kim göndermiş olabilir? ikimizi de tanıyan biri olmalı. Ya tam da bugün bizim buraya geleceğimizi nereden biliyor?
Jorün daha çok korkuyordu, çünkü ne de olsa Sofi Hilde ve babasının kim olduğunu ismen de olsa biliyordu.
- Bence bu işin pirinç kaplamalı aynayla bir ilgisi var! Jorün'ün yine ödü koptu.
- Lübnan'daki postaneden postalanan kartların aynı anda aynanın içinden buraya fırladığını düşünmüyorsun herhalde!
- Ya sen başka bir açıklama getirebiliyor musun?
- Hayır.
165
SOFfNİN DÜNYASI
KARTPOSTALLAR
- Ama burada başka bir sır daha var.
Sofi ayağa kalkıp mumu duvarda asılı iki resmin önüne tuttu. Jorün de resimlere yanaştı.
- "Berkeley" ve "Bjerkely". Ne demek bu?
- Hiçbir fikrim yok. Mumun bitmesine az kalmıştı.
- Hadi, dedi Jorün. Kalk gidelim!
Sofi bunun üzerine ayağa kalkıp beyaz komodinin üzerinde asılı aynayı yerinden çıkardı. Jorün'ün itirazlarına rağmen Sofi aynayı bırakmadı.
Dışarısı tam bir mayıs gecesinin olabileceği kadar karanlıktı. Gökyüzünden gelen ışık ancak çalıların ve ağaçların dış hatlarını aydınlatacak kadardı. Ufak göl gökyüzünün küçük bir yansıması gibiydi. İki arkadaş gölün öte yakasına doğru ağır ağır kürek çektiler.
Çadıra varana dek pek fazla konuşmadılar. İkisi de diğerinin olan biteni düşündüğünü düşünüyordu. Arasıra bir kuşu korkutarak, arada bir bir baykuş duyarak yürüdüler.
Çadıra varır varmaz uyku tulumlarının içine girdiler. Jorün aynanın çadırda durmasına karşı çıktı. Uyumadan önce aynanın çadırın dışında durmasının da aynı ölçüde korkutucu olduğunda birleştiler. Üstelik Sofi kartpostalları da almış, sırt çantasının yan gözüne koymuştu.
Ertesi sabah erkenden uyandılar. Uyku tulumundan ilk çıkan Sofi oldu. Çizmelerini giyip çadırdan çıktı. Büyük pirinç ayna çimenlerin üzerinde duruyordu. Üzeri çiyle kaplanmıştı. Sofi kazağıyla çiyleri kurulayıp yerde duran aynadaki görüntüsüne bakü. Kendi kendini tepeden tırnağa araştırıyor gibiydi. Neyse ki üzerinden Lübnan'dan o gün gelme kart filan çıkmadı.
Çadırın arkasındaki geniş düzlüğün üzeri küçük pamuktan yastıklar gibi parça parça olmuş-sabah sisiyle örtülüydü.
166
ıC "cük kuşlar müthiş bir enerjiyle ötüyorlardı. Büyük kuşlar-dansa eser yoktu.
İki arkadaş üzerlerine birer kazak daha giyip kahvaltılan-
çadırın dışında yaptılar. Binbaşının Evi'nden ve gizemli kartlardan söz etmeye başladılar.
Kahvaltıdan sonra cadın toplayıp eve doğru yola koyuldular Sofi aynayı kolunun altında taşıyordu. Çokça mola veriyorlardı, çünkü Jorün Sofiye taşımada yardım etmiyor, aynaya dokunmak istemiyordu.
İlk evler görünmeye başladığı sırada bir patlama sesi duydular. Sofi, Hilde'nin babasının savaş içinde olan Lübnan'la ilgili söylediklerini hatırladı. Birden barış içinde olan bir ülkede yaşadığı için ne kadar şanslı olduğunu anladı. Bu patlama sesleri yalnızca havai fişeklerden geliyordu.
Sofi Jorün'ü sıcak çikolata içmeye davet etti. Annesi bu büyük aynayı nerden ve nasıl buldukların* sordu durdu. Sofi Binbaşının Evi'nin dışında bulduklarını söyledi. Annesi tekrar bu evde çok uzun yıllardır hiç kimsenin yaşamadığını anlattı.
Jorün evine gittikten sonra Sofi kırmızı elbisesini giydi. Bayramın gerisi normal bir şekilde geçti. Akşam televizyonda haberlerde Lübnan'daki Norveçli Birleşmiş Milletler güçlerinin milli bayramı nasıl kutladıkları gösterildi. Sofi merakla ekrana bakıyordu, çünkü bu adamlardan birisi Hilde'nin babası olabilirdi.
17 Mayıs'ta Sofi'nin yaptığı son şey pirinç aynayı odasına asmak oldu. Ertesi sabah Geçit'te yeni bir sarı zarf buldu. Hemen açıp beyaz kâğıtlarda yazılı olanları okumaya koyuldu.
167
IKÎ KÜLTÜR
...yalnızca böylelikle boşlukta dolanmaktan kurtulabilirsin...
Artık karşılaşmamıza pek bir şey kalmadı, sevgili Sofi! Binbaşım,, Evi'ne bir kez daha geleceğini tahmin ederek Hilde'nin babasından gelen bütün kartları orada bırakmıştım. Kartlar Hilde'ye yalnızca bu şekilde ulaşabilir. Sen şimdilik Hilde'nin kartları nasıl alacağını dü. şünme. Haziranın 15'ine kadar köprünün altından ne sular akar!
Helenizm filozoflarının Eski Yunan filozoflarının düşüncelerini nasıl tekrar tekrar ele aldıklarını gördük. Aynı zamanda Yunan filo. zoflarını din kurucuları olarak görmek gibi bir çaba da vardı. Ploti-nos'un Platon'u insanlığın kurtarıcısı olarak görmesine ramak kalmıştı.
Ama bildiğimiz gibi sözünü ettiğimiz bu dönemin tam ortasında, Yunan-Roma dünyasının dışında bir başka kurtarıcı dünyaya geliyordu. Bu kişi Nasıra'lı Isa idi. Bu bölümde Hıristiyanlığın nasıl Yunan-Roma dünyasına yavaş yavaş yayıldığını göreceğiz. Bu, Hilde'nin bizim dünyamıza yavaş yavaş girişine benziyor.
İsa Yahudi'ydi. Yahudiler Samî kültürüne aittiler. Yunanlılar ve Romalılar ise Hint-Avrupa kültürünün bir parçasıydılar. Dolayısıyla Avrupa uygarlığının iki temeli olduğunu öne sürebiliriz. Hıristiyanlığın Yunan-Roma kültürüyle yavaş yavaş nasıl karıştığını anlatmaya başlamadan önce bu iki temelden bahsedeceğiz.
168
iKi KÜLTÜR
Hint-Avrupalı
Hint-Avrupalı sözcüğüyle, Hint-Avrupa dillerinden biri konuşulan ülkeleri ve kültürleri kastediyoruz. Bu diller Fin-Macar dillerinin (La-ponca, Fince, Estonca ve Macarca) ve Baskça'nın dışındaki tüm Avrupa dilleridir. Hint ve İran dillerinin çoğu da Hint-Avrupa dilleri aile-sindendir.
Bundan 4000 yıl kadar önce ilk Hint-Avrupalılar Karadeniz'le Hazar Denizi etrafındaki bölgelerde yaşıyorlardı. Sonraları bu Hint-Avrupalı kavimler büyük dalgalar halinde güneyde İran ve Hindistan'a, güney-batıda Yunanistan, İtalya ve İspanya'ya, batıda Orta-Avru-pa'dan İngiltere ve Fransa'ya, kuzey-batıda İskandinavya ve kuzeydoğuda Doğu Avrupa ve Rusya'ya göçettiler. Hint-Avrupalılar gittikleri her yerde Hint-Avrupa öncesi kültürlerle kaynaştılar ve Hint-Avrupa dini ve dili buralarda baskın bir rol oynamaya başladı.
Dolayısıyla eski Hint Veda yazıtları, Yunan felsefesi ve de Snor-re'nin Tanrı öğretisi aynı aileden olan dillerde yazılmıştır. Üstelik yalnız dil değildir bunlarda yakın olan. Yakın diller yakın düşünceler doğurur. Bu yüzden Hint-Avrupa "kültürü" deyimini kullanıyoruz.
Hint-Avrupa kültürü farklı pek çok tanrıya inanışın izlerini taşıyordu. Buna Çoktanncılık diyoruz. Tanrıların adları ve pek çok dini sözcük ve deyim değişik Hint-Avrupa bölgelerinde birbirine benzer sözcükler olarak karşımıza çıkar. Birkaç örnek vereyim:
Eski Hintliler gökyüzü tanrısı Dyaus'a taparlardı. Bu tanrının Yunancadaki adı Zeus, Latincedeki adı luppiter (aslı lov-peder, yani "Baba lov") olup Norön mitolojisinde de Tyr olarak karşımıza çıkar. Yani Dyaus, Zeus, lov ve Tyr aynı sözcüğün değişik "lehçe"lerde söylenişidir.
Kuzey'de Vikingler'in aese dedikleri birtakım tanrılara taptıklarını hatırlıyorsundur. Hint-Avrupa dünyasında pek çok yerde bu sözcüğün "Tanrılar" anlamında kullanıldığını görüyoruz. Tanrılara es-ki-Hintçede (Sanskritçe) as ura, Farsçada ise ahum denir. "Tanrı"
169
SOFÎ'NÎN DÜNYASI
anlamına gelen bir başka sözcük Sanskritçede deva, Farsçada da-eva, Latincede deus ve Nöron mitolojisinde tivurr olarak geçer.
Kuzey'de bazı bereket tanrılarına inanılırdı (örneğin Njord, Fröy ve Fröya). Bu tanrıların ortak adı vane idi. Bu sözcük bereket tanrıçasının Latincedeki adı Venüs ile akrabadır. Sanskritçede de "is-tek" ya da "arzu" anlamına gelen vani sözcüğü bulunur.
Hint-Avrupa dünyasında mitler de benzerlik gösterir. Snor-re'nin Norön tanrılarını anlattığı mitler, bundan 2000-3000 yıl önce Hindistan'da anlatılan mitleri anımsatır. Elbette Snorre'nin mitleri Kuzey doğasından, Hint mitleri ise Hint doğasından etkilenmiştir ama bu mitlerin çoğunun köklerinde, belli ki çok daha öncelere dayanan bir benzerlik görülür. Bu köklerden en önemlilerini ölümsüzlük iksiri ve tanrıların kötü güçlere karşı savaşlarını anlatan mitlerde bulabiliriz.
Hint-Avrupa kültürlerinde düşünüş biçiminin kendisinde de büyük benzerlikler görülür. Bu benzerliklere en iyi örnek, bu kültürlerde evrenin iyi ve kötü güçler arasında sonu gelmez bir savaş olarak al-gılanmasıdır. Bu tehlikeden ötürü Hint-Avrupalılar dünyanın geleceğini "öngörmeye" çalışmışlardır.
Yunan felsefesinin tam da Hint-Avrupa dünyasında ortaya çıkışının bir rastlantı olmadığını söyleyebiliriz. Hint, Yunan ve Norön mitolojilerinin hepsinde felsefi ya da "spekülatif" düşünceye yönelik bir çaba vardır.
Hint-Avrupalılar dünyanın gidişatı konusunda bir "sezgi"ye varmaya çalıştılar. "Sezgi" ya da "bilme" anlamına gelen bir sözcük tüm Hint-Avrupa dillerinde karşımıza çıkar: Sanskritçede vidya olan bu sözcük Platon felsefesinde çok önemli bir rol oynadığını hatırlayacağın Yunanca'daki ide sözcüğünün aynıdır. Latince video sözcüğü esasen "görmek" anlamına gelir. (Görmenin televizyon ekranına bakmakla eşanlama gelmesi yalnızca günümüze özgü bir olaydır!) İngilizce wise ve vv/sdom (bilgelik), Almanca W/ssen (bilgi), Norveççe viten sözcükleri hep aynı anlama gelir. Yani Norveççe
170
ÎKÎ KÜLTÜR
«viten" kelimesinin kökü, Hintçe "vidya", Yunanca "ide" ve Latince «video" kelimelerinin kökü ile aynıdır.
Genel olarak Hint-Avrupalılar için görmenin en önemli duyu olduğunu söyleyebiliriz. Hint, Yunan, İran ve Alman edebiyatı büyük kozmik vizyonlarla doludur. (İşte yine bu sözcük: "vizyon" sözcüğü de Latince "video" fiilinden türemiştir.) Hint-Avrupa kültürlerinde karşımıza çıkan bir başka ortak özellik de tanrıların ve mitlerin anlattıklarının resim ve heykellerini yapmak olmuştur.
Hint-Avrupalılar dairesel bir tarih görüşüne sahiptirler. Bu görüşe göre tarih, tıpkı mevsimlerin yazdan kışa, kıştan yaza değişmesi gibi halkalar ya da "daireler" halinde ilerler. Tarihin bir başı ve bir sonu yoktur. Doğum ve ölüm arasında sonsuza dek gidip gelen, doğan ve yokolan değişik dünyalar vardır o kadar.
İki büyük Doğu dini olan Hinduizm ve Budizm de Hint-Avrupa kökenlidir. Yunan felsefesi de bu temele dayandığı için Hinduizm ve Budizm ile ortaklıklar gösterir. Günümüzde dahi bu dinler derin felsefi yansımalar barındırır.
Hinduizm ve Budizm'de sık sık Tanrı'nın her şeyde varolduğu (Tümtanrıcılık) ve insanın dinsel sezgi yoluyla Tanrı'yla bir olabileceği düşüncesine rastlanır. (Plotinos'u hatırlıyorsun, değil mi Sofi?) Bunun gerçekleşebilmesi için insanın kendi derinine inmesi ya da meditasyon gerekir. Bu yüzden Doğu'da edilginlik ve içedönüklük en büyük dinsel erdemler olarak görülmüştür. Yunan düşüncesinde de ruhun kurtuluşu için insanın çile çekmesi ya da dinsel bir içe dönüklük içinde olması gerektiği fikrine rastlanır. Ortaçağ manastır işleyişinin temelinde de Yunan-Roma dünyasının bu inanışları yatmaktadır.
Hint-Avrupa kültürlerinin çoğunda ruhun bedenden bedene geçtiği inanışı çok önemli bir yer tutar. 2500 yıldır her bir Hintlinin amacı, ruhunu bu döngüden kurtarabilmek olmuştur. Ruhun beden değiştirdiğine inananlardan biri de Platon'du.
171
SOFÎ'NİN DÜNYASI
Samîler
Tekrar Samîlere dönelim Sofi. Samîler bambaşka bir kültüre ve battı. başka bir dile sahiptirler. Aslen Arap Yarımadası'ndan gelseler de bunların da kültürleri dünyanın pek çok değişik bölgesine yayılmış, tır. Yahudiler 2000 yıldan fazla bir süre anavatanlarından uzakta ya. şamışlardır. Samîtarihi ve dini gerçek coğrafi köklerinden en uzak. lara Hıristiyanlık yoluyla yayılmıştır. Samî kültürünün yayılmasında Müslümanlığın da önemli bir payı olmuştur.
Üç Batı dini de (Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık) Samî kökenlidir. Müslümanların kutsal kitabı Kuran da, Eski Ahit de Samî dil grubuna ait dillerde yazılmıştır. Eski Ahit'te "Tanrı" anlamında kullanılan bir sözcük, Müslümanların Allah'ıy\a aynı dilsel kökten gelmektedir. ("Allah" sözcüğü Tanrı anlamına gelir.)
Hıristiyanlık'ta işler biraz karmaşıklasın Hıristiyanlık da Samî kökenlidir ancak Yeni Ahit Yunanca yazılmıştır. Ve Hıristiyan tanrı-bilimi ya da inanışı biçimlenirken Yunan ve Latin dillerinin dolayısıyla Helenistik felsefenin etkisinde kalmıştır.
Hint-Avrupalıların birden çok tanrıya inandıklarını görmüştük. Samîler'deki en belirleyici özellikse çok eski zamanlardan itibaren tek birTanrı'ya inanmalarıdır. Buna Tektanrıcılıkdenir. Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlığın üçü de Tann'nın bir olduğu temel düşüncesini paylaşır.
Samîler ayrıca genel olarak tarihe çizgisel bir bakış açısından bakarlar. Yani tarihi sürüp giden bir doğru olarak görürler. Tanrı Dün-ya'yı yaratmıştır ve tarih o andan itibaren başlamıştır. Ancak bir gün tarih sona erecektir. Bu gün "kıyamet günü"dür ve bu günde Tanrı tüm diri ve ölüleri yargılayacaktır.
Bu üç Batı dininde önemli bir özellik tam da tarihin oynadığı bu roldür. Tanrı tarihe müdahale eder - evet, hattâ tarih, Tanrı dünyayı istediği şekle getirebilsin diye vardır. Tanrı İbrahim'i bir zamanlar nasıl "vaat edilen ülkeye" ulaştırdıysa, insanlığın adımlarını da tari-
172
İKİ KÜLTÜR
hjn jçjnden "kıyamet günü"ne ulaştıracaktır. Ve işte o zaman dünyadaki tüm kötüler yok edilecektir.
Tarihin gidişatında Tann'nın büyük rolü olduğuna inanan Samîler binlerce yıl tarihi yazmakla uğraşmışlardır. Kutsal yazıtlarının temelini de bu tarihsel kökler oluşturur.
Kudüs kenti bugün bile Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanlar için kutsal bir kent olmaya devam etmektedir. Bu da bu üç dinin ortak köklerine işaret etmektedir. Kudüs'te önemli (Yahudi) sinagoglar, (Hıristiyan) kiliseler ve (Müslüman) camiler bir arada yer almaktadır. Bu yüzden tam da bu kutsal şehrin çekişmelerin merkezi haline gelmesi son derece acıklı bir olaydır. Evet, binlerce kişinin ölmesinin nedeni bu "ebedî kentin" sahipliğinin paylaşılamıyor olmasıdır. Umarız ki Birleşmiş Milletler bir gün burayı üç dinin buluştuğu bir kutsal merkez haline getirebiliri (Şimdilik felsefe kursumuzun bu pratik kısmına değinmeyeceğiz. Bu konuyu tümüyle Hilde'nin babasına bırakacağız. Hilde'nin babasının bir Birleşmiş Milletler gözlemcisi olduğunu artık anlamış olduğunu sanıyorum. Daha da ötesi sana rütbesinin binbaşı olduğunu da söyleyebilirim. Aradaki ilişkiyi anlıyorsundur belki de! Neyse, olayları önceden tahmin etmeye ça-lışmasak daha iyi olur!)
Hint-Avrupalılarda en önemli duyunun görme olduğunu söylemiştik. Samî kültürler içinse duymak çok önemlidir. Yahudi inanç bildiriminin "Duy, ey İsrail!" sözleriyle başlıyor olması bir raslantı değildir örneğin. Eski Ahit'te insanların Tann'nın sözlerini nasıl "işittiklerini" okuruz; Yahudi peygamberler de vaazlarına "Yehova(Tanrı) dedi ki" sözleriyle başlarlardı. Tann'nın dediklerini "duymak" Hıristiyanlıkta da önem verilen bir konudur. Her şeyden önemlisi Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık'ta dini törenlerde yüksek sesle okumaya ya da ezberden okumaya büyük bir yer verilmesidir.
Hint-Avrupalıların tanrıların resim ve heykellerini yaptıkların-dan sözetmiştik. Samîler içinse aynı ölçüde tipik olan şey "resmi ya-8aklamalan"dır. Tann'nın ya da "kutsal olan"ın resmini ya da hey-
173
SOFi'NİN DÜNYASI
kelini yapmak yasaktı. Eski Ahit'te de insanların Tanrı'nın herhangi bir şekilde resmini yapmamaları emredilir. Bu yasak günümüzde İs. lam ve Yahudilikte hâlâ geçerlidir. İslam'da bu genel olarak fotoğra. fa ve resimli sanatlara da karşı olmak şeklinde gelişmiştir. Buradaki düşünce, insanların "yaratmak" konusunda Tanrı'yla boy ölçüşme-ye girişmemeleri gerektiğidir.
Peki ama nasıl oluyor da Hıristiyan kiliseleri Tanrı'nın ve İsa'nın resimleriyle dolu oluyor, diye sorabilirsin. Çünkü işte bu Hıristiyanlığın Yunan-Roma kültüründen etkilenişine bir örnek. (Ortodoks kili-sesinde, yani Yunanistan ve Rusya'da, İncil'de anlatılan öykülerden yola çıkarak "oyma" putlar ya da heykeller veya İsa'nın haç üstünde resmini yapmak hâlâ yasaktır.)
Büyük Doğu dinlerinin tersine bu üç Batı dini Tanrı ile yarattıkları arasında bir mesafe olduğunu vurgular. Amaç ruhun bedenden bedene geçmesi değil günah ve suçlardan arınmaktır. Dini yaşama da insanın kendine dönmesi ve meditasyondan çok dua, vaaz ve eski yazıların araştırılması damgasını vurur.
İsrail
Din dersi öğretmeninle aşık atmak niyetinde değilim ama, Hıristiyanlığın Yahudi geçmişine burada kısaca bir göz atalım.
Her şey Tanrı'nın dünyayı yaratmasıyla başladı. Dünyanın nasıl yaratıldığını İncil'in ilk sayfalarında bulabilirsin. Sonra insan Tan-n'ya karşı geldi. Bu sadece Adem'le Havva'nın Cennet Bahçesi'nden atılmalarına değil, yeryüzüne Ölüm'ün gelmesine de neden oldu.
İnsanların Tanrı'ya karşı gelişleri İncil'in başından sonuna dek tekrarlanan bir temadır. Musa'nın Birinci Kitabı ile devam edecek olursak karşımıza Tufan öyküsü ve Nuh'un Gemisi çıkar. Sonra Tanrı'nın İbrahim ve onun soyundan olanlarla bir akit yaptığını okuruz. Bu anlaşmaya göre İbrahim ve soyundan olanlar Tanrı'nın emirle-
174
İKİ KÜLTÜR
rine uyacaklardır. Buna karşılık Tanrı da İbrahim'in soyunu koruyacaktı''- Bu anlaşma daha sonra Musa'nın Tur Dağı'na çıkıp Tanrı ile konuşması ve ondan "On Emir"i almasıyla yenilenir. Bunlar İ.Ö. 1200 yıllarında olmaktadır. Bu zamana dek İbraniler uzun yıllar Mısır'da köle olarak yaşamışlar, ancak bu yıllarda Tanrı'nın yardımıyla İsrail'e dönebilmişlerdir.
İsa'dan önce 1000 yıllarında, henüz Yunan felsefesi ortaya çıkmadan önce, İsrail'de üç büyük kral yaşamıştı. Bunların ilki Saul, ikincisi oğlu Davudve üçüncüsü de Kral Solomon'du. Tüm İsrailliler tek bir krallık altında bir araya gelince ve özellikle Kral Solomon döneminde politik, askeri ve kültürel bakımdan parlak bir dönem yaşadılar.
Krallar başa geçmeden önce halk onları yağlardı. Bu yüzden de onlara "yağlanmış" anlamında Mesih denirdi. Dinsel açıdan krallar Tanrı ile insanlar arasında bir aracı olarak görülürdü. Bu yüzden krallara "Tanrı'nın Oğlu", ülkeye de "Tanrı'nın Krallığı" denirdi.
Ancak İsrail çok geçmeden gücünü kaybetti. Krallık Kuzey (İsrail) ve Güney (Judea) olarak ikiye ayrıldı. İ.Ö. 722 yılında Asurlular tarafından ele geçirilen Kuzey İbrani Krallığı tüm politik ve dinsel gücünü yitirdi. Güney Krallığı'nın akıbeti de pek farklı olmadı. Burası da İ.Ö. 586 yılında Babillilerin eline geçti. Babilliler kentin tapınağını yıktılar ve halkın çoğunu Babil'e köle olarak götürdüler. Bu "Babil esareti" İ.Ö. 539 yılına dek sürdü. İbraniler ancak o zaman Kudüs'e geri dönüp büyük tapınağı yeniden inşa edebildiler. Ama İsa'nın doğumuna kadar olan dönemde Yahudiler sürekli başka ulusların idaresi altında yaşadılar.
Yahudilerin kendilerine sordukları en önemli soru Davud'un Krallığı'nın neden dağıldığı, İsrail halkının başına neden bir felaketin ardından bir başkasının geldiğiydi. Tanrı daima İsrail'i gözeteceğine söz vermemiş miydi? Ama halk da Tann'nın emirlerine uyacağına söz vermişti. Demek ki Tanrı emirlerine uymadığı için İsrail'i cezalandırıyordu.
175
SOFfNÎN DÜNYASI
İsa'dan önce 750 yıllarından itibaren bir takım kâhinler ortaya çıkarak İsrail'in Tanrı'nm emirlerine uymadığı için Tanrı tarafından cezalandırılacağını söylediler. Tanrı bir gün İsrail'i yargılayacak, dediler. Bu tür kehanetlere "Kıyamet kehanetleri" diyoruz.
Öte yandan çok geçmeden başka kâhinler çıkıp Tanrı'nm seçtiği bir takım kullarını kurtaracağını, onlara Davud'un soyundan bir "Barış Prensi" göndereceğini söylemeye başladılar. Bu kişi Davud'un Krallığı'nı yeniden kuracak, insanlara mutlu bir gelecek getirecekti.
Kâhin Isaiah "Karanlıkta dolanıp duranlar büyük bir ışık görecekler," diyordu. "Gölgeler ülkesinin üzerinde ışık parıldar." Bu tür kehanetlere de "Kurtuluş kehanetleri" diyoruz.
Özetleyecek olursak: İsrail halkı Kral Davud'un idaresinde mesut bir şekilde yaşıyordu. Ancak zamanla İbraniler güçten düşmeye başlayınca, bir takım kâhinler çıkıp Davud'un soyundan yeni bir kral geleceği kehanetinde bulundular. Bu "Mesih" ya da "Tanrı'nın Oğlu" insanları "kurtaracak", İsrail'i eski gücüne kavuşturup "Tanrı'nın Krallığı"nı kuracaktı.
Isa
Evet Sofi, söylediklerimi takip ediyorsundur umarım! Anahtar sözcükler "Mesih", "Tanrı'nın Oğlu", "kurtuluş" ve "Tanrı'nın Krallığı". Başlangıçta bu politik bir konuydu. İsa'nın döneminde de başa Kral Davud gibi yeni bir politik, askeri ve dini önder geleceğine inananlar çoktu. Bu "kurtarıcı" Yahudilerin Roma idaresi altındaki ızdırapları-na bir son verecek, ulusal bir lider olarak görülüyordu.
Ancak bunların yanında ufkunu biraz daha genişletmiş olanlar da vardı. İsa'dan birkaç yüz yıl öncesinden itibaren bir takım kâhinler "Mesih"in tüm dünyanın kurtarıcısı olacağını söylüyorlardı. Bu kişi sadece İbranileri yabancı boyunduruğundan kurtarmakla
176
ÎKİ KÜLTÜR

um msan'an günah ve suçlarından, en önemlisi de ölüm-kurtaracaktı. Bu anlamıyla "kurtuluş" tüm Helenistik dünyada


da yayg|n olan bir özlemdi-
Ve sonra İsa ortaya çıktı. Kendini beklenen Mesih olarak göste-
tek kişi olmamakla beraber, O da "Tanrı'nın Oğlu", "Tanrı'nın Krallığı". "Mesih" ve "kurtuluş" sözcüklerini kullanarak eski kehanetlerle bir bağlantı kuruyordu. Atın üzerinde Kudüs'e girerek halkın kendisine kurtarıcı olarak tezahürat yapmasına izin veriyor, böylelikle bir anlamda eski kralların "taç devir törenine" doğrudan göndermede bulunuyordu. Halkın kendisini yağlamasına izin veriyordu. "Artık zamanı geldi," diyordu "Tanrı'nın Krallığı yakındır."

Yüklə 2,32 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   40




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin