Kalesinde Halil Paşa Kulesi ve sahil kapusu Resim: Sabiha Bozcalı



Yüklə 5,55 Mb.
səhifə66/76
tarix27.12.2018
ölçüsü5,55 Mb.
#86801
1   ...   62   63   64   65   66   67   68   69   ...   76

Benizler solardı anılsa adın;

lüîerdin arkandan ağlayan gence!.

BİNNAZ Anladım., sevgi, bir tatlı işkence!

FAİKA «münfail» Binnaz,.,

BİNNAZ «niyasîkâr» AMacığım!

FAİKA Bu hâlin nedir?

BİNNAZ Beııinı ömrüm artık bir efsânedir!



FAİKA

Sen ki bir yuvasız kuşa benzerdin, Bir daldan bir dala uçar gezerdin.

BİNNAZ Vefasız bir rüzgâr sanki esimdi!

FAİKA

Bir paslı zincirle bağlısın simdi!

BİNNAZ


Paslı zincir değil, altımdan bir bağ,

Ben bir çölüm, onun aşkı bir mcnbâ

Susadıkça içdim, içdikce yandım, =

Rüyâsız uykudan artık uyandım! FAİKA

Peşinde koşarken binlerce kişi



Bilmem ki bu hangi şeytanın işi? BİNNAZ

Her akşam bir paşa, yahud bir vezir

Sırmalar, samurlar içinde gelir.

İşte nasibin bu: bir sönük baksş,

Cansız bir ihtiyar, ak saçlı bir kış;

Öpüşü dondurur sanki ruhunu,



Uzakdan, saadet sanırlar bunu!..

Ne saray isterim, ne başımda tâc,



Kalbim süse değil, sevdaya muhtaç!

Binnaz Efe Âhmedi beklerken eve hiç tanımadıkları Hamza Bey gelir, Tuna paşası Mahmud Paşanın torunu bir mürâhik çocuk-dur, kibar ve zengin, toy fakat cessurdur; Binnaza adından aşık olmuş, kış ortası at sırtına düşüb İstanbula gelmiş, sora sora da Binnazm evini bulmuşdur. "Fakat yolda basından bir macera geçmişdir, karanlık bir so-kakda bir viraneden çıkan sekiz haydudun hücumuna-uğramış, ve adını söylemeyen bir yeniçeri tarafından kurtarılmışdır. Hamza Bey de halaskarına gaayet kıymetli murassa hançerini hediye etmişdir, ucu henüz insan vücuduna pirmemiş günahsız bir hançerdir. Kadınlar Hamzayı evveelâ tereddüdle karşılarlar, fakat Faika, bu gene, güzel ve zengin çocuğun Binnazı kopuk yeniçerinin cazibesinden kurtaracağını görür. O sırada sokakdarı Efe Ahmedin narası işidilir, Faika Hamzayı kaçırır. Binnaz âşıkmı içeri alır, niçin gecik-diğini sorar, yeniçeri murassa bir hançer göstererek az evvel Hamzanm naklettiği hay-dudlar vakasını anlatır, Hamzayı kurtaran Ahmeddir. Binnaz yeniçeriye bir kat daha

;lanır.

ikinci perde büyük bir havuzlu kahvede geçer. Yeniçeriler çubuk tüttürüp kahve içerek ahvâli âlemden konuşmakla, devlet erkânının sefihâne hayatını tenkid etmektedir. Kahvehaneye Hamza Bey gelir, toy çocuğun Binnazm aşkı ile yanmakda olduğu îstanbul-da pek çabuk yayılmışdır. Az sonra elinde bir saz ile Efe Ahmed de gelir, ve ayakdaşla-rını havuz başında toplayarak saz çalar. Hamza bu yeniçerinin rakibi Efe Ahmed oldûğu-



nü öğrenince hakaaret kasdi ile önüne iri bir madenî para atarak onu adî bir çalgıcı yerine koyar ve: «Çal!., bir de Bimıazım için, efe, çal!..» der. Ahmed yerinden deli gibi fırlayarak Hamzayı kendi murassa hançeri ile yaralar. Efe Ahmedin kendisini haydudlar elinden kurtaran yeniçeri olduğunu o zaman anlayan Hamza yapdığına nadim olur; Ahmed de hançerin sahibinin kolundan vurduğu bu çocuk olduğunu anlayınca yapdığına peşîman olur. Fakat o sırada gürültüye koşan karakol-lukcular kahvehaneyi basarlar ve cârih Efe Âhmedi yakalayıp götürürler. Devrin âdetin-ce Ahmed cellada verilecekdir, idam fermanı yazılır.

- Üçüncü perdede sahne yine Binnazm evidir. Binnaz, pâdişahdan veya vezirden Ahmedin af fermanını alması şartı ile hiç sevmediği Harazaya ram olmaya razı olmugdur. Efe Ahmed zindandan kaçar gelir, yakalanacağını, ölümden kurtuluş olmadığını bildiği halde kasdı Binnazı son defa olarak görmektedir. . Hamza da pâdişâhın af fermanı ile gelir. İki rakîb tekrar karşılaşırlar. Ev celladlar tarafından basılır, Ahmed rakibinin temin ettiği fermanla hayatını kurtarmaya tenezzül etmez, fermanı bir mumun alevine tutarak yakar ve celladlara teslim olur. «Binnaz» da Yusuf Ziyanın son mısraları şunlardır:

HAMZA

«Göğsünden büyük bir kâğıd çıkarır,! Nihayet affını ferman ettiler



FAİKA Aşk için nizâmı kurban ettiler!

BİNNAZ


«Hamzaya sokularak» Kalbin de gençliğin kadar güzelmiş! «Odanın içinde çılgın bir sükût ile dolaşan Ahmed, birden bire gazablı gözlerle Binnaza bakar, sesi boğuk bir hırıltı gibidir».

AHMED Üç günün içinde işler düzelmiş!

HİZMETÇİ Celladlar!.

AHMED Ne dedin?..

HAMZA


«Mağrur, fermanı uzatır» "• •

Göster fermam

AHMED ;

«Fermanı alır, kapuya doğru giderken

mumların alevine tutup yakar», i

Askınıza tütsü olsun dumanı!..

HAMZA Efe!.

AHMED

Efe ölür, şerefi kalır; Bunlar kahbelikden ancak zevk alır!. «Ahmed mağrur, sakin kapudan çıkar. Binnaz fettan bir hareketle Kamzaya sarılır. Faika gülümser. Perde.»



Binnazm Dârülbedâyide ilk temsilinde baş roller şöyle dağıtılmışdı: Binnaz «Eliza Binemeciyan Hanım», Faika «Adriyen Hanım», Efe Ahmed «Râşid Riza Bey», Hamza «Muvahhid Bey».

Birinci Cihan Harbinin son yıllarında türk sinemacılığının henüz emekleme devrinde bir türk filmi için ilk hatırlanan eserlerden biri «Binnaz» oldu; ve bu film, baş rolleri Dârülbedâyi sahnesinde temsil eden sanatkârlarla Malûl Gaziler Cemiyet tarafından cemiyete gelir sağlamak için çevrildi; güzel bir film oldu ve büyük rağbet gördü. Yamlmıyor isek filmin rejisörlüğünü türk sahnesinin emekdar rüknü Ahmed Fehim Efendi yapmış, dekorlarını da oğlu ve zamanımızın pek kıymetli illüstratörü Münif Fehim çizmiş, hazır -lamışdı.

1917 de yapılmış olan Binnaz filmi mütâreke yıllarında İngiltere ve Amerikanın muhtelif sinemalarında da gösterilmişdi.

Binnaz 1959 da tekrar filme alındı. Atlas Film firmasınırrçevirdiği yeni filmin senaryosunu Metin EJrksan, Mümtaz Yener ve Nejad Duru yazmışlardır; Yusuf Ziyanın piyesine nazaran çok değişik olan bu senaryo Hayat Mecmuasında şöylece hulâsa edilmişdir:

«Osmanlı sarayının zevk ve eğlenceye daldığı Lâle Devrinde Binnaz adında güzelliği dillere destan olan bir kadın vardır. Evine zamanın en kibar ve zengin kimseleri girmek-de, kendisi saray ve konaklarda baş tacı edilmektedir.

«Bnnaz bîr geoe, bir konakdaki eğlenceden dönerken haydudların hücumuna mâruz kalır. Onu zorbaların elinden Ahmed Efe adında bir gemici kurtarır. Ahmed Efe ayni zamanda, o sırada devlete karşı bir ayaklanma hazırlayanlar arasında bulunmaktadır. Binnaz kurtarıcısına gönlünü kaptırır ve onu evine davet eder.

«Devlet ayaklanmayı haber almış, bu işi meydana çıkarmak üzere de Tuna Beylerbe-

BİNNAZ

— 2802 —


İSTANBUL

ANSİKLOP1DİSİ

2808 —

BİNNAZ HANIM (Telli)




yinin oğlu Hamzayı îstanbula getirtmişdir. Hamza Bey bu arada, ününü Tuna boylarında duyarak uzakdan âşık olduğu Binnazı ziyarete gider. Arkadaşı Fâikanın ısrarlarına rağmen Binnaz Hamza Beyi red etmekde te-reddüd göstermez.

«Ahmed Efeye tam mânâsı ile tutkun olan Binnaz her şeyden elini eteğini çekmiş-dir. Hamza Fâikadan durumu öğrenince Ahmed Efendiyi bulabileceği yerlerde dolaşır. Oturduğu kahveye gider. Kim olduğunu öğrenmek için ulu orta aleyhinde bulunmağa başlar. Ahmed Efe ortaya çıkar, iki erkek kapışırlar. Ahmed Efe Hamzayı yaralar. Kendisi de yakalanarak zindana atılır. Hamza Bey Binnaza giderek eğer kendisine ram olursa Ahmed Efeyi kurtaracağını söyler. Kadın sevdiği adamı kurtarmak için bu teklife razı olur. Harazanın getirdiği af fermanını sevgi-

Binnaz (Belgin Doruk) (Resim; Bülend geren)

Binnaz ve Gemici Ahmed

(Belgin Doruk ve O. Günşiray)

(Resim: Büîend geren)

lisine gönderir. Bu sırada Ahmed Efe zindandan kaçmış, sevgilisini görmeğe gelmektedir.

«Binnaz verdiği söze rağmen sevdiği adama ihanete razı olmayarak kendini öldürmeğe karar verir. Ahmed Efe içeri girer, Hamzayı öldürür. Hamzanın adamları da tam onu öldüreceği sırada Binnaz ortaya girer ve yaralanır. Ahmed Efe Binnazın yalvarmalarına kulak asmaz. Fakat kadın yaralı haliyle bile onu tâkib eder ve günahsız olduğuna Ahmed Efeyi inandırır. Beraber kaçarlar».

Filmin rejisörlüğünü Mümtaz Yener, operatörlüğünü de Fahri-Danışman yapmış, müziği Yalçın Tuna tarafından hazırlanmışdır; filmde oynayan sanatkârlar şunlardır: Belgin
«SÛ»

Doruk «Binnaz», Orhan Günşiray «Ahmed Efe», Ömer Hayyam «Hamza», Muzaffer Ne-bioğlu «Faika», Serpil Gül «Zeyneb», Kadri Savun «Ali Reis», Hasan Ceylân «bir muhafız», Yavuz Cener «Dâvud» (Hayat Mecmuası, 1959, ekim).



BlNNAZ HANIM (Çengi) — ikinci Ab-dulhamid devrinin şöhretlerindendir; 1914-1915 arasında 70 yaşını aşkın olarak öldü. Lâlelide oturur, vakti hâli yerinde, akıllı uslu, gaayet sulehâdan bir adamın kızı imiş, anası namazında, niyazında müslüman kişi. Küçük yaşda efendiden biriyle evlendirmişler, bir kızı oldukdan sonra boşanmış, işi çengiliğe dökmüş, anası babası üzüntüden helak olmuşlar, fakat söz, nasihat, tevbih tesir etmemiş. O devrin çengilerinden Mahbub, Kursaklı, Şukurun Fatma gibi birinci sınıflardan değilse de onda da öbürlerinde bulunmayan şeyler var: son derecede terbiyeli ve nâ-zikdi. Edeb erkân bilir, gaayet halden .anlar, zekî ve dilbaz bir kadındı.

Bütün çengilerin rakıs esnasında çok ciddî bulunmaları, hiç yılışmayarak, yüzleri gülmeyerek oynamaları âdetti. Binnaz Hanım o cihetle de emsallerinden üstündü.

Pek çok vükelâ, vüzerâ konaklarına girip çıkar, ikram, izzet görür, gecelerce alıkonulurdu. Abdülhamidin son yıllarında maarif nazırlığı eden, «Maarif Türbedarı» diye mâruf Hâşim Paşanın konağında bir aralık kâhya kadınlık etmiş, hanımefendinin dizinin dibinden ayrılmaz olmuşdu.

Ufak tefek, sarışın, mavi gözlü, zarif bir kadındı. Yaşlılığında göğüs illetinden hâliha-rab, öksüre öksüre tıkanırdı.

Kızının Âdil ismindeki oğlu sağdır (1946
da), zan ederim meyva ve sebze halinde me
murdu. Sermed Muhtar Alus
BİNNAZ HANIM (Telli) —1890 ile 1895
arasında Fatihde oturur bir istanbul hanımı
dır, Tophane kâtiblerinden Üsküdarlı Âşık
Râzinin dayısının kızı idi, pek küçük yaşda
hem yetim hem öksüz kalmış, Râzi'nin anası
tarafından büyütülmüş, Râzi ile kardeş gibi
idiler. O devrin âdetince henüz onbeş yaşın
da iken kısmet denilmiş, Fatihde Malta Çar
şısı civarında bir konağı olan fes tüccarların
dan zengin fakat çok yaşlı bir tunuslu ile ev-
lendirilmişdi. Yaşlı adam kızı yerindeki gene
ve güzel karısını karşısında hergün gelin tel
leri ile görmek istediği için semtde Telli Bin-

naz Hanım diye şöhret bulmuşdu. Kocası iki-sene sonra ölünce konağı, mağazası ve hayli nakdi onyedi yaşındaki bu taze dula kaldı. Râzi bir gün:

— Binnaz, demiş, mazlûmâne boynunu bükdün, babandan yaşlı adamın koynuna girdin, bundan sonra bir taze civan oğlanla ev-lenüb felekden kâm almak gerekdir, İstanbu-lun güzelleri de bey paşa oğulları olmayub yalın ayak, yarım pabuçlu esnaf civanlarıdır, sana onlardan birini seçeyim, göstereyim, beğendireyim, Allanın emri ve peygamberimizin kavli ile helâlin olsun, çek al konağa, mağazaya da oturur, dünyânız cennet olur, beni de hayr ile anarsınız..

Binnaz Hanımı iknaa ettikden sonra Malta Çarşısında Şekerci Süleyman, Hamurkâr Feridun, Berber Ahmed, Kebabcı Yakub ve Manav" Bilâl adında beş nefer biri diğerinden güzel delikanlı bulmuş, bunları birer birer kıza göstermiş, Binnaz bir tercih yapama-ymca, Râzi kahve falı bakar, fallarında da isabet gösterirdi, bu beş oğlan niyetine bir kahve falı bakmış, falda kısmet olarak manav civanı görünmüş, bunun üzerine bir yolunu bu-lub Bilâl ile konuşmuş, aslı Manavgatlı olub İstanbulda sekiz on hemşehrisi ile bekâr odasında yatub kalkan ve bekârlık mihneti canına yetmiş olan oğlan istanbul bıçkını Râzinin teklifini minnetle, şükranla karşılamış, hemen o gün beraberce konağa gitmişler, kızla oğlan biri birini yakından görür görmez aşk ateşi de parlamış, imamı çağırmışlar, yeni tâbiri ile yıldırım nikâhı kıyılmış; Râzi oğlanı almış, Kapalı Çarşının bir kapusundan girib öbür kapusundan çıkmışlar, samur kürkünden altın saat kösteğine kadar yalın ayaklı yarım pabuçlu damada ne gerekse almışlar, bir hafta sonra bir de mükellef düğün yaparak manav Bilâl tunuslunun mağazasına Fesçi Bilâl Ağa olub kurulmuş.

Bilâl hem zevcesine hem de velinimeti bildiği Râziye gaayet sâdık çıkmışdır. Tütün*' tiryakisi olduğu halde Râzinin yanında cığa-ra sarmaz, çubuk yakmazdı, karşısında dâima edeble oturur, hicabından yüzü kızara kızara türlü behânlerle sık sık geniş ölçüde nakdi yardımlarda bulunurdu. Telli Binnaz Hanım üzerine Âşık Râşinin bir destanı vardır ki şudur;

1. Telli Binnaz Hanım gelin kınalı Dengi nevcivanı nasıl bulmalı


Bîft

İ8D4


İSÎÂNÖÜL

ANSİKLOPEDİSİ



BÎBA


Dilberâm şehri İstanbul üzre Açayım hanıma bir kahve falı

  1. Nigârı nazenin verdi fincanı
    Malta Çarşısında gördüm dükkânı
    Şekerci Süleyman yakmış külhanı
    Bir mahbûbi zîbâ bıçkın edâh


  2. Karanfil darçın hem ıtri bergamût
    Rûy-inde mün'akis envân lâhût


Ol hüsne eylemiş cihanı mebhût Ebri şafak misâl hicabın ah

  1. Şekerci kurbinde fodla furunu
    Nîm üryan uşaklar kadîm kaanunu
    Gör ande lıamurkâr sol Feridûnu
    Şeyh köçeği el ayağı kınalı


  2. Vahşet üzre bir mürâhik hat âver
    Hamur çiğner yalın ayak düâver
    Ol nâm azîze nakdi cânm ver
    Pekçe bak Binnâzım yokdur vebali


  3. Furun kürbiııdedir kahveci berber
    Güzeller şahından veriyor haber
    Kim görür mescidde mihrâbu minber
    Lâ'îi de aratmaz şekerle balı


  4. Ahmeddir o şahin isnıi şerifi
    Kaameti andırır sülüs elifi
    Kâkülünden topuğuna tarifi
    Cennet kaçkını bir gilman misâli


  5. Efendim berberin kebabcı yanı
    Kebabı çeviren gör sol civanı
    Doldurmuş âşıklar koca dükkânı
    Öpülür sacakdır hem peştemâü


8. İsmi şerifidir o şahın Yâkûb

Keşmir elindendlr o zîbâ mahbûb Rûyi ahnıerine resk ider gurûb • Kim görüb de sevmez o gül cemâli

ie. Kebabcı yanında manav şehbâzı Çarşıyı tutmuşdur davet avazı Yalın ayaklı ol dilberin nâzı .Babalıya sattırıyor her malı

11. Sîne üryan bez gömleği hilâli Merdi meydanlığın gösterir hâli Oldum ârede çöp çatan dellâli Burnaza seçelim ol manav Bilâli

18. Defa bakdım destimdeki fincana İşaretler gördüm manavdan yana Gözleri zümrüd ol îebi mercana Beyan etmek kaldı gayri ahvâli

  1. Gözledim yolunu bir hafta tamam
    Cuma günü gördüm o selvi endam
    Koltukda boğçası kasdi istihmam
    Dal fes ile şûhâııe lâübâlî


  2. Saraçhanededir ol hâmaaıi pak
    Selâm durdu ana üç civan dellâk


Koşdular hizmete çâbikü çâlâk
Hem hamamda olan gayri ehâli
15. Nur içinde kaldı âlî câmekân ,-


Kaçan soyundukda oî şehi hûbân
Gülgûnî peştemal sardı ol civan
Göz kamaşdırdı o yâlü bâli . ,


"16. Peyrevi olarak ben ol îetâıım Vardığı sofada kolladım yanın Selâm verdim ve-'hem aldım selâmın Sıdku safa ile açdım ahvâli

  1. Yetmişdir canına bekâr mihneti
    Özler imiş-oğlan dünyâ cenneti
    Taze nigâr ile hem muhabbeti
    Âdabı din üzre nikâh visali


  2. Tarif ettim ana giisseî Binnazı
    Anda olan işve cilveyi nazı
    Ağzı suyun akub manav şehbâzı
    Billur, üzre vurdu hicabın alı


  3. Dedi ağa senin öpem ayağın
    Yuyam seni olub şimdi âcllâğm
    Kapunda olam hem kcnıter uşağın
    Kavuşdur ol yâre garib Bil&ii


30. Hamamda bir saat muhabbet ettik Sonra bile çıkıb konağa gittik Binnaz sultanıma haber ilettik Konak kaplıları açch şehbâli

21. Ferace sırtında yüzde yaşmağı

Hanım karşıladı manav uşağı ;

Gönül bülbülleri gülistan bafı Bulub şakıdılar gaayet safâlı

  1. Ne gam yaîm olsa ayağı yahu
    Güzellikde dengi kumrunun âhû
    İmam nikâh kıysm biz diyelim hû
    Burnazın kalmamış sabra mecali


  2. Dolab beygiriyim döner bostanda
    Gönce gül koklarım her gülistanda
    Noksan var fazla yok işbu destanda
    Nâmım Âşık Râzi dumandır hâli


Bu destanın Âşık Râzinin ilk acemilik devri eserlerinden olduğunu, zan ediyorum.

Vâsıf Hiç

BİE — «Adedlerin ilki, sayının başı; tek, yalnız, yegâne; iftirak kabul etmeyen; müsavi, muâdil, seyyan; çok ve müteaddidi' olmayan; basit» (H. Kâzim, Büyük Türk" Lügati).

İstanbullu ağzında dolaşan bâzı darbı meseller:

Baht açıklığı için: Bir atub iki vurdu.

Bir iş için sarf edilen emek, para ile başka işlerde başarmak:- Bir taşla iki kus vurmak.

Becerikli adam tarifinde: Bir adım geri atarsa, iki adım ileri gider.

Her geri çekilmenin kaçma olmadığı; bir adım geri giden, iki adım. ileri atlar.

Bir sırrın ancak söylenmemekle .saklanabileceği: Bir ağızdan çıkan orduya yayılır.

Tasarrufun kıymeti için: Bir akçe dokuz kubbeli hamam yapar.

İşlerin sabır, gayretle başarıldığı: Bir vurmakla ağaç devrilmez. Aşırı derecede güzelleı sânında: Bir içim su. Gönül işleri yolunda: Bir çiçekle yaz olmaz. Ömrün son yılları, pîrlik için: Bir ayağı çukurda.

İlk kabahatlerin af edilmesi gerekdiği: Bir sürçen atın başı kesilmez.

Çok ağır konuşan adam: Bir söz söyler, dirhemini yiyen köpek kudurur.

Küstahça cevab veren muhatab hakkında: Bir söyle, iki işit.

Bekârlık, azadelik hakkında, basma bu-yuruk yaşama: Bir abam var atarım, nerde olsa yatarım.

- insandan takati üstünde bir şey istene-rneyeceği: Bir koyundan bir post çıkar.

İnsanın elindeki nîmetden mümkün" olduğu kadar faydalanmaya çalışması: . Bir günlük beylik, beylikdir.

Her -büyük kötülüğün ihmalden geldiği: Bir mıh nal düşürür, bir nal da at öldürür.

Cemiyet nizâmını adaletsizliğin bozduğu: Biri yer. biri bakar, kıyamet ondan kopar.

Kıt bilgili, kıt sermayeli adamın parla-yup sönmesi: Bir atım barutu vardı.

Her iş başına yığılmış adamın bir yerde yanılması: Bir akıl yaza mı, kışa rm?

Kanaat için: Bir lokma, bir hırka.

Halk ağzı deyimler:

Bire bir — Müessir ilâç; misâl: ishale sarımsak bire birdir».

ikide birde — Kısa aralarla sık sık olan. yapılan şey;

Ne kırarsın ikide birde benim hatırın!

Gönlüm ey tıflı ziyaııkâr oyuncak değil

(Enderunîu Vâsıf)

Bir varmış, bir yokmuş — Fâniliği, ne kadar uzun yaşansa hayâtın kısalığını ifâde için söylenir. Bundan ötürüdür ki geçmiş zamanı anan masallara da «Bir varmış, bir yokmuş...» diye başlanır.

BiR — Rakam ile «l», Mora ihtilâli yıllarında Eterya gizli komitasının muhâbe-

râtında kullanılan şifrede «Petersburg» karşılığı.

Bibi.; Cevdet Tarihi, XI.

BÎSA, BlBAHANE — Bilinen içki; aşağıdaki satırları «Türk Ansiklopedisbnden alıyoruz :

«Türkiyede Biraya âid ilk mevzuat 184T de «arpa suyu» adı ile konmuşdur. Bira sanayiinin kurulmasına îzmirde başlanmış, 1893 de İstanbulda Bomonti, 1909 da Nektar bira fabrikaları kurulmuş, bu son iki fabrika ve şirketin Bomonti - Nektar adı ile birleşmesinden sonra yalnız Bomonti Fabrikası işletilmiş, ve bu şirket 1912 de îzmirde Aydın Bira Fabrikası adı ile ikinci bir fabrika meydana getirmişdir.

«Cumhuriyetin kuruluşuna kadar, Du-yûn-u Umumiye İdâresinin murakabe ve rüsum sistemiyle idare edilen bira sanayii 1028 da çıkarılan 760 sayılı Meşrubatı Küuliye kanunu ile devlet inhisarına alınmış, ancak Bomonti Şirketinin 1938 yılına kadar işletilmesine izin verilmişdir. 193i de Ankarada üçüncü bir bira fabrikası kurulmuş, buna karşılık îzmirdeki Aydın Bira Fabrikası sökülmüş, Bo-ınonti Fabrikasının da devlet fabrikaları arasına alınması ile, Türkiyenin bira ihtiyacı Ankara ve İstanbul fabrikaları ile sağlanmaya cahşılrmşdır» (Türk Ansiklopedisi).

Hafif alkollü bir içki olarak bira, önce, Tanzimat Devrinin alafrangalığa hevesli gençleri arasında büyük rağbet gömüşdü; îs-tanbulun ayak takımı arasında rakı ile şarabın yanına gecememişdir; ilk birahaneler de ayak takımının giremeyeceği, girerse aradığı huzuru bulamayacağı alafranga içki yerleri olarak kurulmuşlardır; meyhanedeki çırak oğlan, «muğbece», birahanede «garson» ol-.muşdur. Bira, satılıp içildiği yer ne kadar şirin, câzib olursa olsun, o müesseseyi, tek basına besieyüb yaşatabilen içki olamadı; meselâ şarabhâneleri asırlar boyunca yaşatmış şaraba benzeyemedi; büyük, süslü, temiz birahanelerin bira sarfiyat, sahihlerinin yüzünü güldürmeyince, biranın yanında diğer alkollü içkiler, başda rakı ve şarab, sonra, hepsi av-rupanın muhtelif köşelerinden idhâl edilen, o zamanlar Türkiyede yapılmayan konyak, votka, cin, amer, vermut, brandi ve hattâ viski ve şampanya verilmeye başlandı; bu suretle birahaneler, «Gazino» oldu. îşte bu gazinolardır ki yavaş yavaş eski büyük gedikli mey-

BİRAHANE SOKAĞI

2806

İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 2807

BİKET (İdil)





Bir ail oe re 1ın. u, nl Aum- u rt>l dıım I>1 iî yo ram K>r far beni kur

hanelerin, eski büyük şarabhânelerin yerini aldı, ve giderek, kendi şahsiyetlerini de kay-betdiler, zamanımızın içkili lokantaları oldular; öyle ki, İstanbulun, tarihi çok zenyin bütün gedikli meyhaneler ve şarabhâneleri kapandı, hattâ küçük koltuk meyhaneler birer birer yok oldular, yerlerini sınıf sınıf "içkili aşçı dükkânı-lokantalar kapladı ki hiç birinde eski meyhanenin ve şarabhânenin ve hattâ birahane ve gazinonun havasını, şahsiyetini bulamayız (B.: Meyhane; Şarabhâne; Gazino; içkili Lokanta; Bizans Birahanesi; Kafkas Birahanesi; Ştaynboruh Gazinosu; Sütte, Kohot; Lala; Novotni; Eftalipos; Foskolo; Yani; Tokatlı).

Türkiyede ilk bira fabrikaları açılıncaya kadar bira da dışardan getirildi, îstanbulda evvelâ Viyana ve Belgrad, sonra Münih biraları içildi.

Bira, bilhassa yazın, serinletici bir hafif içkidir. Zamanımızda piyasaya fıçılar yahud kendine mahsus şişeler içinde arz olunur; içkili lokantalarda fıçı birası bardak ile, diğeri de şişe hesabı ile satılır; ve yazın istanbul, sık sık bira yokluğu sıkıntısı çeker.

Evlerde aile sofralarına girmiş olan bira, ayni zamanda tekel bayiliği de yapan bakkallardan tedârik olunur. Bu satırların yazıldığı 1961 yılında bir şişe inhisar birası 100 kuruş idi, 75 kuruş da, geldiğinde iade edilmek

HİCAZ

Anne.cl|ı'm- |ı'm ö li/Vo rum

üzere şişe parası alınıyordu.



BİRAHANE SOKAĞI — Şişlinin Meşrûtiyet Mahallesi sokaklarındandır; Silâhşor caddesi ile isimsiz bir sokak arasında uzanır (1934 Belediye Şehir Rehberi, pafta 18 de 159), Silâhşor caddesi tarafından gelindiğine göre, iki araba geçebilecek genişliktedir; isimsiz bir yol ile olan kavuşağına kadar paket taşı döşelidir; iki kenarında Tekel idâresinin İstanbul Bira Fabrikasının binalara bulunmaktadır; bu kavuşakdan öte, bir vadiye doğru meyilli bir toprak yol olarak inmeye başlar.

Bira Fabrikasından sonra sağ kolda sırası ile Levi Elizarof ve ortakları komandit Şirketi çorab fabrikası, Süleyman Mısırlının Mısırlı triko konfeksiyon imalâthanesi, Asaf Kermen yün iplik fabrikası, çukurda bir ar-, sa, bir zımpara imalâthanesi, yine bir arsa, Doğan Han ve Doğan Tıbbî Müstahzarat Lâ-boratuvarı, An-Ka kauçuk fabrikası, Kablo Fabrikası, Em bil Lâboratuvarı, cebhesi isimsiz sokakda olan bir mobilya fabrikası; sol kolda da bir bostan vardır. (Haziran 1961).



Yüklə 5,55 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   62   63   64   65   66   67   68   69   ...   76




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin