Kader beni, iki Alman devletinin tam sınırları üzerinde bir ka­sabada, Braunau am Inn'de dünyaya getirdi. Alman olan Avusturya, büyük Alman vatanına tekrar dönmelidir



Yüklə 1,96 Mb.
səhifə30/51
tarix28.10.2017
ölçüsü1,96 Mb.
#18647
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   51

Halkın hizmetinde olan ve halkın menfaatini gaye edinen dev­let birinci görevinin, ırkın en iyi unsurlarını muhafaza etmek, onla­ra ihtimam gösterip, gelişmelerini hazırlamak olduğunu idrak eder­se, bu görevle işinin bitmediğini anlayacak ve ırka lâyık nesiller ye­tiştirdiği gibi, bu nesillerin eğitimiyle de meşgul olacaktır.

Şahısların fikri yönden verimli olmaları, belirli bir insan malze­mesinin ortaya koyacağı ırki kabiliyetlerin sonucu olacağına göre, herkesin eğitimi ilk önce fizik barışının devamına ve gelişmesine bağlıdır. Çünkü daima sağlam ve enerjik bir düşünce gücü, ancak sağlam ve kuvvetli bir bedende bulunur. Dâhilerin bazen zayıf bir bünyeye sahip olmaları bu prensibi bozmaz. Onların durumları is­tisnadır. Eğer bir millet soysuzlaşmış kimselerden meydana gelmiş­se, gerçekten böyle bir bataklıktan büyük bir dâhinin çıkması son derece nadirdir. Eğer çıkarsa bile bu dâhinin nüfuz ve tesirinden, soysuzlaşmış millet istifade edemeyecektir. Ya bu soysuzlaşmış top­luluk dâhiyi anlayamayacak, ya da irade kuvvetlerinin zayıflaması sonucu o dâhinin arkasından yürüyemeyecektir.

Bu gerçeği idrak etmiş olan ırkçı devlet eğitim alanındaki göre­vinin, ilimleri kafaları içine tulumba darbeleri ile sokmaktan ibaret olduğu zannına kapılmamalıdır. Başarılı ve uygun eğitim usulleri ile, tamamen sağlam bünyeli gençlerin yetiştirilmeleri için gayret sarf edecektir. Fakat bu iş yapılırken, gaye karakterin terbiyesi ve bilhassa irade kuvvetiyle kabiliyetinin gelişmesi olacaktır. Bu arada gençler, fiil ve hareketlerinin sorumluluğunu memnuniyetle kabul etmeye de alışacaklardır. Asıl öğretim en sonra gelecektir.

Irkçı devlet şu prensibe göre hareket edecektir, ilmi bilgisi da ha başlangıç noktasında kalan, fakat vücudu sağlam, karakteri dü­ğün, bir karar almasını seven ve irade kuvveti'ile donatılmış olan bi, kimse, müh toplum için, fikri verimliliği ne olursa olsun bir sakat tan daha faydalıdır. Fizik bakımından soysuzlaşmış, iradeleri zayıf korkakça bir barışçılık taraftarı olan bilginlerden kurulu bir millet' hiçbir zaman cennetlik olamaz. Hattâ bu dünyada da kendi hayatın, bile sağlayamaz. Kaderin bize karşı açtığı çetin savaşlarda en az bil gısı olanın yenildiği pek enderdir. Mağlûp, daima bildiği şeylerden • en az cesaretli karar çıkaran ve bunu da pek kötü bir şekilde uygu layan kimsedir. 76

Fizik ile maneviyat arasında bir ahenk olmalıdır. Kangren ol muş bir vücut, düşünme gücünün parlaklığı ile hiçbir zaman güzel hale gelemez. Enerjisi olmayan, kararsız, korkak ve kusurlu doğ muş, sakat kimselere, bir fikri eğitim vermek haksızlık olur Yunan darın düşündükleri güzellik fikrim ölmezleştıren şey, en gösterişi, ızık güzelliğinin, düşünce gücünün parlaklığı ve ruhun asaleti ile fevkalâde bir şekilde birleşmesinden ibarettir.

Moltke'nin "Şans ancak yeteneğin arkası sıra yürür." şeklindeki sözü ne kadar doğru ise, düşünce gücü, genellikle ancak sağlam ve sıhhatli bir vücutta yerleşebilir.

Vücudu sağlam yapmak ırkçı bir devlette fertlerin vazifesi de­ğildir. Bu iş, ebeveynlere düşen bir mesele de değildir. Bu devletin temsil ettiği ve koruduğu milletin bekası için bir ihtiyaçtır Nasıl tahsile ait hususlarda devlet ferdin serbest hareket etme hakkına te cavuz eder ve çocuğu, anne ve babanın arzuları hilâfına mecburi öğ­retime tâbi tutarsa, ırkçı devlet de, daha geniş bir şekilde olmak üzere, milletin muhafazasını ılgÜendıren ana meselelerde, şahısların cehaletlerine veya anlayamamış "imalarına karşı", kendi otoritesini kullanmalı ve galip kılmalıdır. Terbiye alanındaki icraat, gençlerin vücutlarını küçük yaştan itibaren takip edilmekte olan gayeye doğru itmeli ve sonra muhtaç olacakları dayanıklılığı kazanacak şekilde onları tanzim ve teşkil etmelidir. Özellikle kış bahçelerinde büyü­tülmüş bir nesil yetiştirmekten kaçınılmalıdır.

Bu terbiye ve sıhhat ışı, ilk önce genç anneler üzerinde tesir ic­ra etmelidir. Beş on yıllık bir gayret, doğumları tamamen mikroptan arınmış duruma getirmek ıçm yeterli olmuş ve loğusalıkta ateşli hastalıklar azalmıştır. Hastabakıcıların ve bizzat annelerin bu konu daki eğitimleri esaslı bir şekilde sağlanırsa, çocuklara daha ilk yıl­lardan itibaren gelişmeleri için ihtimam ve itina göstermek müm­kün olur. Irkçı bir devlet, okulda beden çalışmalarına, şimdikine nispetle daha çok zaman ayırmalıdır

Genç dimağları gereksiz bir yükle ve faydasız bir bilgi ile dol­durmak büyük hata olur. Tecrübeyle sabittir ki, gençler hafızaların­da yalnız parça parça şeyleri saklarlar ve öğrendiklerinin esaslı taraf­larını ise zihinlerinde tutamazlar. Onların zihinlerinde kalan, hiçbir zaman ifade edilmeyen ayrıntıdır. Zihni tıklım tıklım doldurulmuş genç bir çocuk, bu konular arasında akla uygun, karşılaştırmalı bir ayıklama ve temizleme yapmaktan âcizdir. Bugün ortaokullarda, haftada iki saat beden eğitimi dersi koymak ve bu dersi seçmeli kıl­mak, fikri bakımdan dahi ağır bir hata olur. Bir genç adamın, her gün hiç olmazsa sabah akşam birer saati beden çalışmalarıyla geçmelidir. Bilhassa boksu ihmal etmek olmaz. Bu konuda kültürlü çevrelerde büyük hatalar işlenir. Bu çevrelerin fikirlerine göre boks kaba bir spordur. Ama bir genç eskrim öğrensin ve değerli vakitlerini düello etmekle geçirsin, bu onlara göre hatalı değildir. Halbuki boks ka­dar, kavgacılık ruhunu geliştiren, şimşek gibi seri kararlar vermeğe alıştıran ve vücuda çelik sertliğini veren hiçbir spor yoktur. Gençler için bir fikir ihtilâfından çıkan kavgayı yumrukla halletmek, keskin bir kılıçla halletmekten daha vahşice sayılamaz. Tecavüze uğramış bir kimsenin, saldırgan yumruklarıyla uzaklaştırması, kaçıp polise sığınmasından daha adi değildir.

Her şeyden evvel, genç ve vücutça hastalıklı bir adam, darbele­re tahammül etmeyi öğrenmelidir. Bu ilke hiç şüphe yok ki, bizim fikir şampiyonlarına bir vahşiye lâyık gibi gelecektir. Fakat ırkçı devletin rolü "barışçı değerlerden ve fizik yönünden çökmüş insan­lardan meydana gelen bir topluluğu eğitmek değildir. Onun insan­lık hakkında beslediği ideal, tip olarak sayın küçük burjuvayı, fazi­letli ihtiyar kızı kabul etmemiştir.

Irkçı devletin fert tipi mert, mağrur; enerji sahibi erkekler ve dünyaya gerçeği seven insanlar getirmeye kabiliyetli kadınlardır.

işte bunun için spor bir kimseyi kuvvetli, usta ve cüretkâr yap­makla kalmaz, o kimseyi sertleştirir, üzüntü ve mağlûbiyetlere ta­hammül etmeye alışkın bir hale de getirir. Eğer aydınlarımızın üs­tün sınıflarını teşkil edenler, vakti öldüren şeyleri öğrenmek yerine yalnız boks yapmayı bilselerdi, ahlâksız, asker kaçakları ve bunlara benzer ayaktakımları tarafından bir ihtilâl yapılamazdı. Keza, bu ih­tilâl'başarısını, ihtilâl yapanların cesaretli ve cüretkâr oluşlarına borçlu değildir, ihtilâl, devleti idare edenlerin korkakça ve acınacak şekildeki kararsızlıkları sonucu başarıya ulaşmıştır. Çünkü bizi fikir yönünden idare edenler sadece "ırkçı bir eğitim" görmüşlerdi. Ama muhalifler fikri silâhlar yerine demir çubuklar ve sopalar kullandık­ları zaman, bizim idarecilerimiz âciz durumda kaldılar. Bütün bun­ların olmasına sebep yüksek okullarımızın insan yetiştirmek yerine, memur, mühendis, teknik adam, hukukçu ve edebiyatçı yetiştirme yi ilke edinmesi ve bu zihniyetin ölmemesi için de profesörler yetiş­tirilmesidir. Bizleri idare edenler, fikri yönden göz boyayıcı sonuç­lar elde ettiler, fakat idare eseri göstermeleri gerektiğinde çok aşağılarda kaldılar.

Şurası bir gerçektir ki, eğitim esas itibariyle korkak olan bir kimseyi cesur yapamaz. Yine aynı kesinlikle ifade edeyim ki, tabiat tarafından cesaretle donatılmış bir kimse kusurlu eğitim sonucu be­denen zayıf kalmışsa, melekelerini geliştiremez. Manevi kabiliyetle­rini anlamış bir kimsede, cesaretin ve hatta kavgacılık ruhunun ne kadar gelişeceği orduda görülür. Orduda sadece kahramanlar yok­tur. Vasat kimselere orada çok sık rastlanır. Gerçekte ise, barış sıra­sında Alman ordusunun gördüğü başarılı talim, bu büyük müesse­senin askerlerine öyle bir kendine güven telkin etmişti ki, düşman­lar bunun kuvvetini hiç akıllarına getirmemişlerdi. Alman orduları­nın 1914 yazı sonlarında ve sonbaharında cepheden cepheye iler­lerken, önlerine çıkan her şeyi ezip geçtikleri sırada ortaya koyduk­ları eşsiz cesaret ve gayret delilleri, bıkıp usanmadan takip edilmiş olan bu eğitimin sonucu idi. O bitmek bilmeyen barış yılları boyun­ca, ordu çoğu zayıf bedenli olanları, en umulmaz başarılara alıştır­mış ve bütün askeri kendine inanmış hale getirmişti ki en korkunç çarpışmaların vahşeti bile bu olumlu çalışmanın işaretlerini yok edemiyordu. İşte, şimdi yere serilmiş, kırık dökük bir halde bütün dünyanın tekmelerine savunmasız bir durumda maruz kalan Alman milletinin, kendi kendine telkinden doğan ve şahsa güven hissini veren bu kuvvete ihtiyacı vardır. Bu kendine güven hissi, milletimi­zin çocuklarına ilk küçüklük çağlarından itibaren eğitim yoluyla ve­rilmelidir. Bütün eğitim ve kültür sistemi çocuklara, diğer milletler den kesin bir şekilde üstün olduğumuz kanaatini vermeyi hedef edinmelidir. Vücutça kazanacakları kuvvet, onlara mensup oldukla­rı milletin yenilmez olduğu inancım telkin etmelidir. Eskiden Al­man ordularını zaferden zafere koşturan şey, her askerin kendi şah­sına ve komutanına karşı beslediği güvenin toplamı idi. Alman mil­letim tekrar diriltecek olan şey, hürriyetini tekrar ele geçirmek im­kânına sahip bulunduğuna kanaat getirmesi olacaktır. Fakat bu ka­naat, yalnız milyonlarca şahsın her birindeki aynı kanâatin toplamı olmalıdır. Bu noktada da boş hülyalara asla kapılmamalıdır. Milleti­mizin yıkılması pek muazzam olmuştur. Bir gün onun bu sıkıntısı­na son vermek için göstereceğimiz gayret de o kadar büyük olmalı­dır. Bugün milletimizin üzerinde asayiş ve huzur gayesiyle uygula­nan şimdiki burjuva eğitiminin, çökmemize sebep olan durumumu­za bir son vermek ve düşmanlarımızın yüzüne bileklerimızdeki esa­ret zincirlerini atmak kuvvetini sağlayacağına inanan bir kimse, pek acı ve pek büyük bir hatanın içine düşüyor demektir. Elimizde ol­mayan her şeyi ancak milli enerji taşkınlığı, bağımsızlık aşkı ve ihti­ras dolu bir gayretle kazanabiliriz.

Gençlerimizin kıyafetleri de takip edilen gayeye uymalıdır. Gençlerin, "papazı papaz yapan elbisedir" darbımeselim kötü anla­ma çeviren aptalca bir modaya kapılmaları milletimiz için esef verici bir durumdur. Kıyafet, eğitime hizmet edecek ve yardımcı olacak bir vasıta kabul edilmelidir.

Herkesin satın alamayacağı bir elbiseye sahip olmak için değil, herkesin sahip olamayacağı bir vücuda sahip olmak için çalışılmalı­dır. Bu düşünce daha sonra rolünü oynayacaktır. Genç kız, erkek arkadaşını tanımalı ve bilmelidir. Eğer vücut güzelliği, zamanımızın moda budalalıkları yüzünden ikinci plâna atılmamış olsa idi, yüz binlerce Alman kızları çarpık, cılız Yahudi gençlerine kapılmazlardı.

Bu noktaya dikkat etmek zorunludur. Bugün, barış sırasında askeri talim kalkmıştır. Yâni, eğitim usulümüzün ihmallerini kıs­men de olsa telâfi eden müessese ortadan kaldırılmış bulunmakta­dır. Bu müessesenin bir diğer faydası da, iki cins arasındaki müna­sebetler üzerinde mesut sonuçlar doğurması idi. Genç kız asker ola­nı, askere gitmemiş olana tercih ediyordu.

Irkçı devlet, yalnız okul sıralarında vücut kuvvetinin gelişmesi­ne nezaretle kalmayacaktır. Okuldan sonra da gençler, gelişmeleri nin iyi şartlar dahilinde meydana gelmesi için, bu çalışmalara devam edeceklerdir. Devletin gençlerin üzerindeki nezaret hakkının okulun sona ermesi ile biteceğini ve ancak askere alınmaları ile tekrar onlar­la meşgul olmaya başlayacağını zannetmek hatadır. Bu hak, gerçek durumda devam edegelen bir görevdir. Şimdiki devlet, vatandaşla­rın sıhhatleri ile meşgul olmayarak, bu vazifesini canice bir şekilde ihmal etmiştir. Bugün gençleri gürbüz ve sağlam yetiştirmek için ça­lışılacağı yerde, onların sokaklarda ve eğlence yerlerinde ahlâkları­nın bozulmasına göz yumulmaktadır.

Okul sonrası gençlerle nasıl meşgul olunacağını bilmek, önemli bir mesele değildir. Esas olan şey devletin bu hususu, görevi oldu­ğunu bilmesidir. Çare vasıtalarını devlet kendi arayıp bulmalıdır. Irkçı devlet, okul sonrası da gençlerin fiziki gelişmeleri ile meşgul olmayı, yetkisi dahilinde bulunduğunu bilmeli ve bunu kendi mü­esseseleri ile halletmeye çalışmalıdır. Fiziki eğitim, genci askerlik hizmetine bir hazırlama işi olmalıdır. Artık ordu eskiden olduğu gi­bi, gençlere manevranın hazırlanmasına ait mücadeleyi öğretmek zo­runda kalmayacaktır. Böylece ordu artık acemi kimselerden teşekkül etmeyecektir. Ordunun mükemmel bir fiziki hazırlıktan geçmiş bir genci, asker yapmaktan başka bir işi kalmayacaktır. Demek oluyor ki ırkçı devlette ordu, gençlere yürümeyi ve silâh taşımayı öğretmek lüzu­munu duymayacaktır. Ordu ırkçı devlette, yüksek bir "vatani eğitim okulu" olacaktır. Genç Alman askeri orduda, gerekli askeri eğitimi görecek, fakat aynı zamanda o, sivil hayatta ifa edeceği role hazır­lanmağa devam edecektir. Yani bu müessese genç çocuğu bir "adam" yapmalıdır. Ordu gençlere yalnız itaat etmeği öğretmekle kalmamalı, onlara bir gün kumanda etme kabiliyetini de bahsetmelidir.

Nihayet, genç kendi kuvvetinden emin olarak, askerlik ruhu­nun tesiri altında, milletinin yenilmemiş olduğuna da kanaat getir­melidir. Askerlik hizmetini bitiren gence iki belge verilecektir. Bu belgelerden biri, bir vatandaşlık diploması olacaktır. Yâni, resmi bir görev alabileceğine ve bekasına izin verildiğine dair kanuni bir bel­ge, ikinci belge ise fiziki bakımdan evlenmeğe müsait olduğunu bil­diren bir nevi sıhhat raporu olacaktır.

Irkçı devlet, erkek çocuklarla olduğu gibi kızlarla da meşgul olacaktır. Kızların da eğitimleri aynı ilkeler dahilinde idare edilecek­tir. Kızlar için en önemli nokta fiziki eğitim olmalıdır. Karakterin eğitimi daha sonra gelir. Nihayet fikri eğitimlerin gelişmesi meselesi ele alınır. Kız eğitiminin tek gayesinin, kızı, geleceğin annesi olarak hazırlamaktan ibaret olduğu hiçbir zaman unutulmamalid.it.

Herkesin karakterinin esaslı vasıfları, önceden meydana gelir. Bir bencil her zaman bencildir ve daima öyle kalacaktır. Aynı za­manda bir idealist de daimi bir şekilde idealisttir. Bu arada bu iki zıt karakter arasında milyonlarca çeşit karakter vardır ve bunları ayır­mak ve anlamak pek zordur. Anadan doğma bir katil daima katil kalır. Fakat, canice fiillere bir dereceye kadar eğilimli olan kimse, başarılı bir eğitim ile toplumun faydalı bir ferdi haline getirilebilir. Eğer müphem karakterlerde, terbiye eksik olursa bu gibi kimseler birer zararlı unsur olarak yetişebilirler.

Savaş sırasında milletimizin, ağzının sıkı olmamasından bir hayli şikâyet edildi. Bu kusur yüzünden, pek çok zorluk çekildi. Fa­kat savaştan önce milletimize verilen eğitim onu ketum yapmamıştı. Önemli sırlar, düşmanın kulağına gidiyorsa sebebini bunda arama­lıydık. Daha küçük yaştan itibaren söz taşıyan kimse, geveze olma­yan arkadaşına tercih ediliyordu, ihbar bir açık kalplilik, ketumluk ise ayıplanan bir inat sayılıyordu. Bu durum bugün de devam et­mektedir. Çocuklara ketumluğun bir fazilet olduğu bir kere olsun söylenmemiştir. Çünkü, bizim modern pedagoglarımızca bunlar önemli şeyler değildir. Ama bu önemsenmeyen şeyler, bugün devle­te adliye masrafı olarak milyonlara mal olmaktadır. Keza birbirini çekiştirmenin sebep olduğu dâvaların bir kısmı, bu ketumluk nok­sanlığından dolayı açılmaktadır. Sorumluluğu kavranmayan sözler, gayet kolaylıkla sarf edilmektedir. Meselâ, milletimizin iktisadi menfaatleri, daimi bir şekilde zararlı oluyor. Buna sebep, önemli ya­pım usullerinin akılsızca açıklanmasıdır. Meselâ, ülkemizin savun­masıyla ilgili gizli hazırlıklar, yine ketumluk noksanından dolayı boşa gitmektedir. Milletimiz susmasını bilmemektedir, işittiğini tek­rar etmektedir. Bu gevezelik, savaşı kaybettirir. Hatta mücadelenin feci bir sonuca varmasının bütün yükünü taşıyabilir. Eğitim nok­sanlığı çocuk büyüdükten sonra telâfi edilemez. Bir öğretmen, en â-di ihbar itiyatlarını teşvik ederek öğrencilerinin haylazlıkları hak­kında haber almayı ilke edinmemelidir. Çünkü gençlik ayrı bir dev­let meydana getirir ve orta yaşlılara karşı cephe alır. Bu pek tabiidir. Çünkü on yaşındaki bir çocuğun, kendi yaşıtları ile kurduğu birlik, orta yaşlılar arasındaki birlikten daha kuvvetlidir. Bir arkadaşını ih­bar eden çocuk, ilerde öyle fena bir istidat gösterir ki, vatana ait bir sırrı dahi ifşa edebilir. Böyle bir çocuk cesur ve namuslu kabul edi­lemez. Öğretmen için, sınıfta otorite kurmak üzere böylelerinden is­tifade etmek, rahat bir şey olabilir. Fakat bunu yaptığı takdirde genç kalplere, ilerde filizlenecek ve feci sonuçlar doğuracak olan tohum­ları bırakmış olur. Çok kere, küçükken böyle ihbarlara alışmış bir çocuğun büyüdüğü zaman, rezil bir kimse olduğu tespit edilmiştir. Bu birçok kimseye ibret dersi olmalıdır. Mertlik, feragat ve ketum­luk, büyük bir millet için mutlaka gerekli olan faziletlerdir. Bunları ge­liştirmek ve okullarda verilen telkinlerle mükemmelleştirmek zama­nımızın tahsil dâvasının en önemli konularıdır. Çocuklara ağlaya ağlaya şikâyet âdetini ve acıdan bağırmayı unutturmak da bu eğiti­min programına dahil bir görevdir. Pedagoglar çocukları küçük yaştan itibaren, acıya sessizce tahammül etmeye alıştırmazlarsa, ilerde bu kimseler zor dakikalarda isyan ederler.

Eğer ilkokullar gençliğin kafasına biraz bilgi doldurup, nefse daha çok hâkim olmayı aşılasalardı, 1914 yılından 1919'a kadar bu­nun büyük faydalarını görürdük.

işte ırkçı devlet eğitimci rolünü yerine getirebilmesi için, karak­terleri de eğitmeye büyük önem vermelidir. Böyle bir eğitim yolu ile milletimizin bugünkü kusurları tamamen yok edilemezse de, hiç ol­mazsa biraz hafifletilebilir.

irade kuvvetini, çabuk karar vermek kabiliyetini ve sorumlulu­ğu memnuniyetle kabul etmek alışkanlığını geliştirmek, son derece önemlidir. Eskiden orduda emir vermemek prensibi, rasgele bir ernir vermekten daha üstün tutulurdu. Gençler şunu öğrenmelidir­ler. Hiç cevap vermemektense herhangi bir şekilde cevap vermek da­ha iyidir. Yanlış cevap vermek korkusu, cevaptaki yanlışlıktan çok daha ayıptır. Gençleri hareketlerinde cesaretli kılabilmek için bu düstur­dan istifade edilmelidir.

İ918 yılının Kasım ve Aralık aylarında, bütün otoritelerin cesa­retlerini yitirmiş olmalarından ve devlet başkanından en küçük rüt­beli kumandana kadar hiç. kimsenin kendi teşebbüsü ile bir karaı verme kuvvet ve cesaretini kendinde bulamamasından pek çok si kâyet edüdi, işte bu korkunç durum yeni eğitim sistemi için büyük bir ihtar olmalıdır. Bugün bizi ciddi bir mukavemetten âciz kılar; şey, silâh eksikliği olmayıp, irade noksanlığıdır. Bu enerji yokluğu milletimizin içine yayılmıştır. Bu durum, milletin riske katlanma ve herhangi bir hususta karar alma kabiliyetini körletmektedir. Hal­buki şu iyice bilinmelidir ki, bir fiil ve hareketin büyüklüğünü meydana getiren şey, o fiil ve hareketin ihtiva ettiği risktir. Bir Al­man generali, işin farkına varmadan, bu üzücü irade eksikliğim ifade için klâsik bir düstur ortaya koydu. "Başarılı olacağıma dair yüzde elli bir ihtimal bulunduğunu gördüğüm takdirde faaliyete geçtim." Ama ne yazıktır ki bu "yüzde elli bir", bize Büyük Alman­ya'nın o feci yıkılışım izah etmektedir. Bu Alman generali ve onun gibi hareket eden herkes, kaderden başarıyı kendisine garanti etme­sini istediklerine göre, bunlar bu davranışlarıyla bir kahramanlık hareketi göstermekten vazgeçiyorlar demektir. Herhangi bir duru­mun öldürücü bir tehlike arz ettiği bilindiği sırada, başarıyı sağlaya­cak teşebbüs ancak bir kahramanlık hareketidir. Örnek mi isteni­yor? Verelim: Ölüm döşeğinde yatan bir kanserli ameliyat olmayı göze almak için yüzde elli bir başarı ihtimaline muhtaç değildir. Ameliyat, yüzde elli bir değil, yüzde yarımdan fazla bir başarı vaat etmese bile, cesur ve irade sahibi bir kimse riski göze almalı, ameli­yata muvafakat etmelidir. Yoksa yakında öleceğinden dolayı çevresi­ne yanıp yakılmaya hiç hakkı yoktur.

Etraflıca düşünülecek olursa, zamanımızın belâsı olan bu iste­mek ve karar almak kabiliyetsizliğinin bilhassa gençlerimize eskiden beri zorla verilen eğitimin sonucu olduğu anlaşılır ve görülür. Bu a-di alışkanlığın olumsuz tesiri gelecek nesillerde de devam eder. Mil­letimizi zaafa sürükleyen bu kabıliyetsizlığin tesiri, hükümet mevki­im işgal eden. devlet adamlarında görülen medeni cesaretin yokluğu ile en yüksek noktasına erişir.

Bu arada sorumluluk korkusu hakkında da aynı şeyler söylene­bilir. Sorumluluk korkusu, gençlere verilen eğitimin eksik ve sakal: oluşundan dolayı bir rezalet halim almaktadır. Bu rezalet, gençlerin bütün resmi hayatları boyunca kendini göstermekte ve ölmez mer­tebesine de parlamenter rejimde ulaşmaktadır.

Irkçı devlet, bütün dikkat ve çalışmasının iradenin ve karar verme kabiliyetinin eğitimine hasrettiği gibi, gençlerin çocuklukla­rından itibaren sorumluluk zevkini ve ifa ettikleri hareketlerin gere­ken cesaretini hakketmelerine özellikle önem vermelidir. Irkçı devlet, ancak bu görevin lüzum ve önemini kavradığı ve yüzyıllar boyunca bu eğitime devam ettiği takdirde, bizim çökü­şümüze korkunç bir şekilde tesir etmiş, fakat bugün zaaftan kur­tulmuş olan bir millet meydana getirmeye muvaffak olabilir.

Bizim ırkçı devletimiz, bugün hükümet tarafından milletimizin eğitimi konusunda tatbik edilen tedrisatta, büyük bir değişiklik yapmak ihtiyacını duymaktadır. Bu yenilik şu üç hususta olacaktır.

ilk önce, Alman gençlerinin hafızaları yüzde doksan beş nispet­te, kendileri için faydasız, gereksiz ve bunun sonucu olarak kısa bir zaman sonra unutulmaya mahkûm bilgi ile doldurulmayacaktır. Za­manımızda, bilhassa ilk ve orta okullarda uygulanan program, mâ­nâsız bir kuru kalabalıktan ibarettir. Bazı kere öğrencilere öğretilen konuların gürültüsü o kadar büyüktür ki, gençler ancak birer par­çasını akıllarında tutmaktadırlar. Öğretilen bilginin ancak çok az bir kısmı, ilerde gençler için faydalı olmaktadır. Aynı zamanda, bir işe giren ve hayatını kazanmak zorunda kalan gençlerimiz için bu bilgi yetmemektedir.

Meselâ bir memuru ele alalım. Bu memur otuz, otuz beş yaşla­rında ve lise sınavını vermiş olsun. Okulların binbir zahmetle bu memurun zihnine doldurduğu bilgilerden hangilerini bugüne kadar muhafaza ettiğini kontrol edelim. Kontrol sonunda eskiden öğreti­lenlerden pek azının şimdi onun hafızasında kaldığını görürüz. Bel­ki bu durum karşısında bize şöyle denebilir. O zamanlar gösterilen derslerin tamamının gayesi, öğrenciyi yalnız geniş ve çeşitli konu­larda bilgi sahibi yapmak değildir. Bu yola gidilmesinin sebebi, öğ­rencide düşünme, bilhassa tetkik ve gözlem kabiliyetini geliştirmek­tir.

işte bu hâlde de, genç bir dimağı bir sürü intibalar arasında boğmak belirir. Genç dimağ, bu intihalara ender olarak hâkim ola­bilir, onları ayıklayabilir ve sonunda âz çok önemlerine göre bir tas­nife tabi tutabilir. Bu durum karşısında çok kere esaslı nokta arızi konulara feda edilerek tamamen unutulacaktır. Neticede bu kitle halindeki öğretimin esaslı amacı elde edilemeyecektir. Gaye dimağı, birtakım mefhumlarla tıka basa doldurarak öğrenmeğe kabiliyetli bir hale getirmek olmamalıdır. Bilâkis gaye bir şahsa, sonradan ken­disi için faydalı olacak ve çevresi bundan istifade edecek bilgi hazi­nesini sağlamaktan ibaret olmalıdır. Fakat genç dimağa zorla sokuş turulan mefhumların bolluğu, bunları tamamen kendisine unuttu-rursa veya esaslı noktaları buldurtmazsa teşebbüs ve eğitim boşa gitmiş demektir. Örneğin, neden milyonlarca insanın yıllarca çalışa­rak iki üç yabancı dil öğrendiklerine akıl sır ermez. Çünkü bu mil­yonlarca insanın arasında yalnız küçük bir kısmı öğrendikleri bu yabancı dillerden istifade edebilir. Fransızca'yı öğrenmiş olan yüz bin kişiden yalnız iki bini ilerde bundan istifade edebilecek, geri ka­lan doksan sekiz bin kişi, hayatları boyunca hiçbir zaman gençlikle­rinde öğrenmiş oldukları Fransızca'yı fiiliyatta kullanmayacaktır. Dil eğitiminin genel kültüre hizmet ettiği yolundaki delilin, bizim iddi­amız üzerinde bir değeri yoktur. Eğer insanlar bütün hayatları deva­mında, okul sıralarında okuduklarından ve öğrendiklerinden istifa­dede devam etselerdi o zaman bütün öğrenilenlerin bir değeri olur­du. Demek oluyor ki, bu öğretilen Fransızca'nın iki bin kişiye fay­dası olurken, geriye kalan doksan sekiz bin kişi de, bir hiç için gençliklerinde zahmet çekmiş zamanlarını heba etmiştir.

Bundan çıkan sonuç şudur: Gençlere bu dilin yalnız haz vere­cek taraflarını öğretmelidir. Öğrencilere o dilin dahili mekanizması­nın bir şemasını göstermek yerinde bir hareket olur. Dilin grameri hakkında bir bilgi verilir. Tipik misaller göstermek suretiyle yabancı dilin telâffuzu ve yapısı ile kaideleri öğretilir. Bu yöntem, öğrencinin büyük bir kısmı için kâfi gelecek ve akılda tutulması daha kolay, daha basit olacağı için, bugüne kadar uygulanan tarzdan daha fay­dalı olacaktır. Bugünkü öğretim usulü yabancı dili öğrencinin kafa­sına zorla sokmaktadır. Halbuki gençler hiçbir zaman o lisanı öğre­nememekte ve öğrendiğini de ilerde unutmaktadır. Bu ezici bilgi bolluğu hafızada tutarsız, rastgele tutulan parça parça şeyler bırak­mak tehlikesini de doğurur. Yani gençler, ancak en gerekli olan şey­leri öğrenmeli ve esas ile ayrıntı gençlerin lehine olarak, daha önce­den tespit edilmelidir.


Yüklə 1,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   51




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin