Muhiddia Nalbandoğlu
BİR SAKİ — Yahya Kemal Bayatlının çok güzel bir gazeli bu adı taşır, istanbul Meyhanelerinin ve kalender meclislerinin, dîvan edebiyatında gazellerle, şarkılarla, sâ-kinâmelerle övülmüş dilbaz, işvebaz mahbub saki tipi bu şiirde olduğu kadar canlı tasvir edîlmemişdir. Büyük şâir muhayyel sakisini Lâle devrinde yaşatmışdır: O mugbeçeyle tanışdımdı Lâîe Devrinde Fütâdeg-ânma son bir piyâle devrinde. Onaîtı yasına dâhil o şûhi Sâdâbâd Cihanı verdi idi. ihtilâle devrinde Lisânı sîvei Şîrâzdan numune idi Aeemperestii Kûmun imâle devrinde Teferrüd etmedi derler uazîri bir saki Cem'in şeririne câlis sülâle devrinde Kemâl kasri cenan içre serbeser bir şeb O mngbeçeyle tanışdımdı Lâle
j. Birinci "tesrin 1933
dır; zan ediyoruz ki, nazi ve faşist gençliğine benzer bir hava yaratmak istediği görül-müşdür.
BİRLİK SOKA&I — Kasımpaşamn Kaptan mahallesi sokaklarmdandır; bu kasabanın kırlığa dayanan gerilerine düşer (1934 Belediye Şehir Rehberi pafta 16 da 187); her iki başı Sinanpaşa Yumak Sokağı üzerinde iki dirsekli bir sokakdır, Piyâle Mektebi sokağı ve Mürüvvet sokağı ile birer kavuşağı vardır; bozuk toprak bir yol olup, birer ikişer katlı ahşab ve bâzıları bağçeli olan evleri mütevazı gelirli aile meskenleridir (haziran 1961).
Hakkı Göktürk
«l» NUMARALI ŞÎRKETÎ HAYRİYE VLPÜRÜNÜN SEFERDEN ÇÜRÜĞE ÇIKARILMASI — Şirketi Hayriyenin vapurları hem bir isim, hem de bir numara taşıya gelmişlerdi, numaraları da gaayet iri rakamlarla bacalarının iki yanına konulurdu; hattâ Boğaz halkı, Şirketi Hayriye varurla-rını, isimlerinden ziyâde numaraları ile söylerlerdi; şirketin l numaralı vapurunun adı «Rumeli» idi. Bu tekne Boğaziçi halkına, Şirketi Hayriyenin faaliyete başladığı 1854 yılından rûnıi takvim ile 25 ekim 1306, milâ-
„ ,.„. - , „ ,.u.dî 6 kasım 1890 perşen-
Gençhgm beğenmediği, w«f s
yüksek tahsil talebesi be gününe kadar 37 se-
kepi ne hizmet etti, ve yu-
Sayn 4
Milli Türk Talebe Birliği'nin'gazetesi
Birlik Mecmuasının başlığı ve Bozkurtlu arma
<&»
&& k&i öl da, a ö» Um W £
A0
<5W2/
ne dk "hu- 4İV da, U hal _ le^.
-f-
î
Abdullah Beyin Hicazkâr Kantosu (Kanto Mecmuası, Şanılı İskender)
SÜHA BEND OLDU GÖNLÜM» ^ —İkinci Abdülharnid devrinin tuluat tiyatroları ile baloz sahnelerinin namlı kantocuları tarafından okunmuş, o zamanın ayak takımı halkı, külhânîleri, bıçkınları tarafından sevilmiş bir hicazkâr kantodur, bestekârı piyasa sanatkârlarından Abdullah Beydir; güftesi şudur:
Bir şaha bend oldu gönlüm
Verdi bana hüsnü elem
Nedir bu sevdâlı haller
Bu hâîe bülbül ağlar
Terahhnm etmez mürüvvet bilmez ' Herden! cefâ
Etmez vefa
Perişandır benim hâlini ah..
BİM TAHTABA SAYMAK, VERMEK — Halk ağzı deyim; büyük bir parayı tam ve toplu bir seferde vermek, ödemek; zamanımızda kullananlar pek azalmışdır.
Tanzimat inkılâbına kadar, her tüccarın,
BÎR TÖVBEKAR
2816
istanbul
1817 -
BÎSEÛ (Öeâaie)
Ka-i-ul-
adam» dır; ressamın hamam içine girmediği, soğuklukdan kapuyu açup buğulu yıkanma yerine şöyle bir baktığı aşikârdır (B.: Hamam). De Amicis'in eserlerine hiç lüzumu yok iken, muhayyel resimler de eklenmiştir ki, gaayet kötüdür: «Bir havuz-gölde yıkanan çıplak cariyeyi seyr eden pâdişâh» gibi; kötü ve gülünçtür, fakat diğer yüzden fazla güzelliğin ve doğruluğun yanında Biseo'nun sanat kudretine nakişe olmaz; muhayyilenin kısırlığı ve bedliği, müşahede kudretinin kuvvetinden olsa gerektir. Elimizin altındaki kaynaklarda hal tercemesini bulamadığımız bu sanatkâr için; konsolosluk delâleti ile «İstanbul İtalyan kültür Heyeti başkanı muhte-tem Prof. Anglezi'den aldığımız nâzik ce-vabda. hal tercemesine pek kısa olarak «Di-zionario Enciclopedico İtalyano (İtalyan Ansiklopedi Lügati)» da rastlandığı bildirilmiş ve bize aşağıdaki satırlar gönderilmiştir:
«1843 te Roma'da doğup 1909 da orada ölmüştür. Ressam ve gravördür. îlkin kendi-
esnafın, vezne kasası, gişesi yerine bir «akçe tahtası» vardı; bir dükkândan mal alan, veya bir çarşı hamamında yıkanan kimse ödeyeceği parayı (altın veya gümüş, bakır madenî paradır), sureti mahsusada yapılmış olan bu tahta üzerine sayardı; alacağı kalırsa, o da ayni tahta üzerine konularak iade olunurdu, işte yukarıdaki deyim bu münâsebetten doğmuşdu. Akçe tahtası üzerine sayılan paraların hayat icâbı masraflar oluşu, büyükçe bir paranın bir seferde ödenmesinin önemini belirtmek için böyle bir deyimin doğmasına yol açmışdır. Misâller;
Bir adamın servet durumu kesin olarak bilinmez. Bir gün büyükçe bir han borç yüzünden icra eliyle ve açık arttırma ile satılır, ve dış görünüşü alelade esnaf kılıklı olan bu adam tarafından satın alınır:
— Şu köseç, ayağı yemenili, basma min-
tanlı Kayseriliyi kaça satın alırsın?
— Bir kirli çıkıya benzer...
— Herif geçen gün Esircibaşı Hanına bir
tahtada tam üç milyon saydı be!...
-
Şimdi bono,, sened.".. nerde o eski Bos
na, Gir id, Hayriye tüccarları., kor gibi altın
ları biner biner bir tahtada sayarlardı...
-
«... Yarımistanbul Hanım dedikleri üç
otuzluk ol fertûtei zaman Hasköy İskelesinde
Tırıl Osman nâm car ebru kayıkçı civanın
yalın ayağının adımına bir gazi altım hesab
ile yüzkırk kise akçeyi bir tahtada sayub »
(Meddah Sükkerî Salih Çelebi).
Tarif idem size sûhi fettanı JJiîberan içre sahi bütanı Basların tacıdır gönü! sultânı 3ir tahtada sayar bin müştakı var
Ali Çamiç
BİR TÖVBEKAR- — Ahmed Midhat Efendinin «Letâifi Rivâyât» külliyâtının on dördüncü cüz'ünün teşkil eden hikâyenin adı; ünlü yazarın zaif eserlerinden biridir, gençlere ibret dersi, sözde ahlâkî bir hikâyedir; zoraki kaleme alındığı daha,ilk satırlarından bellidir, muharririn: «Herkes ahlâk ve âdabı umûmiyenin yolunda olmasını ister. Her gazete buna dâir bendler yazar, sütunlar doldurur» diye başladığı bu hikâyenin kahramanı, 1875 - 1885 arası Istanbulunun şık küçük beylerinden Feda Beydir (Hikâyenin intişârı 1885). Bu delikanlı cebîn olduğu kadar küstah, Tal'at Hanım adında genç ve güzel evli bir hanıma musallat olur ve nihayet
hacil ve rezil, bu sevdadan vaz geçer.
BİR YAYINEVİ — Okul, çocuk, öğretmen yayınları yapmak üıere 1948 da «Şen Çocuk» isimli haftalık bir dergi ve bir öğretmen kitabı ile neşir hayatına katılmış bir müessesedir; kuruluşunda bir şiYket hâlinde iken 1850 de müstakilen Ramazan Gökalp, Arkın'-m sâhibliği altında okul kitabları nesrine gi-rismişdir; (Arkın kitabevi ile Ramazan G. Ar kın'm hal tercemesinin bu şehir kütüğüne kaydı için gereken bilgiyi edinmek üzere vâki müracaatımıza Arkın Kitabı cevab vermemiş-dir).
Bir Yayınevinin haftalık çıkardığı hayat bilgisi dergisi 1., 2., 3, sınıflar için ayrı ayrı olarak çıkmaya başlamış, «Bilgi Demeti» ismiyle 4. ve 5. sınıflar için de ayrı bir .haftalık dergi neşrine başlanmışdır.
Bu yayın evi günden güne gelişmiş, ve oir satış şubesi olarak «Arkin Kitabevi» ku-rulmuşdur.
"lamazan Gökalp Arkının öğretim müfet-. tipliğinden ayrılmış olması ve ilk öğretimin ihtiyaçlarını bilerek neşriyata geçmesi, müessesenin gelişmesinin başlıca âmili olmuşdur. Bu cümleden olarak yardımcı ders kitabları yanında atlas ve duvar haritaları sahasında da büyük başarı elde edilmişdir,
«Türk çocuklarına renkli ansiklopedi». «Canlı Alfabe», ilk ve orta okullar için hazır» lanup îtalyada basılan atlaslar, çocuklarda okuma zevkini geliştirme yolunda büyük hizmettir.
«BİR YOSMA CİVANIN CAN YAKAN — İkinci Abdülhamid devrinin tuluat tiyatroları ile baloz • sahneleirnde kantocu kızlar tarafından okunmuş ve o zamanın halkı tarafından sevilmiş, İstanbul küîhânîleri, bıckmlarmca alkışlanmış bir hicazkâr kantodur; güftesi şudur: Kapıldım bir yosma civanın can yakan gözlerine Yakdı beni mahvetti tatlı dilli sözlerine Yanıyorum ah efendim insaf etmez bu hâle Rûzu seb alı eylemekden uyku girmez gözüme Bu ne eda bu ııe naz Kahmeyle acı bir az Ey cefakâr ey peri Nîm nigâh eyle bari Ah ııe müşkül derde düşdüm Kasdin mi var bu cana Ah kas çatııb o bakışla Girme meleğim kanıma
i
JL.
Vakfa be, nl tnûn, vet ti a.
Bir yosma civan kantosu (Kanto Mecmuası, Şamlı İskender
BlSEO (Cesare) — İtalyan edîbi Edmon-' do de Amicis'in «Constantinopoli — İstanbul» adındaki meşhur ve kıymetli eserini resimlendirmiş ve müellifin de muasırı bir italyan ressamdır (B.: Amicis, Edmondo de). C. Bi-seo'nun adı gecen eserdeki resimleri, zamanımızdan bir asır kadar evvelki îstanbulun manzaraları ve günlük kaya üzerine çok kıymetli vesikalardır; gaayet tatlı çizgilerle bu realist resimler; İstanbul Ansiklopedisinin buraya kadar intişar etmiş kısmında bazı maddelerin resimleri arasında kullanılmış, bundan sonra da yerleri geldikçe bu esere dere edileceklerdir. Istanbulda görerek yaptığı resimlerden yalnız iki tanesi hatalıdır; biri «Yangına koşan tulumbacılardır; sanatkârın önünden o kadar sür'atle geçmişlerdir ki, Bi-seo, tulumba sandığı kollarının tulumbacılar tarafından ne suretle tutulup omuzlandığını tesbit edememiş, sandık kollarını yalnız iki uşağa tutturmuştur (B.: Tulumbacılar); biri de «Hamamda kurna başında yıkanan
BİSİKLET
2818 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 5810 —
BİSİKLET
ni dekorasyona veren sanatkâr bilâhare resme yönelerek konularını ekzotik memleketlerden Fas, Mısır ve Habeşistandan almıştır. Daha sonra Piranesi'den mülhem olarak Roma harabelerini' de haketmiştir.»
istanbul "Ansiklopedisi, süratle verilen cevabdaki ciddî alâkadan ötürü İtalyan kültür
C. Biseo'nun İstanbul resimlerinden Üsküdarda Köprülü Konak
Heyeti ile Başkanına bu kütüğün metni içinde teşekkürü bir vecibe bilmiştir.
BiSiKLET — îstanbula ilk bisiklet 1890 yılında geldi; getiren ve istanbullular arasında yayan idhalâtcı tüccarın adını tesbit edemedik. Bu tarihden önce Beyoğlunun kibar frenkleri tarafından kullanılmış mıdır, bilemiyoruz, kesin bilinen
.arasında istanbul sokaklarından bir bisikletlinin geçdiğini görmek, istanbullular, bilhassa çocuklar ve gençler için bir temaşa mevzuu idi.
Basından öğrenerek istanbul halkı bisikleti evvelâ «Velospid» adı ile tanıdı. Fransızca «Velocipede» isminin bozuk telâffuzu olan velospid, aslında bizim çağdaş bisikletimiz ol-mayub, bisikletin ilk ibtidâî şekli, ceddidir; ön tekerlek gaayet büyük, arka tekerlek kü-üük olub pedaller yok-dur, binici seleye oturur, altındaki iki tekerlekli arabasını ayakları ile yeri itmek sureti ile yürütür. Kökleri lâtin-ceden alınarak yapılmış olan velosiped, ondan bozma velospid'in tam türkçe karşılığı «uçarlı ayak», «koaşrlı ayak» dır. 1890 da îstanbula gelen velosiped değil, ayni çapda iki tekerlekli ve pedalli bisiklettir; İstanbul basınının bisiklet yerine velospid adını kullanması, Serveti Fünun sahibi Ahmed İhsan Beyin meşhur mecmuasına yazdığı baş makaalelerinde bu arabadan bahsederken bir
zühul eseri Velospid adını kullanması ve bunun halk arasında tutunup yayılmasıdır.
Yine Serveti Fünmun bisiklet karşılığı «Dürrâce» adını ortaya .atmış, bisiklete binenlere de «Dürrâce suvar» demiş ise de bu isim halk tarafından benimsenmemişdir. Dürrâce, eski çağlarda kale muhasaralarında duvar ve kapuları döve döve yıkmak için kullanılan koçbaşı denilen âletin sevk <_.£. edildiği dört tekerlekli arabalara verilen isimdir.
İstanbulun mahalle karıları ise ilk bisikletlere «Şeytan arabası» adını takmışlardı.
Ahmed İhsan Bey İstanbul-daki ilk bisikletler için şunları
C. Biseo'ııan İstanbul
resimlerinden Yukarda: Köprü üstü Ortada: Tulumbacılar Sandık iki uşak tarafından taşınıyor ki büyük Hatadn .
Altda: Hasköy sırtlarında Ahşab evler.
2Ö2Ö —
İSTANBüt
2821
BİSİKLET KANÎÖÖÜ
yazıyor :
«Velospid hevesi ehli zevkimiz meyânın-cta epiyi süratle taammüme başladı. Buna is-bat olmak üzere Beyoğlu tüccarlarından birkaçının. ahiren Âvrupadan oıı kadar velospid celb ile dükkânlarına, vaz eylediklerini irâe eyleriz. Şu hâle nazaran gelecek mevsimi baharda velospid suvar olarak tenezzülle çıkacaklara ziyâdece müsadif olacağız dernekdir. Bu da seyrangâhların manzarasını daha revnaklı kılacakdır.
«İlk defa Beyoğlu Caddesinde sekli garibi ile zahir olarak halkın teaccübünü, hayvanların ürkmesini celb eden velospid birkaç defa İstanbul cihetine de geçdi, daha sonra adedi birden ikiye, ona çıkdı. Artık tesadüf edenler/o kadar hayrete duçar olmuyor. Velospid sokakdan geçdi mi, işsiz güçsüzlerden başka dönüp de arkasına düşen, seyrine bakan kalmadı.
«Ehli zevk meyânında velospid süvariliği evvel emirde Kadıköyü, Kuşdili, Fenerbağçe-de enzârı erbabı cevelâna müsadif olmuşdur. İki tekerleğin üstüne çıkup bir yandan bacak sallamak, bir yandan kollarla vücûdu daimî ihtizaz altında bulundurarak bağda fesi üstüne geçirilen beyaz örtüyü mevt-elendirerek süratle tozlu yollarda gitmek ......
«... Yazın Kadıköyü, Penerbağçesi ehli zevk ve sefasından bahseylerken o ehli zevkü sefa araşma atlılar, arabalılar, sandallılar, kayıklılar yayanlardan, başka bir de iki te-. kerleğe binmiş velospidlilerin inzimam eylediğini, Avrupada bugün gaayet taammüm eden yeni vâsıtai nakliyenin karîben bizde dahi tevesuu istimali memul olduğunu söylemiş idik. Son bahardan istifâde maksadı ile Kâğıdhâne yolunu tutanlar, çan yahud düdük sedasını etrafa keskin suretde aks ettirerek bir sürati hayret efzâ ile yanlarından gelüp geçen birkaç velospid süvari da gördüler».
Ahrned İhsan Bey ilk bisiklete binenlerin kıyafetleri üzerinde durmuyor, sâdece «fesin üstüne geçirilen bir beyaz örtü» den bahsediyor. O devirlerde bisiklete, zamanımızın golf oyuncuları ve futbolcuları gibi, hususi bir kıyafetle binilirdi. Onun içindir ki İstanbullular bisiklet kadar üstündeki bici ile de alâkadar olmuşdu.
Gençliği o devirde geçmiş olan îstanbu-lun büyük evlâdı, büyük yazar Ahmed Rasim, Malûmat gazetesin eyazdığı «Şehir Mektub-
lan»nda ilk bisiklete binenleri, biraz alaylı, pek güzel tasvir eder:
«Makriköyünden aldığım bir mektubda bu sene velospit kıyafetinin değişdiği bildiriliyor : Saçlar siyah da olsa boyanub sarıya yakın bir renk verilecek ve ikiye ayrılarak ta-rancak. Kaşlar Hophop'un briyantin cilâsı ile hafifçe ıslatılıp el aynasında yatkın tüylü fırça ile düzeltilecek. Gözlük fcemâkân baki, yalnız gaytanımn ruba ile iltisak peyda ettiği noktada iarem renginde adetâ rozet gibi ufa-- çık bir fiyonga bulundurulacak. Gömlek, beyaz yakalık, toz penbesi püskürme boyunbağı ile Bismark renginin açığı zemin üzerine dallı veya satrançlı. Ceket, bir az koyu Bismark renginin kahve lekesini andıran ince fasüne den yapılıp omuz başları bombe olmayacak, yalnız sol taraf yan cebinde ipekli tülden ve peçete büyüklüğünde bir mendil bulunduru-rulup uçları cebe sokulup, ortası şişik olduğu halde cebin üstünden çıkarılacak. Kuşak mutlaka satrançlı olub şalvar bozuntusu, dizlik veya don misâli pantalona nikelden bir köstek ile kesbi ittisal edecek. Baldırlar siyah, düz diz çorabı ile örtülüp yine Bismark renginin açığı bir iskarpin dahi mini mini ayakları örtecekdir. Eldiven hazfedilmişdir; bunun yerine gecelik takkelerinin zarifi denilecek bir boneta ikaame edilecekdir.
«Bu babda tanzim olunan program ber-vechi âtidir;
i — Mesirelerde her yarım saatde bir devir.
T — Açık mesirelerde gazino, ve çalgı çalınan mahallere gidilip halk arasından geçip çıkılacak.
-
— Temmuzdan evvel müsabakaya giri
şilmeyecek.
-
— Kaza vukuunda derhal saklanarak
gelecek sene yayılacak.
-
— Arabanın önünde bulunan çocuk ise
bir, erkek ise iki, kadın ise üç defa boru öt
türülecek. Aldırış edilmezse sür'ati ibtidâiye-
nin muhafazası maksadı ile çarpup geçilecek
ve o anda kemâli nezâketle bir pardon deni
lecek.
-
— Baştaki fes yeya bonetamn rüzgâr
dan muhafazası maksadı ile bir gaytan vasıta
sı ile enseye iliştirilebilecek.
-
— Serde sevda, dilde gam varsa sinede
peykânı keder ve dehrin her türlü belâ ve
kahrine oldum siper denilerek göz süzme usû-
lü île ifâdei hâl edilecek.
8 — Masarifi cerrahiye nâmı ile günde beş kuruş ayrılıp büdceye ilâç parası diye kaydolunacak».
Ahmed.Rasim o zamanlar Bakırköyünde otururdu. İlk bisiklete binenlerden bir Ba-kırkoylü ile de şöyle alay ediyor:
«Mûsikîye merakı olduğu zamanlarda: Bisiklete binerim İster isem inerim Dilberleri görünce Gözlerimi süzerim Vay aman!.,.
güfteli uşşakdan, suzidil, şehnaz çarparak,
gerdaniye buselik üzerinden nevaya inen,
muhayyer çeşnili, fakat bir az şevkefzâyı an
dırır bir beste yapmış idi» diyor, ve şu sa
tırları ilâve ediyor; j
«Köyde şayi olan bir rivayete göre:
«Çiçek muharebesine Kamelya ile gidecek, Margerit ile dans edecekmiş!.
«Âvrupadan altı tekerlekli bir velospit celb ederek üç çifte gezecekmiş!
«Düz rakıyı bırakıp cin içecekmiş!.».
Aşağıdaki alaylı fıkraları da Şehir Mek-tublarmdan alıyoruz:
«Havadisi Mahalliye:
«Okmeydamndan alınan haberlere göre bir düzine gazete müvezzii velospit tâlimi ile meşgul olmakda imişler. Bunların ikisi Anadolu biri Beyoğlu, biri İstanbul, ikisi Kadıköyü ve Caddebostan^, dördü Makriköy, Ayastefonos, Çekmece ve civarına isteyecekmiş.
«Ajans Enternasyonal:
«Sakızağacı: 28 mayıs - Son moda bir vepoşpitsüvar çalgı çalarken gazinoya dâhil olmuş ve halk tarafından tebessümlerle al-kışlanmışdır».
Zamanımızda bisiklet, yalnız İstanbul Vi-Jâyetinde değil, yurdumuzun her taralında köylere varınca yayılmıştır. îstanbulda ise, üç tekerlekli çocuk bisikletleri dahi hatta ayak takımının evlerine girmişdir; öyle ki, pedallerine yalın ayakları ile basan murâhîk-ler ve delikanlılar pek çok görülür.
Bisikletle dolaşmaya uygun yerlerde, meydan kenarlarında, bayram yerlerinde sekiz on bisiklet sahibi olup bunları, çocuklara saat hesabı üzerinden kira ile vererek işleten adamlar vardır. Meselâ çocukluk hayatı bu ansiklopedide tesbit edilmiş Ali Salâhaddin
askerlikden terhis edildikten sonra bir ara Kuledibinde kira bisikletçiliği yapmışdır ki (B.: Ali, Tazı), bize bu işin çok kârlı olduğunu söylemişdir.
Zamanımızda bisiklete ehliyetname ile binilir; plakasız ve fren tertibatı bozuk ve frensiz bisiklet kullanmak da yasakdır; fakat bu şartlara riâyet etmiyenler de pek çokdur. Yukarda bahsettiğimiz kira bisikletlerine tâlim, mâhiyetinde binildiği için, onlara binen ve ekseriyetini çoluk çocuk teşkil edenlerden ehliyetname aranmaz, îstanbulda, vilâyet hududu içinde 1961 yılında, plakasız kaçaklar ile beraber 200,000 yakın bisiklet bulunduğunu söyliye biliriz.
tstanbulda ilk bisiklet yarışı —- Ahmed İhsan Tokgöz'ün sahibi bulunduğu . Serveti Fünun'a yazdığı haftalık sohbet yazılarının birinden 1893 yılında yapıldığını öğreniyoruz; muharrir bu yarışı şöylece anlatıyor:
«Bilmem hatırlarda mı? Sohbetlerimizin bilinde, velospitden bahsederken belki pek yakında Kuşdili Çayırında bir velospit yangı görürüz demişdik. Zanmmız pek çabuk hakikat oldu, ama yarış Kuşdili Çayırı yerine Tepebaşı Bağçesinde oldu.
«Yarışmanın esâsı bağçe etrafını bir saatde 120 defa' devretmekdi. Bu müsabakayı ortaya çıkaran Ortek (? doğru, imlâsını tes-1 bit edemedik) bir saatde ancak 104 defa devredebildi. Istanbulun yeni velospiıciîerin-den Fernand isminde bir ehli zevk de 120 de-- fa devrederek galebeye muvaffak oldu.
«İki tekerlekli arabasına . suvar olarak bağçede dolaşan Mösyö Örtek'in yarışı kazanmak için helecan ile bacak sallandığım, çırpındığını görmek hakikaten pek gülünç idi». KANTOSU — ikinci Sultan Abdulhamid devri sonlarının namlı kantocu yosmalarından Şamram Hanımın rast maka-amından söylediği bir kantodur,
îstanbulda bisikletin yayılması 1890-1895 arasındadır. O tarihlerde sokaklarda bir bisikletli görmek; İstanbullular, bilhassa çoluk çocuk için hayretle temaşa edilen bir şey olurdu. Bisiklete, günlük şehir kıyafeti ile binilmez, başa ya bir cokey kepi yahut bir bere geçirilir, spor ceket (avcu ceketi), golf pan-talon giyilir, ayağa da uzun konelu spor çorap ile iskarpin giyilirdi; bu kıyafet de bir şıklık sayılırdı. Ö iliş bisikletlerin sâMbteri , de hemen umumiyeti* Galata ve Beyoğltmda
BİT
28İ2
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
KANLANMAK
yerleşmiş avrupalı tüccarların delikanlı oğulları, yine delikanlı veya gene adam, 20-35 arasında tatlı su firenkleri, ermeni, rum zenginleri idi. Yazın ekseriya Makriköyü (Bakırköy), Ayastefanos (Yeşilköy), Tarabiya, Büyükdere, Şişli, Taksimde görülürlerdi. Çoğu küstah, şımarık mağrur, sık sık duvara direğe, ağaca, insana çarparlar idi (B.: Bisiklet). Sahne yosması Şamran Hanım bir kantosunda, pek basit, sathî de olsa bunları toplama hünerini göstermiştir:
Ey dizim, ey bacağım
Cumaya ne yapacağım.
Ne aksi makina bu
Tekme ile kıracağım.
Kabahat bende değil
Hep o telgraf direğinde ı
O kadar varda dedim
İlişdi durdu yerinde
Hopla hopla
Hendeği ati»
Haydi hop hop hop
Aiert; ' .."•';- >" ;:,
Dar ceket, şık tuvalet. ^ •
Arabacı dikkat et!. Sîmidci tablanı gözet!..
Bisiklet suvar gençleri tehzil yollu söylenmiş olan bu kantonun notasın", maalesef bulamadık.
Şamran Hanım ve. emsali kantocu hanımların oynadıkları sahnelerin müdavimleri ve-bu yosmaların hayranları, tutkunları îstanbulun ayaktakımı, kaldırım kabadayısı, bıçkın güruhu olduğundan bu kantonun hayli alkış topladığı muhakkaktır.
Bibi: Şamlı iskender, Kanto Mecmuası, 1905.
BtT — însan vücûdunda ve çamaşırında yerleşüb yaşayan, çiftleşerek üreyen tek tufeyli böcek, «baş biti» ve «sırt biti» isimleri ile iki cinsdir. însan vücûduna pire denilen haşere de gelir ise de, yerleşmez, azıcık nafa-kalandıktan sonra gider; bit ise, bir vücûdun üstündeki çamaşır yivlerinde,, yâhud başda saç diplerinde bırakılmış «sirke» denilen yumurtaların çatlaması ile doğar, «yavşak» adı verilen yavruluk devrini ayni vücuda geçirir, büyür, bit olur, neslini üreten sirkelerini ayni kişinin çamaşır veya saçlarına döker, ve nihayet bir gün, bir tesadüf eseri başka bir insana geçmez ise ayni vücudda ele geçer, öldürülür. .•..-,-.
Kültür yeri süflî, pis insan üstü ve vücû-
dudur,, fakat temiz insan vücMunun kokusunu, ve tertemiz çamaşırlarda yerleşmesini sevdiği söylenir, onun içindir ki koyun koyu-yatan iki süflinin bitleri mekân değişdir-medikleri halde, bit, herhangi bir tesadüf ile bir süflî, pis insanın yanına düşmüş olan temiz kişiye derhal geçer.
Bir erkeğin kadın eli yardımı olmayınca temizlenmesi, her zaman tertemiz bulunması güç olduğu hakikattir; onun içindir ki bit bekâr uşak üstünde ve başında daha«kolay yerleşir; bekâr uşaklarının yaşayış tarzları, mekânları, toplu ülfetleri; bekâr odaları, bekâr hanları, kahvehaneler, dükkân üstü odalar da bitsizin bitlenmesini çok kolaylaşdırır. Müstakil destanlar, kıt'alar, gazeller şarkılar, türküler, semaîler ve Şehrengiz denilen manzum mecmualarla güzellikleri övülmüş esnaf civanlarının büyük ekseriyeti îstanbulda bekâr uşağı olduğu için, medhedilen bir sırma sacın tellerinde sirkeler, yavşaklar, ve bir perçem üstünde bir bit tahayyül edilebilir; bu yönden aşağıdaki kıt'a manâlıdır:
Dostları ilə paylaş: |