Kalesinde Halil Paşa Kulesi ve sahil kapusu Resim: Sabiha Bozcalı


Cismi pâkiıı dediler hem ter imiş hem berrak Tepeden tırnağa dek gül gibi billur gibi



Yüklə 5,55 Mb.
səhifə63/76
tarix27.12.2018
ölçüsü5,55 Mb.
#86801
1   ...   59   60   61   62   63   64   65   66   ...   76

Cismi pâkiıı dediler hem ter imiş hem berrak Tepeden tırnağa dek gül gibi billur gibi

, (Nedim)

Feyzi lütfü dili safa erişir eyler eser
Saf bidûnını içinsinı nitekim nur geçor f->

(ginâsi)

Bu kelimeyi divan şâirlerinden başka halk şâirleri de çok kullanmışdır; meselâ son yeniçerilerden Çardak Kolluğu çorbacısı halk şâiri Galatalı Hüseyin Ağanın şehrengiz yollu destan mecmuasında bir güzeli öven kıt'alar arasında şöyle bir tasvir vardır:



Omuzdan topuğa bir kesme billur

Heliğini sorarsan güneşdeki nur

Yol verir âşıklara vâdii Tür

Ama çesmi kâfir bir cellâdı var..

Yine ayni şâir başka bir destanında «Billur» kelimesini hem taravet ışığı hem de temizlik için kullanıyor;



Ayak baldır bacak billur misâli

Kollar sıvalıdır gömlek hilâlî

Şehzade nâzıdır her tavrü hâli

Çardaklıda Köçek Memi bir dâne..

Galatalı Hüseyin Ağa bir başka köçeği de şöyle tasvir ediyor:



Boya taze fidan selvi diyelim

Saçının rengini telli diyelim

Cennet kaçkınıdır belli diyelim Ayağında kesme billur parmaklar

Aşağıdaki kıt'a da Galatada Ayios Niko-laos rum ortodoks kilisesinde bir genç papas için yazılmışdır:



Sırma saç kız gibi görmemiş makas

Omuzdan topuğa dökmüş işvebaz

Billur ayağında şimşir nâliııi

Mesihi muhabbet tâzerû papas

Eski kibar evlerinde, istanbul konak ve yalılarında avizeler, bâmbalar, kandiller, bardak, kadeh, sürahi ve emsali şeyler tamamen billurdandı; âdi camdan olanları ancak yanaşma, horanda, hizmetçi ve uşak odalarında ve sofralarında kullanılırdı. Âdi cam mâmulât bir de orta tabaka ve ayak takımı halkın evlerine girerdi.

Tanzimâtdan sonra îstanbulun frenkpe-restleri ağzında billur yerine bu ismin fransız-ca karşılığı «Kristal» kelimesi kullanılır ol-muşdur.

Zamanımızın yeni türedi zenginleri billur ile âdı camı ayırd edemeyecek seviyededir diyebiliriz. Fakat hazin olan, îstanbulun eski kibar ailelerine mensub kimselerin, feleğin cilvesi eseri billur yerine cam kullanmaya mecbur oluşlarıdır.

Antikacı merhum Nureddin Rüşdi Bün-gül «Eski Eserler Ansiklopedisi» adlı eserinde Billur maddesinde şunları yazıyor:

«Billurdan kâse, tabak, bardak, kadeh, sürahi vesaire yapılır. Bohemyada, Fransada, Venedikde, İngilterede, hattâ İranda ve Tür-kiyede yapılanları vardır. Bilhassa Birinci Mahmud devrinde Fransadan getirilen ustalardan öğrenen İstanbul billurcularının büyük ve al renkli ve yaldızlı, ay yıldız kapaklı sahanlar, kâseler, bronz kapaklı aşure güğümleri çok kıymetlidir. Koyu al, nefti, yeşil ve minelileri ise cidden nefîsdir. Bunların büyük al ve yaldızlı güğümleri ve kapaklı büyük sahanlar 100-150 lira değerindedir (1939 antika eşya piyasası). Mineli al ve nefti kâse ve bardaklar kapaklı ve tabaklı olmak şartı ile 50 liradan 100 liraya kadar satılır. Beyaz ve gaayet şeffaf kesme bardaklar 30, dilimliler 25, ve düğmeliler 20 lira eder. Pâdişâhlara mahsus bir nargile şişesinin büyük bir fiata satıldığını hatırlarım. Döküldükden sonra tezgâhlarda (elmas gibi) tıraş edilen bilhlrla-ra kesme billur denilir. Beyaz kesme billurun bir büyük kâsesi de 100 lira kadar eder, fakat

kapağı ve tabağı tamam ve çatlak gibi özürden salim olmalıdır, bir çatlak 100 lirayı l liraya indirmek için kâfidir (N. R. Büngülün indî hükmü; nadide bir eser, bazan özürlü , olabilir, fakat bir koleksiyon tamamlar ve yüksek antika değerinden hiç bir şey kaybetmez) .

«İstanbul işi billurların çeşidi pek çokdur Meselâ ulemâ efendilerin içkiye düşkün olanları için, açıkça rakı içdiklerini göstermemek üzere iç içe biri büyük, biri küçük yapışık çift bardaklar yapılmışdır; küçüğünün içine rakı, büyüğüne su doldurulur, ağız kenarları ayni hizada olduğu için su ile rakı karışmaz, efendi bardağını ağzına götürdüğünde bir çe-kişde hem rakı, hem de su yudumunu alır. Türlü şekillerde şişeler, kadehler, sürahiler, bardaklar, kâseler İstanbul zenginlerinin sofralarını donatmışlar idi. Bir kısmını yangınlar mahvetti, bir kısmı terekelerde satıldı, dağıldı; çoğu da Avrupalılar tarafından, satanların bilgisizliği ile alınıp tüketildi. Eski îstan-bul billurları şimdi nadiren ele geçmektedir (N. R. Büngül, 1939).

R. E. Koçuda İstanbul işi, rakı sofrası için yapılmış bir çift su bardağı vardır; kadehe su konulur iken dökülmemesi için ağzında birer emzik - oluk bulunan ve şeklen pek zarif ve kulplu olan bardakların üzeri fırdolayı- alçak kabartma asma yaprakları ve üzüm salkımları ile tezyin edilmişdir; ağızları ve dibleri de kabartma bordürlerle müzeyyendir.

intikacı N. Rüşdi Büngülün billur eşya arasında avizelerden bahsetmemesi şaşılacak, unutkanlıkdır. Bilhassa on sekizinci asrın ikinci yarısında îstanbulda âvîze en çok sevilen ev eşyalarından olmuş, o devir için de en güzel, en kıymetli, en muhteşem avizeler adetâ bir billur hevengi olmuşlardır. Billur menşurlardan süzülen, avizenin büyüklüğüne göre otuz, kırk, yüz mumun ışığı, konakların, yalıların divanhanelerini pek şa'şâah aydınlatmışlardır.

"Lâle devrinde de billur, geceleri, îstanbulun dillere destan olmuş lâle bağçelerinin gece saf asında, çırağan âlemlerinde kullanılmış-dır; çiçeklerin diplerine küçücük billur kandil çanakları konmuş, bu çanakların etrafına, aralarına billur menşurlar (prizmalar) dizilmiş, bu menşurlardan süzülen ışıklar çiçeklere aksettirilmiş, binlerce lâle, bu suretle, ibti-dâî projektörlerle tenvir edilmişdir; her hal-

BÎLLURCUOĞLU

— 2780 ~


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

2781 -

BİLMECE



de-feerik manzaradır.

. BlLLUKCUOĞLU — On sekizinci asrın ilk yarısında yaşamış, Lâle Devrinin kalenderleri arasında güzelliği ile şöhret bulmuş Şifâ Hamamının dellâklerinden bir delikanlı; muhtemeldir ki tamamlanmamış bir şehren-gizden bir parça olacakdır, aşağıdaki manzume ile övülmüşdür;

Billurcu oğlu kim ol yekta civan

Lebi lâ'li çeşmeî âbi hayvan

Dellâki pâkü çâlâk perîzâde

Fûtei siyehi heınan ziyâde



yüeü ağı Germâbei Şifânın

Aşk hastesi ande bulur Lokmanın

Billur avizedir ol hamam içre

Kim pâyin öpende baş göğe ire

Uşşâkı yanarlar çii misli külhan

Rehinde ol şehin kalmışlar üryan

Bibi; Anonim bir fevâid mecmuası.

BİLLURCU SOKAĞI — Taksimin Kâtib Mustafaçelebi Mahallesi sokaklarmdandır. Sı-raselviler caddesi ve Meşelik sokağının teşkil ettiği üç yol ağzı ile Maç sokağı ve Ç ukurçeş-me sokağının teşkil ettiği üç yol ağzı arasında uzanır; Billurcu çıkmazı ve Mücadele çıkmazı ile birer kavuağı vardır. Sıraselviler caddesi tarafından gelindiğine göre, bir araba geçebilecek genişlikde, paket taşı döşelidir; 3-5 katlı evleri hâli vakti yerinde ailelerin meskenleri olduğu görülür, l elektrikçi-tâmir-ci, l soba tamircisi, l otomobil tamircisi, l mozayik atölyesi, l hallaç, l bakkal dükkânı vardır; Şişli Spor kulübü, Ermeni Eseyan okulundan Yetişe'nler Derneği bu sokakdadır; Santral Oteli adında altı katlı bir de otel bu- . Ummaktadır (haziran 1961)

Hakkı Göktürk



. BİLLUR KÖŞKLER — Küçükçekmece-den öte, Küçükçekmece körfezini solda ve Küçükeekmece gölünü de sağda bırakarak geçdikden sonra, 1951 senesinde, ayni isim altında kurulmuş bir inşaat müessesesi tarafından satılığa çıkarılmış arsalara verilmiş olan isimdir. O tarihde günlük, gazetelere verilmiş ilânlardan öğrendiğimize göre îstanbul-Edir asfaltı üzerinde, cebheleri 15 ve derinlikleri de 20 metre, 300 metre karelik olan bu arsalar taksit ile çok ucuza satılmış, ve satış şekli şöyle, olmuşdur:

Peşin Aylık taksit Arsa bedeli

50 T.L. 10. T.L. 950 T.L.

75 .15 » 875 »





800 725 650 550

100 » 20 150 » 25 200 » 30 Peşin para ile

25 Şubat târihini taşıyan bu ilânda, yukarıdaki şartlar ile bu satışın 31 mart 1951 gününe kadar devam edeceği bildirilmekte, ve arsaların o târihdeki hakiki fiatının 4000 T.L. olduğu söylenmektedir. Meselâ Hürriyet gazetesinin bir sayfasının yarısını kaplamış olan ilânda, bu arsaların Marmaraya nezâreti övüldükten sonra şimdilik ihtiyaçlarını Küçükçek-meceden temin edeceği, bu arsalarda bir yazlık bina yaptırmcaya kadar safâyi hatır ile çadırda dahi oturulabileceği, hattâ müessesece, maliyeti 5500 türk lirası olan 3 oda, l hol-mutfak, banyo ve ayak yolundan mürekkeb bir tip evlerin de yine taksit ile yaptırılacağı yazılıdır.

MA R H

Billur Köşkler (Gazetelerdeki ilândan alınmış kroki)



1961 yılı eylül ayında Billur Köşklere gidildi ; tam on yıl evvel satışı ilân edilmiş olan sahada güzel güzel evlerin inşâ edilmiş olduğu/körfez kumsalında da oldukça büyük bir plaj te'sîsinin inşâ hâlinde olduğu görüldü. .

PALAS CİNAYETİ — 31 ocak 1960 p'azar günü Şişlide Halaskar Gazi Caddesinde 352 numaralı Billur Palas Apartımanı-nın birinci dâiresinde işlenmiş bir cinâyetdir ki; zamanımızın yeni zenginlerinden 28 yaşındaki Şükrü Agâh Dinç, onbeg günlük karısı Zehrâyı, vak'a yerine gelmiş, fakat hemen müdahale imkânını bulamamış polisin ve halkın gözleri önünde hayli uzunca sürmüş bir işkenceden sonra, tabanca ve bıçakla katletmiş, kendisi de intihar etmişdir.

Günlük gazetelerin istihbaratına göre sosyete ( ?) nin tanınmış bir siması ve sarışın bir genç dul olan Zehra, kendisinden iki yaş küçük Agâh ile bir müddet evvel bir paviyonda tanışmışdır; evli ve üç çocuk babası genç ada-

mı kendisine bend etmesini bilmiş, A. Dinç'e karısını boşatarak onunla evlenmeye muvaffak olmuşdur; fakat, evlendikten iki gün sonra Zehra, gaayet kıskanç olan Âgâh'a, bu şart altında yaşamaya mütehammil olmadığını söyliyerek boşanma teklifinde bulunmuşdur. Aslında ise bu tez başlamış sokukluğun sebebi, ilk kocasından da orta okul talebesi bir oğlu bulunan genç dulun Mustafa adında bir genç ile münâsebete başlamış olmasıdır. Vak'adan iki gün evvel, iş boşanma davasına kalmak üzere evinden,' dolayısı ile Zehrâdan tamamen ayrılan Agâh Dinç, bu iftirâka tahammül edememiş, va'a günü Zehrâmn oturduğu Billur Palasdaki dâireye gelrnişdir; o sırada genç ve, güzel dul, kadınlı erkekli misafirlerini ağırlamaktadır. Sarhoş olan kaatil, Zehrâdan evvelâ rakı, sonra portakal istemiş, ve kendisine portakalı verirken karısının bileğinden tutup yatak odasına sürüklemiş ve ka-puyu içerden kilidlemişdir. Misafirler evvelâ şiddetli bir münakaşa işitmişler, bunu iki el silâh sesi tâkib etmişdir, ve Zehrâmn davetlileri kaçup dağılmışlardır, Kadının 13 yaşındaki oğlu da mutbak penceresinden kaçarak vak'ayı karakola haber vermişdir.

Osman Atak isminde bir Başkomiserle Nâzım Yavuz isminde bir polis memuru ve iki polis görevlisi jandarma eri hâdise yerine gelmişlerdir. Bu sırada Şişli Meydanını iki, üç bin kişinin doldurduğu görülmüşdür.

Arkadaki pencerelerden birinden Âgâh'a sakin olması, tabancasını atıp dışarı çıkması ihtarında bulunulmuş, Agâh ise ' memurları görünce büsbütün çılgına dönerek diğer eline bir bıçak almış ve kadının üzerine atılarak göğüslerini kesmiştir. Binlerce insan Zehrâmn çığlıklarını dehşetle duymuşlardır. Başkomiser Osman Atak yatak odasının penceresine, Tayyareci Cemai sokağı cihetinden bir kalas uzatarak tırmanmağa başlamış • ve polisle Agâh arasında aşağıdaki muhavere cereyan etmiştir:

— Kanun nâmına

Bayan Zehra. silâhını at ve teslim (Resim; Behçet) ol.

— Komiser Bey, boşuna zahmet çekiyorsun, yaklaşma seni yakarım. Çoluk çocuğuna yazık olur!.

Âgâh'ın teslim olmaması karsısında karakoldan takviye kuvvetleri getirilmiş ve polis gaz bombaları atmaya başlamıştır. Bu sırada Agâh, büsbütün kendim kaybettiğinden bütün kurşunlarını kadının üzerine boşaltmış ve kadını n son cığllıkarı duyulmuştur. Diğer dairelerde oturanlar da bu anda pencerelerden haykırarak imdat istemişlerdir. Son bir silâh sesini müteakip içeride kadının ve erkeğin birbiri üzerine yığıldıkları görülmüş ve bundan sonra polis Zehra'nın evine girmeğe muvaffak olmuştur.

Bütün bu mücadele bir saatten fazla bir zaman devam etmiştir. Böylece polis hâdise yerine ilk geldiğinde her ikisi de canlı olan -kadın ve erkeğin .ancak cesetleri dışarıya çıkarılabilmiştir. Agâh ve Zehra İlkyardım has-tahanesine sevkedilirken, Zehrâmn nabzının çok hafif vurduğu müşahede edilmişse de bilâhare ölmüştür,

j Agâh, polisle mücadele ederken kadının giyim eşyalarını pencereden dışarıya atmıştır. Bu eşya arasında vizon kürkler görülmüştür.

(l ve 2 şubat tarihli Yeni Sabah ve Vatan gazetelerinden).



Muhiddin Nalbandoğîu

•BİLMECE — Türkçe lügati şöyle tarif ediyor: «Bir şeyi,'bir hâli ve mânâyi başkasına buldurmak, ve bir zihnî mümârese yaptırmak için onu gayri vazıh tâbirlerle bildiren ibare, veya nazım».

Büyük şehir îstanbulun günlük hayâtında eğlence yerlerinin bol ve çeşidli olmadığı ve zamanımızın çeşitli nakil vâsıtalarının da bulunmadığı devirlerde, fetihden bu yana hattâ Birinci Cihan Harbine kadar, ev ve kahvehane sohbetleri arasında «Bilmece»nin mühim bir yeri vardı; öyle ki, millî kütübhâ-nemizde, manzum veya mensur bilmece risaleleri, mecmuaları vardır; hafızalara yüzlerce bilmece yerleşir, bunlar sorula çözüle eskir, eskileri yeni yetişen nesiller öğrenir, zekâ, merak ve hüner erbabı da yeni bilmeceler tertip ve tanzim ederlerdi. Konakların harem ve selâmlık bendegânı arasında, tek vazifesi masalcılıkla bilmececilik olan kadınlar, erkekler vardı, masalcılığm yanında bilmececilik, geçim yolu olmuşdu; 'bu söz ehli kimselerin bâzıları bir kapuya da bağlan-


— 2783
(Cemil)

maz. ekâbir kapularmın tümünü dolaşır, her yerde dört gözle beklenirlerdi; yukarda bahsettiğimiz bilmece risaleleri onlar tarafından, onlar için hazırlanırdı.

Harcı âlem olmuş bilmeceler çoluk çocuk toplantılarında, arabacı, kayıkçı kahvelerinde, konakların, yalıların keza arabacı, kayıkçı, bahçıvan, aşçı, yanaşma odalarındaki sohbetlerde sorulurdu.

Kahvehanelerde, evlerde, konaklarda, yalılarda; horanda, yanaşma, uşak yârenliklerinde, efendi meclislerinde bilmece sorup çözmenin âdabı vardı. Bilmeceyi evvelden bilen hemen atılıp, çözmezdi; bildiğini tatlı bir tebessüm ile ifâde eder, bilmeyen yaranına zihnî araştırma, bulma zevkini tattırırdı. Çözülemeyen bilmecelerde, sorana «kayık, gemi, dağ, bayır, Bayazıd kulesi, Galata kulesi, Kız kulesi, Çinili Hamam, Kapalı çarşı..» gibi sembolik mülkler verilir, o da nihayet bu bağışlardan birini kabul ile çözülemeyen bilmecesini açardı.

Bilmeceler umumiyetti secîli bir cümle, yahûd bir beyit ve kıt'a hâlinde' manzum olurdu. Bilmece, sorulan .şey ile renk, şekil ve hal bakımından yakın ilgisi olan maddeleri dolambaçlı, yanıitmaçlı şekilde sıralama ile tanzim edilirdi. Pek meşhur bilmecelerden bir kaç örnek:

Kırmızı çanak kıllıya kapak = Fes Küçücük arabacık, başında tablacık= Nalın çivisi Alçacık boylu kadife donlu, = Patlıcan Küçücük fıçıeık, içi dolu turşucuk = Limon Çınçmlı hamam, kubbesi tamam = Saat

Bâzıları, hezel yollu tanzim olunurdu, me


selâ şu kıt'a sapı nâzik, çabuk kopan, üstü
başı lekeleyen ve eli yüzü boyayan «karadul»
üzerine tanzim edilmişdir:
Hanım çıkdı çardağa
Pat osurdu bardağa
Bardak oldu pare pare . •

Hanımın yüzü oldu kap kaare Şu kıt'a da edîbâne, «Buz» üzerine bilmecedir :

Bir acâib kal'a gördüm Hapis olunmuş azıcîe âb Vurdu zerrin topların Fetheyledi af it âb

Şu bilmece de ayak takımı yârenlikleri için tanzim edilmişdir, «el ile sümkürme» üzerinedir :

Karanlık yoldan hanım gelir

2782


İSTANBUL

Beş halayık karsı çıkar Aldım ele. vurdum yere Allah belâsını vere

Şu beyit de «gönül» üzerine pek güzel.bir bilmecedir:

Ol nedir kini hem küçiikdür hem büyük Arkasında var oııuıı bir özge yük Bu kıt'a minare: Ol nedir kim dâima üryandır Tacı basında acâib sultandır. Canı yok iken gıdası oldu can Bülbül eyler âdemi bâzı zaman Şu kıt'a da kahvedir: O! nedir kim bir güzel esmer civan Ralıâti ruh hayat efzâyi cihan Anın içün meyledüb erbabı dil lysii nûş eyler amnla her zaman «Cernre»ler için: Üç biraderler

Biri havada gezer, biri suda yüzer

Biri hâkipâye yüz sürer..

Hicrî 1289 (1872) de basılmış «Bilmece» adlı bir risale vardır; kıt'a yahu'd beyit hâlinde hepsi manzum yüze yakın bilmece, öyle tahmin ediyoruz ki derleme değil, telîf eseridir. Çoğu soğuk, zoraki hazırlandıkları bellidir, fakat yukarıda kaydettiğimiz çok güzel «Gönül» bilmecesi de bu risaleden alındı; içinde «top fitili», «deve kuşu yumurtası», «misk köpeği», «vaşak kürk», «mum fitili, makası» gibi bugün asla düşünülemeyecek mevzularda bilmeceler vardır.

BtLSEL (Cemil) -— Hukuk bilgini, istan
bul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Devletler
Hukuku Kürsüsü Ord. Profesörü; ayni üni
versitenin iyi hâtıra bırakmış rektörlerinden;
hicrî 1297 ve milâdî
1879 da Samda doğ
du; valiliklerde bu
lunmuş Ahmed Kad
ri Beyin oğludur.
1903 de İstanbul Hu
kuk Mektebinden
mezun olarak harici
ye mesleğine intisâb
etmiş, Hâriciye Ne
zâreti terceme odası
na girmişdir. 1908 de
meşrûtiyetin ilânı ü-
zerine İstanbul Hu- Cemil Bilsel

kuk Mektebinin dev- (Kesim; anonim)

ANSİKLOPEDİSİ

letler hukuku muallimliğine tâyin edilmiş, 1909 da Evkaf nezâretine geçerek memurin ve emlâk müdürlüklerinde ve nezâret mek-tubculuğunda bulunmuşdur. 1914-1917 arasında evvelâ Şam, 'sonra Kudüs evkaf müdürlüklerine tâyin edilmiş ve Kudüsde «Selâhad-din Eyyubî Külliyesi» adı ile açılması karar-laşdırılan dinî bir yüksek okulun kurulması işine memur edilmişdir. 1917 de Kudüs mutasarrıfı, 1918 de Rusya ile imzalanan Brest Litovsk Sulh Andlaşmasından sonra, kendisinin de Osmanlı Devletini temsîlen üye olarak katıldığı bir heyetin nezâretinde yapılan plebisit ile Türk anavatanına katılan Batum sancağına mutasarrif tâyin edilmişdir. Birinci Cihan Harbine son veren Mondros Mütârekesine kadar bu vazifede kalmışdır.

Istanbuldan ayrıldığı 1914 senesine kadar Hukuk mektebindeki muallimliğini muhafaza etmişdi; bu mekteb istanbul Darülfünununun Hukuk Fakültesine inkilâb edince de fakültenin devletler hukuku muallimi ol-muşdu.

1921 de harb yıllarının icâbı ayrıldığı tâlim vazifesine döndü, Darülfünun Hukuk Fakültesi devletler hukuku kürsüsüne müderris (profesör) oldu; ilâve olarak da Mülkiye (Siyasal Bilgiler) Mektebi ile Erkânı Harbiye Mektebinin (Harb Akademisi) devletler hukuku muallimliklerine tâyin edildi.

1925 de Ankara Hukuk Fakültesinin kurulmasına memur edildi, bu işi muvaffakiyetle başararak 1934 târihine kadar dokuz sene Ankara Hukuk Fakültesi öğretim heyeti reisliğini yapdı ve ayni zamanda devletler hukukunu okuttu. Bu sıradadır ki Lahey'de Milletler Arası Daimî Adalet Divânına intikaal eden fransız Lotus gemisinin türk Bozkurt gemisini batırmasından çıkmış dâvanın görülmesinde Türk adlî heyetine müşavir âza olarak katıldı. 1934 de İstanbul Üniversitesine rektör tâyin edildi, ve Ordinaryüs Profesör olarak eski kürsüsüne döndü, istanbul Üniversitesi 1933 de lağvedilen Darülfünununun yerine kurulmuş bulunuyordu; aşağıdaki kıymet hükmünü Türk Ansiklopedisinden alıyoruz; «kuruluş hâlindeki üniversitenin her türlü meselelerini büyük bir gayretle halletmeğe ve ona modern bir üniversitenin maddî manevî bütün hüviyetini kazandırmağa ça-lışdı. 1938 de öğretim hayatının otuzuncu yılını kutlamak üzere Hukuk Fakültesindeki

BİLSEL (Cemil)

profesör arkadaşları «Cemil Bilsel Armağanı» adı ile bir hâtıra kitabı yayınlamışdır»,

1943 de kanunî yaş haddini doldurarak emekliye ayrıldı ve o yıl yapılan bir ara seçiminde Samsun milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisine girdi. 1946 seçiminde de mebus oldu.

1945 de San Fransisko konferansına giden Türk heyetine müşavir âza olarak katıldı; Birleşmiş Milletler Anayasasının hazırlanmasında fiilen çalışdı, Vaşingtonda toplanan Milletler Arası Adalet Divânının istatü-sünü hazırlayan hukuk bilginleri arasında Türkiyeyi temsil etti. Türkiye adına milletler arası daha onbeş kongreye iştirak etti; 1946 da Ankarada kurulan Birleşmiş Milletler Türk Derneğinin ilk başkanı oldu. Daha evvel, 1943 de de Türk Devletler Hukuku Enstitüsünün kurucu olmuşdu. Amerika Devletler Hukuku Cemiyetine, Amerika Diplomatik Akademisine âza seçildi. 1947 de Fransa-da Tulüz Üniversitesi tarafından şerefine ter-tib edilen bir törene davet edilerek kendisine fahrî doktorluk. «Doctor Honoris Causa» payesi verildi.

Bu pek değerli ilim adamı 2 eylül 1949 da vefat etti.

Yayımı devam ede gelmekde olan Türk Ansiklopedisinin yazı ailesinden idi; millî kü-tübhânemizde yeri büyük olan bu eserin hukuk ilimleri uzmanı olarak bir çok maddelerini yazmış veya hazırlatmışdır.

Eserleri şunlardır (Türk Ansiklopedisinden aynen alınmışdır);

Hukuku Umumiye! Düvel, 2, 3 ve 5 inci kitapları Bonfild - Fauchille'den tercüme (1909-1912); Kapitülâsiyonlar (1912); Sulh-de ve Harbde Hukuku Düvel (1923); Cemiyeti Akvam (1923); Hukuku Düvel Dersleri, 4 cild (1926-1927); Cemiyeti Akvam Muzâ-haret Cemiyetleri beynelmilel ittihadı sekizinci Liyon Kongresine âid rapor (1924); Avrupa ve Amerika Hukuku Düveli (1930): Lozan, 2 cild (1933); Dünya barışı buhranında Boğazlar (1939); Devletler hukukunda evrensel, özelx telâkkiler de ulusal mektebler (1039); Devletler Hukuku,. giriş (1940; Devletler (1941); Devletler arasında münâsibât (1934); Devletler arasında andlaşmalar (1936); İstanbul Üniversitesi Tarihi (1943); Birleşmiş Milletler, San Fransisko çalışmaları (1946); Türk Boğazları (1948); Milletler ara-

BÎMÂEHÂNE

2784 —


ISTANBU1

ANSİKLOPEDİSİ

BÎNAMAZLAB


sı Hava Hukuku (1948).

Türk ve yabancı hukuk dergilerinde yayımlanmış çeşidli makaale ve konferansları vardır. «La vie Juridique deş Peuples» serisinin La Turquie nüshasında «La vie interna-tionale de la Turquie = Türkiyenin milletler arası hayatı» bahsi ile Tanzimatın yüzüncü yıl dönümü harası olarak çıkarılan büyük ki-tabdaki «Tanzimatın haricî siyâseti» bahsini de Cemil Bilsel yazmışdır.

Bibi: Türk Ansiklopedisi; H. Basri Erk, Meşhur Türk Hukukçuları.

' BÎMÂKHÂNE — (B.: Hastahâne)

BÎMÂEHÂNE — (B.: Timarhâne)

BÎMENÂLLEK — Mora ihtilâli yıllarında Eterya gizli ihtilâl komitasının muhâberâtında kullanılan şifrede «Beyoğlunda oturan frenkler» karşılığı.

Bibi.; Cevdet Tarihi, XI.

BtN — Aded, sayı ismi; sohbet dilinde malûm sayıdan ziyâde pek çok mânâsına kullanılır, bu yolda bâzan- da «binlerce, onbinler-ce, yüzbinlerce» denilir; merhum Hüseyin Kâzım Bey «Büyük Türk Lûgatı»nda misâl olarak Nedim'in şu güzel beytini almışdır: Bir çeşmi var ki bir nice yüzbin lisân bilür Biıı hem zebânü hem demi, bin âşinâsı var..

İstanbullu ağzında darbı meseller:

Her ihtimâli tekrar tekrar gözden geçirip, düşünüb işe başlama: Bin ölçüb bir biçmeli.

Sükûtiliğin fazileti, temin ettiği huzur için: Bin işit, bir söyle.

Her hangi bir şeyin müdafaası veya bir teklifi, mazereti, işi karşı tarafa kabul ettirmek için akla gelen herşeyi söylemek: Bin dereden su getirir.

Birbiri ile ilgili ilgisiz pek çok iş ile alâkası, münasebeti olan adam: Bin tarakda bezi var.

Tecrübenin kıymeti hakkında: Bin nâsi-hatdan bir musibet yekdir.

Fazla düşünmeye değmez şeyler için: Binin yarısı beşyüz..

İmkânsızlık içindeyken düşünmenin fay-dasızlığı: Binin yarısı beşyüz, o da bizde yok.

Halk ağzı deyimler:,

Mahşerî kalabalığın tasvirinde: Bin ayak bir ayak üstünde.

Bin de bir — pek nâdir olarak, uzun zaman içinde mânasına; misâller:

Böyle sâdık uşak binde bir çıkar

Ahmedi binde bir görürüm..

Bin can ile — Bir işe, bir kimseye candan, gönülden bağlanmak, iştiyak ile koşmak. Biri bir para — Pek çok, son derece. kıymetsiz.

BÎNÂEMİNİ — Mîrî binaların, pâdişâhlar ve hanedan erkânı tarafından yapdırılan binaların yapısına memur edilen kimseye verilen unvan; binâeminliği bir memuriyet, makam değildi; kendi işi ile meşgul olan veya herhangi bir dâirede memur olan, namus ve doğruluğu ve işgüzarlığı ile tanınmış bir kimseye verilir muvakkat bir vazife idi.

Yapılacak eserin büyüklüğüne, ve ehemmiyetine göre Mimarbaşı Ağa yâkud hassa mimarlarından bir,i resmini ve plânını çizer ve yapıya nezâret ederdi; para işine karışmazdı. Bütün masraflar bina emini eliyle ödenir; yapıya gereken çeşitli taşları, keresteyi, ve şâir inşâ levazımını gereken yerlerden o temin eder, ameleyi o bulur toplar ve yevmiyeleri o dağıtırdı. Bunun için de yanında bir veya bir kaç adam -çalışdırır, en küçük masrafları dahi kaydederek memur olduğu inşâatın masraf defterini tutar; icâb ettiğinde, ve yapı tamam olunca muhakkak hesab verir ve hesab sonunda da eline bir temiz kâğıdı alırdı.

Zamanımızda bina eminlerinin masraf defterleri, büyük âbidelerimizin çoğunun, ne zaman başlayıp ne zaman bittiğini, taşının mermerinin, kerestesinin nerelerden getirildiğini, yapıda kaç amele çalışdığını bildiren çok kıymetli vesikalardır.

Bina eminleri nâmuskâr ve iş bilir kimse olarak ismen seçilip tâyin edildikleri için, büyük paraların harcandığı büyük mîrî ve hanedan yapılarında hırsızlık, suistimâl olamazdı; zira bütün masraflar, amele yevmiyelerine varınca binâemini tarafından ödenir, o da her zaman defterlerini teftişe amade bulundururdu. Hattâ binâeminlerinin masraf kısma, tasarruf yolunda gayretleri, ekseriya mimar-bâşılar kızdırırdı.

Bir sanatkâr olan mimarın mesuliyetli para işine karışdırılmaması, o yükün bir bina eminine yüklenmesi herhalde iyi bir âdet idi. Meselâ Süleymâniye külliyesi yapılırken pek çok para çalındığı dedi kodusu çıkmış, bina emini ile kâtiblerin «bina bahanesi ile kendi gamhânelerini tamir ettiklerini» işitdiğinde, Mimar Sinan son derece huzur içinde: «Bu bizden sorulmaz, bina emiri kimse o versin

cevâbım!.» demişdi (Tezkiretül Bünyan).

BİNÂEMİNİ SOKAĞI — Fatih merkez bucağının Sofular Mahallesi .sokaklarından; Fevzipaşa Caddesi ile Kızılcık caddesi arasında uzanır; Açıklar sokağı ile bir dört yol ağzı yaparak kesişir. Fevzipaşa caddesi başından gelindiğine göre, iki araba geçecek genislik-de olup Açıklar sokağına kadar asfalt olarak yapılmış, fakat bu notların tesbitinde asfalti henüz dökülmemiş idi; Açıklar sokağı kavu-şağı geçildikten sonraki kısmı paket taşı döşelidir.

İki kenarında birer kaldırımı olup meyilli bir sokakdır. Üzerinde bulunan ikişer, üçer dörder katlı beton yapı evler, apartımanlar arasında, zemin katları kagir üçer katlı iki ah-şab ev vardır; bu binaların hepsi, hâli vakti yerinde ailelerin meskenleridir. Kapu numaraları 1-23 ve 2-22 dir. Bu sokakda İş Bankası şubesi, bir inşaat bürosu, bir emlâkcı, bir yorgancı, bir mahalle kahvehanesi, bir terzi, bir halıcı ile bir diş hekimi, bir iç hastalıkları mutahassısı, iki operatör-ebe muayenehanesi bulunuyordu (Mayıs 1961).



Yüklə 5,55 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   59   60   61   62   63   64   65   66   ...   76




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin