Kalesinde Halil Paşa Kulesi ve sahil kapusu Resim: Sabiha Bozcalı



Yüklə 5,55 Mb.
səhifə70/76
tarix27.12.2018
ölçüsü5,55 Mb.
#86801
1   ...   66   67   68   69   70   71   72   73   ...   76

Fenerde Bizauskârî bir ev (C.E- Ar sevenin resimlerinden)


BİZANS EVLERİ

- 2830 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

-2831 —

BLACK SWAN YATI




Fenerde Bizanskârî bir yapı

(C.E. Arsevenin resimlerinden j

birlileri ve kibarları hemen kendilerine ikaa-metgâh yapdırmaya başladılar.

«ilk yapılan evler Roma evlerine müşa
bih olmakla beraber Bizans'da o vakit_ vü-
cud olan usûli inşâata da pek yabancı değil
di. Filvaki Romadan gelen işçiler ve kalfalar
kendi bildikleri ve Roma ehâlisi-
nin alışdığı şekillerde meskenler ;

inşâ eyledilerse de inşâatda yerli dülger ve amelelerin de tesiri oldu.,

«Zenginlerin evleri direkli sâ-yebanlar ve süturilu avlularla tez-, yîn edildiği gibi evlerin dâhille-. rinde de duvarlar mozayik resimler ve işlemeler ve mermer kaplamalarla tezyin edildi.

«Zengin evlerinde birer hamam ve sarnıç dahi vardı. Fakat gaayet süratle yapılan bu, mebâni-den bir kısmı çok sürmeden hareketi arzlar, ve bir kısmı da yangınlarla mahvoldu.

«Altındı asra doğru, yâni Bizans sınâatı bir şekli- mahsusda" temeyyüz ettiği zamanlar ehâlisi-nin gerek hayati ve gerekse zevki sınaatları Romanınkinden farklı-laşmışdı, ve bu fark evlerin sureti inşâ ve tertiblerinde dahi görünmeğe başlamışdı.

«Şehrin bir sur ile muhat olması hasebi ile arsaların mahdud bulunması, sokakların dar olması-

nı ve ev arsalarının küçüklüğünü mûcib olmakla evlerin üst katı temelden dâima dışarıya çıkmalı olarak yapılmak mecburiyetini doğurdu, bindirme konsollar üstünde cumbalar inşâ edilmeğe başlanmışdı.

«Pencereden sokağa bakmak İstanbulda tâ o zamanlardan beri kadın erkek, herkesin bir eğlencesi idi. îşte bu sebeble cumbaların bir lüzumunu da bu cihet teşkil ediyordu. husus her zaman ihtilâle, kargaşalığa mâruz • olan bir şehirde kendi kapusu önünde geçen vukuuâtı görmek ve bir dereceye kadar kapu-sunu müdafaa etmek mecburiyeti vardı ki bu cumbalar o hizmeti de görürlerdi.

«Pencerelerin önüne ekseriya saksılarla veyâhud kutular içinde çiçekler konurdu.

«Şehre yakın büyük tas ocakları bulunmaması mimarları küçük tuğlalarla işlemeğe mecbur ettiğinden kubbe ve kemerler bu mimarinin en birinci âmilleri sırasında idi. Zelzeleler ve yangınlar o vakitki evlerin hemen kâffesini harab ettiğinden bugün Bizans devrinden kalma bir eve tesadüf etmek güçtür. Bu evlerin şekli hakkında ancak el yazısı bi-zans kitablarmdaki minyatürlerden bir fikir



Fenerde Bizanskârî evler (Resim; C. Biseo, 1874)

almak kaabil • olabiliyor.

«Bugün îstanbulda mevcud evler içinde fetihden evvel inşâ edilmiş belki bir iki eve tesadüf olunsun. Fakat sonra yapılan evler on üçüncü- asır evlerinden o derece farklı olmamaları icâb eder. Çünkü rum mimar ve duvarcıları fetihden sonra da inşâatda devam ettikleri ve bildikleri usulde inşâ edegeldik-îeri şüphesizdir. Bu evleri bugün bindirme konsollar üstündeki cumbalarından, taş kurları arasındaki birkaç sıra ince tuğla hatlarından, müdevver tablalı pencerelerinde, des-tere dişi gibi kirpi saçak denilen ve tuğlaların köşeleme konulmasında hâsıl olan saçaklarından tanımak kaabildir.

«îstanbulda dokuzuncu asırdan itibaren yapılan Bizans evlerinin eşkâli mümeyyizesi

şunlardır:

1 — evler pek nadiren iki ve üç katdan

fazladır.


  1. — her kat birbir üstüne cumbalarla
    dışarıya doğru taşkın bulunur,

  2. -— Ekseriya her kat arasında destere
    dişi şeklinde silmeler vardır.

4. — Evin cebhe duvarları her iki sıra taş arasında bir kaç sıra ince tuğla tabakası ile ayrılmış ve araları hare ile derz edilnıig-dir.

5 — Pencereler ya mustatil veyahut yukarı tarafları yarını dâire şeklindedir. Pencerelerin üst kısmındaki tablaları üzerinde tarih veya yazılar bulunur.

g — Damlar ya kemer üstüne taraça, veyâhud iki tarafa akıntılı çatı şeklinde olub üzerleri bildiğimiz İstanbul kiremidi'ile örtülüdür. Bu kiremidler evin duvarından dışarıya taşkın bulunan ve tuğlaların çaprast olarak birbiri üzerine bindirilmelerinden hâsıl olan saçaklar üstüne kadar gelir, ve oradan sular damla damla sokağa dökülür.


  1. — Dahilde odalar ekseriye genişçe bir
    sofa üstüne olup bu sofaya da bir dehliz ile
    girilir.

  2. — Pencere ve kapu kanadları ekseriya
    demirdendir ve üzerlerinde iri başlı çiviler
    vardır. Dahildeki kapular ise tahtadan, ve
    kibar evlerinde ise oymalıdır. Bâzı evlerde
    kapu yerine perde kullanılır.

  3. — Çatının sikletini azaltmak üzere ba-_
    zan kubbe ile çatı arasına bos küpler vaz
    ederler. Bu usul binayı sıcak ve soğukdan da
    hi muhafaza eder.

10 — Döşemeler ya mermer yahud kır-

mızı tuğladır.

11 — Merdivenler ekseriya binadan hariç ve bağçe tarafından birinci kata çıkar, ve müteaddid sahanlıkları, olub kârgirdir.

«Bugün Kumkapu istasyonu civarında bu şekilde eski bir ev vardır ki bâzı asarı atîka mutahassısları bunu Bizans zamanlarına âid telâkki etmektedirler.

«Tekfur sarayında müşahede olunan cumbaların tıbkısı da bu evde mevcuddur. Her katda 4,50X6 metrelik kemerli birer sofa vardır. Tam kavis şeklinde devirli pencereleri cumbalı bir cebheye açılır.

«îstanbulun fethinden sonra rumlarm .elan bugüne kadar iskân etmekte devam ettikleri Fener cihetinde dahi bâzı eski.evler görülür. Bunların şekillerine nazaran, Bizans vaktinde yapılmış değilse bile, her halde o tarzı inşâya pek müşabih olmakla ehemmiyetleri aşikârdır.

«Bunlar rneyâmnda Venedik balyozunun evi temaşaya şayandır. Evin genişliği kamilen kemerli bir odadır. Dışardan ve merdiven ^başında üç sütunlu bir sofa vardır. Evin döşemeleri altı köşe kırmızı tuğladandır.

«Yukarda zikri geçen Tekfur Sarayı da rnimârii mülkî noktai nazarından pek kıymetli bir binadır (B.: Tekfur Sarayı)»

BtZDEN — Hem halk ağzında hem külhanı argosunda güvenilir, emin kimse. Fe-rid Devellioğlu «Türk Argosu» adlı eserinde bu kelimeyi argo da «kurnaz, açıkgöz» olarak kaydediyor. Biz külhânîler. pırpırılar ağzında bu mânâlarda kullanıldığını işitmedik; kıymetli dilcinin verdiği misâli alır isek: «Hasan bizdendir, korkma..» denildiğinde, Hasanın kurnaz ve açıkgöz olduğu değil emin, güvenilir kimse olduğu kasdedilir.

Halk ağzırida ayrıca, bir yakınlık hattâ aşinalık tesis edilmemiş, ve hattâ geçmiş çağların adamları hakkında kullanılır ki bu takdirde mesreb, ahlâk, zevk yakınlığı anlatılmış olur, misâl:

Bir meyhanede akşamcı sohbeti arasında:

— Koca Fâtih hazretleri de bizdenmiş, her akşam çakarmış!..

BLACK SWAN YATI — İstanbul Limanına Atlas Okyanusunu aşarak gelmiş ecnebi yatların en küçüğü, fakat en lüks teknelerden biridir; 6 ağustos 1959 tarihinde sahibi olan panamalı milyoner Felix Melmoulan ile zevcesini ve iki çocuğunu ve- çıkdıklan

SWASt YAT!

bu devri âlem seyahatmda kendilerine refakat eden aile dostlarını getirmişdir ; yat istanbul limanında ancak yirmi dört saat kaini ışdır. 32 metro boyunda 88 tonluk bir gemi olup yelkenli ve motorlu idi; motor ile sür'-ati saatde 11 mil olup motorunu durdurup yelkenlerini açdığı zaman zarif bir kotradan

ÎSTÂHBIJL

farksız oluyordu; îstanbul limanına gelmezden ancak altı ay evvel denize indirilmiş ve sahibi olan Panamalı milyonere 250,000 dolara mal olmuşdu, adı olan Black Swan'm türkce karşılığı «Siyah Kuğu Kuşu» dur; garib bir tesâdifdir ki zamanının en büyük ve lüks yatı olan v.e Âtatürkün hastalığında

ANSİKLÖPBBİSİ

MRssss's--'

satın alınarak gönderilen halâ türk bayrağını taşıyan, bir mekteb gemisi olarak donanmamızın müstesna, pek dilber ve kıymetli bir, biblosu olan Savarona'nın admm mânası da Siyah Kuğu Kuşudur (B.: Savarona)

Milyoner P. Melmoulan gazetecilerle yaptığı kısa bir konuşmada: «îstanbul dün-

black swan

yanın hakikaten en güzel şehirlerinden biri; burada benim için en enteresan hâdiselerden biri yunanlı milyoner Onassisin yatı ile karşılaşmam oldu, iki aydânberi devam eden seyahatim boyunca Onassis ile bir dördüncü karşılasmamdır». (B.: Onassis). Bibi.: Günün gazeteleri.



Fenerde Bizanskârî

(Besim;


BLACQUE BEY (Aİexandre)

2834 -


ANSİKLOPEDİSİ

28â5 —



BLACQUE BEY (Alesandre) — Osmanlı devletinin ilk resmi gazetesi Takvimi Vakaayi'in fransızca baskısı mâhiyetinde neşredilmiş «Le Moniteur Ottoman» gazetesinin kurucusu ve baş muharriri; doğum târihi ve yeri tesbit edilemedi. Büyük ihtilâlde ihtilâl mahkemesi huzurunda Fransa kiralı XVI. Louis'yi müdafaa edenlerden biri olup kiralın mahkûm edilerek idamından sonra ihtilâlin en kanlı safhası olan Terreur devrinde vatanından kaçmağa mecbur kalarak Türkiyeye sığınmış ve îzmirde yerleşmiş bir fransız avukatının oğludur.

Tahsilini nerede yapdığını bilmiyoruz; İzmirde Roux adında bir fransızın -çıkardığı haftalık «Le Spectateur Oriental» gazetesine evvelâ muharrir olarak intisab etmiş, sonra bu gazetenin sahibi olmuşdur, müstakil bir Yunanistan Kırallığının kurulmasını sağlayacak Mora ihtilâli sırasında hemen bütün avrupa basını, gözleri eski yunan medeniyetinin şaşaası ile kamaşmış, türklerin aleyhinde bulunur iken Â. Blacque türkleri müdafaa etmiş, Mora ihtilâlini rusların ne gibi ihtiraslarla körüklediğini, ve bilhassa fransız basının rus entrikalarına âlet olduğunu yazmış, rum dostluğunun, fransamn doğudaki menfaatlerini baltalamakdan başka hiç bir şeye yaramayacağını, Fransa için hayırlı poleti-kanın ancak Türk-Fransız dostluğunu korumada olduğunu belirtmişdir. Fakat, fransa elçisinin şikâyeti ve osmanlı hâriciyesinin idârei maslahat siyâseti ile devlet, bir yabancı dille kendisinin tek müdafii olan bu gazeteyi bir ay müddetle kapatmışdır.

Navarin vak'ası üzerine ruslar ve fran-sızlar ile de siyâsî münâsebetler kesilince «Le Spectaeur Oriental »in neşrine izin verilmiş, gazete bu seferde, hiç bir resmî sıfatı kalmadığı halde İzmirde oturmakda devam eden fransız konsolosunun kirli ve çirkin bir düzenine hedef olmuşdur, adını tesbit edemediğimiz bu adam, 31 aralık 1827 de, o sırada Urla limanında bulunan bir fransız filosundan getirttiği bir müfreze askerle türk tebaası A. Blacque Beyin matbaasını zaptettirmişdir. Fakat mücadeleden yılma-yan bu yaman gazeteci yine îzmirde «Journal de Smyrn» adı ile ikinci bir gazete çıkarmış ve türk düşmanlarına karşı şiddetli hücumlarına devam etmişdir, fransız ve rus elçilerinin tehdidlerinden korkmamışdır. Bunun üzerine ikinci Sultan Mahmud fransız

gazeteciyi bizzat himaye etmiş ve kendisini, devletin fransızca resmî bir gazetesini çıkarmak üzere İstanbula çağırmışdır. Devlet tarafından satın alınan matbaası ile beraber İstanbulda yerleşen A. Blacque Bey ayrıca iftihar nisanı ile de taltif edilmiş ve İstanbulda l kasım 1831 den itibaren, Takvimi Vekaayi ile birlikde Le Moniteur Ottomanı neşretmeğe başlamışdır (B.: Le Moniteur Ottoman).

İkinci Sultan Mahmudun şahsî ve güve-nilmeğe hakikaten lâyık dostları arasına gi-ı-en A. Blacque Bey tedâvî için pâdişâh kesesinden Fransaya gönderilirken 1836 da Mal-tada olmuşdur; rusîar veya ingilizler tarafından zehirle öldürtüldüğü de söylenir. Tarihimizde büyük türk dostlarından biridir.

Bibi.: Türk Ansiklopedisi.



BLACQUE BEY (Edouard) — Adı

E. Blacq«e Bey (Besim: Behçet)

«Blak» okunur. Türk diplomat ve belediyecilerinden; Türkiyede tavattun etmiş münevver bir Branşız ailesinin oğlu olarak 1824 de İstanbulda doğdu; dedesi avukat Blacque, büyük fransız ihtilâlinin en kanlı devrinde ihtilâl mahkemesi huzurunda kıral XVI. Louis'nin müdafaasını üzerine almak cesaretini gösteren hukukçulardan biri idi, Fran-sada hicrete mecbur olmuş, ailesi ile birlikde Türkiyeye gelmiş, bir müddet îzmirde oturdukdan sonra İstanbulda yerleşnıişdi. Oğlu ikinci Blacque malûmatı ve kalemi ile büyükşehirde kendisine iyi bir mevkî yap-mışdı. İkinci Sultan Mahmud devrinde, hicrî 1246 ve milâdî 1832 yılında «Moniteur Ottoman» ismi lie fransızca resmî bir gazete kurulmuş, yazı işleri müdürlüğü bu aydın fransıza verilmişdi. Bu gazetecinin oğlu olan Edouard, sekiz dokuz yaşlarında iken Sultan Mahmud tarafından Parise gönderilerek Saint - Barbe kollejinde okutturulmuş, 1842 de İstanbula döndüğünde henüz 18 yaşında bir delikanlı iken 1000 kuruş maaşla Liman Odası tercümanlığına tâyin edilmişdi. İmparatorluk devrinin memuriyet hayatına bu suretle girmiş olan Blaque Bey dört sene sonra 2500 kuruş maaşla yarı resmî

olarak tesis olunan fransızca «Courrier de Constantinople» gazetesi muharrirliğine tayin edilmiş, bu suretle baba mesleğine dönerek yedi sene bu gazetenin yazı işleri müdürlüğünü ehliyetle idare etmişdi. 1852 de gazetecilikden ayrılarak diploması mesleğine geçmiş, 3000 kuruş maaşla Türkiyenin Paris Elçiliği ataşeliğine tâyin edilmiş, bir sene sonra da 5000 kuruş maaşla bu elçiliğin baş kâtibi olmuşdu. Zarafeti, mâlûmâti ve sohbetinin tatlılığı ile Parisdeki kordiplomatikde seçkin bir sîmâ olmuşdu. 1860 da Napoli şehbenderi (konsolosu) oldu, beş sene de îtalyada kaldıktan sonra izinli olarak > îstanbula döndüğünde kendisine ûlâ sınıfı sânîsi rütbesi verilerek- 1866 da 25,000 kuruş maaşla ilk defa olarak tesis edilen Waşington maslahatgüzarlığına tâyin edildi. Amerikada yedi sene kalan Blacque Bey Birleşik. Devletlerle Türkiye arasında ilk diplomatik münâsebetleri kuranlardan biri oldu. Vatanına avdetinde iki sene kadar açıkda kalarak 1876 da Matbuat Müdürlüğüne, aynı yıl içinde Şûrâyi devlet âzâ-hğına tâyin olundu; 1878 de de • büyükşehirde yeni belediye teşkilâtı yapılır iken Altıncı (Beyoğlu) Belediye Dâiresi. Müdürlüğü-ne getirildi. Bu memuriyetinde 1890 yılma kadar on iki sene hizmet ederek doğruluğu, çalışkanlığı, vekaarı ve üstün devlet adamı şahsiyeti ile büyük îstanbulun çok sevilen, çok hürmet edilen bir sıması oldu. 1890 da Bükreş sefirliğine tâyin edildi, fakat oranın havası ile imtizaç\ edemiyerek îstanbula döndü, tekrar Altıncı Dâire Müdürü oldu, fakat bozulan sıhhati dü-zelemedi, tedavi ve istirahat için çekildiği Büyükadada 19 haziran 1311, l temmuz 1895 de vefat etti. Ölümü derin teessür uyandırdı. İtalyanca ve îngilizceyi ana ve vatan dilleri olan fransızca ve türkçe kadar güzel konuşurdu. Birinci rütbeden Mecîdî ve Osmanlı nişanlarını, Almanya, Avusturya, İspanya, İtalya, Portekiz, îsveç, Norveç devletlerinin de muhtelif rütbelerden nişanlarını hâmildi. Devrin pâdişâhı İkinci Sultan Abdülhamide ölümünü haber verdiklerinde evvelâ: «Yazık, pek kıymetli adamdı..» demiş, sonra: «Bir ehli dil adamdı, severdim..» diye ilâve etmiş

idi.

Bibi.; Devrin gazeteleri; Malûmat.



BLAKHEKNAÎ SABAYI — (B.: Vlaher-

na Sarayı).

BLAİB, (David) — İngiltere Kraliyet Balesinin yıldızlarından bir rakkas sanatkâr, 1959 yılı nisan ayı sonlarında ayni bale topluluğundan üç seçkin arkadaşı ile Türkiyeye ve bu arada îstanbula geldi (B.: Linden, An-ya; Lâne, Marion; Clegg, Peter).

Hayat Mecmuası bu sanatkâr topluluğuna ayırdığı sayfada sekiz satırlık bir haber arasında David Blair için: «Grupun teknik bilgi, ritm ve tecrübe bakımından en başarılı



David Blair

(Resim: i- Bozcah)




(Madara)

İSfAîtttft*

ANSİKLOPEDİSİ

BLUH JEANĞ




artistidir» diyor. Hal tercemesi elde edilemedi.

Bibi: Hayat Mecmuası (1959).



BLANCHE (Madam) — İkinci Sultan Abdülhamidin son devrinde kibar ve rical konaklarını dolaşır harem takımı dalkavuğu bir isviçreli kadın. Gençliğinde bir paşa konağında-mürebbiye imiş; memleketinden sureti mahsûsada mı getirilmiş, yoksa, feleğin cilvesi ile îstanbula düşdükten sonra, Asma-lımescidde tatlısu frengi Madam Philomene'-in «Bureau de Placement = Müstahdemin İdarehanesinden bir buçuk iki lira asilik ile mi tutulmuş, meçhul (B.: Mürebbiye; Philo-mene, Madam).

Sırtı ve göğsü, kanbur, kısacık boylu, fransızca, almanca, İtalyanca bilir, türkceyi de pek güzel, pek tatlı konuşurdu, îstanbul-da girmediği bey paşa konağı bulunmayan bir acuze idi. Nâsirüddin Şahın İran tahtında oturduğu devirde bizim sefarete mensub bir zât ile maaile İranı bile boylamış; tahtırevanla gidip gelişini, yollarda çekdiği meşakkatleri, Tahran şehrini masal gibi anlatır idi. Hele çocuklara karşı son derece şaklabandı, çocuklarda onu pek sever, yanından ayrılmazlar, atılıp atılıp boynuna sarılırlardı.

Kışın konağa, yazın -yalıya bir geldi mi, iki üç hafta kalır, hattâ pazarları, paskalyalarda dahi kovsan gitmez, fakat yılbaşı gecesi de bağlasan. durmaz.

Bir yılbaşından sonra yüzü gözü bağlı, bir kolu da boynuna asılı geldi idi; hikâyesini ağzımız hayranlıkla açılarak dinledik:

Parisli gaayet kibar bir familya ile Fransa Sefârethânesindeki suvareye davetli imiş, kor diplomatikden bir ekselans «a votre sante»ler ile şampanyayı içirmiş, içirmiş.. tabiî bir azıcık «grisee» olmuş, sonra o diplomatla polka oynarken cilâlı parkede ayağı kayarak yüz üstü kapaklamvermiş...

Aslında ise kim bilir hangi züğürtlerle, yelkenli gemi tayfaları kefaloriyalılar, girid-liler, maltızlardan korsan kırması bir kopukla adî bir meyhanede şar abla kör kütük sarhoş olub ya merdivenden düşmüş,ya bodruma yuvarlanmışdır..

Göztepedeki köşkümüzde Deli Emin adında bir bağçıvan yamağı vardı, on sekiz on dokuz yaşlarında gene irisi bir arnavud: el ayak, boy bos, kaş göz âfeti devran güzel bir oğlan, hakikaten bağcıvan güzeli; deli lakabını hak etmiş, kertenkele gibi düz du-

vara tırmanır, vahşi vahşi bakışlı, tavır ve


hareketleri pervasız; Madam Blanche bu
Deli Eminin hayranı, âşıkıydı. Oğlan para
canlısı, kanbur gart madama ise eline geceni
Osmanlı Bankasına yatırmış, hayli dünyalık
sahibi. Emini ayarttı, ve bu maceradan son
ra da evine kapandı, deli oğlan da haylaz çık
madı, jigololuk vazifesini sâdikaane ifa etti,
iki-sene beraber yaşadılar, Madam Blanche
nesi var nesi yok bağcıvan güzeline bırakdı,
Deli Emin de o öldükten sonra tekrar kapu-
muza geldi idi. Sermed Muhtar AIus

BLANCHE (Matmazel) — 1917 ile 1918

arasında, birinci cihan harbinin son yıllarında îstanbulda büyük şöhret yapmış Viyana-Irbir oyuncu kızı, kibar fahişe; o yıllarda İs-tanbulda çıkmış olub imparatorluğun. her tarafına yayılmış olan meşhur «Recebim», türküsünün kahramanı ve çok dilber bir genç olan bahriye mülâzımı Receb Efendi bu' yosmanın Taksimdeki apartımam kapusu önünde ve bu oyuncu kızı -uğrunda vurul-muşdür derler. Receb Efendi viyanalı kıza tutulur, Blanche da güzel bahriyeli ile şöyle bir kaç gün yaşamak ister, apartımanına alır; oyuncu kızının, müttefiklerimiz olan alman ve avusturya zabitlerinden, kendisini refah içinde yaşatan yüksek rütbeli erkekleri vardır, Receb ile mülakatları hep kaçamak, gizli olur. Blanche türk delikanlısından yeteri kadar hevesini aldıktan sonra, tutkunu bir alman zabiti tarafından da ayri-ca tehdid edildiği, çılgın âşıkı Recebin de izdivacda ısrar ettiği için, apartımanınm ka-pusurm bahriyeliye kesin olarak kapar, «kendisi gibi bir kadının tek erkeğin inhisarında aslaa yaşayama'cağı, kaldı ki Recebin çok az mülâzim maaşı ile geçinmelerine de imkân bulunmadığı» mealinde bir de mektuta gön- . derir. Bir gece hayli içkili olarak oyuncu kızının 'apartımam kapusuna gelen Receb meçhul bir şahıs tarafından tabanca ile katledilir. Kaatil bulunamaz, kız da Avusturya Konsoloshanesine sığınır, ve memleketine kaçırılır (B.: Recebim Türküsü).

BLANCHÖNG — Bir zamanlar sâdece «Mektebi Sultanî» denilen eski Galatasarâyı Lisesinin son sınıflarının matematik muallimi bir fransız; fransızca olarak ayrıca mekanik ve kozmografya da okuturdu. Tahminen 1888 yılında İstanbula gelip muallimliğe başlamışdır, 1908 meşrutiyetinden sonra bir müddet mektebin müdür muavinliğini de

yapmışdır.

Fransamn Nancy şehrinden, ora üniversitesinde okumuş, gaayet azametli, sahte ve-kar, fakat metodlu, derslerine intizam ile devam eder, ders verişi rabıtalı ve düzgündü, kitablarla harfi harfine, ötesine varmaz, müstaid talebeden biri bir bahsi kitab dışında azıcık derinleşdirmek istese Blanchong bucalar, ve hemen işin içinden sıyrılma yolunu arar, bulurdu.

Saçları, bıyıkları, çenesindeki hafif sakalı ak, müdür muavinliğinde iken her halde altmışını geçkin adamdı. Suratsızlığı, numaralarının kıtlığı dolayısı ile talebe kendisinden çok çekinirdi, bu yüzden bu sahtevaar üs-tad para kırmanın yolunu bulmuşdu; evinde, saati yarım liraya «leçons privees», yâni husûsî dersler verirdi; matenıatikde zayif talebe ayda iki altım gözden çıkarır, Blan-chong'un hususi derslerine devam eder, imtihan zamanında da geçecek numarayı peylerdi; çalışkanlar da, şerrine lanet, bir iki ay hususi ders alırlardı.

Novotni Birahanesinin karşı tarafında büyük, şeddadî bina onun mülkü idi, hususî ders paraları ile alınmış olduğundan Galatasarâyı çocukları «Leçons privees Palace» adını vermişlerdi. Kendisi önceleri bu binada otururken sonraları Galatasarâyı dört yol ağzında bir apartmanın dördüncü katına ta-şmmışdı. Şekerlemeci Lebon'un damadıdır derlerdi.

Sermed Muhtar Ahıs


Louis (Bleriot) (Resim; B. Seren)

BLERİOT (Louis) — îlk namlı fransız tayyarecilerinden ve tayyare yapıcılarından, ve İstanbul semâsında tayyare ile ilk uçan adam; 1872 de Kambre'de (Cambrai) doğdu, 1936 da Parisde öldü; Louis Bleriot (Lui Bleryo) milletler arası şöhretim kendi yapdığı tayyaresi ile 25 temmuz 1909 da Manş denizini havadan aşarak Fransadan İngiltere-ye uçmakla kazan-mışdı; bu uçuş ile o târihde ilk defa olarak bir deniz aşılmış oluyordu. L. Bleriot, şöhreti-

nin en parlak zamanında, 1909 kasımında îstanbula gelmiş, târihî büyük beldemizin semâsında da tayyare ile ilk uçan havacı ol-muşdur.

Taksim Meydanından çok kalabalık seyirci arasından havalanmış, bir müddet uç-duktan sonra hava cereyanına kapılarak Ta-tavla (Kurtuluş gerilerine doğru düşmeğe başlamış, yükselmek için sarf ettiği gayrete rağmen Kasımpaşa Deresi gerilerine mecburî bir iniş yapmışdı; ünlü tayyareci bu kazayı tehlikesiz atlattı. Tayyaresinin dümeni kırıldı, kendisi de ellerinden ve göğsünden hafif yaralanarak Fransız Hastahânesi-ne kaldırıldı. (B.: Ahmed Çelebi, Hezar-fen; Belkis Şevket Hanım: Bel, Gordon).

BLUE JEANS FANTALONLAE — Bu ismin okunuş, söylenişini Türk Ansiklopedisi «blu cinz» diye kaydediyor, memleketimizde halk ağzında «blu cin» denile gelmektedir. İlk defa Âmerikada îmal edilip dünya yüzüne ve bu arada memleketimize de gelen ve bilhassa erkek için olanları hâli vakti yerinde ailelerin garabet düşkünü oğulları ile amele işçi ve ayaktakımı arasında son derece rağbet bu pantalon hakkında Türk Ansiklopedisi şu malûmatı veriyor: ', «Blue ingilizce mavi; jeans de bir nevi ı kumaşın adı. Âmerikada tuvil (atkı ipliği Içözgü ipliklerinden birini altında, ikisini de lüstünde bırakmak suretiyle dokunan ve di-ryagonal bir doku manzarasını veren kumaş) cinsinden olan jeans (Cenova kumaşı) denilen pamuklu, koyu mavi renkde, kabaca bir kumaşdan yapılmış spor pantalon. îlkin kovboy (cowboy), köylü ve işçilerin giydiği bu pantalon çeşidi, gitgide şehirlerde de kullanılmaya başlamış ve moda hâline gelerek ya-yılmışdır. Erkek, kadın ve çocuk blu Çin'leri vardır; umumî vasıfları arasında şunlar göze çarpar: bacakdan yukarı kısmı bedene iyice yapışır, pahtalonun aslı düz, yani paçaları manşetsizdir, (fakat bacağın boyundan mutlakaa uzun yaptırılır veya alınır, öyleki giyildiğinde paçalar bir veya iki kıvrımla yukarı sıvanır, ve sıvandığı zaman ayağın topuk üstü, incik kemiği seviyesini bulunur. M. N.): kumaşın ters yüzü, içi açık mavi ile karışık beyazdır; kadınlarda manşete çok kere dışdan ekose astar konur, bu takdirde ekose bluz da giyilir, (ve kadın pantalonla-rında paçalar, paçaların kıvrımı, manşeti er-



BLUE JEANS

Yüklə 5,55 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   66   67   68   69   70   71   72   73   ...   76




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin