Kalesinde Halil Paşa Kulesi ve sahil kapusu Resim: Sabiha Bozcalı


Yeni Beylerbeyi Sahil Sarayında merasim merdiveni (Besim: Osman Zeki Çakaloz)



Yüklə 5,55 Mb.
səhifə51/76
tarix27.12.2018
ölçüsü5,55 Mb.
#86801
1   ...   47   48   49   50   51   52   53   54   ...   76

Yeni Beylerbeyi Sahil Sarayında merasim merdiveni (Besim: Osman Zeki Çakaloz)

BEYLERBEYİ SAHİL SARAYI

— 2696 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

2697 —

BEYLERBEYİ SAHİL SAKAYI





Fransızcayı karışık bir şekilde söyler, împaratoriçe pek çok gülermiş, împaratoriçe giderken kendisine haylice atiyeler vermiş olduğundan bu parayı sermaye yapıp bohçacı olmuş ve hamam ustalığını terketmişti» «Ali Riza Bey, 13. asrı hicrîde istanbul Hayâtı, Millî Mecmua».

Beylerbeyi sarayında Eugeniden başka Avusturya imparatoru François Joseph (Fransuva Josef), Iran Şahı Nasıreddin Şah, Karadağ prensi Nikola misafir edilmişlerdi. 93 harbini bitiren Ayastefanos muahedesinin imzasından sonra Livadya vapurile Istanbula gelen Rusya orduları komutanı Grandük Nikola Dolmabahçe sarayında II. Abdülhamidi ziyaret edip Beylerbeyi sarayına geçmiş ve Hükümdar Grandükün ziyaretini bu sarayda iade eylemişti. Nikola sonra vapuruna dönmüş ve ertesi akşam Sultan Hamid Grandüke Yıldız sarayında bir ziyafet vermişti.


mimarı ola gelen Dalyanlardan Serkis kalfa tarafından bugünkü bina yapıldı.

Yeni Beylerbeyi sarayı kamilen mermerden inşa edilmiştir, îç taksimatı çok süslü ve zariftir. Oda ve salon duvarları, tavanlar nefis nakışlarla işlenmiştir. Alt katta mermerleri gayet sanatkârane işlenmiş büyük bir havuz ve üst katta, güzel bir hamamı var-_ dır.

Bahçeleri set settir. Her setinden Boğaziçi bir başka güzellikte görünür. Abdülâziz burada bir de büyük hayvanât bağçesi yaptırmıştı. Bunlar arasında meşhur aslanının kafesi de vardı. Padişah hayvanı kendisine ahştırmıştı. Saraya gittikçe onunla oynamağı severdi. Sarayın bahçesinde aynı zamanda çok kıymetli hayvan heykelleri de vardı.

Sedlerin en üstündekinde büyük bir havuz vardır ki belki îstanbulun en büyük havuzudur; mustatil şeklinde, derinliği 3 metre olup boyu 70, eni de 40 metredir.

Sarayın inşası 1864 yılında bitmiş ve Abdülâziz 1281 (1864) yılı 21 nisan cuma günü, namazını Beylerbeyi camiinde kılıp büyük merasimle yeni saraya geçmişti.

Yeni Beylerbeyi sarayında bir çok tarihî simalar misafir edildi. Hiç şüphe yok ki bunlar arasında hâtıraları istanbulluların hafızasında en çok yer edeni Fransa inıparatori-çesi Eugenie (ojeni) dir.

Abdülâzizin Fransa seyahatini Üçüncü Naporyon namına iade eden Imparatoriçe Eugenie 1869 yılı sonbaharında büyük bir debdebe ile Istanbula geldi. Sultan Aziz misafirinin ağırlanması için hiç bir fedakârlıktan kaçınılmamasını istemişti.

İmparatoriçeyi' getiren Aiglie vapuru Beylerbeyi sarayı önüne gelince, Abdülâziz saltanat kayığiyle gemiye geçip misafirini almış ve kendisine sarayda intizar halinde bulunan vükelâsını takdim etmişti. Burada Fransız tabaası da Imparatoriçe tarafından kabul olundu. v

Aynı gün împaratoriçe bir müddet isti-rahatten sonra kayıkla Dolmabahçe sarayına geçmiş, Sultan Azizin ziyaretini iade etmiş, Valide Sultan tarafından kabul olunmuş ve o gün yemeği sarayın Mabeyin dairesinde Padişahla beraber yemişti.

împaratoriçe akşam, kayıkla Beylerbeyine dönerken gidişinde olduğu gibi, Boğaziçi sularında yatan büyük donanmamız kendisini top ateşlerile selâmlıyordu.

împaratoriçe îstanbulda bulunduğu müddet esnasında görülecek yerlerin hepsini gezmiş, şerefine verilen ziyafetlerde bulunmuş, Beykoz Çayırında pek tantanalı bir askerî resmî geçid seyretmişti.

İstanbul bu güzel misafirin ziyaretini büyük bir alâka ile karşılamıştı. Herkes Eugenieden bahsediyor, onun geçeceği duyulan yolları halk erken saatlerde işgal ediyordu.

Bugünleri yaşamış olan eski Balıkhane Nazırı Ali Rıza bey intihalarını şöyle anlatıyor:

«împaratoriçe hakikaten pek güzeldi. Fakir, kendisini iki defa görmüştüm. Bunun biri Beykoz çayırında inşa olunan Resmî geçit köşkünün önünde arabadan inip Sultan Azizin koltuğunda olarak köşkün haricindeki merdivenden yukarı çıktıklarında idi. Diğeri de Taksim Kışlası pişgâhında bir pazar günü maiyetinde Fransa elçisi olduğu halde mâşiyen piyasa etmekte iken görmüştüm. Mavi renkli fistan içinde narin matbu bir endam, ince helâvetli pembe bir çehre, uzun kirpiklerle sâyedâr şahane gözler hiç hatırımdan silinmemiştir.

«împaratoriçe ekseriya mavi renk fistan giydiklerinden o sene bütün Beyoğlu madamları ve istanbul hanımları nezdinde mavi renk moda olmuştu.»

Ojeni yeni Beylerbeyi sarayını pek sevmişti. Orada biraz hülyalı bir şark sultanı hayati geçirmek istiyordu.

Ali Riza bey bir başka hâtırasile Eug6-ninin Beylerbeyi günlerini yaşatıyor.

«împaratoriçe Türk kadınları usulünde yıkanmayı arzu ettiğinden en mâruf hamam ustalarından istavroz hamamındaki Vesile hanım celbedilerek sarayın hamamında mü-şarünileyhâyı elile yıkamıştır. Vesile, hanım Eugeninin güzelliğini, endamının tenasübünü, bahusus billur gibi vücudunu söylemekle bitiremezdi. Bu kadının dediği gibi împaratoriçe hakikaten pek güzeldi.

«Vesile hanım bellediği bir kaç kelime

f

l

Abdülâziz hal'edildiği vakit Topkapı sarayında kendisine nakletmek istediği saraylar sorulurken Beylerbeyi sarayından da bahsedilmiş, fakat eski Hükümdar oraya götürülmesini istememişti.

ikinci Sultan Abdülhamid otuz üç yıllık saltanat devri esnasında Beylerbeyi sarayı umumiyetle kapalı kaldı. Yıldız tepelerinden inmeyen hükümdar bu saraya da uğramadı. Yalnız bazı Sultanlar iradesi alınmak şartile maiyetlerile beraber sırayla diğer kasırlara olduğu gibi Beylerbeyi sarayına da tenezzü-he giderler, orada beraber götürülen yemekleri yerler, bahçeleri gezip eğlenirlerdi.

Meşrutiyette ve 1909 yılı esnasında bir ara veliahd Yusuf İzzeddin Efendinin Beylerbeyi sarayında oturması düşünülmüş, fakat sonradan bundan vazgeçilmişti.

Aynı yıl Dolmabahçe sarayı rıhtımlarile beraber Beylerbeyi sarayının rıhtımının da Fransa inşaatı bahriye mühendislerinden



yeni Beylerbeyi Sahil Sarayında împaratoriçe Öjeninin yatak odası (Resim; Osman Zeki Çakaloz)

BEYLERBEYİ VAPURU

2698 -

İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ



2699 -

BEYLİK ÇEŞME




Oji ile liman reisi miralay Mustafa bey tarafından plânları tanzim edilmiş ve bu plânlar üzerine tamirleri yapılmıştı.

İkinci Sultan Abdülhamid tahttan indirilip Selaniğe Alatini köşküne götürüldükten sonra Balkan harbinin çıkması ve Selâniğin tehlikeye düşmesi üzerine İstanbula Beylerbeyi sarayına nakledildi.

Eski hükümdar 20 Ekim 1912 günü Lor-ley yatından inip Beylerbeyi sarayına geçti. Sultan Hamid Beylerbeyi sarayını sevmiyordu.. Bu saray hakkında şöyle düşünürdü: «Bu sarayın yeri Allah için iyidir. Havasına hiç diyecek yoktur, fakat tarzı inşası fena, hele taksimatı hiç iyi değildir. Selânikteki Alatini köşkünün inşası, taksimatı ne kadar güzeldi. Orada çok rahat ettik, hiç rutubeti yoktu. Manzarası da güzeldi. Duvarları hep tuğladandı. Yıldızda benim yaptırdığım dairenin de taksimatı, inşası başkaydı. Gerçi böyle muazzam değildi, küçüktü. Burası geniş bir sofa ortasında bir havuz üç dört oda bundan ibaret, insan oturacak bir münasip oda bulamıyor. Bunlar amcam Sultan Aziz zamanında yapıldı. Birçok saraylar yaptırıldı. Fakat kalfaları usta değilmiş» (İkinci Abdül-hamidin hususî hekimi doktor Atıf Hüseyin beyin muhtıra defterinden).

Sultan Hamid bu muhteşem sarayda en umulmaz bir yeri kendi ikametgâhı olarak seçti. Birinci katta harem dairesinin bahçeye nazır köşesindeki odayı kendisine, yatak odası yapmıştı. Bu odanın bitişiğindeki ap-teshanenin yanındaki merdiven aralığına da yeni bir banyo yaptırdı.

Sultan Hamid Beylerbeyi sarayında 10 şubat 1918 de zatürrieden vefat etmiştir. '

Bugün • Beylerbeyi sarayı büyük bir korunun eteğinde mavi sulara karsı geçmiş asırların, bütün hâtıralariyle bakımlı ve güzel cephesiyle Boğaziçinüvbir süsüdür.

Halûk Y. Şehsüvaroflu

Imparatoriçe Eugeni'nin Yatak Odası —


Zevci adına Sultan Azize iâdei ziyâretde bu
lunan Fransız İmparatoriçesi bu sarayı çok.
beğenmişti. Kendisine sarayın üst katında
bahçe tarafında bulunan ve büyük merasim
salonuna açılan oda, yatak odası olarak ha
zırlanmıştı. " •'•

Bu geniş ve güzel odanın yanında hamam ve banyo dairesi bulunuyordu. Yüksek tavanlı, altın yaldızlı ve türkkârî nakışlı du-varlarile, gönle ferahlık veren bu geniş odaya ceviz bir karyola, endam aynası, tuvalet takımlarile, şezlong ve diğer lüzumlu, kıymetli eşyalar konulmuştu.

İmparatoriçenin maiyetindekiler için de ayrıca yatak odaları hazırlanmış, sarayın kabul salonları, yemek salonu yeniden gözden geçirilmiş ve bilhassa Fransız yemeklerinde mahir olan aşçıbaşılar Beylerbeyi sarayı mutfağına verilmişti.

Eugenie, bir şark sarayında tahayyül ettiği bütün güzellikleri bulmuş, bilhassa Türk usulündeki hamamı pek sevmişti, împara-toriçe, Türk kadınları usulünde yıkanmayı arzu ettiğinden en maruf hamam ustadlarin-dan istavroz hamammdaki Vesile Hanım cel-bedilerek sarayın hamamında müşarüniley-hayı.elile yıkamıştır. (B.: Eugenie)

Halûk Y. Şehsüvaroğlu

BEYLERBEYİ VAPURU — Denizcilik

Bankasının Liman İşletmesi vapurlarından; 1952 yılında Hollandada yapılmışdır; beheri 450 beygir kuvvetin de Sulzer marka çift motorlu ve çift uskurlu olup 14|- mil sür'ate sâhibdir. Gros 483,02 ve net 264,47 ton hacminde, boyu 46, 46 metre, eni 9,82 metre bir gemi olup âzami 789 kişi taşır; motorin yakıt kullanır ve saatte 80 litre motorin yakar. «Yeniköy» vapurunun eşidir (B.: Yeniköy Vapuru).

1961 yılı temmuzunda Arslan Özdemir Kaptan ile Mi'dhat özalemdar Başmakinis-tin idaresinde idi. Dördü makina, beşi de güverte hizmetinde 9 gemicisi olup İzmit körfezinde, İzmit - Gölcük. Değirmendere hattında çalışıyordu.

Tufan Can



BEYLERBEYİ VAPURU (4 numaralı)

— Şirketi Hayriyenin ilk vapurlarmdandır; teknesi ahşab, makinası 60 beygir kuvvetinde 197 tonluk bir gemi idi; hicrî 1267 (milâdî 1850 - 1851) yılında İngilterede Wigt Adasında^ Joh Robert Wigt tezgâhlarında yaptırılmış ve şirkete 7500 altına ma] olmuşdu; hicrî 1270 (milâdî 1853 - 1854) de Boğaziçinde seyrü sefere başladı. Resmi bulunamadı, yandan çarklı, padl bir vapur

•"İs

olduğu muhakkakdır. Şirketi Hayriyenin 1860 yılı eylül ayında Gerîdei Havâdisde çıkmış bir ilânından Beylerbeyi Vapurunun her sabah alaturka saat 12,45 de Yeniköyden kalkarak ve kabataşa kadar bütün Rumeli yakası iskelelerine uğrayarak köprüye bir sefer yapdığım, akşam üzeri de yine ayni iskeleleri tutup Yeniköyüne döndüğünü, ve gece bu iskelede yatdığmı öğreniyoruz.



Bu teknenin Şirketi Hayriyeye ve dola-yısı ile Boğaziçine hangi tarihe kadar kaç yıl hizmet ettiği tesbit edilemedi.

Bibi: Şirketi Hayriye, Boğaziçi



BEYLERBE
YANGIN TU
LUMBASI SAN
DIĞI — İstanbul-
d.a yakın geçmi
şin en velveleli
günlük hayat cil
velerinden tu
lumbacılık hevesi
Beylerbeyi halkı
nın ayak takımın- Beylerbeyi sandığının
dan gençleri de tepeliği

sarmış, ateş âfet- (Resim: Hüsnü)

lerinde, yaz ve kış, yağmur, çamur, kar, buz demeyüb dizlik denilen bir don, mintan denilen bir forma ile, başda keçe külah ye yalın ayak bir asra yakın koşdurmuşdur (B.: Tulumbacılar, Tulumbacılık).

İstanbul tulumbacıları üzerinde en salahiyetli kaleme sâhib olan Üsküdarlı halk şâiri Vâsif Hoca merhum.bize tevdî ettiği notlar arasında şunları yazıyor:

«Beylerbeyi de hayli tulumbacı yetiştir -mişdir; benim tanıdıklarım Çımacı Mehmed, Sandalcı Mehmed, Tatlıcı Nazif, Muammer. Mümtazdır; hafızamda kaldığına göre naralarını: — Kalbinde nuri iman Beylerbey karakollu!.. diye atarlardı».

Vâsıf Hocanın Tatlıcı Nazif dediği, yap-diğı kazandibini koca İstanbula tanıtmış mahallebici Arnavud Nazif Ağa olacakdır.

Beylerbeyinin yangın tulumbası sandığı
her nasılsa yok olmamış;-camiin, İkinci Sul
tan Mahmud yapısı fevkaanî hünkâr dâiresi
nin altındaki küçük merdivenli taslıkda du
ruyordu (2 temmuz 1961). ;

Bu tulumba sandığı İtfaiye Müzesine kaldırılmağa değer kıymetdedir; bilhassa, çaprast iki top namlusu, çaprast iki kılıç, iki yanında ikişer sancak süngü ve baltalar, ve ortada da üstde şemse, göbeği ay yıldızdı bir arma olan sarı pirinç tepeliği gaayet güzeldir; askeri motiflerle yapılmış olan bu tepelik, Beylerbeyi sandığının bir karakol sandığı olduğunu açıkça göstermektedir.



BEYLEROÖLU yahud BEYLERYAN—-Namlı sarraflar yetiştirmiş aslen Kayserili bir Ermeni ailesidir. Bu soydan ilk tanıdığımız sima, geçen asrın ortalarında yaşamış «Hacı Aleksanyan sarrafı îstepan Beyler» diye meşhurdur: Bu soyadı bilâhare Beyler-oğlu yahut Beyleryan şeklini almıştır. İkinci zat sarraf Aleksan Beyleryandır.

Üçüncü isme tarihçi Arutyun Mırmır-•yan'in (1860-4926)^ «Ermeni zenginlerinin kısmî tarihi» adlı eserde (İstanbul, 1910) tesadüf edilmektedir. Beyleroğlu Agop adını taşıyan bu şahsın, çok nüfuzlu Kayserili büyük bir sarraf ve ünlü tüccar Mıkırdiç Esayan'm (1843-1921) kayın pederi olduğu kaydedilmiştir.

Bu aile, Üsküdar'ın Selâmsız mahallesin de, eski Berberyan Mektebinin yanında ikamet etmiştir. Ahşap büyük haneleri bugüne kadar ayakta durmaktadır. Beyleroğlu ismini taşıyan geniş bahçelerinde eskiden yaz mevsimin de tiyatro temsilleri verilmiş ve bilâhare sahne sinema olarak kullanılmıştır.

Kevork Pamnkcîyan

BEYLİKCÎ SOKAĞI _ Halicde Sütlüce sokaklarmdandır; Bademlik Caddesi ile Höşmerim Sokağı ve Kanlı Sokak arasında uzanır. Bademlik Caddesi başından gelindiğine göre, evvelâ geniş bir toprak yoldur, sonra meydammsı bir açıklık olur, daha sonra yine darlaşır, sağa sola kavisler çizerek, bozuk kabataş döşeli dik bir yokuş hâlinde, Höşmerim Sokağı ile Kanlı Sokağa bağlanır. Evleri, hepsi bağçeli kulubemsi yapılardır (nisan 1961).

Hakkı Göktürk

BEYLİK ÇEŞME SUYU — Üsküdar da, Selimiyeden Harem vapur iskelesine inen yokuşun orta kısımlarına isabet eden ufak


JÜt

BEYLİK SOKAĞI

2700 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 2701 -

BEY MESCİDİ




meydandaki dört yüzlü büyük çeşmenin suyu. Suyun kaynağı, Selimiye mahallesinde Ve yokuşun başına yakın bir yerde bulunan Aziz Beyin bağçesindeki kuyudadır. Künk-lerle gelen su çeşmenin dört yüzündeki büyük ikişer musluktan mermer yalaklara akardı, imparatorluğun son yüz yılında bu yalakların basında, günün muhtelif saatlerinde Selimiye Kışlasının yüzlerce atının sıralandığı görülürdü.

Geniş saçaklı kesme taştan bu güzel meydan çeşmesinin yokuşa bakan yüzü üzerinde bir tuğranın izi ve bunun iki tarafında birer kitabe vardır. Kitabe çeşmenin Abdül-mecid Hanın saltanatının ilk yıllarında, 1257 (M. 1841) de yapıldığını bildirmektedir.



Saadi Nâzım Nirven

BEYLÎK SOKAĞI — Halicde Südlüce


sokaklarındandır; aslında, Bademlik Cadde
si üzerinde, bir araba geçebilecek genişlikde
uzun bir çıkmaz sokakdır, ve bir toprak yol
dur. Sağ başda yıkılmış bir binanın arsası,
onun yanında, yüzü Beylikci sokağında yeni
büyük bir binanın ardı görülür; mesken ola
rak, bitiminde iki katlı ahşab bir ev ile, bağ-
çesine on dört basamak taş merdivenle çıkı
lır yine iki katlı ahşab bir ev vardır. Sol ta
rafı, boydan boya bir duvardır; ardında bir
bağçe, avlu bulunduğunu tahmin ettik (ni
san 1961). ' ' i

Hakkı Göktürk

BEYLİK SUYU — istanbul'a imparatorluk devrinde muhtelif padişah ve vezirler tarafından cevamii şerefe - Halkalı suları adı altında akıtılmış meşhur su şebekelerinden biri. Beylik suyu, ikinci Sultan Mahmud tarafından Topkapı sarayı içinde isâle ettirilmiştir.

Eski kayıtlarda ibrahim Hanzade Çiftliği diye adı geçen Aypah, bugünkü ismile Kirazlı Köyü civarındaki menbâlardan toplanır. Menbâların yerini belli etsin diye dikilen nişan taşlarından köyün kuzey cihetinde ekin tarlaları içinde ancak tek bir taş kalmıştır. Bu taşın üzerinde ikinci Sultan Mahmu-dun "Adlî" yazılı tuğrası ve 1236 (M. 1820 -1821) tarihi ile «Menbai evvel, sarayı hümâyun» yazısı işlenmiştir. Kirazlı Köyü civarındaki muhtelif kaynaklardan toplanan sular eski Kalfa Köyü (Mahmudbey) nden geçerek

kayalara oyulmuş delme mecra ile uzunca ovayı ve buradan Mâzul Kemeri denilen bir su kemerini geçerek bir az daha ilerde tekrar delme mecra ile Fethiye deresi ve Haslar Köyü yolu ile; diğeri; bir kısım Halkalı sularının toplandığı tarihi Cicoz çiftliğine gelir». Su yolu, hâlen eski yılların zarif çiftlik binalarında kalıntılar kalmış bu yerdeki su kubbesinden geçtikten sonra Demirkapı yolu ile Edirnekapı civarında surları geçerek şehre dahil olur.

Su yolu yapıldığı senelerdeki bu müstakil mesirini, imparatorluğun son yıllarında gaip etmiş, yolları harap olan ve civarından geçen Halkalı sularından Beyazıd, Fatih ve Süleymaniye suları da cicoz kubbesinde bu su yoluna katılmışlardı. Şehir içi şebekesinde su yolu, Edirnekapı su terazisinden itibaren Karagümrük, Altay, Zincirlikuyu, Fatih, At-pazarı ve Bozdoğan kemerinden geçerek Ba-yazıddaki suyun maslağına ve buradan da Di-vanyolu Sultan Mahmud Türbesi yolu ile Babı - Hümâyun yanındaki su terazisine gelirdi.

Beylik su yolundan esâsında tahsi^ edilmiş olduğu Topkapı Sarayı ile müştemilâtından maada, vaktile Çifte Saraylar, yanan büyük adliye binası, Tomruk Dâiresi, Nafia Nezâreti, Defteri-Hakani, Elbise ambarı, Umumî Hapishane, Babı-zabtiye ve Şehir Emâneti su aldığı gibi, Ayasofyada Çevri Usta Çeşmesi, Beşirağa Çeşmesi, Cağaloğlunda D.arül-saade Ağasının Çatalçeşmesi, Vefada Recaî Emin efendinin sebil ve çeşmesi, Fatihde Kıztaşında ikinci Sultan Abdülhamidin çeş-melerile Atik Ali Paşa ve Fatma Sultan camileri ve bir çok hayrat bu sudan beslenirdi.

1910 - 1915 yıllarına kadar Beylik Suyunun kaynakları günlük 500-600 M3 su verirken Bayazıd, Fatih ve Süleymaniyenin katılmasından sonra bu miktar dört beş misli artmış, ve evvelce bu suların aktığı semtlerdeki çeşmeleri de besler bir durum almıştı. Suyun şebekesi künk galeri hâlinde idi; sonradan şehirde bu yollardan bir kısmı da pik boru hâline getirilmişti.

Beylik Suyunun yolları diğer Halkalı su yolları gibi zamanla ikâmetgâhların altında kalmıştı.

Saadi Nâzım Kirve»

, BEY MESCİDİ — Eyyubda Cezerî Kaa-sım Mahallesinde Zalpaşa Caddesinde, Mimar Sinan yapısı Zal Mahmud Paşa Camiinin hemen karşısında yine o Mimar Sinanın eseri küçücük bir mesciddir.

Hadikatül Cevâmi: «Banisi Silâhşor Mehmed Beydir, Silâhı Mescidi de denilir; kendi dahi ande medfundur» diyor.

Dahî sanatkâr, bir türbe ve bir medrese ile beraber azametli Zal Paşa manzumesinin karşısına bu küçük mescidi, öylesine bir yapı bediası olarak koymuşdur ki, yoldan geçen o büyük camii gördükden sonra, bu mescidin gözönünden silinmesi gerekir iken, bilâkis, Bey Mescidi, gözleri kendi üzerine çekiver-mektedir. 1961 temmuzunda yürek sızlata-, çak harâbî, perişanlık içinde idi, ama halâ, halâ pek güzeldi. Büsbütün çökmeden tez elden tamiri gerekir; Bey mescidinde Türk yapı sanatı bir şaheserini kaybederse pek yazık olur, gelecek nesiller neslimize lanet eder.

Yola nazaran bir sed üstündedir; Vaktiyle taş döşeli olduğunu tahmin ettiğimiz avlusuna, sokak kapusundan bir taş merdiven ile çıkılmakda olup, minarenin, mescidin ve Silâhşor Mehrned Beyin türbesinin kapuları bu avluya açılır.

Dört duvar üzerine kiremit örtülü bir çatıdan ibaret olan mescidin çatısı tamamen çökmüştür.

Çatı, tuğladan 'destere dişi bir korniş üstüne oturtulmuş olub, bu kornişden hâlen p«k küçük bir parça kalmışdır.

Eyyubda Bey Mescidi (Resim: A. Büleııd Koçu)

Eyyubda Bey Mescidi (Kroki-plân: A. Bülend Koçu)

Duvar iki sıra tuğla bir sıra kesmetaşla örülmüşdür; avlu üzerindeki kapudan girildiğine göre mihrab sağ tarardadır, ve bu mih-rab duvarında mihrabın iki yanında üst de iki pencere vardır. Kapudan girilince tam karşıya cadde tarafına, mihraba nisbetle sol duvarda ve mihrab duvarın karşısındaki duyarda ise altlı üstlü ikişerden dörder pencere bulunmaktadır; bir pencere de kapunun bulunduğu duvarda vardır; bütün kemerli, ve kemerleri, dışardan, araları ikişer sıra tuğla mermerle örülmüş olup, küçük olan üst pencerelerin kemerleri boşdur, yâni kemer içleri pencere boşluğuna katılmışdır. Ayni şekilde örülmüş ve üstdekilerden de büyük olan alt pencere kemerlerinin içi ise mermer plâklarla doldurulmuş olup alt pencereler, bu alınlık plâkların altında dik mustatil şeklindedir, ve pencere boşluğunun etrafı mermer birer cerçive ile çevrilmişdir.

Minare cadde üzerine ve mihrab duvarın önüne, mescidden ayrı olarak inşâ edilmiş-dir; mihrab duvarına, içi kalın demir kafesle kapatılmış genişçe bir avlu pencere ile bağ-lanrmşdır.

Minarenin gövdesi altı köşelidir; şerefe gövdeden taşkın olmayub, altı yüzü mermer kemerli ve hendesî tezyinattı korkulukları vardır, hâlen mevcud olmayan ve ahşab olduğu muhakkak külah, hemen şerefe üstüne oturtulmuş bulunuyordu. Gövdenin şerefe altı iki sıra tuğla bir sıra taşla örülmüş olup, bu altı köşeli minare güvdesi dört cebheli bir ehramı nakış ayak üstüne, 6 da kesme taş-dan ve mük'ab (küb) şeklinde bir kürsüye, kaaideye oturtulmuşdur.

Avlunun sokak kapusu yarım dâire mermer kemerli olup kemer, çıplak durmakda-

İSTANBUL ANSİKLOPEDİSİ

2703 —

BEYOĞLU


S^¥\VX


BEYOĞLU

(1934 Belediye Şehir Rehberinden)

'•'!


T

dır, üstünde vaktiyle bir alınlığın bulunduğu kuvvetle tamin olunabilir. Kapu, âdi tahta kanadlarla kapatılmış olup, avludan bu ka-puya inen merdiven-de, hemen avlu hizasına kadar moloz ile dolmusdur.

Sokakdan girildiğine göre, merdivenin ve avlunun solunda bir mezarlık vardır, etrafındaki duvar çökmüş, pek perişan bir haldedir. Avlu kapusu battal edilmiş bulunduğuna göre hâlen Bey Mescidi harabesine bu mezarlık tarafından girilmekte idi.

Silâhşor Mehemd Beyin türbesi, mescidin avluya açılan kapusu yanında, kesme taş-dan dört duvar üzerine beşik kubbe ile ör-tülmüşdür. O da bir harabe halinde olup içinde kabirden nişan kalmamışdır. Bu yapıya türbe diyoruz, başka bir maksad ile de yapılmış olabilir, bu takdir, mescidin banisinin kabrinden nişan kalmamışdır demek lâzımdır.



BEYODALAKI SOKAĞI — Gatalanın Ömeravni Mahallesi sokaklanndandır. Bey-tülmalcı Sokağı ile Bağodaları Sokağı arasında kısa bir aralık sokakdır. Beytülmalcı Sokağı tarafından gelindiğine göre daracık bir geçid olarak başlar, sonra genişler, sağa sola birer kavis çizerek ve bir yokuş olarak Bağ-odalar Sokağına kavuşur; beton, yarı kagir, ahşab evleri 2-8 ve 3-13 kapu numaralarını taşır. Sokağın öbür başında Bağodaları Mescidi bulunmaktadır. B.; Fatma Hâtûn Mescidi). Sokak sekenesi mutevâzi gelirli aileler

görünür (nisan 1961).



Hakkı Göktürk

BEYOĞLU — Mülkî idare taksimatında İstanbul vilâyetinin bir ilçesi; İstanbulun târihî edebiyatında meşhur bir semtin adı-; ilçe olarak sınırı, büyük şehir haritasında tesbit edilmişdir, ve kadim Galata Şehri, bu ilçenin sınırı içinde bir nahiye itibâr edilmişdir; semt olarak sınırını çizmek mümkün değildir; her biri fetihden zamanımıza kadar istanbul târihinde pek meşhur yerler olan Kasımpaşa Kasabasının, Galata Şehrinin, Tophane Kasabasının ve Fındıklı Kasabasının gerilerini kaplamış olan sırtların adıdır.

Türkler tarafından verilmiş olan bu ismin ne zaman kullanılmaya başlandığım kesin olarak tesbit edemedik; bildiğimiz, Kanunî Sultan Süleyman zamanında, Galatanın

arkası için «Beyoğlu» adını kullanıldığıdır. Fakat şurası da ehemmiyetle kayde değer, bu isim, XVIII. asrın sonlarına kadar kadim Galata Şehrinin gölgesi altında kalmışdır (B.: Galata).

Kasımpaşa, Tophane ve Fındıklı, fetihden evvel Galatanın, Halice ve Boğaza doğru lebi deryada fakir,- yoksul varoşlarıdır; buraların, bir yanda türk tersanesinin, öbür yanda türk tophanesinin tesisi ile kesif şekilde iskânı, şenlenmesi, âbidevî eserlerle îmân fetihten sonra başlamışdır. Fetihden evvel kale duvarları ile çevrilmiş olan Galatanın gerisindeki sırtların, evleviyetle hâlî arazi olduğu aydın bilmiyor; belki kesîf ormanlarla, fundalıklarla kaplı idi.

Yukarıda da kaydettik, türkler tarafından «Beyoğlu» adı verilen bu sırtların iskânı, İkinci Sultan Bayazıd zamanında, burada, av yeri bir orman içinde devşirme acemi oğlanlarının bir kısmının tâlim ve terbiyesi için bir kışla - mektep sarayın kurulması ile başlamış, ve dikkate değer, bu kışla - mekteb saraya da «Galata Sarayı» adı verilmişdir (B.: Bayazıd II; Gül Baba; Galata Sarayı); ki zamanımızda da ayni temeller * üstünde, pek şerefli bir mazisi olan bir irfan müessesesi, Galatasarayı Lisesi bulunmaktadır.

Türk Ansiklopedisi Beyoğlu hakkında şu


malûmatı veriyor: . '

«Fatih Sultan Mehmed, Trabzon Rum Devletini zabtettiği zaman (1416), son Trabzon imparatoru David Komnenos ile bütün ailesini îstanbula naklettirmiş, bunlardan Kaloyani Komnenos'un oğlu Aleksios islâmlığı kabul ederek bugünkü Tünel civarında oturmuşdur. Bu prensin burada oturduğu içindir bu semte Beyoğlu adının verildiğim anlatan bir söylenti vardır.'

«Bizans devrinde meskûn olmayan bugünkü Beyoğlu semtine ; 'Peran (Pera = öte, karşı yaka) Bağları denilmekde idi. Türkler îstahbulu almadan önce,. Galata surları dışında da evler, mahalleler yokdu. Fetihden sonra, az zaman içinde Galata, surlarının dışında Beyoğluna doğru uzanan yerlerde meskenler, camiler ve resmî binalar yükselmeğe başlamışdır. Fetihden yarım asır kadar sonra Tophaneden Kasımpaşaya ve arka


BEYOĞLU

— 2704 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

2705-

beyöğlu




tarafdan Dörtyola kadar uzanan yerler türklerle dolmuşdur.

«Beyoğlu Caddesinin Asmalımescid ve Kumbaracı Sokakları ile birleşdiği yere uzun zaman «Dört yol» denilmişdir îkinci Bayazıd Dörtyolda Asmalımescidi yaptırmış; Yavuz zamanında Dörityolda Mevlevi Tekkesi; Kanunî devrinde sadırazam ibrahim Pasa tarafından sarayın içoğlanlarının yetiştirilmesi için yine Dörtyolun az ilerisinde Galata Sarayı yaptırılmısdır (Biz bu sarayın' temel yapısı için Türk Ansiklopedisinin bu kaydını kabul edemiyoruz. Galata Sarayı ve Gül Baba maddelerine bakınız).

«XVI. asırda Galata adı, bugünkü Gala-tasarayı semtine kadar uzanan yerlere veriliyordu. XVII. yüz yıldan sonra Galata adı, Beyoğlu semtinin güneyinde ve deniz kenarında kalan kısmına verilmişdir t (XVII. asırda değil, hattâ XVIII. asır sonlarına ka-
dar Galata semt adı bu târifden çok genîg yer anlamında kullanılıyordu. İst. An.)

«Önceleri yabancı elçilikler Galatada bulunuyordu. 1492 de ispanyada, Benî Alı-mer müslüman arab devletinin 'yıkılması üzerine Gırnatadan göç eden araplar Istan-bula gelip Galatada yerleşerek bu semti doldurdu; Galatada sık sık yangınlar çıkmaya başladı, bunun üzerine elçiler Galata-dan ayrıldılar, Peran Bağlarında yeni elçilik binaları kuruldu; bu suretle Fransa, ingiltere, Venedik, Lehistan, İsveç, Hollanda,, Raguse, Prusya devletleri Beyoğlu Caddesi boyunca ihtişamlı elçilik sarayları yaptırdılar. Fransanın 1581 de kurduğu büyük bina 1831 yılında yanmış 've aradan çok geçmeden bugünkü elçilik binası yaptırılmısdır. Ingilterenin şimdiki büyük elçilik1 binası da Lörd Elgin'm yaptırdığı (ve 1870 Beyoğlu Büyük yangınında yanmış olan. İst.' An.) binanın yerini kaplamakdadır. . Yabancı elçilikler binalarının bu suretle Beyoğluna çıkması üzerine, bu milletlerden olanlar da Beyoğluna yerleşmeğe başlamışlardır. Bunun tabiî bir neticesi olarak da bu milletlerin kiliseleri de mümkin olduğu kadar elçilik binalarına syakın yerlerde yapılmağa



Yüklə 5,55 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   47   48   49   50   51   52   53   54   ...   76




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin