Mübarek nıakdenıinle Pâdişâhım olda memnunun Beşiktâsı şerefyâb eyledi nakli hümâyûnun Olub zibi lebi derya vücûcli feyz meşbunun Beşiktâsı şerefyâb eyledi nakli hümâyûnun
Açııb âguuşi şevkin revzeni kasrı ferah peymâ Seni güzler idi şeb tâ seher mâhi miinîr âsâ Kudümün bûs içiin leb teşne idi sahili derya Beşiktâsı şerefyâb eyledi nakli hümâyûnun
Bulub meclis keman ü nây ü taııbûr ile zîb ü fer
Kenarı bahrda rûz ü seb oldukça safa göster Ser âgaaz eyleyiib hanendeler bu mısraı söyler Beşiktâsı şerefyâb eyledi nakli hümâyûnun
Kelâmı Vasili gûş eyledi sahi keremkârım Huzurunda okunsun şarkii pârîze güftârım
îleîe ben bildiğini şimdi eyâ şevketlü Hünkârım Beşîktâşı şerefyâb eyledi nakli hümâyûnun
Tayyarzâde Ata Bey «Enderun Tarihi» nin birinci cildinde rivayetler serlevhası altındaki bir bendin içinde Eski Beşiktaş Sarayından da bahsedeıek bu sarayda Dördüncü Sultan Mehmed zamanında Çinili Kasırda bir Mâbeyini Hümâyûn dâiresi, İkinci Sultan Mustafa zamanında da deniz kenarında Balıkhane adı ile yeni bir dâire yapıldığını yazıyor.
Ayni bendin içinde İstan'buldaki yazlık saraylar için: «Bunlar üç nihayet dört ay, ba-
zan tebdil suretiyle ve halvet yolu ile ve lü
zumu kadar bendegân ile gidildiği takdirde ki
fayet-eder saraylardı; Beşiktaş Sarayı pâdişâ
hın tekmil maiyetini almağa kâfi büyücek, Bey
lerbeyi Sarayı da bundan biraz küçük inşâ
edilmiş, diğerleri tekmil dâirei hümâyun ile
oturmağa gayri kâfi küçük yapılmışdır» diye
ilâve ediyor. , •
Üçüncü Sultan Selim zamanında İstan-bula gelmiş ve bir ara pâdişâhın kız kardeşi Hatice Sultanın mimarlığını yapmış, Sultan Selimin de muhabbetini kazanmak saadetine nail olmuş ve İstanbul üzerine azametli ve son derecede kıymetli bir gravür albomu bırakmış olan Melling, gravürüleri arasında resmini yaptığı Beşiktaş Sarayını şöylece tasvir ediyor: .
«Sultan Selimin pek sevdiği bir yerdir, lebideryada üç kasır; şark rehavetinin huzur ve zevkleri içinde, bir pâdişâhın sânına denk inşâ edilmiş ve döşenmişlerdir, öyle ki insan, uzandığı sedirden kıpırdamadan,' penceresinden kamış ile balık tutabilir.
«Avrupalı -zevkim okşamaz, duvarlar çeşitli tezyinat ve çiçek resimleri ile kaplı, her dâi-
Abdülmecidin Beşiktaş Sâlıilsarayı (AÎIonı'un gravüründen Sabiha Bozcalı eli
resi taravet ve letafet içinde. Yüze gülen, insana şetaret veren tarhlarla harem dâirelerinden ayrılmışlar, dört harem dâiresi deniz tarafından görünmez, lebideryadaki kasırlar ar-kadakileri sureti mahsusada gizler. Bu binalarda hiç bir dış tezyinatı yoktur, alelade evlerden farksızdırlar, onların bütün ziyneti, sımsıkı kapanmış sık kafeslerinin ardında, içindedir. Pâdişâhı bu saraya getiren veya buradan alıp dilediği yere götüren kayıklardan mürekkeb muhteşem alayın efradı, saray kayıklarının hamlacıları bostancılar harem dâirelerinin yüzünü görmemişlerdir» (Nureddin Bey tercümesi).
Kıymetli bir sanatkâr olan Melling de B.eşiktaş Sarayına lebideryada bir kasır ile geride bir hârem dâiresi ve iki binayı bağlayan bir galeri yapmışdı, ki Melling'in yapdığı harem Valide Sultan dâiresi idi; deniz kena-•daki kasrın önüne üçyüz kadem uzunluğunka parmaklıklı bir de rıhtım inşâ etmişdi; kasır ahşab idi, önündeki rıhtımın bütün boyunca iyoniyen tarzında sekiz mermer sütün üzerine oturtulmuşdu; galeri de korent tarzında sütunlarla müzeyyendi.
Abdülmecid zamanında İstanbula gelmiş olan İngiliz edîbesi Miss Pardo bu pâdişâhın yaptırttığı yeni Beşiktaş Sarayını şöyle tasvir ediyor :
«Şimdiki pâdişâhın inşâ ettirdiği yeni Beşiktaş Sarayının manzarası fevkalâdedir: Boğazın büyük bir kısmına nazırdır, Bulgurlu Dağının eteklerine yaşlanmış Asya mücevheri Üs-küdarın da karşısında; uzakdan Kadıköy semti görünür ve göz, berrak ufkun lâtif maviliğinde safire gömülmüş iri bir inciyi andıran Keşiş Dağının kar ile örtülü tepelerine kadar uzanır; biraz sağa dönerse, Sarayburnu ve muhteşem İstanbulun yedi tepesi ile karşılaşır. Bütün dünyada belki bunun kadar güzel manzara yokdur. Bir seyyah, sarayın arkasındaki yüksek yerde durub da denize bakan yüzü ile bir takım kalın beyaz mermer sütun ve kemerler ile muhafaza olunan kaba binaya baksa ve bu şahane ikaametgâhm mevkii ile hiç de mütenâsib olmadığına müteessir olsa bu duyguyu samimî karşılamalıdır, hoş görmelidir.
«Boğaziçinin hemen her küçük koyunda bir güzel kasrı hümâyûn vardır; payitaht civarında pâdişâhın ikaametine mahsus binalar bu
suretle elli yediye baliğ olur. Beşiktaş Sarayı bunların sonuncusu ve en büyüğüdür, fakat en az güzel ve zarif olanıdır. Bununla beraber sarayın ermeni mimarı pâdişâh tarafından kemâli îtinâ ile seçilmiş ve plâna göre Av-rupakârî bir eser meydana getirileceğine teminat verilmişdir. Fakat netice olarak, parlak ve müzeyyen sütunlar kaldırıldığı takdirde bir milyon isterlinge çıkan saray, görünüş bakımından, alelade bir şeye benzemeyecekdir.
«Bir fıkra anlattılar: Sarayın inşâsının kime havale olunacağı henüz kararlaşmamış, pâdişâha yine bir ermeni mimar tavsiye edilir. Ona, sarayın mevkii ve diğer hususâtı hakkında mâruzâtta bulunmak üzere inşaat yerinde muayyen saatte pâdişâha intizar etmesi söylenir. İkinci Sultan Mahmud esas mevzua temas etmeden kolunu Sarayburnuna doğru uzatarak çınar ve servi ormanının ortasında yüksek duvarların çevirdiği ve ancak bir kaç dam ile beyaz bacaların göründüğü pâdişâhların eski ikaametgâhlan Topkapu Sarayında Dördüncü Sultan Muradın kasrını (Bağ-dad Köşkünü) gösterir, bu bina hakkında ne düşündüğünü sorar, Ermeni, ömründe böyle 'bir binayı yakından tedkik etmek fırsatına nail olamadığı için kâfi bir fikre sâhib bulu namıyacağı tarzında bâsiretkârâne bir cevab verir. Pâdişâh derhal ermeniyi tavsiye eden beye dönerek:
— Götürün gezsin, yarın da bana fikrini
bildirsin! der.
«Ermeni bir kaç dakika içinde kendisini muhteşem bir kayıkda bulur. Çok geçmeden o âna kadar her hangi bir gayri müslimin eşiğini aşmadığı saraya girer. Şaşkınlığından mı, meşhur sarayın müzehheb tezyinatı ile gözlerinin kamaşıb başının dönmesinden mi, asırlarca dünyânın merakını tahrik eden bir kâşanenin kıymetini düşürmeğe cesaret edemediğinden mi, yoksa saray mensublarmdan bulunan arkadaşının vesâyâsına uyarak mı, her neden ise, huzuru hümâyuna döndüğünde, «Akıl ve muhakemesi yerinde oldukça dünyâ yüzünde Sultan Muradın sarayı ile mukayese edilebilecek başka bir sarayın mevcud ola-mıyacağma kaani bulunduğunu» arzeder.
«Pâdişâh sükûnetle sorar:
— Avrupanm övünmek için buna benzer
bir sarayı bulunmadığım mı söylemek istiyor
sun?
BEŞİKTAŞ SÂHİLSARAYI
2596 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 2597 —
BEŞİKTAŞ YANGINLARI
«Ermeni ubûdiyetkârâne cevab verir :
— Garbin bir çok şehirlerini ziyaret et
tim, güneşin doğduğu yerden battığı yere ka
dar hiç bir yerde bu kadar, mükemmel lbir sa
ray görmedim.
«Pâdişâh gülümser :
-
Çok şey!.. Öyle ise firenkler bana bun
ları göndermekle, hükümdarlarının sarayları
nın böyle olduklarını bildirmekle yalan söylü
yorlar!., diyerek bir kâğıd tomarı çıkarır, bun
ları açarak perişan ermeniye avrupalı impara
tor ve kırallara mahsus, müteaddid sarayların
resimlerini gösterir ve: «Bu saraylardan birini
gördün mü, bunlar hakikaten önümüzdeki şu
resimlere benziyor mu?» der. '3
-
Benziyorlar pâdişâhım ,çoklarını gör
düm..
-
Öyle is.e sen tasavvur ettiğim bu işi
başarmağa müstaid değilsin, ahmak yâhud
habis olmayan hiç kimse, bunların karşısında,
hunharlık ve entrikalar için pek uygun bir
sarayı pâyelendiremezsin!
«Pâdişâh parmağını tekrar Sarayburnu-na doğru uzatarak:
— Orası, sanki gün ışığına çıkmaya cesa
ret edemeyen, karanlık ağaçların arasına, yük
sek duvarların ardına gizlenen bir yer! Ben
sarayımı, ferah, güneşli, aydınlık, mütebes-
sim görmek istiyorum!..
«Ermeni mimar korkusundan pâdişâhın ayaklarına kapanır ve huzurundan ayrılır.
«Beşiktaş Sarayının arsasından evvelce Sultan Selim tarafından yapdırılmış zarif bir
köşk ile bir mevlevîhâne vardı. Köşk parlak renkleri ile servi ormanının ortasında açmış iri bir lâleyi andırırdı. Mevleviler pâdişâhın gazabına aldırmayarak tekkelerini terk etmediler. Sarayın duvarları mevlevîhânenin damını aşdığı ve müteaddid emirler aldıkları halde yine musirrâne mevkilerini işgal ettiler, tekkelerinin pencerelerinden görülen sathı mailden yeşil kafeslerle çevrilmiş bir evliyanın türbesini beklediklerini ve bunu bırakıp bir yere gidemiyeceklerini söylediler. Pâdişâh mevlevîlerin çıkarılması için şeyhülislâma müracaat etti, şeyhülislâm da böyle bir şeyin tehlikeli olacağım arzederek her türlü müdahaleyi red etti, Sultan Mahmud Şeyülislâmı sükûnetle dinledi, bir müddet meseleyi tazelemedi. Fakat deniz kenarında bir yeni tekke inşâ ettirdi, mevlevî şeyhini yanma çağırtarak derhal tekkelerini bşaltmalarını, yoksa damını başlarına indireceğini bildirdi. Şeyh önce ne yapacağını şaşırdı ise de gerek^kendisi, gerekse müridleri yeni tekkeyi görünce ısrarlarından vageçtiler.
«Türklerin muazzam harb gemileri limanda bulundukları zaman Beşiktaş önlerinde Boğazın ortasına demir atarlar. Büyük topları
Beşiktaş Vapur İskelesi (Resim: Bülend Seren)
ile selâm atışları görülmeğe değer manzaradır. Topların sesi tepelerin boyunca uğuldar, Saray burnundaki yüksek duvarlardan akisleı işidilir, nihayet akisler de uzaklarda yavaş yavaş söner.
«Beşiktaş Sarayının bağçeleri pek geniş-dir, fakat tarif ve tasvire şayan olmaları için daha çok zaman lâzımdır. Binanın arkasındaki sathı mailin büyük bir kısmı hâli aslîsi ile bırakılmışdır. Buranın bütün tezyinatı serviler, şurada burada tek tuk bademler, akasyalar, muazzam çınarlar ve duvar inşâatında çalışan bulgar amelenin yaz kamplarını andıran beyaz çadırlarıdır» (Nureddin Bey tercümesi).
BEŞİKTAŞ VAPUR İSKELESİ — Şirketi Hayriye tarafından Birinci Cihan Harbine takaddüm eden yıllarda, Kuzguncuk İskelesi ile beraber yaptırılmış beton yapı ilk vapur iske-lesidir. Güzel bir bina değildir, iki tarafında çatı kenarında birer bodur kuleciği bulunan, dıştan görünüşü de, içi gibi kasvetlidir; zamanında, konforlu, «yolcuların esbabı istirahat! temin edilmiş bir dilnişin iskele» diye övülmüş olan bu iskele iki katlı olup, üst katı, genişçe bir taraçe-balkonu bulunan bir gazinodur. Zamanımızda da gazino olarak açıkdır, hattâ, müsteciri tarafından bâzan düğün salonu olarak da isteyenlere verilebilmektedir. Taraca-balkonun nezâreti güzeldir. Gazinoya, iskele kapsumm sol tarafında bulunan bir merdivenle çıkılır.
İskele kapusundan çıkınca, binanın müştemilâtından iki yapı vardır; 1961 nisanında soldaki bina Denizcilik Bankasının Beşiktaş Şubesi ittihaz edilmiş, sağdaki binaya da bir piyazcı - köftesi ile bir küçücük kahvehane yerleşmiş, ikisinin ortasında da bir kuruye-mişci, tütün ve içki satış barakası bulunuyordu.
Deniz tarafından bakıldığına göre Vapur İskelesinin sol tarafında Beşiktaş Kayık İskelesi, sağ tarafında da bir sandal çekek yeri vardır (Nisan 1961).
Mehmed Koçu
BEŞİKTAŞ VAPURU — Denizdik Bankasının Liman İşletmesi vapurlarındandır; Emirgân Vapurunun eşidir. 1951 senesinde Hollandada Amsterdam tezgâhlarında yapılmış olup^isüab haddi 300 kişidir. Ortalama 10 mil sür'ate sâhib olup tekne boyu 32,58 metrp, eni
7,64, derinliği de 2,11 metrodur. Gros ağırlığı 283,18 ton, net ağırlık 153,31 tondur; Dizel motorlu ve çift uskurludur; beyaz boyalı, küçük ve şirin bir gemi olup resmi ve iç hurda teferruatı için Emirgân Vapuru maddesine bakınız. Bu satırların yazıldığı 1961 yılı mayıs ayında Mustafa Köse Kaptan ile Nuri Gel-gec Çarkçıbaşının idaresinde idi.
BEŞİKTAŞ VAPURU (6 numaralı) —
Şirketi Hayriyenin Boğaziçinde işletmeğe başladığı ilk vapurlarından biri. Teknesi ahşab, makinesi 60 beygir kuvvetinde ve 197 tonluk bir gemi idi, 1851 de İngilterede John Robert Wait tezgâhlarında inşâ edilmiş ve 1854 senesinde İstanbula gelerek hizmete girmişdi; şirketin ayni tezgâha sipariş ettiği ilk altı vapurundan 4 numaralı Beylerbeyi ve 5 numaralı Tophane vapurlarının eşi idi. Kaç yıl hizmet ettiği tesbit edilemedi, resmi de bulunamadı.
Bibi. : Boğaziçi ve Şirketi Hayriye tarihçesi.
BEŞİKTAŞ YALI SOKAĞI — Beşiktaş merkez nahiyesinin Yıldız Mahallesi sokak-larmdandır, Çırağan Caddesi ile Çöp İskelesi arasında uzanır, Yalı Mektebi sokağı ile bir ka-vuşağı vardır. İki araba geçebilecek genişlik-de, kısmen paket taşı, kısmen de kabataş döşelidir. Cadde kavuşağınm sağ köşesinde beş katü bir depo inşâ hâlinde idi, yanı sıra bir demir deposu, üç katlı Doğu Ticaret Şirketinin yan kısmı; sol köşede de altı katlı büyük bir kagir yapı, yanında üç katlı ahşab bir ev, altında Şemsi Yastımanın Sazevi, daha ileride kum-çakıl deposu vardır. Sokağın bitimi Çöp İskelesidir, bu bakımdan bir çıkmaz sokaktır. Burada birikdirilen Beşiktaş çöpleri Belediyenin temizlik işleri kamyonları ile nakil olunur (kasım 1960).
Hakkı Göktürk
BEŞİKTAŞ YANGINLARI — İstanbu-lun bütürr semtleri gibi Beşiktaş da hayli yangın görmüştür; aşağıdaki dokuz yangının kaydını Osman Nuri Erginin Mecellei Umumî Belediye adlı azametli eserinden alıyoruz:
25 mart 1281 (6 nisan 1865) yanığı — Ye-nimahallede 40 ev ayndı.
27 temmuz 1284 (8 ağustos 1868) yangını — Hasfırmda 38 bina yandı.
15 muharrem 1289 (25 mart 1872) yangını — Kılıcalide 15 ev yandı.
— 2598
— 2599 —
BEŞİR (Sarhog)
23 teşrinievvel 1290 (4 kasım 1874) yangını — Haseki Tarlasında 40 bina yandı.
23 mayıs 1307 (4 haziran 1891) yangını — ? 7 mayıs 1308 (19 mayıs 1892) yangını — Köyiçinde 166 bina yandı.
15 ağustos 1315 (27 ağustos 1899) yan-gım _ Rumali Mahallesinde (?) 20 bina yandı.
10 mart 1320 (22 mart 1905) yangını — Sinanpaşada 20 bina yandı.
14 haziran 1337 (26 haziran 1921) — Ci-hannümâ Mahallesinde 80 bina yandı.
BEŞİR (Sarhoş) — Memleketimizdeki nesilleri tükenmek üzere bulunan zenci ve zenci melezi köle oğullarından; İstanbulun büyük evlâdlarmdan seçkin muharrir ve romancı Sermed Muhtar Alus'un lalası (B.: Alus, Sermed Muhtar); Cezâiri Bahrisefid Valisi Abidin Paşanın konağında zenci bir azadlı köle ile ha-beşî bir azadlı cariyenin oğlu olarak tahminen 1875 yılında doğmuşdu; yıllarca kucağında, omuzunda, sırtında gezdirdiği, mektebe götü-rüb getirdiği efendizâdesi Sermed Muhtardan on iki yaş kadar büyükdü. Ortadan az uzunca boylu, kahve rengine çalar ve kadife gibi parlak cildi ile temsil ettiği melez ırkın güzel erkeği idi, yirmibeş yaşlarında iken bir çerkeş kızma âşık olmuş, kendisine kızı verecek oldukları halde kız razı olmamış, Beşir de bu aşk ile delişmenlik vadisine sapmış, kendini içkiye ver misti; hemen bütün omurunu yazın aileye hizmetle ve kışın bekçilik ile, Göztepede Abidin-paşa Köşkünde geçirmişti; yaşlandıkça içikiye olan ibtilâsı artmış, lalasına karşı sevgisi çok büyük Sermed Muhtar tarafından, .ayyaşlığı yüzünden gelen her çevrine, her kalırına tahammül edilmişdi. Arab asıllı türk harfleri ile mükemmel okur yazar, kulakdan dolma f r ansızca konuşurdu, musikiye âşinâ idi, sokakda şarkılar söyler, gazeller okur, polkalar, vals-ler oynar; yazın yalın ayak, baş açık sîne üryan, kışın kat kat giyimli, şurada, burada sızar kalırdı. Sermed Muhtarın validesi hanımefendi Göztepedeki köşkü saldıktan sonra tamamen hâneberduş oldu ve zannederiz ki 1940 yılı etrafında, altmışbeş yaşlarında Darülacezede öldü. GÖztepenin yıllar boyunca çok sevilmiş bir sîmâsı idi.
BEŞİR (Uzımçarşıh Terlikci) — 1885 ile 1890 arasında terlikci esnafından son derece
İSTANBUL
güzelliği ile nam almış bıçkın meşreb bir delikanlıdır. Halk şâiri Üsküdarlı Vâsıf Hoca İstanbul Ansiklopedisine tevdi ettiği notlar arasında o tarihlerde İstanbula gelmiş Semer-kandli Şeyh Muhammed adında gaayet zengin bir seyyahın bu gencin zülüf kemendine bend olduğunu, uğrunda hayli para harcadıktan sonra yanma yol refiki olarak almağa muvaffak olduğunu ve Beşir ile beraber Mısır niyyeti ile İstanbuldan ayrıldıklarını söylüyor, bu arada şu satırları yazıyor: «Beşir zannederim aslen lâz idi ve beş vakit namazını camide kılar gaayet sofu meşreb görünür, fakat saman altından su yürütür, arada işret eder, Galata balozlarına gider bıçkmlıkda da ele avuca sığmazlardandı, yalın ayak yarım pabuçlu bekâr uşağı olduğundan bâzı yaranın mesirelerde ve meyhanelerde olan davetlerine de nazlanmaz-dı. Semerkandli şeyh Muhammed ise o tarihlerde elli yaşlarında, âlim, fâzıl, yüzünde nû-
Terlikci Beşir (Resim : Bülend Seren)
ANSİKLOPEDİSİ
rânî güzelliği olan bir zât idi, misafir olarak tüccardan bir memleketlisinin konağına inmiş iken Terlikci Beşir yüzünden Tahtakalede bir bekâr hanında oda tutmuşdu, Beşiri de yanına uşak almışdı. O kadar tesirli bir adam idi ki bıçkın lâz şehbazım kısa bir zaman içinde derlemiş, toplamış, kendi hizmetine lâyık bir edebli uşak yapmış idi. Lâz oğlanın kılık kıyafetini de değişdirmiş, bir Özbek dervişi zeynine koymuşdu. Pek sevdiğimiz Tophane ketebesinden Âşık Râzi Şeyh Muhammedin ağzından Terlikci Beşir'in ahvâlini tasvir eder manzume kaleme almışdır».
Sevdim bir güzeli Terlikci Beşir Bin dilberin bir dânesi şehlevend İşmar etti vasim eyledi tebşir Uzunçarşılı o servi serbülend
Takmış külahına gönce al gülü Kondurmuş diline şeydâ bülbülü Dökmüş cebinine sırma kâkülü Gören sırmakeşler eyliyor pesend
Pîrehen yakasın açmış sûhâne Görünür sinede iki zer dâne Şöyle bakar vahşet ile mestâne Vallah billâh aşkbazîıkda bî menend
İnce belde beş arşındır kuşağı Topuk döver kara .şalvarın ağı Kınalı el ayak yirmi parmağı Şeytânı racimden aîmış olsa pend
Terlik diker Beşirhn bin nâz ile Ne yoldan o şahı geçirsem ele Lûtfedüb ayağın öpdürse hele Ağız miskidir ya anber ile kand
Uyutub dizimde mum olup yansam Yâne yâne subhadek oyalansam Nakşi hayâl etsem olsam da ressam Beşirin zülfünü boynumda kemend
Va'detti cum'a gün ol şûhi şehbaz Kılalım bir rûşen camide namaz Hem Fulya Bağçesin gezelim biraz Canıma can kattı bıçkın şekerhand
Beşiktaşdan geçüp biz Beylerbeye Vardık bağ bağçeye hem germâbeye Görenler resk idüp dedi ianeye Güzel şikâr almış şeyhi hünermend
Eyvallah âşıkdır yedi ceddimiz
Bir güzeli seçmek bunca cehdimiz
Anı İstanbuldan bulmak ahdimiz
Nâmım Muhammeddir mehdim Semerkaad
Bibi. : Vâsıf Hiç, Not.
BEŞİR AĞA (Hacı) — Onsekizinci asırda Osmanlı Sarayının büyük şöhret sahibi bir kız-
BEŞİR AĞA (Hafız)
larağısı; Babıâli civarında İstanbul vilâyet konağı) kendi adına rasbetle anılan ve türk yapı sanatının şaheserleri arasında bulunan külliyenin banisi (B.: Hacı Beşirağa Külliyesi), ayrıca Eyyubda da hayır eserleri bulunan bir zât; İstanbula pek küçük yaşta bir zenci köle olarak getirilmiş, Yapraksız Ali Ağanın çırağı olarak Haremi Hümâyuna alınmış, Üçüncü Sultan Ahmedin şehzadeliği zamanında yıllarca hizmetinde bulunmuş, sadâkat ve dirayeti ile efendisinin itimâdını kazanmış, —ehzâdesi pâ-dişh olunca da müsâhib olmuşdu; hicrî 1116 (milâdî 1704) de pâdişâhın dayası olan bir kadım hacca götürmeğe memur edildi, hac dönüşünde hazinedar oldu, hicrî 1125 milâdî 1713 de azil edilerek evvelâ Kıbrısa, oradan Mısıra sürüldü, fakat pek az sonra af edildi, Şeyhüiharemlikle Medineye gönderildi, hicrî 1129 (milâdî 1717) de İstanbula getirilip Anber Ağanın yerine kızlarağası oldu, bu tarih-den itibaren otuz sene, sarayın en yüksek memuriyetlerinden biri olan bu makamda kaldı; Üçüncü Sultan Ahmedi tahtdan indiren 1143 (1730) ihtilâlinde dahi mevkiini muhafaza etti ve hicrî 1159 (milâdî 1746) da bu makamda öldü; ölümünde 94 yaşında olduğu söylenir, •bu yaş tesbiti hicrî takvim üzerinden olduğuna göre hicrî 1065 (milâdî 1654) de doğmuş olması gerekir.
Son aylarını hastalık ızdırabları ile geçirmiş ve gözlerini Haliç Bahâriyesindeki yalısında kapamışdı, Eyyubda defin edildi.
Külliyesi, şâir hayır eserleri ve bilhassa vakıf kütübhânesi ile adı dâima hayırla anılacak bir zâttir.
BEŞİR AĞA (Hafız Hattat) — Onsekizinci asırda Osmanlı Sarayının şöhretli kızlara-ğalarından bir zenci hadım ve devrinin seçkin hattatlarından; İstanbula pek küçük yaşda bir köle olarak getirilmiş ve saraydan yetiştiril-mişdir.
Gençliğinde tüfenk atıcılığına ve keman-keşliğe heves etmiş, pehlivan edalı, levend nümayişli, amiyane benlik iddiasında bir adamdı; hattat Hasırcılar İmamı Hafız Mustafa Efendiden sülüs ve nesih yazıları öğrenmiş, Enderunlu hattat Mumcuzâde Mehmed Ağadan da yazılarına imza koymak için icazet almışdı. Hazinedar olmuş ve adaşı Hacı Beşir Ağanın ölümü üzerine 1746 da kızlarağası ta-
BEŞİR AĞA (Hoca)
2600
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 2601 —
BEŞİR FUAD BEY
yin edilmiş idi (B. : Beşir Ağa, Hacı). Fakat selefinin yerini dolduramadı, siyasî entrikalara karışdı, rüşvet yolunda pervasız yürüdü, etrafını alan pespaye riyakârların sözleri ile çok hatır kırdı, herkesi istiskaal eder oldu, pek çok düşman kazandı. Adamlarından: Süleyman adında bir şımarık gence o kadar yüz vermişdi ki türlü rezaletleri ayak takımının ağzında bile nefretle dolaşarak nihayet Ağanın sebebi felâketi oldu, Birinci Sultan Mahmud askerin Beşir Ağa yüzünden bir ihtilâle hazırlandığı ihbar edilince pâdişâh Kızlarağasını azletti. Beşir Ağa, Süleyman ve daha birkaç kişi Kızkulesine gönderilerek orada idam olundular (Hicrî 1165 = Milâdî 1751). Beşir Ağa Üsküdarda Nasûhi Dergâhı naziresine defnedildi, şu beyit mersiye yollu bu zât için söylenmişdir, şahsında değerli bir hattatin kaybolduğu Kanlar ağlasın mürekkeb, kaare giysün nâmeler Başına rikler saçub dursun yüzünü nâmeler
Terekesinde rüşvet yolu ile toplanmış büyük hattatların imzasını taşıyan kıymetine bahâ biçilmez bir mushafı şerif ve levha koleksiyonu bulunmuşdu. Rivayet edildiğine göre kimde bir kıymetli yazma mushaf veya levha görse evvelâ güzellikle ister, verilmezse zorla alırmış.
İstanbulun muhtelif yerlerinde hayır eseri çeşmeleri vardır, çeşmelerinin kitâfte yazıları da kendisinindir.
BEŞİR AĞA (Hoca) — Onyedinci asırda Osmanlı Sarayının ak hadımı (tavâşî) ağlarından, henüz yedi yaşında bir sabî iken tahta oturtulan Dördüncü Sultan Mehmedin ilk yazı hocasıdır.
Yeniçeri Ocağı ağalarının tagallüb devrinde Yeniçeri Ağası iken sadırâzam olmuş Kara Murad Paşa içkiye fazlaca düşkündü ve ayak takımından şehir oğlanı yaranı ile laubali ülfeti yüzünden bir ara çirkin dedikodular çık-mışdı; saraydaki düşmanları tarafından vezirin ahvâli pâdişâha anlatıldı; hicrî 1059 (milâdî 1649) yılında, vezir çocuk pâdişalîdan bir hattı hümâyûn aldı, Sultan Mehmed: «Ben seni bağ ve taağçelerde îyşü işretde olmak için mi vezir yapdım? Umuru memleket ile bir hoşça uğraş, bir daha ayyaşlığını işitmeyeyim, yoksa senin başım keserim!..» diyordu.
Kara Murad Paşa hem korkdu, hem kızdı; Divanda Reisülküttab Efendiye:
— Bu vakte kadar hangi emri mühim ve
maslahatı lâzime tatil olundu?! Bu yazı erbabı
nifakın ilkaasıdır!.. dedi.
Reis Efendi de:
— Sultânım herkesden iyi bilir, bedhah
ların nifakı olduğu toelli!.. cevâbını verdi.
Bunun üzerine Sadırâzam çocuk pâdişâhın yazı hocası Beşir Ağayı çağırttı ve aldığı hattı hümâyûnu göstererek:
— Böyle edayı pâdişâh ne bilir, bu kimin
tâlimidir, zahir senin tâlimindir!..
diye payladı. Beşir Ağa:
— Hattı hümâyunlardaki elfâzm nasıl ya
zılacağını sual buyurdukça «başın keserim»
lâfzının imlâsını öğretmişimdir, ama bu hattı
hümâyûnun yazıldığından ve kimin, tâlim ve
ilkaası olduğundan haberim yokdur!.. dedi.
Ak hadım hocanın doğru söylediği muhakkak idi; fakat Kara Murad Paşanın içine bir vehim düşmüş idi, Beşir Ağayı tehdid etti:
— Bir daha pâdişâha meşk verme, belki
sarayda dahi durma, git. Yenikapu Sarayında
otur!., dedi.
Beşir Ağa korkdu, yazı hocalığından o gün ayrılarak Yenikapu Sarayına çekildi. Yenikapu Sarayı denilen yer, saraydaki ak hadım ağaların emekliye ayrıldıkları zaman, zamanımızın tâbiri ile içinde, bir nevi pansiyon hayatı geçirdikleri mîrî bir konak idi.
Hoca Beşir Ağanın hayatı hakkında başka kayde rastlanamadı.
BEŞİR AĞA (Kızlarağası) — Osmanlı Sarayı hareminin on sekizinci asır şöhretlerinden bir zencî hadım; hicrî 1182 (milâdî 1768 -1769) de öldü; ölümü İstanbul hekimleri hakkında ciddî bâzı kararların alınmasına sebep oldu, şöyle ki:
Ağanın imamı Giridli İbrahim ayni zamanda altmış akçe yevmiyeli bir medresenin de müderrisi idi; kızlarağası hastalanınca kendi hekimini tavsiye etti, bu hekim ağaya bir şerbet yaptı, ağa da şerbeti içer içmez öldü. İmam efendi ile hekim derhal tevkif edildiler, sorguya çekildiler, hayli sıkıntı çektiler, bir kasid olmadığı anlaşıldı, buna rağmen imam efendinin müderrisliği alındı ve hekimle beraber îstanbuldan sürüldü; ayrıca bir ferman çıkararak bundan böyle hekimbaşılar tarafın-
mim
dan imtihan edilerek ehliyetini isbat ile ruhsat almamış kimselerin dükkân açarak hekimlik yapması şiddetle yasak edildi; ruhsatsız hekimlik yapanların aman verilmeyip îdam olu-. nacakları ilân olundu.
Bu Beşir Ağa hakkında başka bilgi edinilemedi.
Dostları ilə paylaş: |