1920 yılı başında, büyük bir toplantı yapmaya teşebbüs ettim. Bu hareketim bazı tartışmalara sebep oldu. Partiyi yönetenlerden bir kısmı bunu pek vakitsiz buluyorlar, sonuçtan şüphe ediyorlardı. Kızıl basın bizimle meşgul olmaya başlamıştı. Onun kinini tahrik etmeyi başardığımızdan dolayı, sevinç duyuyorduk. Başka toplantılarda da onların muhalifleri sıfatı ile gösteri yapmaya başlamıştık. Pek tabii olarak böyle bir teşebbüste bulunanlarımız derhal susturulmuşlardı. Buna rağmen başarı vardı. Artık bizi tanımaya başlamışlardı. Bizi daha fazla tanıdıkça, aleyhimizde nefret ve hiddet dalgası kabanyordu. Bu bakımdan ilk büyük toplantımızda, kızıl taraftaki dostlarımızın büyük çapta bir ziyaretlerini bekleyebilirdik.
Gerçi ben de yok edilmek tehlikesi ile karşı karşıya olduğumuzu fark ediyordum. Fakat ne var ki bu kavgaya girişmek gerekti. Esasen bu günlerde olmazsa, birkaç ay sonra muhakkak böyle bir şey meydana gelecekti, ilk günden itibaren yerimizi körü körüne bir güven ile, amansız bir mücadele ile koruyup, hareketimizin sonsuza kadar devamım sağlamak bize bağlı bir işti. Ben kızıl partinin zihniyetini çok iyi bildiğim için, büyük bir karşı koymanın yapacağı ilk etkinin dikkatleri bizim üzerimize çekmekle kalmayıp, harekete taraftar sağlayacağına da emin bulunuyordum. Bu en önemli husustu. Bundan dolayı bu karşı koyma işine iyice azmetmek gerekirdi.
O zamanlar partinin ilk lideri bulunan M. Harrer toplantı gününün tespiti konusunda, benim fikrimi kabul edemiyordu. Bundan dolayı namuslu ve mert bir kimse olarak davrandı ve hareketin yönetiminden çekildi. M. Harrer'in yerine M. Antoine Drexler geçti. Ben propaganda teşkilatının başında kalmıştım. Artık bu toplantı işi ile gayet güzel meşgul oluyordum. Henüz kimsenin bilmediği hareketimizin halka açık ilk büyük toplantısının günü 24 Şubat 1920 olarak kararlaştırıldı.
Hazırlıkları bizzat ben yönetiyordum. Bu hazırlık safhası pek kısa sürdü. Her şey bir şimşek hızı ile alınan kararlara göre tertiplendi. Toplantının duyurulması, duvar ilanları ve daha önce propagandadan bahsederken geniş bir şekilde anlattığım gibi hazırlanan broşürlerle yapılması gerekiyordu. Bu propaganda biçiminin en önemli nitelikleri şunlardı: Büyük bir topluluk üzerinde etki yapmak, propagandayı belirli birkaç nokta üzerine yoğunlaştırarak devamlı bu konuları tekrarlamak, kısa ve öz bir metin hazırlamak ve fikri yaymak için büyük bir inat gösterip, sonucu beklemekte sabırlı olmak.
Renk olarak kırmızıyı seçtik. Bu renk, rakiplerimizi tahrik edecek ve onları kızdırıp galeyana zorlayacak, böylece bizi onlara tanıtacaktı, ister istemez, bizi akıllarından çıkaramayacaklardı. Sonuç, Bavyera'da da Marksistlerle, diğer parti arasında siyasi bir beraberlik bulunduğunu açıkça ortaya koydu. Bu husus, hükümette bulunan Bavyera Halk Partisi'nin, duvar ilanlarımızın kızıl işçiler üzerinde yaptığı tesiri önceleri hafifletmek ve daha sonra da tamamen önlemek için gösterdiği gayretten anlaşıldı. Polis bizim propagandamıza karşı çıkmak için bir sebep bulamadığından, duvar ilanlarımıza itiraz etti. Bir kenarda duran kızıl arkadaşlarına hoş görünmek için, güya Alman Halk Partisi'nin yardım ve tahriki ile ilanlarımızın duvarlara yapıştırılmasını yasakladı. Halbuki bu ilanlar uluslararasıcı-lık içinde yollarını şaşırmış olan yüz binlerce işçiyi tekrar Alman milletine iade edecekti. Bu ilanlar irademizin doğruluğunu ve niyet-lerimizdeki dürüstlüğü gelecek nesillere gösterecekti. Milli denilen otoritelerin, kendilerine bir engel teşkil eden milli bir hareketi ve sonunda milletimizin büyük bir topluluğunu tekrar kazanmak teşebbüsünü boğazlamaya kalkıldığı zaman ne kadar keyfi davrandıkları böylece tespit edilmiş oldu. Bu ilanlar Bavyera'da milli bir hükümet bulunduğu yolundaki fikir ve kanaati de yıkmaya yardım edecekti. Böylece 1919-1923 yıllarının milli Bavyerası'nın, hiç de milli bir hükümetin eseri olmadığı anlaşılacaktı. Hükümette bulunanlar, bu hareketin gelişmesine engel olmak ve onu imkansız duruma sokmak için her şeyi yaptılar. Bu adi davranışa sadece iki kişi katılmadı: O zamanki polis müdürü Ernst Pöhner ile sadık müşaviri Obramtmann Frick. Bu iki memur, daha o devirde göreve başlamadan önce Alman olmak cesaretine sahip kimselerdi. E. Pöhner, halk nezdinde sevgi kazanmayı diğer otoriteler arasında en az aklına getiren, fakat mensup olduğu millete karşı sorumluluğunu en canlı şekilde hisseden bir kimse idi. Her şeyden çok sevdiği Alman milletinin tekrar yükselmesi uğrunda her şeyi göze almaya ve her türlü fedakarlığa katlanmaya hazırdı. E. Pöhner, kendilerine teslim edilen devlet malını korumayan, milletin çıkarlarını düşünmeyen, bağımsızlık için çalışmayan ve kendilerini besleten hükümete itaat suretiyle aylık alan memur güruhunun istediği gibi at oynatmasına engel oluyordu. O, her şeyden önce, devlet otoritesi denilen iktidarı ellerinde bulunduranların çoğuna muhalefet ederek, ülkeye hıyanet edenlerin düşmanlıklarından çekinmiyordu. Yahudilerin ve Mark-sistlerin kini, iftiraları ve yalan dolu saldırıları milletimizin sefaleti ortasında onun yegane saadetini teşkil etti. O granit gibi sadık, eski zamanların temizliği içinde yüzen tam bir Almandı. "Esir olmaktansa ölmek daha iyidir." sözünü kendine şiar edinmişti. Bu söz, onda lafta kalmıyor, bütün varlığından fışkırıyordu. E. Pöhner ve mesai arkadaşı O. Frick benim nazarımda, devlet memuru olarak Bavye-ra'nın var olmasına hizmet etmiş sayılacak yegane kimselerdir.
Büyük toplantımızın açılmasından önce yalnız gereken propaganda malzemesini hazırlamak değil, toplantı programını da bastırmam gerekliydi. Bu kitabın ikinci bölümünde programı uygulamak için, özellikle takip ettiğimiz esasları daha geniş bir şekilde anlatacağım. Ben, burada yalnız programın, genç hareketin bünyesini ve cevherini ortaya koymakla kalmadığını, aynı zamanda topluluklara, takip ettiğimiz gayeyi de amacı da açıkladığını belirtmek isterim.
Mensuplarına aydın denilen çevreler önceleri nükte yapıp alay etmeğe kalkıştılar. Daha sonra tenkit ettiler. Bütün bu davranışlar bizim hareketimizin ne kadar doğru olduğunu açıkça gösteriyordu.
Birkaç yıldan beri düzinelerce yeni fikir hareketlerine şahit oldum. Bütün bu fikir hareketleri rüzgarların önüne düşüp, sürüklenip gittiler. Bu arada hiçbir iz bırakmadılar. Yalnız bir tanesi dayandı. O da Nasyonal Sosyalist Alman işçi Partisi idi. Artık her zamankinden çok şuna kani oldum ki; bu yazımın aleyhinde mücadele edilebilir, bu parti felce uğratılabilir, hatta küçük partilerin bakanları bizi söz söylemeden men edebilirler, fakat fikirlerimizin galip gelmesine hiçbir zaman engel olamazlar ve olamayacaklardır. Artık, iktidar mevkiinde bulunan partilerin ve onları temsil edenlerin isimleri bile hatırlanmaz olacaktır, işte bu sırada Nasyonal Sosyalist işçi Partisi'nin programı, doğmakta olan bir devletin temellerini teşkil edecektir.
1920'nin Ocak ayına kadar dört ay içinde yaptığımız toplantılar, ilk broşürümüzü, ilk duvar ilanımızı ve programımızı bastırabilmek için ihtiyacımız olan parayı sağlamıştı.
Bu kitabın birinci kısmını ilk büyük toplantımızı anlatarak biti-riyorsam, bunun sebebi, bu toplantının küçük toplumların dar çevrelerinin sınırlarını aşıp, çok ötelere sıçramasından ve ilk defa zamanımızın en kudretli manivelası olarak, kamuoyu üzerinde büyük tesir yapmış olmasından ileri gelmektedir.
O gün bende yalnız bir endişe vardı. O da şuydu: Acaba toplantı salonu dolacak mıydı, yoksa bize, boş sıralara hitaben söz söylemek mi düşecekti? Salonun dolacağından ve büyük bir başarı sağlayacağımızdan emindim. Toplantıyı beklerken bu düşünceler içinde idim.
Toplantımız saat 7.30 da başlayacaktı. Saat 7'yi çeyrek geçe Münih'te Platzl üzerindeki Hofbrauhaus'un eğlence salonuna girdiğim zaman, kalbimin sevinçten parçalanacağını sandım. Bana kocaman görünen salon tıklım tıklım dolu idi. Omuzlar değil, başlar birbirine dokunuyordu. Salonda iki bin kişiden fazla kimse vardı. En çok hoşuma giden taraf, özellikle kendilerine hitap etmek istediğimiz kimseler tarafından salonun doldurulmuş olması idi.
Salonun yarısından çoğu komünist ve tarafsız kimseler tarafından doldurulmuştu. Bizim ilk büyük toplantımız, komünistlerin fi-kirlerince, çabucak varmak istedikleri sonuca mahkum bulunuyordu. Fakat, iş çarçabuk başka renge büründü, ilk hatip sözlerini bitirdikten sonra, kürsüye ben çıktım.
Konuşmaya başladıktan birkaç dakika sonra salonun her tarafında söz kesmeler dolu gibi yağıyordu. Salonda büyük kavgalar çıkıyordu. En sadık ve en samimi askerlik arkadaşlarımdan ve taraftarlarınızdan kurulu olan küçük bir grup, salonda huzuru kaçıranların üzerine atıldılar. Böylece yavaş yavaş sessizlik oluştu. Ben de sözlerime devam edebildim. Yarım saat kadar geçtikten sonra alkış sesleri, homurtu ve küfür seslerini bastırıyordu.
işte o zaman programımızı okumaya başladım. Program ilk defa olarak bir topluluğa izah ediliyordu. Artık müdahaleler, takdir ve onaylama seslerinin altında sönük kalıyordu. Toplantıyı takip edenlere programdaki yirmi beş ilkeyi açıkladım. Dinleyenlerden prensiplerimiz hakkında hükümlerini vermelerini istediğim zaman, gittikçe artan bir şevk ve heyecan içinde bütün okunanlar çoğunlukla kabul edildi. Artık, son prensip de kabul edilince, önümde yeni bir fikir, yeni bir inanç, yeni bir irade ile tek vücut olmuş insanlarla dolu bir salon vardı.
Biraz sonra salon boşalmaya başladı. Yığılmış kalabalık, sulan ağır ağır akan bir ırmak gibi salonun kapısına doğru gidiyordu. Bütün bu kimseler, birbirlerine çıkışıyorlar, birbirlerini itiyorlardı, işte o zaman unutulması ihtimali olmayan bir fikir hareketinin prensiplerinin uzaklara, çok uzaklara, Alman milletinin içine yayılacağını anladım.
Bir ocak devrilmişti. O devrilen ocağın ateşinde Alman milletine hürriyetine ve hayatını iade edecek olan kılıç dövülmekte idi. Milletçe kalkınma gözlerimin önüne geliyordu. Aynı zamanda, o a-man vermez intikam ilahının, 9 Kasım 1918 ihanetine karşı durdu ğuna şahit oluyordum.
Salon ağır ağır boşaldı. Genç hareket, gidişatını takip etti.
BOLUM 12
Genç Hareketimizin ilk büyük salon toplantısı 24 Şubat 1920 günü yapıldı. Münih'te Hofbrauhaus'un eğlence salonunu dolduran İki bin kişiye yakın bir kalabalık önünde partimizin 25 maddelik, programı okundu. Böylece, bizleri gereksiz fikirlerden, faydasız köhnemiş düşüncelerden, zararlı eğilimlerden sıyırıp kurtaracak olan "KAVGA" nın ilkeleri ve emirleri ilk defa halka taşınmış oluyordu. Program şevk ve heyecanla dinlenildi ve büyük bir çoğunluk tarafından kabul olundu. Artık, kaderin son sürat giden arabasını durdurmak için, korku ve atalet içinde olan burjuva sınıfı ve Marksistlere karşı yeni bir kuvvetin ortaya çıkması gerekiyordu. Yeni hareketin bu büyük mücadele uğrunda bir önem ve kuvvet kazanabilmesi için, daha ilk günlerden itibaren, taraftarlarına, bu hareketin yalnız yeni bir seçme usulü getirmekle kalmayacağını anlatmak ve bunun yanı sıra en önemlisi olarak, yepyeni bir felsefi fikir getirdiğini göstermek ve buna inandırmak gerekliydi. Bir parti programı yapılırken, bu programın zaman zaman değiştirileceği ve yolunacağı düşünülmelidir, ister yeni bir program uygulanmasında olsun, ister eski bir programın değiştirilmesi söz konusu olsun, her zaman seçimde alınacak sonucun ne olabileceği endişesi vardır. Eğer, halkın partiyi terk edip araba koşumlarından kurtulmak istediğine dair bir şüphe Siyaset artistlerinin zihinlerinde belirirse, o zaman bu siyasi aktörler derhal at bağlanacak olan sırığı tekrar boyamaya başlarlar, işte bu sıralarda, halkın sabrının tükenmiş olduğu vakaları hatırlayabilecek kabiliyette, ihtiyar siyaset adamları ortaya çıkar. Bunlar, gene eskiden olduğu gibi tehlikenin yaklaşmakta olduğunu sezerler. Bu sırada yapacakları iş, eski reçetelere müracaat etmek, bir komisyon kurmak, büyük halk topluluklarının nelerden hoşlanıp, nelerden hoşlanmayacaklarını tespit etmektir. Halkın konuştuğu konulara kulak kabartıp, gazete makalelerinden koku almaya çalışırlar. Bu arada bütün meslek grupları ve işçi sınıfı teker teker incelenir, en büyük istekleri araştırılır.
Neticede komisyonlar toplanır, programlarını gözden geçirip, değiştirmeye başlarlar. Bu gibi kimseler gömlek değiştirir gibi kanaat değiştirirler. Yeni bir program yapıp, herkese bir pay ayırırlar, köylünün tarım işlerinde, sanayicinin imalâtında, tüketicinin satın aldığı eşyada himayesi sağlanır. Memurun aylığına zam yapılır. Dullar ve yetimlere aylık bağlanır, bağlanmışsa aylıklarına zam gelir. Vergiler indirilir. Unutulan bir sorun veya bir meslek grubunun şikâyeti telâş uyandırır. Acele o dâva ile meşgul olunur ve ilâveler yapılır. Nihayet küçük burjuva ordusu ile eşlerinin memnun edildiklerine kanaat getirilir, işte bundan sonra Allah'ın lütfuna ve seçmen vatandaşın budalalığına dayanarak devleti ıslah için mücadeleye girişilir.
Siyasetçiler, seçim yapıldıktan ve beş yıllık rahat yaşayışlarını sağladıktan sonra artık halkı unuturlar ve daha büyük ve daha güzel görevlere sarılırlar. Program komisyonu dağılır. Seçim öncesi sürdürülen mücadele yeniden günlük ekmek için yapılan mücadele şekline döner. Sözün kısası, milletvekilliği ödenekleri davası ele alınır. Milletin temsilcisi, her gün o müstesna binaya gider. Gerçi tamamen içeri girmez. Ama listelerin bulunduğu odada boy göstererek, kendi adını halkın hizmetinde bulunanların arasına yazdırtır. Böylece bu devamlı gayretinin karşılığı olarak ödeneğini alır, Fakat on yıl sonra veya buhranlı günler sırasında, bir esnaf derneğini andıran parlementonun fethedilmesi tehlikesi belirdiği zaman birer krizalit* olan bu siyaset cambazları büyük "phalansterelerini bir yana bırakarak, halk topluluklarına doğru yeniden kanat açarlar.
Seçmenlerine tekrar nutuk atmaya başlarlar. Yaptıkları işleri ballandıra ballandıra anlatırlar. Muhaliflerinin fena niyetlerini ve inatçı davranışlarını dile getirirler. Fakat çoğu zaman akıllı topluluklar bunlara minnettarlık göstermeyip, yüzlerine karşı hakaret ederler.
(* Krizalit: Kurdun, kelebek olmadan önce geçirdiği başkalaşma hali.)
İşte halkın nankörce (!) davranışı belirli bir dereceye ulaştığı zaman, partinin boyasını yenilemek gerekir. Programın elden geçirilmesine ihtiyaç hasıl olur. Komisyonlar tekrar kurulur ve aldatma oyunu eskiden olduğu gibi sahneye konur, insanların granit kadar sert olan aptallıkları göz önünde tutulursa bu şekilde davranışlar karşısında şaşılmaz. Oy verecek olan gerek burjuva ve gerek proleter sınıfına dahil "dört ayaklılar" yeni program karşısında gözleri kamaşmış bir durumda tekrar aynı ahıra koşarlar ve daha önce kendilerini kandırmış olan herifi bir kere daha seçerler. İşte bu şekilde halkın ve çalışan sınıfların adayı tekrar "parlamento tırtılı" olur. Yâni kamu hayatının yapraklan üzerinden midesini doldurmaya devam eder. Sonunda şişmanlar, büyür ve bir süre sonra tekrar bir kelebeğe dönüşür.
Devamlı bir şekilde bu aldatmalara şahit olmak kadar insanı üzüntüye sevk eden bir şey yoktur. Bu fikri çürüme varken, Burjuvalar arasında, Marksizm'in teşkilâtlı kuvvetine karşı mücadele edebilmek için gereken silâhlara rastlanamaz. Esasen bu kimselerin ciddi bir şekilde bu milli dâvayı düşündükleri de söylenemez. Bu parlamento şarlatanlarının, gerçek bir batı demokrasisi ile Marksizm'e karşı mücadele etmeyi ciddi bir şekilde düşündüklerine hiçbir zaman ihtimal verilemez. Esasen Marksist nazariye için bütün demokratik sistem, gayeye ulaşmak için bir vasıtadan başka bir şey değildir. Marksçılar rakibini felce uğratmak ve kendi yolunu açmak için her vasıtayı kullanırlar. Şimdi Marksistlerin bir kısmı kendisinin demokratik ilkelerle ayrılmaz bir şekilde bağlılığı hususunda bir kanaat uyandırmaya gayet ustaca çalıştığı sırada, bu herifler ülkenin buhranlı zamanlarında demokrasinin batıdaki uygulamasını dikkate almazlar ve çoğunluğun kararına değer ve önem vermezler.
Burjuva sınıfına mensup parlamenterler memleketin asayişini, hâkim adedin üstün zekâsında gördükleri sıralarda, Marksistler, kenar mahallelerin bir sürü serserileri ve Yahudi edebiyatı ile birlikte bir hamlede nüfuzu ele aldılar ve böylece demokrasiye büyük bir darbe indirdiler. Marksizm, yok etmeğe kararlı olduğu milli ruhun sevgisini kazanmayı başaramadığı sürece, yıkıcı emellerinin karışıklığını azimle takip ederek demokrasiyle beraber kol kola olacaktır. Eğer Marksizm, parlamento kazanında kandille bir şeyin kaynayabileceği ve pişebileceğine inanacak olursa, bütün bu parla mento oyunlarına da derhal son verir. İşte o zaman kızıl uluslarara-sıcılığın bayraktarı demokratik şuura danışacağı yerde proletarya kütlelerine ateşli bir müracaatta bulunacak, kavga ani olarak, parlamento salonlarından fabrikalara, imalâthanelere ve sokağa intikal edecektir. Böylece demokrasi, Marksistler tarafından derhal tasfiye edilecektir. Parlamentoda bu halk havarilerinin uysal taraftarlarının halledemediği iş, tahrik edilmiş proletarya kütlelerinin çekiçle -riyle yapılacaktır.
Proletarya toplulukları aynen 1918 yılının sonbaharında olduğu gibi, dünyanın Yahudiler tarafından ele geçirilmesi faaliyetinin Batı demokrasisinin sahip olduğu vasıtalarla önüne geçmeyi tasarlamanın ne kadar saçma bir iş olduğunu açık bir şekilde burjuva topluluğuna gösterecektir. İşte böyle bir canavar karşısında, "blöften ibaret olan veya sadece Marksistlerin işlerine yarayan, fakat sonradan artık bu heriflere fayda sağlamaz hale gelince gözden çıkarılacak olan bir sürü kurallara saplanıp kalmak için gerçekten aptal olmak gerekir.
Bütün burjuva partilerinde siyasi faaliyet, esasta parlamentoda birkaç sandalye kapmak kavgasından ibarettir. Bu mücadele sırasında, gerekirse bütün ilkeler bir b., çuvalı gibi atılır. Bu şekil davranıştan programları gibi kuvvetleri de zayıflar. Çünkü onlarda, halk toplulukları üzerinde büyük fikirlerin çekiciliği ile etkili olan o sihirli nüfuz ve ilkelere karşı kesin bir inanış ile bunları zafere ulaştırmak hususunda beslenen büyük azmin vereceği ikna kuvveti yoktur. Fakat herhangi bir parti ne kadar hata işlemiş olursa olsun, eğer bir felsefi fikrin bütün silâhlan ile, mevcut bir düzene karşı saldırıya geçecek olursa, diğer parti yeni bir inançla karşı koymaz ve savunmasını cesur bir şekilde yapmazsa mağdur durumda kalacaktır.
Eğer, burjuva yazarların milli bakanları veya Bavyera Merkez Partisi, bizim genç hareketimizi bir ihtilâl olarak tavsif ederse, bu parlak siyasi kanaate karşı, "şüpheyok ki bizsizin aptallığınız sırasında elinizden kaçırdığınız şeyi kazanmağa, elde etmeğe çalışıyoruz" cevabını verebiliriz ve şöyle devam ederiz: "Siz parlemento maskaraları ile milleti uçuruma doğru sürüklediniz. Fakat, biz yepyeni bir felsefi düşünce ile hareketimizin ilkelerini ısrarla savunarak milletimizin yükselmesi için basamaklar hazırlayacağız. Böylece bu basamaklarla tekrar hürriyetimizi kazanacağız." işte hareketimizin gelişmesi sıralarında dikkatle yaptığımız ilk iş, parlamento menfaatlerini desteklemek gayesi ile bir dernek şekline dönüşmemize engel olmaktı. Böyle bir sonucu önlemek için başvurulan çarelerden ilki bir program yapmak oldu. Program sistemli bir şekilde yeni fikirler ortaya koyuyordu. Bu yenilik, bugünkü si-
: yasi partilerin zaaflarını ve miskin ruhlarını ortadan kaldırmak üzere hedefler göstermekte ne kadar haklı olduğumuzu meydana çıka-
[nyordu. Bu hususları bilmek, bizi yeni bir devlet düşüncesine git-
,jneye zorluyordu. Bu düşünce de, dünya hakkındaki yeni görüşü-
1 muzun büyük bir kısmından ibaretti.
BÖLÜM 13
Kitabımın birinci bölümünde "ırkçı" tabirinin bir uygulama v. mücadele alanında bir mânâ ifade etmediğini açıklamıştım. Bugün birbirlerinden çok farklı olan şeylerin hemen hepsi, ırkçı kelimesi nin sembolü altında bir araya toplanıyor. Bundan dolayı Nasyon.ıl Sosyalist Alman işçi Partisi'nin ana konularına ve gayelerine geçnn den önce ırkçı kelimesinin ifade ettiği mânâ ve hareketimiz ile ol. ı n ilgisi hakkında bilgi vermek istiyorum.
Nedense ırkçı kelimesinin açık bir şekilde tarifi yapılmıyor. Bu nün için de çeşitli yorumlar yapılarak, uygulama alanında en az "di ni" kelimesi kadar kullanılıyor. Oysa, ister nazari bir açıklama so konusu olsun, veya ister basit bir yerde kullanmak için açıklama y. ı pilsin, yine de bu ırkçı kelimesine belirli bir mânâ vermeye imkan yoktur. Dini kelimesi ise, belirli bir şekil altında kendisine has u\ gulama alanında kullanılması dolayısıyla, zihinde ne ifade etlin derhal canlandırılabilir. Eğer bir kimsenin tabiatı, "dini" diye v.ı sıflandırılırsa, bu pek güzel bir takdir ediş olur ve bazı kere de im esasa dayanır. Hiç şüphe edilmesin ki bazı kimseler böylesine im takdirden memnun kalırlar. Bazı kimselerin de ruhi durumlarımı ı açık ifadesi budur. Fakat büyük topluluklar sadece filozof ve erim lerden meydana gelmez. Bunun için böyle genel bir dini fikir, ços;» zaman şahıslara tefekkür ve vicdan hürriyetini sağlamaktan b.v. .1 • bir şey yapmaz. Açık bir dini görüşü metafiziğin belirli olmay.ıı dünyası içinde yer aldığı zaman, büyük dini duygular meydana s'. tirdiği halde, bir harekete ve bir uygulamaya yol açmaz. Hiç sıi[ he yok ki bu inanç, gerçekte bir gaye olmayıp, bir vasıtadan ibarettir. Fakat hedefe ulaşmak için çok gereklidir. Ama aksine uygulamadır. Gerçekte en büyük ideallerin, daima hayata ait gerekli işleri çerçevelediğini kabul etmek lâzımdır, inanç, insanı, hayvanlara uygun bir yaşayışın üstüne çıkarmaya yardımcı olduğu gibi, varlığını takviye etmekte de hizmeti olur. Bugün ki insanlığın üstünden dinin ahlâk ve güzellik ilkeleri uygulamalı yönden kaldırılıp, dini terbiye yok edilecek olursa ve bunların yerini tutacak herhangi bir şey bulunmazsa, insan varlığının dayandığı temellerin büyük bir sarsıntıya maruz kaldığı görülür. Demek oluyor ki, insan en büyük ideale hizmet etmek için yaşarken, bu büyük ideal de insana varlığının bir şartını meydana getirmektedir. Ancak bu şekilde "daire" tamam olmaktadır.
Dini kelimesinin genel açıklamasında, tamamen esas mefhumlar ve inanışlar vardır. Örneğin ruhun ölmez oluşu, sonsuz hayat, büyük ve eşsiz bir varlığa inanmak gibi... Fakat bütün bu düşünceler, şahıslara ne kadar bir inanma sağlarlarsa sağlasın, onların tenkide varan bir incelemelerine hedef olurlar. Sonunda bir gün gelir, bu düşünceler iman, duygu ve akıl üzerinde kanun kuvvetini kazanır. Bunun için açık ve belli bir inanç olmadan, dindarlık duygusu, gayet güzel açıklanmamış olan bin çeşit şekli ile insan hayatı üzerinde yalnız değersiz kalmaz, aynı zamanda genel perişanlığı da körükler.
Irkçı kelimesi hakkında da, dini kelimesi için söylenenler tekrarlanabilir. Irkçı kelimesi de çeşitli mefhumlar ihtiva eder.
Fakat bu mefhumlar büyük önem taşımakla beraber, o kadar belirli şekiller altında bulunmaktadırlar ki, basit bir fikrin seviyesini aşabilmeleri için bir siyasi partinin programında önemli ilke olarak yer almaları gerekir. Çünkü nazari bir idealin mantığa uygun gelen sonuçlarının meydana çıkması ve hürriyetin sağlanması, dünya çapında bir eğilimden ileri gelmediği gibi, yalnız bir duygudan veya insanların doğuştan kazandıkları irade ile de ortaya konamaz. Kurtuluşa doğru ideal hamle, ancak mücadele teşkilâtına ve bir askeri güce sahip olunduğunda, milletin ateşli isteği, gösterişli bir gerçeğe dönebilir. Bir felsefi görüş, ne kadar doğru olursa olsun ve ne kadar insanlığın büyük bir kısmını hedef alırsa alsın, ilkeleri teşebbüse geçen bir hareketin sembolü durumuna gelmediği sürece, bu felsefi görüş bir milletin hayatı için tatbiki değerden yoksun kalmaya mahkûmdur. Hareket de, etkisi ile savunduğu fikirlere başarı yolunu açamadıkça ve parti ilkeleri bir millet için, bir okulun temel kanunları haline gelmedikçe o hareket yalnız bir "dernek" olarak kalacaktır.
Bir siyasi partinin programı genel mefhumlar dikkate alınarak hazırlanmalıdır. Belirli bir siyasi doktrin, bir felsefi sistemin temelleri üzerine kurulmalıdır. Bu doktrin ulaşılması zor bir gayeyi kendine hedef almalı ve fikirlere bağlı olmamalıdır. Ortada mevcut olan fikirleri ve o fikirlerin üstün çıkarılması için kullanılan mücadele vasıtalarını da dikkate almalıdır. Kâğıt üzerinde program hazırlayan şahsın ileri sürmesi gereken manevi düşüncelerine, bir siyasetçinin de tatbiki bilgisi ilâve edilmelidir. Aynı zamanda, sonsuz bir ideal, insanlığa yolunu gösterecek bir yıldız gibi parlayacağı zaman insanların zaafları dolayısıyla hemen kazaya uğramaması için insanlığın bu hatalarını da hesaba katmalıdır. Vahye mazhar kılınan kimse, halkın ruhunu bilmeli ve sonsuz gerçek ile ideal alanında da basit kimseler tarafından anlaşılabilen bir yol çizmelidir. İşte esas mesele, ideal yönünden doğru bir felsefi sistemin açıkça belirlenmesinden ve sağlam bir şekilde teşkilâtlanmasından sonra, tek bir irade ve inançla mücadele birliğine dönmesindedir. Herhangi bir fikrin başarıya ulaşması, tamamen bu konunun iyi bir şekilde halledilmesine bağlıdır. İşte o zaman bir kısmı bu gerçeklere tam nüfuz etmiş ve bazıları da bunları kısmen anlayabilecek duruma gelmiş olan milyonlarca insanın içinden havari kuvvetine sahip bir şahsın çıkması gerekir. Bu şahıs, büyük halk topluluklarının sisli fikirlerinden kaya gibi sağlam ilkeler çıkarır ve ihtiva ettikleri tek gerçek uğrunda mücadeleyi yönetir. Böylece serbest fikir âleminin dalgaları üstünde aynı bir inanç ve aynı bir irade içinde yer alan şahısların meydana getirdikleri birliğin kayası yükselir.
Dostları ilə paylaş: |