BtLEZtKCtYAN (Boğos) — Muhtemelen Agop ve Mıkırdiç Bilezikciyanların pederidir. Avedis Berberyan'a göre (Bk. Kronoloji s. 461), 3 Ekim 1820 de Bezciyan Kazaz Artin Amira (1771-1834) Linini adasına sürgün edildikten sonra Darphane nazırı olarak yerine geçmiş ve 1823 de menfadan avdetine kadar vazifede bulunmuştur. Aynı müellife göre (s. 189) Beyoğlunda ikamet etmiştir. Hayatı hakkında başka bir bilgi elde edinilemedi.
Kevork Pamukciyan
BİLEZÎKCtYAN (Mıkırdiç) — Geçen asrın maruf bankerlerinden l Haziran 1853 de icra-yı faaliyete başlıyan Osmanlı Bankasının başlıca müessislerindendir. Hayatı hakkında başka bir bilgiye rastlanılamadı.
Kevork Pamukciyan
BİLEZİK SOKAĞI — Galatamn Ömer-avni mahallesi sokaklarından; Mebusan Yokuşu ile Fındıklı Çelebi Hamamı sokağı arasındadır ;Mebusan yokuşu tarafından gelindiğine göre bir arabanın rahat geçebileceği genişlikde, bir kaç adımlık yeri paket taşı, gerika.lan kısmı kabataş döşeli ve bir dirsekli
* Karakolda komiser, ustasının asılı ceketinin cebinden para çalmakla sanık çırak bir sokakdır. Sol tarafında Fındıklı ilk okulunun avlu duvarı uzanır; sağ taraf da dört katlı, benzerleri pek az kalmış büyük bir ahşab ev, bir beton apartıman vardır. Fındıklı Celebi Hamamı sokağına yirmi basamak taş merdivenle inerek bağlanır (Mayıs 1961)
Hakkı Göktürk
BÎLGE (Gazanfer) — Millî güreşçilerimizden; 1925 de Karamürselde doğdu; Kara-mürselin eşrafından ve belediye reisliğinde bulunmuş ismail Beyin oğludur; ilk tahsilini orada yapdı, İstanbulda Pertevniyal Lisesinde okudu.
Güreşe pek küçük yaşda Karamürselde, akran ve emsali çocuklarla el ense ederek başlamışdı; lisede okur iken daha ciddî meşgul oldu, 1942 de Kasımpaşa Jimnastik kulübünde teknik güreşe başladı ve kısa zamanda millî güreş ekibine girecek şekilde yetiş-di; ilk millî güreşini de 1945 de Mısırda yapdı; Avrupa serbest güreş şampiyonluğunda hiç yenilmeden 62 kiloda Avrupa birincisi oldu. 1946 da Stokholm'da yapılan güreşlerde bütün rakiblerini tuşla yendi, ve 1948 Londra Olimpiyadında kendi ağırlığında dünya birincisi oldu; Ölimpiyad dünya birincisi sportmenler arasında ingiltere kiralı Altıncı. Ge-orges'a takdim edildi; 1949 da geçirdiği bir hastalık üzerine 1951 yılma kadar güreşi bı-rakdı; fakat doktorların tavsiyesi üzerine an-tremanlarma tekrar başlıyarak 1953 Olimpi-y adına gidecek Türk güreş takımına 73 kiloya seçildi;. Olimpiyada bir hafta kala. Yaşar Doğu ve Nasûhi Akar pehlivanlar ile profesyonel ad edilerek kampdan çıkarıldı; hâdise
Gazanfer Bilge •(Resim: B. Seren)
Türk basınında öylesine şiddetle tenkid edildi ki bu seçkin Türk pehlivanları komite tarafından tekrar takıma alınarak Helsinki'ye gittiler; fakat Helşinkideki merkez komitesine isimleri bildirilme-• mis olduğundan mü-sâbakalara giremedi-ler; bu, çirkin hâdise karşısında Gazanfer Bilge güreşi fiilen
terketti, iş hayatına" atıldı.
iki otobüs satın alarak araba sahibi diğer bir kaş müteşebbis ile beraber Kadıkö-yünde «Varan» otobüs şirketini kurdu, ve bu şirketin işletme müdürü oldu.
Helsinkide Finlandiya türklerinden ve Türk-İsiâm Cemiyeti reisi Zuhal Tâbir Beyin kızı Yıldız Hanım ile tanışmışdı; 1954 de bu hanım kızla evlendi; Muzaffer adında bir erkek evlâdı vardır.
Gazanfer Bilge seçkin çağdaş pehlivanla
rımız arasında aydın bir sımadır; ve bilhassa
edebî ve târihî mütaleaya düşkündür; batı
müziğini sevenlerden, nâzik, her haliyle ki
bar ve simaca da gaayeÛe sempatikdir. îş ar
kadaşları ile kurduğu Varan Otobüs Şirketi
kısa bir zamanda inkişaf etmiş, ve memleke
timizin şehirler arası trafiğinde başlıca isim
lerden biri olmuşdur, Hakkı Göktürk
BİLGE (Mehmed Tevfik) — Asker mu-jdllimlerden; «Manastırlı Tevfik Bey», ve S«Atatürkün Hocası Tevfik Bey» diye tanılır-dı; 1868 de Manastırda doğmuşdur; bütün ço-'cukluğu orada geçerek askerî îdâdiyi bitir-dikdeıı sonra îstanbula gelmiş, Harbiye Mektebinden topçu zabiti olarak çıkdıktan sonra, 1887 de Manastir Askerî İdadisi tarih muallimliğine tâyin edilmiş ve artık bütün ömrü askeri mekîeblerde muallimlik ile geçmiş, son vazifesi Kuleli Askerî Lisesinde târih muallimliği idi; tarih ilminde derin bilgi sahibi _ değildi, kaynaklar ve vesikalarla meşgul ol-mamışdı, dolayısı ile kendisinden orijinal
| -*
etüdler, tenkidler, mütâlâalar, hâdiselerin tahlili, terkibi beklenemezdi; Rumeli ağzı ile sohbeti tatlı olmakla beraber bir tarih kürsüsüne revnak verecek talâkatden - de mahrumdu, fakat çok şefîk bir hoca idi, kalb kırmamış, yıllar boyunca dâima sevgi toplamışdı; ve en vefakâr talebesi de Atatürk olmuşdu; Atatürkün Tevfik Beye son lütfü da yaş had di ile emekliye ayrıldıktan sonra onu 1935 seçiminde hatırlaması ve Cumhuriyet Halk Partisinin mebus adayları arasına koymasıdır. 1943-1945 arasında İstanbulda vefat etti.
Çok zengin hâtıralara sâhibdi, maalesef
kalem diline verememiştir; tatlı dil ile, öyle
câzib hurda teferruata girer idi ki dinlemeye
doyulamazdı. Matbu eserleri arasında «Ma
nastır Vilâyetinin Tarihçesi» ile «Kuleli Lise
sinin Tarihçesi», adını unutturmaz tahmin
ederiz. , , .
BİLGE (Rafat)
ANSİKLOPEDİSİ
2775 -
•BİLGİÇLER SOKAĞI.
BiLGE
Rifat Bilge (Resim: Behçet)
Aşağıdaki hal terce-mesini Türk Ansiklopedisinden alıyoruz: «Türk bilgini; 1874 de Kilisde doğmuş, 1853 de Ankarada öl-müşdür. Kilisli M,ual-ilm Rifat adı ile ta-nmmışdır. îlk öğrenimini ve rüşdiye okulunu Kilisede bitirmiş, sonra muhtelif hocalardan . yazı (arab asıllı türk harflerinde istiklâl ile bir güzel sanat olan kaligrafiyi), arabca (ve o zamanlar pek makbul olan islâmî ilimler ile şark edebiyatı) dersleri al-mışdır. 1892 de Kilis müftüsü Abdurrahman Efendiden icazet alan Rifat Bilge Istanbulâ gelerek Dârülmuallimine (Muallim Mektebine) girmiş ve 1898 de bu okulun yüksek kısmımdan diploma alarak muallim olmuşdur. Muhtelif liselerde türkce ve arabca öğretmenliği yapmış, sonra İstanbul Darülfünununun ilahiyat ve edebiyat fakültelerine arab edebiyatı muallimi tayin :edilmişdir. Yazdığı ve tercüme ettiği eserlerini 1908 de ikinci meşrutiyetin ilânından sonra yayımlamışdır. Rifat Bilge bu sırada Hukuk Fakültesini de bitirmişdir.
«Muallim Kilisli Rifatın türk fililojisine yapdığı en büyük hizmet, Kitabı Dede Kor-küd (1914), Divânü Lûgaat-it Türk (3 cild, 1917), îbni '. Mühennâ Lügati (1919), Ferli enknâmei Sadi (1924), Asterâbâdînin Kadı Bürhaneddin tarihi olan Bezmü Rezm (farsca metin, 1928), El-Kavânin (1928), El-îdrâk haşiyesi (Veled Çelebi îzbudak ile birlikde, 1936) gibi birinci derecede önemli dil âbidelerinin neşirlerini ortaya koymasıdır. Bu eserler Marif Nazâreti, Maarif Vekâleti, Türk Tarih Encümeni, Türkiyat Enstitüsü, Türk Dil Kurumu gibi ilmî müesseselerin yayınları arasındadır.
«Diğer (bâzı mühim) eserleri şunlardır: Sultan Veled'in Divânı Türkî'si (Veled îzbudak ile birlikde, 1935), Elvâfi Bilvefiyat (H. Ritter ile birlikde, 1935), Elvâfi Bilvefiyat (H. Ritter ile birlikde), Maniler (1928), Evliya Çelebi Seyahatnamesinin 7. ve 8. cildleri (1928), Gülistan tercümesi (1943), Bostan tercümesi (1943), Keşf-al Zumun ve zeyli (Şe-
ref eddin Yaltkaya ile birlikde, 1941-1945), Esmâi Müellifin, I (Mahmud Kemal İnal ile birlikde, 1952).
«Divânü Lûgat-it Türk, Bahâristan, Ni-gâristan, Vâmık ve Azrâ, Tarihi Ütbî, Kutbî Mekki'nin Mekke-lstanbul Seyahatnamesi adlı eserleri de Türkceye çevirmiş, fakat bastı-ramamışdır. Yüzden fazla kaynakdan taradığı 35,000 kadar öz türkce kelime fişi Türk Dil Kurumundadır» (Türk Ansiklopedisi).
İbrahim Alaeddin Gövsa «Türk Meşhurları» adlı eserinde Rifat Bilgenin doğum tarihini 1878 olarak gösteriyor.
Ömrünün en uzun kısmını İstanbulda geçirmiş olan Muallim Kilisli Rifat Bey, Büyük şehirde bulunması en kolay insanlardan biriydi: Bir mektebde dersi yok ise, muhakkak, bir umumî kütübhânede yazma bir metin üzerinde istinsak ile meşgul idi. Seksen yıllık ömründe, îstanbulun tabiat güzelliklerini, târihî âbidelerini, meşhur semtlerini, o da eğer alup bakmış ise, sâdece resim olarak görmüsdür diyebiliriz.
Ortadan aşağı kısa boyu, çelimsiz vücûdu, hemen dâima siyah renkli ve mühmel esvabının içinde bir çalışma makinası idi; bakışları gamlı, yüzünde pek ender olarak bir tebessüm görülürdü. Hususî hayatı mechûlü-müzdür; dışardan geçim sıkıntısı çekdiği görülür, tahmin edilirdi. Asla yamlmadığımızı zan ediyoruz, Muallim Kilisli Rifat, bâzı mevki ve servet sahibi ulemâmız tarafından çalışma kudreti istismar edilmiş, çok mütevazı ücretlerle bir istisnalı ve tercüme makinası gibi kullanılmış, büyük şöhretlerin adını taşıyan ilmî yayınlarda hissesi azametli olduğu halde adı anılmamış bir garibdir.
Soy adı kanunundan evvelki devirler için çağdaşı ve hemşehrisi Dr. Kilisli Rifat Bey ile Muallim Kilisli Rifat Beyin adım karıştırmamak lâzımdır (B.: Kardam, Rifat).
, BÎLGE (Tevhid) — Çağdaş Türk sahnesinin ünlü operet ve komedi artisti; 1919 da .İstanbulda doğdu,-babası Sultan Reşadın ki-lercibaşısı Mehmed Sadık Beydir; tahsilini Hayriye Lisesinde yapdı ve halk önünde sahneye de, talebe iken, 1934-1935 ders yılında verilen bir mekteb müsameresinde «Aynaroz Kadısı» piyesinin Kadı rolünde çıkdı. Yine aynı yıllarda, Şişli Halk Evinin temsil kolunda amatör olarak çalışdı, Bürhaneddin Tepsinin yazdığı «Ellibin» vodvilinde Agob Inad-
ciyan rolünü aldı. Tepebaşı Bağçesinde Alabanda revüsü oynanır iken, büyük sanatkâr Hazim Körmükcü hastalanmış, rolü kime verilmiş ise muvaffak olamamıştı, nihayet Tevhid Bilge, bu rolü, büyük aktörü aratmıyacak derecede muvaffakiyetle oynadı «Samoel» piyesinde, yine Tepebaşı Bağçesinde, Ekrem ve Cemal Reşid Rey kardeşler, Safij^e Ayla ve Muammer Karacanın huzurunda bir imtihan geçirerek profesionel hayata atıldı. O târihte İstanbulda tam Paris gazinoları gibi çalışan İstanbul Gazinosunun temsillerine iştirak etti; 1947 ye kadar da Ses Tiyatrosunda çalışdı ; "Halil Kâmil firmasının çevirdiği «ön üç kahraman» filminde Antalyalı Selim, İpek Filmin Ferdi Tayfur rejisörlüğünde çevirdiği «Kerimin çilesi» filminde Ermeni Kadın rollerinde oynadı. 1948 de Tepebaşı Bağçesinde Aziz Basmacı ve Rauf Ulukut ile bir skeç topluluğu teşkil ederek «Adam sen de» de musevi çocuğu, «Çifte keramet»de Sakar Ali, «Laçka» da Cideli Cemile olarak bütün îstanbulun alkışım topladı. Ayni senenin kış mevsiminde kurduğu bir toplulukla Anadolunun muhtelif şehirlerini dolaşdı, temsiller verdi ve 1950 de İstanbula döndü. Ses Tiyatrosu ile anlaşarak «Hava Bankası» operetinde Âsim, «Trompetçi Râziye» de Sarkiz, «Zır Deliler» de Lokman Hekim, «Zıd Kardeşler» de Yasar, «Guguk» da Mahir, «Çifte kavrulmuş» da Sürpik rollerini yaratarak oynadı. 1953-1955 yıllarını yine Anadolu turnelerinde geçirdi, bir ara devamlı olarak Ankarada temsiller verdi. 1955 de İstanbula döndüğünde Maksim sahnesinde çalışdı; burada sahneye konulan operetlerden «Pantalonsuz Âşık» da Raşid,
Tevhid Biîge (Kesim: B. Seren)
«İs Birliği»nde Kasım, «Kaynana» da Nâzım, «Hanımlar. Terzihanesi »nde Sî-ret, «Saçlarından U-tan» da Zeki Tofa-man, «Cürmü M,eş-hud» da Hayri, «Deli dolu» da Jozef oldu, ve artık sanatının en üst kademesinde bulunduğunu gösterdi. Sonra Alkazara geçdi; Alkfrzar sahnesinde «Amerikalı amıca» komedisinde
Arman İnadciyan, «Tahta Çanaklar» da Mari Yanık, «Paşa Hazretlerinde» Şahin Paşa oldu.
Operet ve komedi sahnesinin artık en seçkin sıması olan büyük sanatkâr 1958-1959 senesinde Aksaray Zühal Düğün salonunda bir tiyatro açdı; burada «Mebus olacağım» ve «3 numaralı İstimlâk Komisyonu» komedilerini emsalsiz muvaffakiyetle oynadı. 1960 da iş adamlarından .çocukluk arkadaşı Arslan Barutçu ile Pangaltıda Tan Sinemasında «Sahne» isimli bir tiyatro, kurdu; burada ilk olarak sahneye konulan «Suzanın oyunu» komedisinde Said Uslu rolüne çıkdı.
Tevhid Bilge yerli "film prodüktörleri tarafından da aranıldı; 58 yerli filmde rol al-mışdır.
nıısusi hayatında şakacı, muzibi taklid sanatında emsalsiz, veçhen de güzel insan olan Tevhid Bilge, Türk sahne târihinde unutulmı-yacak isimlerden biridir.
Hakkı Göktürk
BİIjGİ — Türkiye Muallimler Birliği tarafından neşredilen ve bu birliğin organı olan aylık meslekî fikir dergisi; idare yeri Çem-berlitaşdaki Muallimler Birliği merkezi olup.. 21 X 29 santim eb'adında üçüncü hamur kâğıda basılmış 16 sayfalık bir nüshasının fiati 1957 de 50 kuruşdur. Bâzı nüshaları iki aylık târih taşıdığına göre neşrinde intizam temin edilemediği anlaşılır. Gazete ve dergi bayi ve müvezzîlerinde arayub bulamadığımıza göre tevzi işinin de düzenlenemediği, ancak abonelerine gönderilebildiği anlaşılıyor. 1957 temmuz ve ağustos aylarına âid 1244-125 inci nüshasının üstünde XI. cild kaydı vardır; iki aylık bir nüshası bir forma olduğuna göre bir cildi 10-12 formalık bir eser olması gerekir.
Derginin Muallimler Birliği adına imtiyaz sahibi ve neşriyatı fiilen idare eden Doçent Dr. İbrahim Kafesoğludur; daimî muharrirlerinin kimler olduğu tesbit edilemedi. Derginin kapağında «Her muallim Bilgi'nin tabiî yazarıdır» diye kıymet hükmü mübhem bir kayid vardır. Yukarıda numarasını kaydetdiğimiz nüshası îstanbulda Ercan Matbaasında basıl-mışdır.
BlLGÎÇLEK SOKAĞI — Karagümrüğün Kocadede Mahallesi sokaklarındandır; Bey-ceğiz Mescid Sokağı île Kokulubahar Sokağı arasında uzanır. Sokağın ortasında üstü taşla kapatılmış yüksek bilezikli bir kuyu, dükkân olarak da bir marangoz otölyesi vardır,
BİLGİÇ SOKAĞI
2776 -
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
- 2777 —
BİL ICARETEYN
renci olmayub bilgilerini arttırmak isteyenlere de dersler verilir. Eğitim ve öğretim kadrosu resmî ortaokul ve lise muallimlerinden seçilmiş ciddî bir müessesedir. 1960 yılında dershaneye motor, trafik ve direksiyon kursları da ilâve edilmişdir.
Hakkı Göktürk
BİLGİ MECMUASI — İstanbulda kurulmuş olan Bilgi Derneği tarafından, derneğin amacını yaymak için çıkarılmış aylık ilmî dergi. Mesul müdürü şâir Celâl Sâhir Bey idi, ilk sayısı 1913 ekiminde yayınlanmış olan dergi ancak 7 sayı çıkanla bilmişdir (Türk Ansiklopedisi).
BİLGİ SOKAĞI — Bakırköyünün merkez nahiyesi sokaklarındandır; Ebüzziya So-
meshkifikir
TÜRKiYE MUALLİMLER BİRLİĞİ ORGANI
TEMMUZ • AĞUSTOS 1957
Bilgi Dergisinin bir.kapağı
Sekenesi mütevazı gelirli ailelerdir (Mayıs 1961).
Hakkı Göktürk
BİLGİÇ SOKAĞI — Şişlinin Cumhuriyet Mahallesi sokaklarındandır; Ergenekon caddesi ile Arpasuyu sokağı arasında uzanır; Ergenekon Caddesi tarafından gelindiğine göre iki araba geçebilecek genişlikde ve ka-bataş döşeli olarak başlar, sola bir'dirsek yap-dıktan sonra toprak yol olur, ikinci bir dirsekle' ve dikçe bir yokuş olarak Arpasuyu sokağına kavuşur. Sokağın kabataş döşeli olan ilk kısmında sağ kolda Şişli protestan mezar-, lığının yan duvarı uzanır; sağ kolda beton ve ahşab üçer dörder katlı evler sıralanmışdır; meskenler arasında bir otomobil tamircisi, bir marangoz atölyesi ile Demet çukolata ve şekerleme fabrikası bulunmaktadır. Kapu numaraları 3-63 ve 2-25 dir. Şişli pazarına gelen pazarcı esnafın tahta tezgâhları, bu sokakda, kilise duvarı boyunca muhafaza edilir. (Mayıs 1961).
, BiLGi DERNEĞİ — Aşağıdaki satırlar Türk Ansiklopedisinden alınmışdır:
. «Memleketde gerçek metoda ve uzmanlığa dayanacak Imiî bir cereyan vücuda getirmek amacı ile 1913 de teşebbüs edilip 1914 martında İstanbul-da kurulan bir ilmî dernek. İlerde teşkili düşünülen akademiye başlangıç olacaktı. Umumî idare heyeti reisi şâir Celâl Sâhir, ilmî reisi de Emrullah Efendidir. .Dernek çalışmalara vakit, ve imkân bulamamış, bir kaç toplantıdan ve bâzı ilmî eserlerin yayımına karar verdikten sonra dağılmışdır» (Türk Ansiklopedisi).
BİLGİ DERSHANESİ — Cağaloğlunda Başmüsahib soka-. ğmda bir özel dershanedir; 1957 yılında öğretmen Bay Yahya Omay tarafından açılmışdır; orta okul ve liss öğrencilerini ders yılı sonunda başarı sağlamaya, engelli olanları da engel imtihanlarını vermeye hazırlar; öğ-
kağı ile Mer'â Sokağı arasında uzanır; Ömer Naci sokağı ve Pancar sokağı ile birer dört yol ağzı yaparak kesişir; iki araba geçecek genişlikde ve paket taşı döşelidir, iki kenarında dar yaya kaldırımı vardır, kapu numaraları 1-31 ve 2-20 olup Dadyan ermeni ilk okulunun bağee duvarı bu sokağın üzerindedir (Haziran 1961).
Hakkı Göktürk
BİLGİSİN (Şevket Mehmed Ali) —'Hukuk bilgini, 1892 de babasının vazifeten bulunduğu İşkodrada doğdu, topçu kaymakamlarından Mehmed Ali Beyin oğludur, ilk tahsilini îşkodrada, orta tahsilini de Manastır Askerî Rüşdiyesinde yapdı, M,anastır idadisini bitirerek istanbul Darülfünununun Hukuk Fakültesine girdi, 1911 de Hukuk Fakültesinden mezun oldu, meslekî bilgisini genişletmek ve bu arada lisan öğrenmek için Fransaya gitti, oradan îsviçreye geçerek Cenevrede ihtisasını tamamladı. O sırada Birinci Cihan harbi başladığı için doktora imtihanını veremeden memlekete döndü. Bilâhare alman ve anglo-sakson mevzuatı hukukiyesi ile de uğraşmış ve almanca ile ingilizce öğrenmişdir.
1918-1919 arasında avukatlık yaptı, 1919 da Ankarada teşekkül eden millî hükümete iltihak ederek ilk adliye vekâletinin kalemi mahsus dâiresinde staj gördükden sonra ayni vekâletin müdevvenâtı kanuniye müdürlüğüne tâyin edildi, oradan Ziraat Bankası Umum Müdürlüğü umuri hukukiye müdürlüğüne nakledildi, îş Bankası kurulur iken bu yeni millî bankanın hukuk müşavirliğine tayin olundu; îş Bankasının kuruluşunda bilgisinden çok faydalanılmışdır.
1925 de Ankara Hukuk Fakültesi kurulduğunda bu yeni ilim müessesesinin Mukad-dimei ilmi Hukuk ve Kara Ticaret Hukuku derslerinin hocalığına tâyin edildi, 1942 yılına kadar Ankarada kalarak hem iş Bankasındaki vazifesine hem de fakültedeki derslerine devam etti. 1942 de İstanbul Hukuk Fakültesi Kara Ticaret Hukuku profesörlüğüne naklen tâyin edildi; İstanbulda ayni zamanda avukatlık yapmağa da başladı, bir ara Hukuk Fakültesi dekanlığına seçildi. 1953 de bir az dinlenmek için gittiği Bursada anî olarak öldü; kabri Zincirlikuyu Asrî Mezarlığındadır. Son günlerinde Ordinariyus Profesör, İstanbul Barosunda avukat ve İ'ş Bankası Meçlisi İdare âzası bulunuyordu.
Yirmi sekiz yıl fasılasız hocalık yapmış ve pek çok talebe yetişdirmişdir. Dürüst, mütevazı, ağırbaşlı, son derecede müşfik, gaayet çalışkan, geniş bir sevgi ve hürmet hâlesi toplamış bir sîmâ idi. Medenî Kanun ile Borçlar Kanununu hazırlayan ilmî heyetde aza olarak bulunmuş; kara ve deniz ticaret kanunlarının gerçekleşdirilmesinde, usul kanunlarının tebdil ve ıslahında, mahâkim teşkilât kanununun etüdlerinde, avukatlık, noterlik, kadastro kanunlarının hazırlamasında geniş ölçüde emekleri geçmişdir. «Türk Ticaret Hukuku Prensipleri» adı ile mühim bir eseri vardır. Bu eserin ikinci cildini teşkil edecek olan «Şirketler» adındaki kitabını da tamamlamış, fakat basdiramadan ölmüşdür.
«Ticaret serbestisini tâdil eden âmiller», «Ticarî ve Siyâsî Hukukda Teamül», «Ticarî şirketlerin murakabe prensipleri», «Modern ekonomide ticarî teşebbüs şekilleri», «Hukuk bakımından kooperatifçilik» ve «Karteller ve Tröstler» isimli etüdleri İstanbul Hukuk Fakültesi tarafından neşredilmişdir. Ankara Hukuk Fakültesinde okuttuğu derslere âid notları da o zamanki talebe cemiyeti tarafından teksir sureti ile basılmışdır. «Kara, Ticaret Hukuku», «Fikrî Haklar», «Mukaddime! ilmi Hukuk» isimli eserleri de bu çalışkan adamın millî kütübhânemize bırakdığı değerli miras arasındadır. Gazete ve dergilerde hukuk ilmi, adlî hayatımız ve içtimaiyata .dair pek çok makaalesi intişar etmişdir. 1918 de, mütâreke' yıllarında «Beşer ve Tabiat» adında bir de mecmua çıkarmışdı.
H. Basri Erk
BİL İCÂRETEYN TASARRUF — İki, çifte kira ile tasarruf; bırakanların vakıfnamelerinde koşdukları,şartlar ile aslaa satılamayacak olan vakıf milklerin, binaların satd: masını temin için bulunmuş hukuukî bir hiledir. Bir misâl ile anlatalım:
Vakfının mütevellisi faraza ayda 20 lira kira aldığı Çinili Hamam denilen vakıf çifte hamamı 15,000 liraya -bir isteklisine satmak ister. Bunun için hamamı senelik kirası 60 liradan 300 senelik bir kira mukavelesi ile o zâte kiraya verir. Senede 60 liradan 300 senelik kira bedeli 18,000 lira tutar. Bunun 15,000 lirasını «icârei muaccele», tezden, peşin kira bedeli olarak hemen alır, geri kalan 3000 rliasına da «icârei müccele», tecîl edilmiş, geri bırakılmış kira adı verilir, her sene 10 liradan
BİLLUR
— 2778
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
2779
BİLLUR
300 sene içinde ödenecekdir denilir; ve kira mukaveleleri o zât ile, ölümünden sonra ev-lâd ve ahfadı, vârisleri kimler ise, haklar onlara intikaal etmek üzere akdedilir. Bir binâ-
'fe :
yi, bir milki iki asır, üç asır gibi bir müddetle kiralamak, oranın sahibi olmak demekdir. Onun içindir ki bu hukukî hileli işe «bil icâ-reteyn tasarruf» denilmişdir. Koca bir çifte hamam için vakfa senede 10 lira kira ödemek pek tabiidir ki bir hiçdir. Bu suretle satılan vakıf binaların icârei müeccelesi senede l lira, 50 kuruş, 20 kuruş olanları pek çokdur.
Şurasını ehemmiyetle kaydedelim ki, bir vakıf milke bil icâreteyn mutasarrıf olan kimse, onu, vakfa ödediği icârei muacceleyi veya bu meblâğın daha fazlasını alarak bir başkasına devredebilir, fakat mutasarrıfı olduğu binayı asla yıkdıramaz, hamam, han, mahzen, dükkân, kahvehane, mesken her ne ise, aynen muhafazaya mecbur idi, faraza hamamı bozub ve yıkıp yerine han veya konak, ev yapdıra-mazdı.
Cumhuriyet devrinde vakıflar idaresinde kökden değişiklik yapılır iken 1936 da çıkarılan bir kaanun ile bil icâreteyn tasarrufa son verildi. Üzerlerinde bu suretle intikaal etmiş binalar ve topraklar bulunan kimseler. müeccel kiralarının yirmi seneliğini bir defada toplu ödemek şartı ile o milklerin doğrudan kendi isimlerine tapu senedlerini aldılar. Bu kaanun vakıflar hazinesine çok mühim bir gelir sağladı ise de Türk mimarisi târihi bakımından zararlı oldu. Şöyleki bilhassa îstan-bulda türk yapı sanatının şah eserleri arasında bulunan büyük çarşı hamamlarının hepsi şahıs milki oldu. Mimarî kıymeti çok yüksek bir hamamın tapu senedini cebine koyan kimse de, mutlaka mimariye vâkıf, sanat sever kimse olamayacağından, hattâ bilâkis bu asıl konuların tamamen câhili bulunacağından, meskenlerde alafranga banyoların çoğalıp, orta ve aşağı tabaka halkın da şer'î temizliğe karşı kayıdsızlığının artması üzerine çarşı hamamlarının müşterileri azalınca, mutasarrıfı bulundukları hamamları yıkdırıp yerlerine bir iş hanı, bir apartıman, bir sinema yap-tırmakda tereddüd etmediler. Bu gibilerin karşısında tek mâni kuvvet asarı atîkayı koruma kaanunu kaldı. Hamamlarını yıkamayanlar ise, yıllık kira bedeli işleyen hamamın gelirinden fazlayı bulunca, hamamı kapattılar, depo olarak, imalâthane olarak, fabrika
olarak kiraya verdiler. O canım İstanbul marnlarının içleri bozuldu, mahvoldular. Yer yüzünde hiç bir tarihi belde, koca koca ve biri öbüründen güzel çarşı hamamlarını kaybeden İstanbul kadar ağır tecâvüze uğramamışdır. İstanbul hamamlarını yıkanlar, bozanlar, ve onlara bu imkânları verenler, pis hasis maddî çıkarları uğruna bu şenaati irtikâb edenler, Türk İstanbulunun târihinde, zaman gelecek, isimleri kaydedilerek haşre kadar lanet ile anılacaklardır (B.; Hamam).
BÎIAÛK •— «Garb türkçesinde aslı arab-ca isim: 1) Tabiaten bir mudallaı muntazam' veya mutanâzır şeklini alan şeffaf cevheri madenî; 2) Safî ve berrak cam, ve bundan yapılan şeyler» (Hüseyin Kâzım, Büyük Türk Lügati).
İstanbul ağzında her saf, temiz, parlak, güzel şey billûre benzetilmiştir; bir mücellâ, temiz ten için, tatlı akisler yapan bir ses için, gaayet saf ve berrak bir su için «billur, billur gibi» deriz.
Hüseyin Kâzım Bey büyük lûgatına bu yolda misâl olarak çok güzel iki beyit almış-dır:
Dostları ilə paylaş: |