Kader beni, iki Alman devletinin tam sınırları üzerinde bir ka­sabada, Braunau am Inn'de dünyaya getirdi. Alman olan Avusturya, büyük Alman vatanına tekrar dönmelidir



Yüklə 1,96 Mb.
səhifə27/51
tarix28.10.2017
ölçüsü1,96 Mb.
#18647
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   51

1920 yılı başında, büyük bir toplantı yapmaya teşebbüs ettim. Bu hareketim bazı tartışmalara sebep oldu. Partiyi yönetenlerden bir kısmı bunu pek vakitsiz buluyorlar, sonuçtan şüphe ediyorlardı. Kı­zıl basın bizimle meşgul olmaya başlamıştı. Onun kinini tahrik et­meyi başardığımızdan dolayı, sevinç duyuyorduk. Başka toplantılar­da da onların muhalifleri sıfatı ile gösteri yapmaya başlamıştık. Pek tabii olarak böyle bir teşebbüste bulunanlarımız derhal susturul­muşlardı. Buna rağmen başarı vardı. Artık bizi tanımaya başlamış­lardı. Bizi daha fazla tanıdıkça, aleyhimizde nefret ve hiddet dalgası kabanyordu. Bu bakımdan ilk büyük toplantımızda, kızıl taraftaki dostlarımızın büyük çapta bir ziyaretlerini bekleyebilirdik.

Gerçi ben de yok edilmek tehlikesi ile karşı karşıya olduğumu­zu fark ediyordum. Fakat ne var ki bu kavgaya girişmek gerekti. Esasen bu günlerde olmazsa, birkaç ay sonra muhakkak böyle bir şey meydana gelecekti, ilk günden itibaren yerimizi körü körüne bir güven ile, amansız bir mücadele ile koruyup, hareketimizin sonsuza kadar devamım sağlamak bize bağlı bir işti. Ben kızıl partinin zihni­yetini çok iyi bildiğim için, büyük bir karşı koymanın yapacağı ilk etkinin dikkatleri bizim üzerimize çekmekle kalmayıp, harekete ta­raftar sağlayacağına da emin bulunuyordum. Bu en önemli husustu. Bundan dolayı bu karşı koyma işine iyice azmetmek gerekirdi.

O zamanlar partinin ilk lideri bulunan M. Harrer toplantı gü­nünün tespiti konusunda, benim fikrimi kabul edemiyordu. Bundan dolayı namuslu ve mert bir kimse olarak davrandı ve hareketin yönetiminden çekildi. M. Harrer'in yerine M. Antoine Drexler geçti. Ben propaganda teşkilatının başında kalmıştım. Artık bu toplantı işi ile gayet güzel meşgul oluyordum. Henüz kimsenin bilmediği hare­ketimizin halka açık ilk büyük toplantısının günü 24 Şubat 1920 olarak kararlaştırıldı.

Hazırlıkları bizzat ben yönetiyordum. Bu hazırlık safhası pek kı­sa sürdü. Her şey bir şimşek hızı ile alınan kararlara göre tertiplendi. Toplantının duyurulması, duvar ilanları ve daha önce propaganda­dan bahsederken geniş bir şekilde anlattığım gibi hazırlanan broşür­lerle yapılması gerekiyordu. Bu propaganda biçiminin en önemli ni­telikleri şunlardı: Büyük bir topluluk üzerinde etki yapmak, propa­gandayı belirli birkaç nokta üzerine yoğunlaştırarak devamlı bu ko­nuları tekrarlamak, kısa ve öz bir metin hazırlamak ve fikri yaymak için büyük bir inat gösterip, sonucu beklemekte sabırlı olmak.

Renk olarak kırmızıyı seçtik. Bu renk, rakiplerimizi tahrik ede­cek ve onları kızdırıp galeyana zorlayacak, böylece bizi onlara tanı­tacaktı, ister istemez, bizi akıllarından çıkaramayacaklardı. Sonuç, Bavyera'da da Marksistlerle, diğer parti arasında siyasi bir beraberlik bulunduğunu açıkça ortaya koydu. Bu husus, hükümette bulunan Bavyera Halk Partisi'nin, duvar ilanlarımızın kızıl işçiler üzerinde yaptığı tesiri önceleri hafifletmek ve daha sonra da tamamen önle­mek için gösterdiği gayretten anlaşıldı. Polis bizim propagandamıza karşı çıkmak için bir sebep bulamadığından, duvar ilanlarımıza iti­raz etti. Bir kenarda duran kızıl arkadaşlarına hoş görünmek için, güya Alman Halk Partisi'nin yardım ve tahriki ile ilanlarımızın du­varlara yapıştırılmasını yasakladı. Halbuki bu ilanlar uluslararasıcı-lık içinde yollarını şaşırmış olan yüz binlerce işçiyi tekrar Alman milletine iade edecekti. Bu ilanlar irademizin doğruluğunu ve niyet-lerimizdeki dürüstlüğü gelecek nesillere gösterecekti. Milli denilen otoritelerin, kendilerine bir engel teşkil eden milli bir hareketi ve sonunda milletimizin büyük bir topluluğunu tekrar kazanmak te­şebbüsünü boğazlamaya kalkıldığı zaman ne kadar keyfi davrandık­ları böylece tespit edilmiş oldu. Bu ilanlar Bavyera'da milli bir hü­kümet bulunduğu yolundaki fikir ve kanaati de yıkmaya yardım edecekti. Böylece 1919-1923 yıllarının milli Bavyerası'nın, hiç de milli bir hükümetin eseri olmadığı anlaşılacaktı. Hükümette bulunanlar, bu hareketin gelişmesine engel olmak ve onu imkansız du­ruma sokmak için her şeyi yaptılar. Bu adi davranışa sadece iki kişi katılmadı: O zamanki polis müdürü Ernst Pöhner ile sadık müşaviri Obramtmann Frick. Bu iki memur, daha o devirde göreve başlama­dan önce Alman olmak cesaretine sahip kimselerdi. E. Pöhner, halk nezdinde sevgi kazanmayı diğer otoriteler arasında en az aklına ge­tiren, fakat mensup olduğu millete karşı sorumluluğunu en canlı şe­kilde hisseden bir kimse idi. Her şeyden çok sevdiği Alman milleti­nin tekrar yükselmesi uğrunda her şeyi göze almaya ve her türlü fe­dakarlığa katlanmaya hazırdı. E. Pöhner, kendilerine teslim edilen devlet malını korumayan, milletin çıkarlarını düşünmeyen, bağım­sızlık için çalışmayan ve kendilerini besleten hükümete itaat sure­tiyle aylık alan memur güruhunun istediği gibi at oynatmasına engel oluyordu. O, her şeyden önce, devlet otoritesi denilen iktidarı elle­rinde bulunduranların çoğuna muhalefet ederek, ülkeye hıyanet edenlerin düşmanlıklarından çekinmiyordu. Yahudilerin ve Mark-sistlerin kini, iftiraları ve yalan dolu saldırıları milletimizin sefaleti ortasında onun yegane saadetini teşkil etti. O granit gibi sadık, eski zamanların temizliği içinde yüzen tam bir Almandı. "Esir olmaktan­sa ölmek daha iyidir." sözünü kendine şiar edinmişti. Bu söz, onda lafta kalmıyor, bütün varlığından fışkırıyordu. E. Pöhner ve mesai arkadaşı O. Frick benim nazarımda, devlet memuru olarak Bavye-ra'nın var olmasına hizmet etmiş sayılacak yegane kimselerdir.

Büyük toplantımızın açılmasından önce yalnız gereken propa­ganda malzemesini hazırlamak değil, toplantı programını da bastır­mam gerekliydi. Bu kitabın ikinci bölümünde programı uygulamak için, özellikle takip ettiğimiz esasları daha geniş bir şekilde anlataca­ğım. Ben, burada yalnız programın, genç hareketin bünyesini ve cevherini ortaya koymakla kalmadığını, aynı zamanda topluluklara, takip ettiğimiz gayeyi de amacı da açıkladığını belirtmek isterim.

Mensuplarına aydın denilen çevreler önceleri nükte yapıp alay etmeğe kalkıştılar. Daha sonra tenkit ettiler. Bütün bu davranışlar bizim hareketimizin ne kadar doğru olduğunu açıkça gösteriyordu.

Birkaç yıldan beri düzinelerce yeni fikir hareketlerine şahit ol­dum. Bütün bu fikir hareketleri rüzgarların önüne düşüp, sürükle­nip gittiler. Bu arada hiçbir iz bırakmadılar. Yalnız bir tanesi dayan­dı. O da Nasyonal Sosyalist Alman işçi Partisi idi. Artık her zamankinden çok şuna kani oldum ki; bu yazımın aleyhinde mücadele edilebilir, bu parti felce uğratılabilir, hatta kü­çük partilerin bakanları bizi söz söylemeden men edebilirler, fakat fikirlerimizin galip gelmesine hiçbir zaman engel olamazlar ve ola­mayacaklardır. Artık, iktidar mevkiinde bulunan partilerin ve onları temsil edenlerin isimleri bile hatırlanmaz olacaktır, işte bu sırada Nasyonal Sosyalist işçi Partisi'nin programı, doğmakta olan bir dev­letin temellerini teşkil edecektir.

1920'nin Ocak ayına kadar dört ay içinde yaptığımız toplantı­lar, ilk broşürümüzü, ilk duvar ilanımızı ve programımızı bastırabil­mek için ihtiyacımız olan parayı sağlamıştı.

Bu kitabın birinci kısmını ilk büyük toplantımızı anlatarak biti-riyorsam, bunun sebebi, bu toplantının küçük toplumların dar çev­relerinin sınırlarını aşıp, çok ötelere sıçramasından ve ilk defa zama­nımızın en kudretli manivelası olarak, kamuoyu üzerinde büyük te­sir yapmış olmasından ileri gelmektedir.

O gün bende yalnız bir endişe vardı. O da şuydu: Acaba top­lantı salonu dolacak mıydı, yoksa bize, boş sıralara hitaben söz söy­lemek mi düşecekti? Salonun dolacağından ve büyük bir başarı sağ­layacağımızdan emindim. Toplantıyı beklerken bu düşünceler için­de idim.

Toplantımız saat 7.30 da başlayacaktı. Saat 7'yi çeyrek geçe Münih'te Platzl üzerindeki Hofbrauhaus'un eğlence salonuna girdi­ğim zaman, kalbimin sevinçten parçalanacağını sandım. Bana koca­man görünen salon tıklım tıklım dolu idi. Omuzlar değil, başlar bir­birine dokunuyordu. Salonda iki bin kişiden fazla kimse vardı. En çok hoşuma giden taraf, özellikle kendilerine hitap etmek istediği­miz kimseler tarafından salonun doldurulmuş olması idi.

Salonun yarısından çoğu komünist ve tarafsız kimseler tarafın­dan doldurulmuştu. Bizim ilk büyük toplantımız, komünistlerin fi-kirlerince, çabucak varmak istedikleri sonuca mahkum bulunuyor­du. Fakat, iş çarçabuk başka renge büründü, ilk hatip sözlerini bi­tirdikten sonra, kürsüye ben çıktım.

Konuşmaya başladıktan birkaç dakika sonra salonun her tara­fında söz kesmeler dolu gibi yağıyordu. Salonda büyük kavgalar çı­kıyordu. En sadık ve en samimi askerlik arkadaşlarımdan ve taraf­tarlarınızdan kurulu olan küçük bir grup, salonda huzuru kaçıranların üzerine atıldılar. Böylece yavaş yavaş sessizlik oluştu. Ben de sözlerime devam edebildim. Yarım saat kadar geçtikten sonra alkış sesleri, homurtu ve küfür seslerini bastırıyordu.

işte o zaman programımızı okumaya başladım. Program ilk de­fa olarak bir topluluğa izah ediliyordu. Artık müdahaleler, takdir ve onaylama seslerinin altında sönük kalıyordu. Toplantıyı takip eden­lere programdaki yirmi beş ilkeyi açıkladım. Dinleyenlerden pren­siplerimiz hakkında hükümlerini vermelerini istediğim zaman, git­tikçe artan bir şevk ve heyecan içinde bütün okunanlar çoğunlukla kabul edildi. Artık, son prensip de kabul edilince, önümde yeni bir fikir, yeni bir inanç, yeni bir irade ile tek vücut olmuş insanlarla do­lu bir salon vardı.

Biraz sonra salon boşalmaya başladı. Yığılmış kalabalık, sulan ağır ağır akan bir ırmak gibi salonun kapısına doğru gidiyordu. Bü­tün bu kimseler, birbirlerine çıkışıyorlar, birbirlerini itiyorlardı, işte o zaman unutulması ihtimali olmayan bir fikir hareketinin prensip­lerinin uzaklara, çok uzaklara, Alman milletinin içine yayılacağını anladım.

Bir ocak devrilmişti. O devrilen ocağın ateşinde Alman milleti­ne hürriyetine ve hayatını iade edecek olan kılıç dövülmekte idi. Milletçe kalkınma gözlerimin önüne geliyordu. Aynı zamanda, o a-man vermez intikam ilahının, 9 Kasım 1918 ihanetine karşı durdu ğuna şahit oluyordum.

Salon ağır ağır boşaldı. Genç hareket, gidişatını takip etti.


BOLUM 12

Genç Hareketimizin ilk büyük salon toplantısı 24 Şubat 1920 günü yapıldı. Münih'te Hofbrauhaus'un eğlence salonunu dolduran İki bin kişiye yakın bir kalabalık önünde partimizin 25 maddelik, programı okundu. Böylece, bizleri gereksiz fikirlerden, faydasız köhnemiş düşüncelerden, zararlı eğilimlerden sıyırıp kurtaracak olan "KAVGA" nın ilkeleri ve emirleri ilk defa halka taşınmış olu­yordu. Program şevk ve heyecanla dinlenildi ve büyük bir çoğunluk tarafından kabul olundu. Artık, kaderin son sürat giden arabasını dur­durmak için, korku ve atalet içinde olan burjuva sınıfı ve Marksistlere karşı yeni bir kuvvetin ortaya çıkması gerekiyordu. Yeni hareketin bu büyük mücadele uğrunda bir önem ve kuvvet kazanabilmesi için, daha ilk günlerden itibaren, taraftarlarına, bu hareketin yalnız yeni bir seçme usulü getirmekle kalmayacağını anlatmak ve bunun yanı sıra en önemlisi olarak, yepyeni bir felsefi fikir getirdiğini göster­mek ve buna inandırmak gerekliydi. Bir parti programı yapılırken, bu programın zaman zaman değiştirileceği ve yolunacağı düşünül­melidir, ister yeni bir program uygulanmasında olsun, ister eski bir programın değiştirilmesi söz konusu olsun, her zaman seçimde alı­nacak sonucun ne olabileceği endişesi vardır. Eğer, halkın partiyi terk edip araba koşumlarından kurtulmak istediğine dair bir şüphe Siyaset artistlerinin zihinlerinde belirirse, o zaman bu siyasi aktörler derhal at bağlanacak olan sırığı tekrar boyamaya başlarlar, işte bu sıralarda, halkın sabrının tükenmiş olduğu vakaları hatırlayabilecek kabiliyette, ihtiyar siyaset adamları ortaya çıkar. Bunlar, gene eski­den olduğu gibi tehlikenin yaklaşmakta olduğunu sezerler. Bu sırada yapacakları iş, eski reçetelere müracaat etmek, bir komisyon kur­mak, büyük halk topluluklarının nelerden hoşlanıp, nelerden hoş­lanmayacaklarını tespit etmektir. Halkın konuştuğu konulara kulak kabartıp, gazete makalelerinden koku almaya çalışırlar. Bu arada bü­tün meslek grupları ve işçi sınıfı teker teker incelenir, en büyük is­tekleri araştırılır.

Neticede komisyonlar toplanır, programlarını gözden geçirip, değiştirmeye başlarlar. Bu gibi kimseler gömlek değiştirir gibi kana­at değiştirirler. Yeni bir program yapıp, herkese bir pay ayırırlar, köylünün tarım işlerinde, sanayicinin imalâtında, tüketicinin satın aldığı eşyada himayesi sağlanır. Memurun aylığına zam yapılır. Dul­lar ve yetimlere aylık bağlanır, bağlanmışsa aylıklarına zam gelir. Vergiler indirilir. Unutulan bir sorun veya bir meslek grubunun şikâyeti telâş uyandırır. Acele o dâva ile meşgul olunur ve ilâveler yapılır. Nihayet küçük burjuva ordusu ile eşlerinin memnun edil­diklerine kanaat getirilir, işte bundan sonra Allah'ın lütfuna ve seç­men vatandaşın budalalığına dayanarak devleti ıslah için mücadele­ye girişilir.

Siyasetçiler, seçim yapıldıktan ve beş yıllık rahat yaşayışlarını sağladıktan sonra artık halkı unuturlar ve daha büyük ve daha güzel görevlere sarılırlar. Program komisyonu dağılır. Seçim öncesi sür­dürülen mücadele yeniden günlük ekmek için yapılan mücadele şekline döner. Sözün kısası, milletvekilliği ödenekleri davası ele alı­nır. Milletin temsilcisi, her gün o müstesna binaya gider. Gerçi ta­mamen içeri girmez. Ama listelerin bulunduğu odada boy göstere­rek, kendi adını halkın hizmetinde bulunanların arasına yazdırtır. Böylece bu devamlı gayretinin karşılığı olarak ödeneğini alır, Fakat on yıl sonra veya buhranlı günler sırasında, bir esnaf derneğini an­dıran parlementonun fethedilmesi tehlikesi belirdiği zaman birer krizalit* olan bu siyaset cambazları büyük "phalansterelerini bir ya­na bırakarak, halk topluluklarına doğru yeniden kanat açarlar.

Seçmenlerine tekrar nutuk atmaya başlarlar. Yaptıkları işleri ballandıra ballandıra anlatırlar. Muhaliflerinin fena niyetlerini ve inatçı davranışlarını dile getirirler. Fakat çoğu zaman akıllı toplu­luklar bunlara minnettarlık göstermeyip, yüzlerine karşı hakaret ederler.

(* Krizalit: Kurdun, kelebek olmadan önce geçirdiği başkalaşma hali.)

İşte halkın nankörce (!) davranışı belirli bir dereceye ulaştı­ğı zaman, partinin boyasını yenilemek gerekir. Programın elden ge­çirilmesine ihtiyaç hasıl olur. Komisyonlar tekrar kurulur ve aldat­ma oyunu eskiden olduğu gibi sahneye konur, insanların granit ka­dar sert olan aptallıkları göz önünde tutulursa bu şekilde davranış­lar karşısında şaşılmaz. Oy verecek olan gerek burjuva ve gerek pro­leter sınıfına dahil "dört ayaklılar" yeni program karşısında gözleri kamaşmış bir durumda tekrar aynı ahıra koşarlar ve daha önce ken­dilerini kandırmış olan herifi bir kere daha seçerler. İşte bu şekilde halkın ve çalışan sınıfların adayı tekrar "parlamento tırtılı" olur. Yâ­ni kamu hayatının yapraklan üzerinden midesini doldurmaya de­vam eder. Sonunda şişmanlar, büyür ve bir süre sonra tekrar bir ke­lebeğe dönüşür.

Devamlı bir şekilde bu aldatmalara şahit olmak kadar insanı üzüntüye sevk eden bir şey yoktur. Bu fikri çürüme varken, Burju­valar arasında, Marksizm'in teşkilâtlı kuvvetine karşı mücadele ede­bilmek için gereken silâhlara rastlanamaz. Esasen bu kimselerin cid­di bir şekilde bu milli dâvayı düşündükleri de söylenemez. Bu par­lamento şarlatanlarının, gerçek bir batı demokrasisi ile Marksizm'e karşı mücadele etmeyi ciddi bir şekilde düşündüklerine hiçbir za­man ihtimal verilemez. Esasen Marksist nazariye için bütün demok­ratik sistem, gayeye ulaşmak için bir vasıtadan başka bir şey de­ğildir. Marksçılar rakibini felce uğratmak ve kendi yolunu açmak için her vasıtayı kullanırlar. Şimdi Marksistlerin bir kısmı kendi­sinin demokratik ilkelerle ayrılmaz bir şekilde bağlılığı hususunda bir kanaat uyandırmaya gayet ustaca çalıştığı sırada, bu herifler ül­kenin buhranlı zamanlarında demokrasinin batıdaki uygulamasını dikkate almazlar ve çoğunluğun kararına değer ve önem vermezler.

Burjuva sınıfına mensup parlamenterler memleketin asayişini, hâkim adedin üstün zekâsında gördükleri sıralarda, Marksistler, kenar mahallelerin bir sürü serserileri ve Yahudi edebiyatı ile bir­likte bir hamlede nüfuzu ele aldılar ve böylece demokrasiye büyük bir darbe indirdiler. Marksizm, yok etmeğe kararlı olduğu milli ru­hun sevgisini kazanmayı başaramadığı sürece, yıkıcı emellerinin ka­rışıklığını azimle takip ederek demokrasiyle beraber kol kola ola­caktır. Eğer Marksizm, parlamento kazanında kandille bir şeyin kaynayabileceği ve pişebileceğine inanacak olursa, bütün bu parla mento oyunlarına da derhal son verir. İşte o zaman kızıl uluslarara-sıcılığın bayraktarı demokratik şuura danışacağı yerde proletarya kütlelerine ateşli bir müracaatta bulunacak, kavga ani olarak, par­lamento salonlarından fabrikalara, imalâthanelere ve sokağa intikal edecektir. Böylece demokrasi, Marksistler tarafından derhal tasfiye edilecektir. Parlamentoda bu halk havarilerinin uysal taraftarları­nın halledemediği iş, tahrik edilmiş proletarya kütlelerinin çekiçle -riyle yapılacaktır.

Proletarya toplulukları aynen 1918 yılının sonbaharında oldu­ğu gibi, dünyanın Yahudiler tarafından ele geçirilmesi faaliyetinin Batı demokrasisinin sahip olduğu vasıtalarla önüne geçmeyi tasarla­manın ne kadar saçma bir iş olduğunu açık bir şekilde burjuva top­luluğuna gösterecektir. İşte böyle bir canavar karşısında, "blöften ibaret olan veya sadece Marksistlerin işlerine yarayan, fakat sonra­dan artık bu heriflere fayda sağlamaz hale gelince gözden çıkarıla­cak olan bir sürü kurallara saplanıp kalmak için gerçekten aptal ol­mak gerekir.

Bütün burjuva partilerinde siyasi faaliyet, esasta parlamentoda birkaç sandalye kapmak kavgasından ibarettir. Bu mücadele sırasın­da, gerekirse bütün ilkeler bir b., çuvalı gibi atılır. Bu şekil davranış­tan programları gibi kuvvetleri de zayıflar. Çünkü onlarda, halk top­lulukları üzerinde büyük fikirlerin çekiciliği ile etkili olan o sihirli nüfuz ve ilkelere karşı kesin bir inanış ile bunları zafere ulaştırmak hususunda beslenen büyük azmin vereceği ikna kuvveti yoktur. Fa­kat herhangi bir parti ne kadar hata işlemiş olursa olsun, eğer bir fel­sefi fikrin bütün silâhlan ile, mevcut bir düzene karşı saldırıya geçe­cek olursa, diğer parti yeni bir inançla karşı koymaz ve savunmasını cesur bir şekilde yapmazsa mağdur durumda kalacaktır.

Eğer, burjuva yazarların milli bakanları veya Bavyera Merkez Partisi, bizim genç hareketimizi bir ihtilâl olarak tavsif ederse, bu parlak siyasi kanaate karşı, "şüpheyok ki bizsizin aptallığınız sırasında elinizden kaçırdığınız şeyi kazanmağa, elde etmeğe çalışıyoruz" ceva­bını verebiliriz ve şöyle devam ederiz: "Siz parlemento maskaraları ile milleti uçuruma doğru sürüklediniz. Fakat, biz yepyeni bir felsefi düşünce ile hareketimizin ilkelerini ısrarla savunarak milletimizin yükselmesi için basamaklar hazırlayacağız. Böylece bu basamaklarla tekrar hürriyetimizi kazanacağız." işte hareketimizin gelişmesi sıralarında dikkatle yaptığımız ilk iş, parlamento menfaatlerini desteklemek gayesi ile bir dernek şekli­ne dönüşmemize engel olmaktı. Böyle bir sonucu önlemek için baş­vurulan çarelerden ilki bir program yapmak oldu. Program sistemli bir şekilde yeni fikirler ortaya koyuyordu. Bu yenilik, bugünkü si-



: yasi partilerin zaaflarını ve miskin ruhlarını ortadan kaldırmak üze­re hedefler göstermekte ne kadar haklı olduğumuzu meydana çıka-

[nyordu. Bu hususları bilmek, bizi yeni bir devlet düşüncesine git-

,jneye zorluyordu. Bu düşünce de, dünya hakkındaki yeni görüşü-

1 muzun büyük bir kısmından ibaretti.
BÖLÜM 13

Kitabımın birinci bölümünde "ırkçı" tabirinin bir uygulama v. mücadele alanında bir mânâ ifade etmediğini açıklamıştım. Bugün birbirlerinden çok farklı olan şeylerin hemen hepsi, ırkçı kelimesi nin sembolü altında bir araya toplanıyor. Bundan dolayı Nasyon.ıl Sosyalist Alman işçi Partisi'nin ana konularına ve gayelerine geçnn den önce ırkçı kelimesinin ifade ettiği mânâ ve hareketimiz ile ol. ı n ilgisi hakkında bilgi vermek istiyorum.

Nedense ırkçı kelimesinin açık bir şekilde tarifi yapılmıyor. Bu nün için de çeşitli yorumlar yapılarak, uygulama alanında en az "di ni" kelimesi kadar kullanılıyor. Oysa, ister nazari bir açıklama so konusu olsun, veya ister basit bir yerde kullanmak için açıklama y. ı pilsin, yine de bu ırkçı kelimesine belirli bir mânâ vermeye imkan yoktur. Dini kelimesi ise, belirli bir şekil altında kendisine has u\ gulama alanında kullanılması dolayısıyla, zihinde ne ifade etlin derhal canlandırılabilir. Eğer bir kimsenin tabiatı, "dini" diye v.ı sıflandırılırsa, bu pek güzel bir takdir ediş olur ve bazı kere de im esasa dayanır. Hiç şüphe edilmesin ki bazı kimseler böylesine im takdirden memnun kalırlar. Bazı kimselerin de ruhi durumlarımı ı açık ifadesi budur. Fakat büyük topluluklar sadece filozof ve erim lerden meydana gelmez. Bunun için böyle genel bir dini fikir, ços;» zaman şahıslara tefekkür ve vicdan hürriyetini sağlamaktan b.v. .1 • bir şey yapmaz. Açık bir dini görüşü metafiziğin belirli olmay.ıı dünyası içinde yer aldığı zaman, büyük dini duygular meydana s'. tirdiği halde, bir harekete ve bir uygulamaya yol açmaz. Hiç sıi[ he yok ki bu inanç, gerçekte bir gaye olmayıp, bir vasıtadan ibarettir. Fakat hedefe ulaşmak için çok gereklidir. Ama aksine uygula­madır. Gerçekte en büyük ideallerin, daima hayata ait gerekli iş­leri çerçevelediğini kabul etmek lâzımdır, inanç, insanı, hayvanlara uygun bir yaşayışın üstüne çıkarmaya yardımcı olduğu gibi, varlığı­nı takviye etmekte de hizmeti olur. Bugün ki insanlığın üstünden dinin ahlâk ve güzellik ilkeleri uygulamalı yönden kaldırılıp, dini terbiye yok edilecek olursa ve bunların yerini tutacak herhangi bir şey bulunmazsa, insan varlığının dayandığı temellerin büyük bir sarsıntıya maruz kaldığı görülür. Demek oluyor ki, insan en büyük ideale hizmet etmek için yaşarken, bu büyük ideal de insana varlığı­nın bir şartını meydana getirmektedir. Ancak bu şekilde "daire" ta­mam olmaktadır.

Dini kelimesinin genel açıklamasında, tamamen esas mefhum­lar ve inanışlar vardır. Örneğin ruhun ölmez oluşu, sonsuz hayat, büyük ve eşsiz bir varlığa inanmak gibi... Fakat bütün bu düşünce­ler, şahıslara ne kadar bir inanma sağlarlarsa sağlasın, onların tenki­de varan bir incelemelerine hedef olurlar. Sonunda bir gün gelir, bu düşünceler iman, duygu ve akıl üzerinde kanun kuvvetini kazanır. Bunun için açık ve belli bir inanç olmadan, dindarlık duygusu, ga­yet güzel açıklanmamış olan bin çeşit şekli ile insan hayatı üzerinde yalnız değersiz kalmaz, aynı zamanda genel perişanlığı da körükler.

Irkçı kelimesi hakkında da, dini kelimesi için söylenenler tek­rarlanabilir. Irkçı kelimesi de çeşitli mefhumlar ihtiva eder.

Fakat bu mefhumlar büyük önem taşımakla beraber, o kadar belirli şekiller altında bulunmaktadırlar ki, basit bir fikrin seviyesini aşabilmeleri için bir siyasi partinin programında önemli ilke olarak yer almaları gerekir. Çünkü nazari bir idealin mantığa uygun gelen sonuçlarının meydana çıkması ve hürriyetin sağlanması, dünya ça­pında bir eğilimden ileri gelmediği gibi, yalnız bir duygudan veya insanların doğuştan kazandıkları irade ile de ortaya konamaz. Kur­tuluşa doğru ideal hamle, ancak mücadele teşkilâtına ve bir askeri güce sahip olunduğunda, milletin ateşli isteği, gösterişli bir gerçeğe dönebilir. Bir felsefi görüş, ne kadar doğru olursa olsun ve ne kadar insanlığın büyük bir kısmını hedef alırsa alsın, ilkeleri teşebbüse ge­çen bir hareketin sembolü durumuna gelmediği sürece, bu felsefi görüş bir milletin hayatı için tatbiki değerden yoksun kalmaya mah­kûmdur. Hareket de, etkisi ile savunduğu fikirlere başarı yolunu açamadıkça ve parti ilkeleri bir millet için, bir okulun temel kanun­ları haline gelmedikçe o hareket yalnız bir "dernek" olarak kalacak­tır.

Bir siyasi partinin programı genel mefhumlar dikkate alınarak hazırlanmalıdır. Belirli bir siyasi doktrin, bir felsefi sistemin temelle­ri üzerine kurulmalıdır. Bu doktrin ulaşılması zor bir gayeyi kendi­ne hedef almalı ve fikirlere bağlı olmamalıdır. Ortada mevcut olan fikirleri ve o fikirlerin üstün çıkarılması için kullanılan mücadele vasıtalarını da dikkate almalıdır. Kâğıt üzerinde program hazırlayan şahsın ileri sürmesi gereken manevi düşüncelerine, bir siyasetçinin de tatbiki bilgisi ilâve edilmelidir. Aynı zamanda, sonsuz bir ideal, insanlığa yolunu gösterecek bir yıldız gibi parlayacağı zaman insan­ların zaafları dolayısıyla hemen kazaya uğramaması için insanlığın bu hatalarını da hesaba katmalıdır. Vahye mazhar kılınan kimse, halkın ruhunu bilmeli ve sonsuz gerçek ile ideal alanında da basit kimseler tarafından anlaşılabilen bir yol çizmelidir. İşte esas mesele, ideal yönünden doğru bir felsefi sistemin açıkça belirlenmesinden ve sağlam bir şekilde teşkilâtlanmasından sonra, tek bir irade ve inançla mücadele birliğine dönmesindedir. Herhangi bir fikrin başa­rıya ulaşması, tamamen bu konunun iyi bir şekilde halledilmesine bağlıdır. İşte o zaman bir kısmı bu gerçeklere tam nüfuz etmiş ve bazıları da bunları kısmen anlayabilecek duruma gelmiş olan mil­yonlarca insanın içinden havari kuvvetine sahip bir şahsın çıkması gerekir. Bu şahıs, büyük halk topluluklarının sisli fikirlerinden kaya gibi sağlam ilkeler çıkarır ve ihtiva ettikleri tek gerçek uğrunda mü­cadeleyi yönetir. Böylece serbest fikir âleminin dalgaları üstünde ay­nı bir inanç ve aynı bir irade içinde yer alan şahısların meydana ge­tirdikleri birliğin kayası yükselir.


Yüklə 1,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   51




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin